Cemaat ve Popülizm

Popülizm çağdaş toplumların bir hastalığı. Sanırım ulus-devlet sisteminin imparatorlukları sona erdireceğinin kesinleşmesi ve -demokratik olsun, olmasın- seçimlerin gündeme gelmesi, popülizmi de gündeme getirdi. Ne yazık ki, popülizm halkçılık olarak değil, ucuz popülizm olarak gündemde yerini aldı.

Popülizmin tarihi çok eskilere gitmiyor, 20. yüzyıl başlarında ortaya çıkan bir kavram. Popülizmin bir ideoloji olup olmadığı konusunda sosyal bilimciler arasında tartışma sürüyor. Temelde halkçılık demek olan popülizm “... siyasi hedeflere en iyi bir biçimde, politik kurumların aracılığı olmaksızın, yönetimlerle halk arasında kurulacak doğrudan bir ilişki yoluyla ulaşılabileceğini savunan siyasi retorik ya da söylemi ifade eder” Üç tip popülizmden söz ediliyor: “Ucuz adam popülizmi, Otoriter popülizm ve Devrimci popülizm”.(1) Burada sözünü edeceğimiz, birinci grup içinde yer alan ve ucuz popülizm denen popülizm tipidir.

Ucuz popülizm konusunda da çeşitli tanımlar var:

a) Siyaset alanında, planları toplumun alt ve orta tabakalarını temel alarak yapma, bu sınıflara hizmet amaçlama, halkı, zaman zaman halk dalkavukluğu yapacak şekilde ön plana çıkarma tavrı.(2)

b) Popülizm, kısa vadeli sanal kazançları dağıtma uğruna uzun vadeyi feda etmektir.(3)

c) Popüler olanın peşine takılıp gitmek, genellikle gündelik ve geçici olanın nazlarına ve cazibesine kapılmak demektir. İnsanoğlu çoğu zaman bu cazibeyi kıramaz, ona mağlup olmaktan kurtulamaz. Kalıcı olanın bedeli ağır ve getirişi hemen belli olmadığından, yaratılışı gereği acul olan insan getirisi peşin olanın peşine takılır. Bu takılış ona, bir şeyler getirir; şöhret, alkış, para, itibar, karın tokluğu, sırt pekliği... (4)

Genel olarak, popülist yaklaşımlara karşı çıkmak çok zordur. Akıntıya karşı yüzmeye benzer, hem kısa vadeli başarı şansınız çok azdır, hem de çoğunluğun sizden hoşlanmayacağı kesindir. Özellikle toplumun belli kesimlerinden çeşitli şekilde beslenenler genel eğilimlere karşı çıkmak yerine, yanında yer alarak şöhret, alkış, itibar ve para kazanırlar. Yine toplumdan etkinlik için oy ve destek bekleyenler, hak etiklerini düşündükleri şöhret ve itibarı arayanlar bu eğilimlerin yanında yer alarak, en azından kısa dönemde amaçları gerçekleştirebilirler. Her iki tip için de, genel olarak toplumun yararları ikinci plandadır. Çoğu kez de, ağaca bakmaktan ormanı görmezden gelirler.

Az gelişmiş toplumlarda, nedense herkes herkesin akrabasıdır. Tanımadığınız birinin size, abi, baba, amca, abla, anne, teyze demesi doğaldır. Sanal olsa bile toplumun fertleri arasında akrabalıktan kaynaklanan bir bağlılık söz konusudur. Özellikle bizimki gibi sayıca az topluluklarda, etkin olan toplumun küçük bir bölümü neredeyse aralarında, benzer, mekanik bağ diyeceğimiz güçlü bağlar oluşturduğundan, çoğunluk ise, topluma karşı nötrleşmiş olduğundan etkin olmadığı gibi aynı zamanda benzer bağlara sahip olduğundan, popülizme temel davranış biçimidir. Kısaca cemaatte popülizmin geçerli bir yönetim tarzı olması için bütün koşullar vardır. Tek fark ise, burada popülizmin öznesinin cemaat yönetimi değil, genellikle medya olmasıdır. Birkaç medya mensubu güncel trendleri de göz önüne alarak toplumu yönlendirir. Popülizm medya mensuplarınca ve medya yoluyla topluma mal edilir. Cemaat popülizmi de popülizmin bütün eksiklik ve yanlışlarını elbette içinde taşır. Cemaat popülizminin en önemli zararı, genellikle vasatın ve vasat altının tüm toplumda geçerli ve moda olmasıdır. Daha da kötüsü , bu nedenle cemaatin şartlanması ve yüzeysel düşünen tribünlere oynayanları gerçek oyuncular sanmasıdır. En kötüsü ise, bu nedenle gerçeklerin göz ardı edilmesi, tartışılamaması ve suni gündemlerle toplumun boşuna efor ve çoğu kez para kaybetmesidir.

Popülist yaklaşımlara bazı örnekler vermek istiyorum:

Topkapı okulu olayı tipik bir örnek. Kimseye danışmadan, başta parasızlık olmak üzere, bazı haklı nedenle okulundaki eğitime son vermeye ve okulu başka okullarla birleştirmeye karar veren yönetimi hiç dikkate almadan, gerekli ve zorunluysa okul kapatılmalı ve başka okullarla birleşmelidir diyenler, okul düşmanı ilan edildi. Sonunda bir kaç yıl önce olanlar tekrarlandı.

Bu konuda Fransızlar gibi deje vu dersem yeridir. Popülizm galip geldi.

Olacakları da bu yüzden tahmin etmiştim. Bu sadece malumu ilam oldu. Ben ne yazmıştım:

“Aklı başında herkes bunun bir oyun hatta yıllardan beri süregelen, çok oynanan bir oyun olduğunu bilir. Sonuçta, bazı çevreler patırtıyı koparır, parerarlar elini cebine atar, cemaatin birkaç yüz bin doları daha gider. Yöneticiler de, müdür de okulu kurtaran kahramanlar olur.” Bir farkla burada kahramanlar biraz daha çoğaldı, gazeteciler, şimdiye kadar okulu için ne yaptığını, neler verdiğini bilmediğimiz okul mezunları ve duygu istismarını marifet sanan yazarlar da eklendi.

Ne oldu, popülist gazeteci muhtemelen okuyucusunu, sempatizanlarını ve gelirini artırdı, ancak, parasızlıktan kapatılmak istenen okulun kapanmasına karşı çıktı ama en azından muhtaç vakfın ilanını bundan böyle parasız yayımlamayı düşünmedi. Popülist yazar, o okulun sorunlarını yıllardır bildiği halde cebinden bir kuruş vermedi ama iyilik severler başta olmak üzere herkesi azarlayıp, okulu savunarak, kahraman oldu. Sorunu yıllardır bilen okul mezunları yıllardır ellerini ceplerine atmaktan kaçındı ama okulun kapanması yolunda oy kullananları suçlamaktan kaçınmadı. Popülist okur yazar takımı popülist yaklaşımların yanında yer alarak ucuz kahramanlar arasına katıldılar, alkış aldılar.

Okulun kapanmamasına sevindim. Bir okulumuzun kapanmasına her aklı başında insan üzülür. Bu karar eğer popülist bir karar değilse, okulumuzun en az on yıl daha cemaatimize hizmet etmesi gerekir. Umarım öyle olur ve ben herkezden özür dilemek zorunda kalırım. Neyse, yönetimden beklenen, bir iki yıl sonra yeniden aynı sorunlarla toplumun karşısına gelmeyecek şekilde duygu, sevgi ve sempatiyi objektif çözümlere yöneltip, kalıcı ve hepimize örnek olacak çözümler üretmesidir. Aksi halde her üç beş yılda bir tekrarlanan oyunu yeniden oynamış olurlar, bu da kimseye bir şey kazandırmayacaktır.

Radyo konusu da bu konulardan biri. Konu, bazı medya mensuplarının durmadan itmesiyle sürekli gündemde tutuluyor. Kimileri bazı kalem erbabı desteklediği, kimileri genel trende karşı olmamak için özel toplantılarda karşı olduklarını söyleseler bile, genel platformlarda bu fikirlerini açıklamak istemiyorlar. Karşı çıkanların, en azından cemaat aleyhtarı sayılabileceğini tahmin etmek zor değil. Kimse çok daha ucuza bir radyodan haftada birkaç saat yer kiralayıp bir deneyelim, sonra tam gün yayını düşünelim diyemiyor, dese de dinleyen olacağı şüpheli. Konuyla ilgilenen sevdiğim, değer verdiğim insanlar var. Bir arkadaşımız radyo reklam gelirleri konusunda bilgi isteyince, yazmadan edemedim. Tanımayanlar için söyleyeyim 30 yıla yakın reklam sektöründeyim. İşin finans tarafında oldum hep. Bu konuda bir şeyler söyleyebileceğimi düşünüyorum.

Bu konuda eğer popülist kaygılarla yola çıkılmıyorsa, radyonun topluma yeni yükler getirmemesi gerekir. Muhakkak tam gün yayın yapacak bir radyo istasyonu satın alınacak ise, bunun bir yolu başlangıç sermayesinin büyük bölümünün, bu konuya inanan, sayılarının birkaç yüzü bulduğu söylenen cemaat mensuplarının karşılamasıdır. Bu işe gönül veren beş yüz kişi varsa, biner dolar verse kuruluş sermayesi, ikişer bin dolar verse hem kuruluş hem işletme sermayesi bulunmuş olur. Ayrıca da topluma yük getirilmez. Bu işe gönül verip bin dolar verecek beş yüz kişi bile yoksa, burada bir yanlışlık var demektir. Kendi cebinden bin dolar vermeyenlerin cemaatin cebinden yüz binlerce dolar istemeleri çok düşündürücü olmaz mı? Günde, kendisi, eşi ve çocuklarının bir saat bile radyo dinlemediğini söyleyen kişilerin radyo istasyonu satın alma hevesine ne ad verelim?

İşletme sermayesinin, cemaate yük olmadan reklam gelirlerinden sağlanması teorik olarak mümkün olmakla birlikte, pratikte ayda 15-20.000 dolar reklam gelir elde etmek pek kolay değil. Bir radyo istasyonun reklam gelirini tahmin etmek, hele elde yeteri kadar veri yoksa çok zor. Konuyla ilgili istatistik verileri (toplam reklam harcaması, radyo reklamlarının payı vb) başka bir yazıda –belki- inceleriz ama burada öncelikle bazı genel sorunlardan söz edeceğim. Son kamu oyu araştırmalarına göre, Türkiye’de TV seyretme oranları ilk kez bütün rekorları kırarak, ABD’yi bile aştı. 5’i devlet, 16’sı Ulusal, 15’i bölgesel olmak üzere yerel yayınlarla birlikte 230 civarında TV istasyonu ve yine ulusal, bölgesel ve yerel boyutta yayın yapan 2000 civarında radyo istasyonu var. Sadece İstanbul’da ulusal, bölgesel ve yerel yayın yapan 40 civarında radyo var

Üst sosyoekonomik grupların, sadece otomobil kullanma ya da otomobilde bulundukları sürede radyo dinledikleri biliniyor. Sürekli radyo dinleyen tek grup ise profesyonel şoförler. Belki bu gruba bazı atölyelerde çalışan işçiler de eklenebilir.Çoğu kez bu kişilerin dinledikleri radyo konusunda da seçici oldukları ve genellikle aynı kanalları dinledikleri de bir başka gerçek. Kendimden örnek verirsem, işe gidiş ve dönüşte sadece bir iki haber kanalını izlerim, uzun yolculuklarda ise belli müzik kanallarını seçerim. Yani Ermenice yayın yapan bir radyonun sürekli radyo dinleyicisi olan gruplar tarafından dinlenme şansı neredeyse sıfır. Pek ama aylık giderlerin reklam yoluyla karşılanacağını ileri sürenlerin, bu görüşlerini onaylayacak hesap kitap var mı ortada ? Bir radyo spotunun kelimesinin kaç lira olacağını ve bu hesaba göre günde kaç kelimelik reklama ihtiyaç duyulduğunu hesaplayan oldu mu? Yoksa ne demeli bu radyo sevgisine?

Bir medya kuruluşunun alacağı reklamın en önemli belirleyici öğesi ulaştığı kitlelerdir. Sonuçta reklamın amacı hedef kitleyle iletişim kurmaktır. Bu nedenle dinleyici sayısı ve dinleyici profili özel bir önem taşır. Bir yayının yaklaşık ulaştığı kişi sayısı, dinlenme saatler ve hedef kitlenin sosyoekonomik yapısı alacağı reklamı belirler. (Burada klasik bir yönetimden söz ediyoruz, Deli Dumrul gibi, ilan verenden bir akçe, vermeyenden döve döve iki akçe alan bir sistemden söz etmiyoruz, bu ayrı bir yöntem, ayrı bir yazı konusu). O zaman radyonun alacağı reklamı belirlemek için öncelikle şimdilik tahminen de olsa bu radyoyu hangi saatlerde kaç kişinin izleyeceğini ve bu kişilerin sosyoekonomik yapısını bilmek gerekir. Örneğin birkaç yüz kişinin izlediği bir programa kim ve neden ilan versin? Yine C2 grubundan bir dinleyiciye satsan satsan, yiyecek ve temizlik maddesi satarsın. Eğer bu konuda bir çalışma varsa, belki daha rasyonel reklam geliri hesaplamak mümkün olur. Diğer yandan etnik bir radyoya reklam vererek etnisiteyle özdeşleşmek gibi bir korku yüzünden bazı reklam verenlerin reklam vermekten kaçınacağını da bilmek gerekir. Bir etnik radyoda belki hatır gönül reklamları bir avantaj gibi gözükebilir, ancak bunun sürekli ve güvenilir bir kaynak olmayacağı da kesin. Bütün bu gerçekler ortada ama gündemi istediği gibi belirleyen bazı yazar çizer takımı başta olmak üzere, bazı aydın çevrelerce desteklenen projeye kimse karşı çıkmak istemez. Bu malum çevreler yakında –açık, kapalı- bu satırlara saldırırsa pek şaşmam.

Aslında popülist olması için hiçbir nedeni olmayan, cemaat ile hiçbir menfaat bağı olmayan, seçilme kaygısı taşımayan büyük bir kitle var. Bazı gazetecilerin yazıp çizeceklerinden yada bazı meslek gruplarının tavır almasından da korkmaları için açık bir neden görünmüyor. Ancak bu kitle de trendlere karşı çıkmıyor. İşte burada sanırım yine o gizemli, o güçlü mekanik bağlar devreye giriyor. Ağabeyi, amcayı, teyzeyi, dayıyı, hemşehriyi, semtliyi ve arkadaşı kırmamak için açıkça destek vermese bile, karşı olduğunu söylemiyor. Hatta bazen bu nedenle istemeden maddi destek de veriyor. Elbette istisnalar var ama bu kişiler maalesef küçük bir azınlık olarak kalıyor. Dolayısıyla da etkili olamıyor.

Sonuç olarak, toplumumuzun geleceğine daha sağlıklı bakabilmek için, bir köy sosyal yapısı olan mekanik bağlardan kurtulup, popülizmi çöpe atarak objektif verilerle tartışmayı becerebilmeliyiz. Toplumun sorunlarına geçerli çözümler ararken popülizm tuzağına düşmemeliyiz. Popülizm, çoğu kez bizi doğrulara götürmez daha kötüsü açık ve tarafsız tartışmanın önünü keseceğinden yanlışların ve hataların sadece üstü kapatır.

Son olarak, bazı popülist çevrelerin genellikle bilerek yaptıkları bir başka yanlış da, -siz de kızıl derilileri öldürdünüz mantığıyla saldırabilmek için olacak- yazının amacını, içeriğini bir yana bırakılıp, yazan kişinin kimliğini, görevlerini ve geçmişini gündeme getirip tartışmaktır. Ağaca bakmaktan, ormanı görememenin bir sonucu da bu. Umarım bu kez ben yanılırım ve seviyeli bir tartışma başlar.

(1) Ahmet Cevizci- Paradigma Felsefe Sözlüğü- Paradigma yayınları 2000 (2) Age: sayfa 759 (3) Milliyet 06.04.2005 H.Cemal- Kemal Derviş (4) http://yayim.meb.gov.tr/yayimlar/sayi57/tokel.htm Dursun Ali Tokal

Murat Bebiroglu

Hiç yorum yok: