Garo Mafyan saray doktorunun torunu bir aristokrat. Babası müzisyen annesi ise çok iyi piyano ve keman çalan saray hanımafendisi. Mafyan müzikle Annesinin piyanosunun üzerinde iki buçuk yaşında tanışır. Müzik yaşamı eğitimlerle devam ederken evlenir. Hem de kendisi Hıristiyan olmasına rağmen Müslüman biriyle. 32 yıllık evliliklerin de bu konuyla ilgili hiç sorun yaşamazlar. Mafyan bu başarıya da inançla yaşamı ayırmakla sağlanacağını söylüyor. Bu durumu öğle benimsemiş ki Müslüman birinin ağzından düşürmediği 'hamdolsun' 'Allah razı olsun' gibi kelimeler kullanıyor. Mafya'nın bir önerisi de var .”Cuma namazı televizyonlarda canlı yayınlansın.” Kübra
Garo Mafyan'nı yaşayışını görüp, anlattıklarını dinlediğinizde bir kültür sentezi görmek mümkün. Bu durum Türkiye'de yaşamasının da saraylı olmasının da büyük payı var. Saray otoritesiyle büyüdüğü için disiplinli ve düzenli biri olduğunu söylüyor. Saat 6'da uyanıyor, hiçbir zaman şaşmayan ciddi bir düzeni var ve bu yıllardır böyle devam etmiş. Örn; Bu röportaj saat 9.30'da gerçekleşti ama o hem giyimiyle, hem de tavırlarıyla oldukça enerjikti. Evde kızı ve eşiyle yaşan Mafyan, aynı zamanda bir köpeği ve gördüğüm kadarıyla üç tane de kedisi var. Onlar da bizi söyleşi sırasında hiç yalnız bırakmadı. Müzik, saray, Ermenilik ve Hıristiyanlık... Bakalım bu kodlar onun için ne ifade ediyor? Büşra
Son saray doktorunun torunusunuz. Aristokratsınız yani… Nasıl bir şey aristokrat olmak?
Güzel bir şey. Ama benim onurlandığım sadece bu değil. Bir fukara babasının torunu olmak. Dedem, mali durumu iyi olmayan hastalarının cebine bir miktar para koyarmış. Erenköy'de böyle tanınan birisiydi. Dedem beni çok onurlandırır.
Aristokrat olmak hayatınızdaki ilkeleri şekillendirdi mi?
Kuralları çok sertti. Ama bu sevgi ve saygı kuralı içinde olan bir otoriteydi. Benim hayatımda kazandığım en güzel şey prensiplerimdir. Onlardan asla taviz vermem.
Nasıl bir disiplin bu? 'Hitler' tarzında mı?
İşlerimi çok saatli yaparım ve asla aksatmam. 'Gibi' lerden çok hoşlanmam. Çünkü akrep ile yelkovanın arasında 'gibi' diye birşey yok. Yaşantınızda ailenizden gelen bir otorite hakim oluyor. Çocuksunuz, piyonunuzu da çalıyorsunuz okulunuzu da okuyorsunuz ama oynamaya da vakit buluyorsunuz. Ama herşeyi saatiyle yapıyorsunuz.
Bu düzen insanı sıkıp yormuyor mu?
Hiç öyle düşünmedim. Çünkü hayatı programlı yaşadığınızda ömür daha uzun oluyor. Ben yaşıtlarımdan en az on beş sene daha fazla yaşamışımdır. Saat altıda kalkarım. O zaman bir günü dolu dolu yaşıyorsunuz. Güneşin doğuşunu ve batışını görmek çok güzel. Buna çok şahit olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum.
EŞİM MÜSLÜMAN BEN HIRİSTİYANIM NE OLMUŞ?
Piyano çalmaya üç buçuk yaşınızda başlamışsınız. Sanat ile erken temas bu arsitokrasiyle mi ilgili?
Annem babamla ilgili. Babam zamanında klasik eğitim almış. Annem de saray doktorunun kızı olduğundan saraydaki en iyi hocalardan ders almış. Çok iyi keman ve piyano çalardı. Bana genetik olarak geçmiş olmalı. İki buçuk yaşında piyanonun başına çıkıp pat pat vurmaya başlayınca. “Yetenek var bu çocukta.” demişler. Nitekim yanılmadılar.
Piyanoyu döven çocuk şimdinin Garo Mafyan'ı oldu…
1968 yılında konservatuardan mezun oldum. Sonrasında bir orkestra kurduk. Neco gibi sanatçılar o orkestradan çıktı. Sonra 'Istanbul Gelişim'e girdim. Selçuk Başar, Atilla Özdemiroğlu, Neco sonra en son piyanist olarak ben geldim. Sonra da evlendim.
Eşiniz Müslüman siz Hıristiyansınız…
Benim abim Müslümanlığı seçti. Eşim de Müslüman. Ben Ermeni ve Hıristiyan bir ailenin çocuğuyum. Bizim aile anlayışımızda din konusu her konunun başındaydı. Bu konuda çok iyi yetiştirildim ve şanslıyım. Ben kiliseye hayatımda çok fazla giden birisi değilim ama annemin bana öğrettiği dünyanın heryerinin ibadet yeri olduğuydu.
Problem yaşanmadı mı aranızda?
Hayır çünkü inancı herşeyden ayrı tutarım. Ramazan ayındayız eşim oruç tutuyor ama ben tutmuyorum. Herkesin bir anlayışı vardır ve insanların inanışlarıyla yaşamlarını ayırmaları gerekiyor. Semavi dinlerin hepsinin tek bir yolu var o da Allah. O kitaplarda yazanların hepsi iyilik ve güzellik üzerine. Evlendiğim zaman ne ailemden ne de eşimin ailesinden zorlama görmedim.
Neyle ilgili bu? Önyargılardan arınmak mı gerekiyor?
Evet kesinlikle. Ben küçüklüğümdeki Erenköy camindeki imamları görmek istiyorum. Mesela; kredi kartına on iki taksitle Hac yapmaya karşıyım. Çünkü kitapta böyle yazmıyor. Ekonomik olarak kendilerine yetiyorlarsa bu ibadet yapılır. Ben böyle öğrendim.
Bu önyargılardan arınmak için sizin bir öneriniz var mı peki?
Var. İstanbul 2010 projesinde çalışıyorum. Semavi dinlerin temsilcilerinin doğrusunu Diyanet İşleri Başkanımızla, Ermeni Patriği'yle ve Haham Başı'yla konuşarak dinler birbirine saygılı nasıl davranılır diye istişare yapıyoruz. Bunları öğrenip iyi birşey yapmamız lazım. Çünkü bu toprağın en büyük özelliği üç din, üç imparatorluk, üç kıta olması.
Size “Ermeni asıllı Garo Mafyan” dediklerinde ne hissediyorsunuz. Bundan rahatsız oluyor musuz?
Evet oluyorum. Çünkü ben bu bayrağın altında yaşıyorum. Asıllı yada asılsız kelimelerini anlamıyorum. Tamam ben Ermeniyim ama bunu her fırsatta belirtmek bana saçma geliyor. George W. Bush'a İrlanda asıllı Katolik Amerikan Başkanı diyorlar mı? Galatasaray Lisesi'nde bir yazı vardır; “Çanakkalede şehit olanlar” diye. Bir de Ermeni mezarlığına gidin bakın orada kimlerin isimleri var bir karşılaştırın.
Bu köklerdeki sorgulayıcı tavrı neye bağlıyorsunuz?
Biz konularımızı dinler üzerine kuruyoruz, medeniyetler üzerine değil. O kadar söylenmesine rağmen bu medeniyet günümüze gelmemiş. Animal'in mezarı Tuzla'da. O kadar kötü durumda ki... Ama eğer bu medeniyete sahip çıkılsaydı oraya her yıl 30 milyon turist gelirdi. Bunları yapmak demek Müslümanlığın elden gitmesi değil ki. Böyle diyeceksiniz ama caminin altında nalbur açacaksınız. Erenköy Camii'ni bilirim. Caminin bir mimarisi vardır. El şeklindedir. Ama bütün camilerin mimarisi bozuk.
TÜRKİYE-ERMENİSTAN MAÇINDA TÜRKİYE'NİN KAZANMASINI İSTEDİM
Bir Hıristiyan olmanıza rağmen bu duruma çok kafa yormuşsunuz…
Bu konuya duyarsız kalamam ki. Pazarları Yunan televizyonları pazar ayinini canlı yayınlıyor. Peki biz neden televizyonlarda Cuma namazını yayınlamıyoruz. Bunu yıllardır söylüyorum. Rahmetli Turgut Özal'a da söyledim. Cuma günü öyle yaşlı insanlar var ki camiye gidemiyor. Bizim komşularımız gelirdi insanlar bizim evimizde namaz kılarlardı. Babamın arkadaşı Raşit Bey vardı. Cübbesi çok şık gri bir cübbeydi ve siyah bir sarığı vardı. Ama eve geldiğinde papyonunu takıp fötr şapkasını başına geçirirdi.
Dindar mısınz?
Evet. Evimde de ibadet ederim kiliseye de giderim. Ama benim anladığım dindarlık anlattığım kadardır. Tanrının sana verdiği şeylere hamd et ama kendin yap düsturudur.
Peki dini inancınız dışında siz “Türkiye'de Ermeni olma” durumunu nasıl yaşadınız?
Dışlanmadım hiç. Annemin cenazesinde bin beşyüz kişi vardı. İnsanlar hiç yalnız bırakmadılar bizi. Ama zamanında aileme yapılmış bir takım şeyler var. Kuralları ben koymadığım ve kurallar maalesef siyasi olduğu için Ermeni Türk meselesi oluyor. Saygıdan başka bir muamele görmedim ben.
Siz Türkiye- Ermeni maçında hangi tarafı tutuyordunuz?
Benim de gönlüm Türk Milli Takımı'nın kazanmasından yanaydı. Çünkü ben burada yaşıyorum. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül'ün Ermenistan'a gidip gitmemesi tartışılıyordu. Halbuki Milli Takım maç yapıyor ülkenizin Cumhurbaşkanı değil.
Kulağınıza hiç eleştiri gelmedi mi?
Onno Tunç'un cenazesinin olduğu gün Rauf Denktaş'ın kızı doğum yapmıştı. Beni çağırdılar. Uçağa binerken bir polis başınız sağolsun hocam dedi. Bu benim çok hoşuma gitti. Arkadan söyleyen var mıdır bilmiyorum ama yüzüme kimse saygısızlık etmedi.
Peki Hrant Dink öldürüldüğünde ne düşündünüz?
Ben Hrant Dink'i tanıyan birisi değilim. Ama bir kişi herkesin yüzüne birşey söylemeye çalışıyorsa o kişi öldürülmemeli. Paris'ten, Amerika'dan ya da başka bir yerden bunları yazsaydı “konuşturmayın” derdim. Bu kişi içten bize doğruları anlatıyor ve arkamızdan değil yüzümüze söylüyordu. Böyle bir insanı öldürmek kimseye yakışmadı.
Zerrin Özer, Nükhet Duru, Sezen Aksu, Ajda Pekkan gibi birçok isimle çalıştınız… Onlara bakınca ne görüyorsunuz. Bir gurur tablosu mu?
Tabiki gurur tablosu. Hiç bir çalışmayı tek başına sahiplenmedim. Çünkü bu bir ekip çalışması. Besteyi ben yapıyorsam sözü başka birisi yazıyor ve şarkıyı başka birisi söylüyor. Ama bir gerçek var; parçayı da ben yaptığım için o sanatçı o parçayı söyleme imkanı buldu. Bunların hepsi artı çünkü bütün bu saydığımız isimler Türkiye'de önemli bir yere gelmiş kişiler. Bu isimler gurur tablom.
Beste yaparken sanatçıya ne kadar yakın durursunuz?
Beste dediğiniz şey kapıdan çıktığınızda da, oturma odasındayken de çalışma odasında da gelir. Bestenin yeri ve zamanı yoktur. Beste yapım aşamasında yanınızda kimse olmayabilir, sanatçı da olmaz yanınızda.
Bu kadar ünlü isimle çalıştınız ama hakkınızda hiç dedikodu çıkmadı…
Evet doğru. Benim kadar çok hanımlarla birlikte çalışan yok. Mesleğim icabı hep böyle oldu. Kimse benim hakkımda birşey yazmadı.
Nasıl başardınız peki bunu?
Hata yapmamakla ilgili. Çünkü ben hiçbir zaman hata yapmam demedim. Doğal olan neyse onu yaptım. Bir de iyi bir aileden gelmekle ilgili bu, oradan başlayıp birikimlerinizle gelen birşey. Ama hatalarımdan da ders alırım ve bir daha aynı yoldan geçmem.
Evinizde hiç albüm bulundurmuyorsunuz. Duymak istemiyor musunuz bestelerinizi?
Parçayı zaten ben yapıyorum. Yapma aşamasında zaten çok fazla dinliyorsunuz. Beş bin defa o parçayı dinledikten sonra artık dinlemek istemiyorsunuz. Çünkü o kafamın en ücra köşesine girmiş. Başarı o parçaların birbirine benzememesidir.
Müzik kimileri için aşk, kimileri için ibadet, kimileri için ise ruh gıdası… Ya sizin için?
Bu tutku gibi birşey. Biraz pilotluk yaptığım için oradan da iyi biliyorum. Yukarı çıkıp o manzaraya baktığınızda kendinizi herşeyin hakimi gibi görürsünüz. Müzikte böyle birşey. Çünkü müzik dünyadaki tek ortak dil. Çok büyük güç.
Popstar benim için bir oyundu
Hangi tür müzik sizi heyecanlandırır?
Klasik müziği seviyorum. Geçenlerde başımı yastığa koymadan kafamda konçertoyu çalmaya başladım. Benim aklımdan çıkmayan melodiler onlar. Brezilya müziğini çok severim. Bir de ben hayatımda hiç bir besteye ya da şarkıya kötü demedim. Beğenip beğenmemek insan tasarrufunda olacak birşey ama bir çalışmaya kötü demeye hakkımız yok.
Pilotluk yaptığınzdan bahsettiniz, var mı böyle başka ilgi alanınız?
Arkadaşlarım sayesinde ben hep koppitte uçuyorum. Yoksa kendim kullanmıyorum. Bir de kurallı avdan zevk alıyorum. Maksat aslında manzara görmek. İstanbul Gelişim Orkestrası içinde iyi müzik iyi yemek. Yemekten çok keyif alırım.
Pop star jüriliğini yapmak nereden aklınıza geldi?
Ben popstarı bir jüri şovu olarak gördüm, bir müzik şovu olarak değil. Sonra bana kadro için teklif geldi. Ben İbrahim Tatlıses, Seyfi Dursunoğlu'nun olmasını istedim ve kendim de onlarla birlikte juri oldum. Bu benim için bir oyundu. Gelişimi gözlemlemeyi çok seviyorum. Ama tabi ki popstardan sonra meşhur olunacağına da inanmıyordum. Kimse başarıyı 12 haftada elde edemez.
Bunlara rağmen niye katıldınız?
Çünkü diğer benzer yarışmalar biraz hakarete doğru gidiyordu. Belki orada olmanın bir ağırlığı olabilirdi. Bakış açımın farklılığıyla ilgiliydi. Benden istenende oydu. Orada kendimdim.
21 Eylül 2008, Yeni Şafak
Bu Ülkede Sadece Saygı Gördüm
Labels: Çok Kültürlülük
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder