Prof. Dr. Abdullah SAYDAM
Erciyes Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Talas / Kayseri-TÜRKİYE
ÖZET
Osmanlı Devleti, millet sistemi adı verilen kendisine özgü bir yöntemle gayrimüslim toplulukları idare etmeyi tercih etmiş idi. Bu sistemle farklı din ve mezheplerdeki insanların yönetilmesi, devletin güvenlik ve adalet politikalarının da desteklemesi ile Ortaçağ ve Yeniçağ şartları için yeterli, fazla muhalefetle karşılaşmayan bir durumdu. Bununla birlikte Aydınlanma Çağı, Sanayi İnkılâbı ve nihayet Fransız İhtilâli ile ortaya çıkan yeni fikirler, yeni talepler ve yeni ihtiyaçlar karşısında geleneksel yöntemin yeterliliği zorlanmaya başladı. Özellikle XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren bir yandan Osmanlı düzeni çökerken diğer yandan daha önce bu düzene sadakat gösteren grupların yeni talepleri ortaya çıktı. Çökmeye başlayan düzenin sarsıntıları, hem Müslüman unsuru hem de gayrimüslimleri etkiledi. Farklı inanç ve etnik gruplara kolaylıkla kapıyı açan Osmanlı düzeni, XV. ve XVI. yüzyıl şartlarında pek çok kesime cazibe alanı oluşturmaktaydı. Ancak Fransız İhtilâli sonrasındaki yeni dünya düzeni, Osmanlıyı cazibe alanı olmaktan çıkardı gibi sistemin çöküşü nedeniyle, gayrimüslimlerden kurtulunması /uzaklaşılması gereken bir yapı olarak şekillendi.
Bu tebliğde, Ermeni milletini de kapsayacak biçimde, Osmanlının çöküşü ile yeni dünya düzeni arasındaki çelişki irdelenerek, ortaya çıkan yeni şartların ayrılıkçı hareketlerdeki rolü üzerinde durulacaktır.
Osmanlı tebaasından olan gayrimüslimlerin XIX. yüzyıl başlarından itibaren ayrılıkçı hareketlere girişmeleri araştırılırken, genelde yabancı devletler ile bağımsız hareketlere yönelen şu veya bu milletin rolü üzerinde çokça durulmaktadır. Şüphesiz konunun bu yönleri araştırılmalıdır. İlave olarak bizzat Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu şartların, yönetim zaaflarının, çağın gelişmelerine uygun çözümler üretemeyişin bu ayrılıkçı hareketlere etkisinin de üzerinde durmak gerekir. Sözü edilen yüzyıla kadar kalıcı etkileri olan herhangi bir ayaklanmaya girişmeyen Yunanlılar ile Sırpların, bilahare diğer gayrimüslim toplulukların isyanında tek sebep Fransız İhtilâli’nin yaydığı fikirler midir? Bir topluluk isyana hazır veya meyilli değilse herhangi bir ecnebi devlet bu konuda ne derece başarılı olabilirdi? Hele tebaa-ı sadıka denilen 1828–1829 Savaşı’ndan sonra Rusya tarafından göç ettirilmek istendiklerinde buna direnen ve kendilerini zorlayan din adamlarını padişaha şikâyet eden Ermeniler, nasıl oluyor da yarım asır sonra aynı rolü bu defa gönüllü oynuyorlar? Bunun tek sebebinin etnik, mezhep ve kültür farklılıklarına rağmen Rusya’nın desteği olduğunu ileri sürmek ne derece gerçekçidir?
Dolayısıyla şu soruyu sormak kaçınılmaz olmaktadır: Bütün bunlar olup biterken Osmanlı Devleti ne yapıyordu veya ne yapmıyordu?
Çalışmamızın konusu işte bu tür sorulara cevap aramak olup genelde gayrimüslimlerin özelde Ermenilerin Osmanlı Devleti’nden kopuşuna yol açan sebepleri ana hatlarıyla da olsa tespit etmek, devlet yönetiminin yapması gerekip de yapmadıklarını/yapamadıklarını irdelemektir.
Bilindiği üzere Osmanlı Devleti’nde gayrimüslim reayanın idaresi İslâm zimmet hu kukuna göre icra edilmekteydi. Bu hukuk, gayrimüslim tebaa için bazı konu larda yarı özerk bir statünün kendilerine tanınması demekti. Bu çerçevede Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin idaresinde takip edilen yönteme millet sistemi denilmektedir. Bu sistem kapsamında her biri birer cemaat (millet) olarak tanınan büyük gayrimüslim gruplar, kendilerini devlet nezdinde temsil ve idare eden liderlerini usullerince seçmekte, padişah da tayin etmekteydi1. Seçilen bu kişiler cemaatin hem dinî, hem de idarî lideri olarak devlete karşı sorumlu olmakta ve kendisi milletbaşı olarak anılmaktaydı. Millet liderleri ölünceye kadar bu makamda kalmaktaydılar ve vatana ihanet etmedikçe ya da kendi topluluklarının kurallarına aykırı davranmadıkça görevlerinden alınmaz lardı.
Aynı zamanda taşradaki gayrimüslim nüfusun kendi dinî temsilcileri ol masına devletin önem verdiğini görmekteyiz. Zimmîlerden millet olarak teşkilâtlananlar, ülkede önemli bir nüfusa sahip olan Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerdi. Gayrimüslimler ülkenin neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, hangi dili konuşurlarsa konuşsunlar yönetim merkezi İstanbul’da olan bir milletin üye siydiler. Devletle ilişkilerini milletbaşları sağlardı. Milletbaşı, cemaat üyelerinin yaşadığı en ücra bölgelerde dahi söz sahibi olmaktaydı. Onun hâkimiyetinin yetkisi, bütün Osmanlı memleket lerindeki dindaş larını kapsamaktaydı2.
Ermeniler, ne Ortodoks’tu ne de Katolik. Hz. İsa’nın tek bir tabiatı ol duğunu savunan ve monofizit denilen bir öğretiye sahiptiler. Bu sebeple Orto dokslar tarafından dinsizlikle suçlanıyorlardı. Erivan yöresi Ermenileri Eçmiyadzin, Van bölgesi Ermenileri Akdamar, Kozan, Maraş ve
1 Buna dair bir örnek için bkz. Ahmet Refik, Onüçüncü Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı
(1786-1882), İstanbul 1988, s.12-14.
2 Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devletinde Millet Sistemi, İstanbul 1992, s.12-13; Cevdet
Küçük, “Osmanlı İmparatorluğu’nda ‘Millet Sistemi’ ve Tanzimat”, Mustafa Reşid
Paşa ve Dönemi Semineri -Bildiriler-, Ankara 1994, s.13-23.
Halep yöresi Ermenileri Sis Katagikoslukları’na (başpatrik) bağlıydılar3. Fatih Sultan Mehmet, 1461’de Bursa Başpiskoposu Hovakim’i İstanbul’a getirterek onu Ermeni Kilisesi Patriği ola rak tayin etti ve kendisini Rum patriğinin ve hahambaşının yetkileriyle donattı. Bundan sonra devlet, Er meni toplumu ile olan ilişkilerini İstanbul patriği vasıtasıyla yürüttü ve onu en yüksek makam olarak gördü. Başlangıçta ayrı bir millet statüsü tanınmayanların önemli bir kısmı Ermeni milleti içinde değer lendirilmiş olup Ermeni Patriği bunların da yöneticisi konumundaydı4.
Belirli dönemlerde Mısır Kıptî Kilisesi ile Suriye Yakubî Kilisesi men supları da Ermeni Patrikhanesi’ne bağlı sayılmışlardı5. Bu nedenle Ermeni Patrikha nesi’ne tanınan statü, yalnız kendi toplumları için değil, diğer bazı cemaatleri kapsaması açısından, farklı ve üstün nitelik gösteriyordu.
Aslında o tarihlerde İstanbul’da yaşayan Ermenilerin sayısı, ne böyle bir müessesenin kurulmasını, ne de böyle bir kuruma Ortodoks Kilisesi’ ne verilen statüye eşit haklar tanınma sını gerekli ve haklı kılacak seviyedeydi. Fatih’i böyle bir düzenlemeye iten sebeplerden biri de İstanbul’un nüfusunu artırmak isteğiydi. Nitekim İstan bul’un zaman içerisinde dünyada en kalabalık Ermeni nüfusunun olduğu şehir haline gelmesi bu görüşü doğrulamaktadır. Fethedilen yerlerdeki Ermeni halk plânlı bir şekilde İstanbul’a getirtilerek yer leştirildi. XIX. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’daki Ermeni nüfusun 150.000’i bulması bu siyasetin bir so nu cuydu6.
XIX. yüzyıla girildiğinde her büyük devletin hamilik yaptığı bir gayrimüslim cemaat bulunmaktaydı. Bu çerçevede Fransa, Katoliklere sahip çıkmakta, onlara millet statüsü kazandırmaya çalışmaktaydı. Bundan dolayı Katoliklerden kaynaklanan bazı konular yabancı müdahalelerine zemin hazırlamaya başladı. O zamana kadar Katolikler, hem dinî reislerinin Osmanlı toprakları dışında bulunması, hem de nüfus bakımından oldukça küçük bir azınlığı oluşturmaları yüzünden özerk bir millet olarak
3 XIX. yüzyılda dahi Ermeni din görevlilerinin tayin edilmesinde Eçmiyadzin tarafından İstanbul’daki patriğe görüş bildirildiğine dair bir misal için bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Hatt-ı Hümayun, Belge No:36517 (29 Zilhicce 1251).
4 Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu, TTK Yayını, Ankara 1989, s.10 vd.
5 Bernard Lewis, Ortadoğu, Çev. M. Harman, İstanbul 1996, s.251.
6 Eryılmaz, Millet Sistemi…, s.23.
kabul edilmemişti7. Bununla birlikte Katoliklere de kendi dinî ayinleri ve mezhepleriyle ilgili uygulamalarda serbestlik tanınmıştı. XIX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar millet statüsünü elde edemeyen Katolikler, bu tarihlerde Avrupalı devletlerin baskısına daha fazla maruz hale gelen Osmanlı Devleti’nden taviz koparmayı başardılar. Fransa’nın baskıları sonucunda 1829 yılında Ermeni Katoliklerine millet statüsü verildi ve 1831 yılında da ilk Ermeni Katolik milletbaşı tayin edildi8. Devlet yine de Romalı Katolikler veya Latinler denilen kesime 1840 yılına kadar millet statüsü vermemiştir. Bu tarihten sonra onlar da bağımsız dinî reisliğe sahip oldular9. Osmanlıların Katolik olmalarına rağmen Ermeniler ile Latinleri ayırması, en azından Papalığın etkinliğini azaltma gayretini göstermektedir denilebilir. Ermeni Katolik Patrikliği’nin kurulmasının hemen ardından vilayetlerde murahhasalıklar teşkil edildi.
Milletbaşlarının ve bunlara bağlı taşra yöneticilerinin mezhepleri ne olursa olsun hemen hemen aynı haklara sahip oldukları görülmektedir. Vilayetlerdeki cemaat sorumlularına verilen yetkilerde dikkat edilen esas nokta; her türlü faaliyet, karar ve uygulamalarda kendi ayinlerinin gereğine göre hareket etmeleriydi. Gayrimüslim tebaa, kendi din görevlilerinin sadece ayinlerinin kurallarına uygun olarak söyledikleri doğru sözlerine itaat edeceklerdi. Cemaatin sorumlusu olan kişi, dinî–mezhebî kuralları tümüyle uygulamakla görevli idi. Aynı zamanda cemaatlerinin devlet ile ilgili işlerinde, meselâ vergilerin toplanmasında, kiliselere ödenmesi gereken aidatların tahsilinde esas yetkili idi. Görevlerini yaparken kendisine herhangi bir şekilde kanunsuz olarak yapılacak müdahaleler yasaklanmakta, Osmanlı memurlarının türlü bahanelerle
7 Osmanlı ülkesindeki Katolik grupları Latin, Ermeni, Süryani, Keldani, Yakubi,
Melkit gibi ayrı topluluklar halinde idiler ve bunların idareleri değişik piskoposluklar aracılığıyla gerçekleştirilmekteydi. Yavuz Ercan, “Osmanlı Devleti’nde
Müslüman Olmayan Topluluklar (Millet Sistemi)”, Osmanlı, C.IV, Ankara 1999, s.199-200.
8 Katolik Ermenilere bir patrik tayinine söz verildiği halde bir süre daha bu uygulama geciktirilince Fransa Büyükelçiliğinin Babıâli’ye ısrarlı başvurularda bulunduğu görülmektedir. BOA, Hatt-ı Hümayun, Belge No:51994 (4 Ramazan 1245). Elçilik görevlileriyle yapılan görüşmeler neticesinde bu cemaatin idarelerinin bir Müslüman nazıra ve dinî umurlarının da bir piskoposa verilmesi kararlaştırıldı. BOA,
Hatt-ı Hümayun, Belge No:48042 (1 Zilhicce 1245). Bilahare duhan gümrükçüsü
Edhem Efendi’nin üzerlerine nazır tayin edildiği gibi aralarından bir kişinin de
piskopos olarak görevlendirilmesine dair ferman çıkarılmıştı. BOA, Hatt-ı Hümayun,
Belge No:48043 (2 Zilhicce 1245).
9 Bozkurt, Gayrimüslim..., s.42.
onlardan maddî çıkar sağlamaları, birilerini kayırmaları, dinî törenlerin yapılış şekline çeşitli mülahazalarla müdahale etmeleri önlenmekteydi. Kadıların önemli görevlerinden biri de bu konularda cemaat idarecilerinin faaliyetlerini kolaylaştırıcı tedbirler almaktı. Gayrimüslimlerin tâbi oldukları statü, devletçe tanınan hak ve imtiyazlar, ölüm, istifa veya azil gibi sebeplerle metropolit ya da murahhasa değişiminde tekrarlanmaktaydı10.
Hukuk bakımından ister millet olarak teşkilâtlandırılmış bulunsunlar isterse bağımsız kilise ve cemaatler halinde var olsunlar, her iki halde de zimmîlerin hukukî ve kazaî muhtariyetten faydalandıkları görülmektedir. Hatta nüfus yoğunluğu az olan toplulukların dahi kendi inanç ve mezheplerine göre organize olmalarına imkân tanınmıştır. Nitekim Kırım Savaşı’ndan sonra Rus ya’nın baskısıyla Osmanlı Devleti’ne göç eden bir kısım Yahudi, İstanbul’daki Yahudilerle kendilerinin aynı mezhepten olmadıklarını belirterek, aralarından birinin hahambaşı olarak atanmasını hükümetten istediklerinde talepleri olumlu karşılanmıştı11. Osmanlı Devleti’nde zimmîler, Müslümanlarla eşit hak ve yükümlülük lere sahip değillerdi. Cemaat mensupları, bir itiraz olmadıkça evlenme, boşanma ve miras gibi medenî haklarını tamamen kendi hukuklarına, ceza hukukunun alanına giren konularda ise Osmanlı hukukuna ve mahkeme lerine tâbi idiler. Devlet gayrimüslimlerin işlerine gerekmedikçe müdahale etmeye taraftar değildi. Bunlar dilediklerince ibadet edebilir, tarım ve ticaret gibi meş guliyetlerle kazançlarını hiçbir engelle karşılaşmaksızın sağlayabilir lerdi12. Hükümet tarafından tayin edilen
10 Gerek Rum gerekse Ermeni metropolit veya murahhasa değişimi sebebiyle verilen
fermanlarda adet-i kadim üzere gayrimüslimlerin ayin ve ibadetlerine müdahale
edilmemesi gerektiği sürekli tekrarlanmaktaydı. Trabzon örneği için mesela bkz.
Trabzon Şer’iye Sicilleri (TŞS), 1947, 50/b-51/b; 1960, 31/b-32/a; 1963, 30/a-b;
1964, 19/b, 1970, 84/a. Ermenilerin serbest bir şekilde ibadet ve ayin edebilmeleri
için Ermeni Patrikliği’ne verilen berat gereği İstinye’deki Ermeni kilisesine
bir papaz tayinine müsaade edildiğine dair Zaptiye Müşiri ve Yeniköy naibine
yazılan 29 Safer 1271 tarihli bir hüküm için bkz. BOA, A.DVN.MHM., Belge No:12-A/72.
11 BOA, İrade-Hariciye, Belge No:6857.
12 Fatih’in Galatalılara verdiği fermanda geçen Kendülerinin malları ve rızıkları ve
mekânları ve mahzenleri ve bağları ve değirmenleri ve gemileri ve sandalları ve bi’lcümle met’aları ve avretleri ve oğlancıkları ve kulları ve cariyeleri kendülerin ellerinde mukarrer olub mütaarrız olmiyam ve üşendirmiyem şeklindeki ifadeler bütün Osmanlı
cizyeyi ödemeleri şartıyla askerlik gibi zorunlu devlet hizmetlerinden muaf tutulmakla birlikte derbentçi, voynuk ve martaloz gibi hizmetlerde istihdam edilebilirlerdi13. Bu hoşgörülü siyaset yüzün den Balkanlardaki prensliklerde feodal sistemin egemen olması, çok sayıda toprak sız köylünün kötü hayat şartları altında yaşamak zorunda kalması, vergi lerin ağır oluşu yüzünden yer yer gönüllü olarak Osmanlı yönetimine katılım lar olmaktaydı. Hatta fetihler sırasında Osmanlı Devleti ile yerel Ortodoks ruh banlar arasında iş birliği olduğu anlaşılmaktadır14. Gayrimüslimleri zorla İslâm laştırma politikası olmadığı gibi15, aksine onların kendi inançlarını yaşa maları na müsaade edilir, kutsal mekânlarına dokunulmaz16, kiliseleri süslemek için kullanılacak olan her türlü eşyanın ithali halinde gümrük vergisi alınmazdı. Hatta İslâm dini tarafından haram sayılmasına rağmen kendi dinlerince meşru görülen, meselâ domuz eti yemek, şarap içmek gibi davranışlarda bulunmaları engellenmezdi17.
tarihi boyunca uygulanan politikanın güzel bir özeti olarak değerlendirilebilir.
Mahmut H. Şakiroğlu, “Fatih Sultan Mehmet’in Galatalılara Verdiği Fermanın
Türkçe Metinleri”, Tarih Araştırmaları Dergisi, S.25, Ankara 1982, s.218. Fatih’in
Bosnalı rahiplere verdiği fermanda da, kendilerine; vezirlerimden ve kullarımdan
ve re’âyâmdan ve cümle memleketim halkından kimesne mezbûrlara dahl ü ta’arruz
edüp incitmeye... denilmekteydi. Fermanın metni için bkz. Ahmet Cevdet Paşa,
Tezâkir, C.I, Yayınlayan Cavid Baysun, Ankara 1986, s.84-85.
13 Balkanlarda bu tür görevlilerin çoğunluğu Hıristiyan olup, bir sancaktaki benzer
Müslüman görevlilerden daha fazla idiler. Géza Dávid, “Administration in Ottoman
Europe”, Süleyman the Magnificient and His Age, Edit. M. Kunt-C. Woodhead,
London 1995, s.78.
14 Halil İnalcık, “The Ottoman State: Economy and Society, 1300-1600”, Economic and
Social History of the Ottoman Empire, Edit. Halil İnalcık-D. Quataert, Cambridge
1994, s.11-409, s.15.
15 İslâm hukuku zoraki İslâmlaştırmaya kesin surette karşıdır. Nitekim İmam Şafiî
bir Müslümanın gayrimüslim olan eşine Müslüman olmayı teklif etmesini; bu,
onlara verilen teminata aykırı bir davranıştır diyerek caiz görmemiştir. Osman Çetin,
Sicillere Göre Bursa’da İhtida Hareketleri ve Sosyal Sonuç ları (1472-1909), Ankara
1994, s.79.
16 Mesela Yahudilerin mezarlıklarına kesinlikle zarar verilmemesi için çıkarılan
ferman hakkında bkz. Ahmet Refik, Onuncu Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı, Haz. A.
Uysal, Ankara 1987, s.80-81, 85. Galata’daki St. Antuvan Kilisesi’ne dokunulmaması
için de bkz. Ahmet Refik, Onuncu Asr-ı..., s.19.
17 Buna dair bir fetvayı eklemekle yetinelim: Bir Müslüman’ın, zimmîye bir karısı olsa; onu içki içmekten men edemez. Çünkü bu kadına göre, içki içmek helâldir. Ancak bu koca evine, bu karısının içki sokmasını yasaklayabilir. Ansiklopedik İslâm Fıkhı – Fetavay-ı Hindiye, Ter. Mustafa Efe, C.IV, Ankara (tarihsiz), s.298.
Zira şeriat sadece Müslümanları bağlamaktaydı. Bu konuda ancak bazı özel sebepler yüzünden kısıtlamalara gidilmekteydi18. Devlet gayrimüslimlere yeterli ölçüde dinî ve vicdanî kanaat hürriyeti tanırken zaman zaman bazılarının ihtida ederek Müslüman olduklarını görmekteyiz. İhtida olaylarının boyutları dönemlere göre değişmekte olup devletin bunda doğrudan doğruya bir rolü bulunmamaktaydı. İslâmiyet’in zorlamayı reddetmesi sebebiyle ihtidaların gönül rızasına dayandığı ve genellikle de Türklerin yaşayış tarzının, yani kültürel etkilenmenin en mühim unsur olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte istatistikî veriler dalga dalga İslâmlaşmanın olmadığını ortaya koymaktadır19. Müslümanlaşmaya dair bir zorlama olması halinde bunun şikâyet konusu olacağından zaten şüphe edilemez. Zira din görevlileri tayin edilirken kendilerine verilen, ayrıca resmî yöneticilere yollanarak şer’iye sicillerine kaydedilen fermanlarda, kimsenin kimseyi cebren din değiştirmeye zorlayamayacağı açıkça ifade edilmekteydi. İhtida olaylarından dolayı durum bazen taraflar arasında huzursuzluklara sebep olsa da20 genel olarak Müslümanlarla gayrimüslimlerin ilişkisi son derece samimi idi21. Meselâ Müslümanlar Ramazan ve bay-
18 Meselâ Eyüp semtinde gayrimüslimlerin oturmasına izin verilmemekteydi. Ahmet Refik, Onuncu Asr-ı..., s.79. Müslümanlara şarap satışı, İslâm mahallelerinde meyhane açılması, açık tan şarap satılması, tulumla taşınması yasaktı. 3 Numaralı Mühimme Defteri, Haz. N. Aykut vd., Ankara 1993, s.593; 5 Numaralı Mühimme Defteri (Özet ve Tıpkıbasım), Haz. Hacı Osman Yıldırım, vd., Ankara 1994, s.35, 96, 99. Bir fermanda da Çorlu, Haslar ve Silivri’deki gayrimüslimlerin içki yapmalarının yasaklandığı belirtilmektedir. 5 Numaralı Mühimme Defteri…, s.81.
19 Misal olmak üzere Bursa ve Trabzon’daki ihtida olayları hakkında bkz. Çetin, Bursa’da İhtida Hareketleri…, s.34; Hanefi Bostan, “XV. ve XVI. Yüzyıllarda Trabzon Şehrinde Nüfus ve İskân Hare ket leri”, Trabzon Tarihi Sempozyumu (6-8 Kasım 1998), Trabzon 1999, s.167-177; Kenan İnan, “Trabzon’da İhtida Hareketleri (1640-1660)”, Trabzon Tarihi Sempozyumu (6-8 Kasım 1998), Trabzon 1999, s.245-252; Abdullah Saydam, “Trabzon’da Cemaatlerarası İlişkiler ve Din Değiştirme Olayları (1894-1850)”, Türk Dünyası Araştırmaları, S.154 (Ocak-Şubat 2005), s.81-106.
20 Bkz. Suraiya Faroqhi, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam-Ortaçağdan Yirminci Yüz yıla, Çev. Elif Kılıç, İstanbul 1997, s.28-29.
21 Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanmasından önce ve sonrasına ait iki Hıristiyan
Bulgar şunları anlatmaktadır: Türkler ve Bulgarlar beraber yaşarlardı ve iyi
komşuydular. Bayramlarda birbirlerine ikramlarda bulunurlardı. Biz Paskalya’da
Türklere kozunak ve kırmızı yumurta gönderirdik; onlar da bize bayramda baklava
gönderirlerdi. Böyle günlerde birbirimizi ziyaret ederdik. Haskova’da komşularımız
Türk’tü. İyi komşuydular. (Bizimkilerle) iyi geçinirlerdi. Hatta bahçelerimiz arasında
ramlarda komşuları olan gayrimüs lim lere yemek ve tatlı gönderirken, onlar da paskalya tatlısından Müslümanlara gönderirlerdi. Düğünlerde, cenazelerde bir arada olurlar, Ramazan’da gayri müslimler çocuklarına dışarıda bir şey yememelerini öğütlerler, bir Hıristiyan Müslüman hocaya rüyasını yorumlatır veya kendisini okuturdu. Benzer hare ketleri Müslümanlar da yapardı. İki taraf karşılıklı mülk alışverişi yapar, kefil tayin eder, borç alır ve hatta mahkemede birbirleri lehinde şahitlik yapar lar, mecbur olmamalarına rağmen miras taksimini şer’iye mahkemesinden talep edebilirler22, yerine göre bir gayrimüslim mahkemedeki hakkını
küçük bir kapı bile vardı. Annem de babam da iyi Türkçe bilirdi. [Balkan Savaşları sırasında] babam yoktu, savaşa gitmişti. Annem dört çocukla yalnızdı. Ve komşularımız dediler ki: ‘Hiçbir yere gitmiyorsun. Bizimle kalacaksın...’ Annem de Türklerle kaldı...
Size anlatmaya çalıştığım, bu insanlarla iyi geçindiğimiz. Donald Quataert, Osmanlı İmparatorluğu (1700-1922),Çev.: Ayşe Berktay, İstanbul 2002, s.252-253. 22 Şer’i mahkemelere genellikle akrabalara -kızlara, babalara, amcalara, kız kardeşlere-mirastan belirli mutlak payla garanti eden İslâmî Miras Hukuku’nun hükümlerinden yararlanmak için başvuruda bulunurlardı... Dul Hıristiyan kadınları, ölenin karısına mirastan kilise hukukundakinden daha büyük pay veren İslâmî mahkemelere sık sık başvururlardı. Ya da Hıristiyan veya Yahudi dindaşları tarafından istekleri dışında görücü usulü evliliğe zorlanan zimmî kızlarının durumunu ele alalım. İslam Hukuku, kadının evlilik sözleşmesine rızasını şart koştuğundan, söz konusu genç kadın kendi tarafını tutan İslamî mahkemeye gidebilir, böylelikle istemediği görücü usulü evliliği engelleyebilirdi. Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s.254-255. Trabzon mahkemesine intikal eden bazı davalardan örnek verelim: Tuzluçeşme’den Nokdi veledi Yana ile Eleni binti Yor adlı şahıslar bizzat mahkemeye başvurarak iki Müslüman’ın şahitliği ile ve belde rayicine uygun mehr-i mueccel ile evlenmişlerdir. Muglat köyünden Kavzin veledi Vasil ile zevce-i seyyibe Eleni binti Panayut bizzat nikâhta hazır bulunmuşlar, iki şahitten biri Müslüman diğeri ise gayrimüslim olup rayiç bedele göre tespit edilen mehr-i mueccel ile nikâhlanmışlardır. Bir başka kayda göre Haralanbi veledi Dimitri ile Eleni binti Yor, İbrahim bin Hasan ile İsmail bin Mustafa’nın vekillikleri, Süleyman bin Mehmed ve Hasan bin Ali’nin şahitlikleri ile nikâhları kıyılmış; rayice göre mehr-i mueccel belirlenmiştir. TŞS, 1947, 89/a (14 Safer 1214); 1960, 51/a (25 Safer 1246); 1962, 1/a (1 Ramazan 1248). Bir başka kayda göre Holamana köyünden Gonisid binti Yor adlı kadın da, diğer Müslüman kadınlar gibi, kocasının üzerinde olan mehr-i mueccel, meunet-i süknâ ve iddet nafakasından feraget ederek boşanma talebinde bulunmuş, kocası Haralanbo veledi Lefter de bu şartlar dahilinde karısını boşamıştır. TŞS, 1951, 1/a (17 Cemaziyülevvel 1225). Aslen Trabzon’un Kemerkaya mahallesinden olup İstanbul’da Balkapanı’nda bulunan handa ikamet eden Yorgi veledi Mafdisi adlı şahıs, kendi dinine göre mehirsiz olarak evlendiği Tuzluçeşme’de oturan eşi Luksiye binti Sarı Yana oğlu Anya’yı boşadığını, bundan sonra Luksiye’nin dilediği kimseyle evlenmekte serbest olduğunu mahkeme siciline kaydettirmiştir. TŞS, 1962, 35/b (14 Rebiyülevvel 1249). İskender Paşa mahallesinden Maril oğlu Bogos bin Kirakos, ana–baba bir kardeşi Mıgırdıç’ın ölümü üzerine o sırada 12 yaşında olan yeğeni Dişho’nun velisi
korumak üzere bir Müslüman’ı vekil tayin eder, o da başka gayrimüslimlerin şahitliği ile davayı kazanırdı23. Müslümanların gayrimüslimleri ibadetleri konusunda rencide etmeleri yasak olduğu gibi24 onların da ibadetlerini yaparken Müslümanları rahatsız etmemeleri temel kural idi25. Taraflar birbirlerinin dillerini konuşup kültürlerinden etkilenirlerdi. Meselâ Ermeniler kendi alfabeleriyle Türkçe eserler yazmaktaydı lar26. Şer’iye mahkemelerine intikal eden yüzlerce dava incelendiğinde, Müslümanlarla gayrimüslim gruplar arasındaki ilişkilerde, dayanışma kadar düşmanlık, ortaklık kadar rekabet, uzlaşma kadar inatlaşma olduğunu, yani herhangi bir mahalledeki komşuluk ilişkilerinin bütün unsurlarıyla yaşandığını görmekteyiz. Fakat dinî ayrılıktan kaynaklanan bir tartışma ve mücadele bulunmamakta, ihtilaflar özellikle sosyolojik sebeplere dayanmaktaydı. Fermanlarda dile getirilen bir takım dinî faaliyetlere yönelik müdahaleler ise esasında kanunlara aykırı eylemlerde bulunan bazı yöneticilerin rüşvet, hediye almak sevdasına dayanmaktaydı.
Böyle durumlarda ise Müslüman ve gayrimüslim grupların ortak şikâyetçiler olduklarını görmekteyiz.
olduğunu, fakat kızın annesi olan Ena binti Bogos’un yeğenini kendisine teslim etmediğini iddia ederek mahkemede dava açmıştır. Ena binti Bogos, davalının kızın amcası olduğunu ve ondan başka veli-i akrebi bulunmadığını ikrar etmiştir. Mahkeme ayrıca Ermeni milletinden doğruluklarıyla tanınan Kazgancı Bedros ile Kazgancı Karabet’in de bu yolda şahitlik yapmaları üzerine, küçük kızın bulûğuna değin davacı amcasının korumasında ve terbiyesinde olması gerektiğine karar vermiştir. TŞS, 1968, 53/b (17 Zilkade 1259).
23 Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri–Toplum Hayatı, Haz. K. Arısan, D. Arısan Günay, İstanbul 1995, s.273. Osmanlı hâkimiyetinin çeşitli dönemlerinde muhtelif şehirlerde yaşayan Müslümanlar ile Ermeniler arasındaki ilişkileri anlatan bazı araştırmalar için bkz. Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, Haz. Metin Hülagü, Gülbadi Alan, Şakir Batmaz, Süleyman Demirci, 4 Cilt, Kayseri 2007 (Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri Örneği başlıklı sempozyuma sunulan bildiriler).
24 Şumnu kazasındaki Ermenilere Paskalya gününde Müslümanlar tarafından vuku bulan müdahale ve alay etmelerin engellenmesine dair karar için bkz. BOA, HR.MKT., Belge No:32/73 (10 Cemaziyülahır 1266).
25 İstanbul ve tevabii Ermeni Patriği Agop Piskopos’a verilen berat gereği, Ermenilerin Müslüman ahaliyi taciz etmemek üzere ayin yapmaları ve kiliselerde ayin yapmaları serbest olduğundan, kendilerine hiç bir müdahalede bulunulmaması hakkında Van, Erdek, Bandırma, Cizre, Mardin, Harput, Çemişgezek, Kayseri ve Erzincan’daki mülkî ve şer’î idarecilere yazılan 10 Recep 1266 tarihli bir hüküm için bkz. BOA, A.DVN.MHM., Belge No:8/49.
26 Lewis, Ortadoğu..., s.251.
Ülkedeki gayrimüslimler arasındaki en önemli dinî ihtilaflar, Hıristiyanlığın farklı mezheplerinden olmaları dolayısıyla önceleri Rumlar ile Ermeniler arasında bir yerdeki kilisenin kullanımı veya mezarlıkların aynı olması gibi konulardan kaynaklanmaktaydı. Bu tür anlaşmazlıklarda devletin bulduğu formül, gelen talep doğrultusunda ya Rumlara ya da Ermenilere yeni bir kilise yapımı yahut da mezarlık için yeni bir arazi tahsisi idi. Böylelikle kiliseleri veya mezarlıkları ayrılan iki cemaat arasındaki münazaa da sona ermekteydi27. Bununla birlikte Kamame Kilisesi başta olmak üzere Kudüs’teki dinî yapılar gerek Yahudilerle Hıristiyanlar arasında gerekse Hıristiyan mezheplerin kendi aralarında sık sık ihtilaf konusu olmaktaydı28.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla Ermenilerle ilgili dinî kaynaklı ihtilaflar, XIX. yüzyılda yoğunlaşan misyonerlik hareketleri sonucunda bazı Ermenilerin Katolik veya Protestan mezhebine geçmesiyle meydana geldi. Ermeni Patrikhanesi bu duruma şiddetli tepki gösterdi. İki mezhep taraftarları arasındaki tartışmalar yüzünden konu gittikçe bir asayiş ve güvenlik meselesi halini almaya başladı. Nihayet Ermeni Patriği padişaha müracaat ederek mezhep değiştirmenin yasaklanmasını talep etti. Bunun üzerine Nisan 1835’de mezhep değişikliğinin
27 Rumlarla Ermeniler arasında anlaşmazlık konusu olan mezarlık meselesine dair örnek için bkz. BOA, A.MKT.UM., Belge No:121/32; A.MKT.MVL., Belge No:59/86 (1 Rebiyülahır 1269). Sivas’ın Sarışeyh mahallesindeki Rum Kilisesi etrafında bulunan ve Rumlarla Ermeniler arasında anlaşmazlık konusu olan mezarlığa ölü defnettirilmemesi, bunlara başka mezarlıkların tahsis edilmesine dair de bkz. BOA, A.MKT.UM., Belge No:413/6 (17 Zilhicce 1276).
28 Kudüs’te bulunan Kamame, Beytüllahm ve Marden adlı kiliselerde ve mevkilerde Rum ve Ermenilerin ayrı ayrı yerleri olduğu halde Rumların bu mevkileri kaldırarak Ermenileri ziyaretten mahrum etmek istedikleri cihetle ellerinde bulunan fermanlar gereğince hareket etmeleri hakkında bkz. BOA, Hatt-ı Hümayun, Belge No:49332 (29 Zilhicce 1228). Kudüs’teki Kamame Kilisesi hakkında Ermenilerin müdahalesi vuku bulduğuna dair Frenk rahipleri tarafından edilen şikâyet üzerine Divan-ı Hümayun’dan yazılan takrirde de her milletin ellerindeki fermanlar mucibince ziyarete hakkı olup yoksa adı geçen kilisenin hiç kimseye temlik olunmadığı ifade edilmişti. BOA, Hatt-ı Hümayun, Belge No:36206 (29 Zilhicce 1254). Bu hususlara dair çeşitli vesilelerle çıkan ihtilaflara dair ayrıca bkz. BOA, Hatt-ı Hümayun, Belge No:26096-A, 36196, 36197, 36200-A, 36201, 36201-A, 36201-D, 36203; BOA, Cevdet-Hariciye, Belge No:581; Cevdet-Adliye, Belge No:5906; A.AMD., Belge No:44/39; HR.MKT., Belge No:94/48; İrade-Hariciye, Belge No:21403; A.MKT.UM., Belge No:574/40.
yasaklanması yoluna gidildi29 ve on yıl süreyle bu yasak geçerli oldu30. Fakat özellikle Fransa tarafından yapılan ağır baskılar ve yasaklamanın esasında pek işe yaramaması dolayısıyla 1844’te mezhep değiştirmek serbest bırakılmıştı. Bundan sonra zorla mezhep değiştirmek yasak olurken kendi rızalarıyla Katolik veya Protestan olanlara müdahale edilmemesi konusunda ferman çıkarılmıştı31. Bununla birlikte Ermeni cemaati özellikle Katolik olanlara karşı sert tavır göstermeye bundan sonra da çeşitli vesilelerle devam etmişti32.
Osmanlı Devleti tarafından muhtelif konularda gayrimüslimlerin davranış larına kısıtlamalar getirildiğini de belirtmek gerekir. Meselâ yeni ibadethane yapılmasına veya mevcutların tamirine ve genişletilmesine sınırlı olarak izin verilmiştir. Resmî görüş fetihten sonra kendilerine bırakılanların dışında yeni bir mabet yapılmasına müsaade edilmemesi yönündeydi. Bir padişah tarafından verilen fer manla bir kilise muhafaza edilmişse veya inşa ettirilmişse ona sadık kalınıyordu. Uzun yıllar
29 Mezhep değiştirmenin İstanbul dışında da geçerli olduğu hususu Hüdavendigâr ve Trabzon sancaklarına da tebliğ edilmişti. BOA, Cevdet-Adliye, Belge No:1939 (29 Rebiyülahir 1251), 5393 (23 Cemaziyelevvel 1257). Mezhep değiştirme yasağına ilişkin Ermeni ve Katolik patriklerine verilen ferman Rumlardan Ermeni ve Katolik olanların dahi kabul edilmemesi için Rum Patrikhanesi’ne de gönderilmişti. BOA, Cevdet-Adliye, Belge No:3181 (21 Safer 1251). Ermeni cemaati arasındaki tartışmanın Trabzon boyutu hakkında geniş bilgi için bkz. Abdullah Saydam, “Trabzon Şer’iye Sicillerindeki Fermanlara Göre Katolik Ermeniler ve Mezhep Değiştirme Yasağı”, Tarih ve Toplum, 202 (Ekim 2000), s.4-10.
30 Mezhep değiştirme yasağının devam ettiği yıllarda merkezden taşraya gönderilen çeşitli ferman ve resmi yazılarda, Ermenileri rahatsız edecek şekilde Katolik ve Protestanlığı yaymak için çaba gösteren misyonerlerin bu faaliyetlerinin engellenmesi istenmekteydi. BOA, Cevdet-Adliye, Belge No:844 (19 Zilkade 1257); Cevdet-Dâhiliye, Belge No:1485 (15 Ramazan 1259); A.MKT.MHM., Belge No:1/14 (17 Muharrem 1260); Cevdet-Hariciye, Belge No:4111 (2 Cemaziyülevvel 1260); HR.MKT., Belge No:4/18 (8 Cemaziyülevvel 1260).
31 Kütahya’da kendi rızalarıyla Katolik mezhebine giren Ermenilere müdahale edilmemesine dair bkz. BOA, HR.MKT., Belge No:95/24 (21 Rebiyülevvel 1271). 32 Mezhep değiştirmek serbest bırakıldıktan sonra Protestanlığı kabul edenleri Ermeni Patriğinin aforoz etmeleri yüzünden diğer Ermenilerin düşmanlıklarına hedef olanların korunmaları ve bu gruptan olanlara özellikle vergi ve saire gibi meselelerde Ermenilerin zulmetmemeleri için de muhtelif tarihlerde yerel idarecilere gerekli talimatlar gönderilmekteydi. BOA, A.MKT., Belge No:21/78; HR.MKT., Belge No:33/6, 43/11, 95/47; İrade-Hariciye, Belge No:4133; A.DVN., Belge No:105/13, 114/13. Adana’da mezarlıkları müşterek olan Katolik ve Ermenilerin aralarındaki anlaşmazlığı gidermek için mezarlıklarının ayrılmasına dâir Adana valisine yazılan yazı için bkz. BOA, A.MKT., Belge No:27/9 (11 Şaban 1261).
geçmesi sebebiyle herhangi bir dinî yapının ihtiyacı karşılayamaması veya harap olması durumunda devlete müracaat edilip gereken izinler alındıktan sonra tamirat mümkün olabilmekteydi33. Yalnız gizlice yeni kilise yapıldığında yahut da tamir edildiğinde, devlet bunu şiddetle men ediyordu. Nitekim zaman zaman devlet merkezine bu çeşit olaylar intikal ettirildiğinde izinsiz yapılan her türlü dinî yapının yıktırıldığı görülmektedir34. Bununla birlikte çeşitli anlaşma ve giri şimlerle yeni mabet yapıldığı da olmuştur. Özellikle Küçük Kaynarca Ant laşması’ndan itibaren, başta Rusya olmak üzere Batılı devletlerin, bu hususta Osmanlı Devleti’ni sıkıştırdıkları ve serbestçe kilise yapım ve onarım imtiyazını gayrimüslimlere sağladıklarını görmekteyiz.
Gayrimüslim cemaatler okul açabilme ve ders programlarını serbestçe belirleme hakkına sahiptiler. Osmanlı hükümeti, hem okullardaki eğitim ve öğretim çalışmalarını hem de kiliselerde papazların verdikleri vaaz ve öğüt leri, din işlerine karışmak olur gerekçesiyle takip etmezdi. Üstelik mahallî yetkililerin merkezden izin almadan kiliseleri
33 XIX. yüzyıla ait bazı örnekleri zikredelim: Kadıköy Ermenileri ve Balat Yahudilerinin harap olan kilise ve havralarının tamirine müsaade edilmesi, BOA, Hatt-ı Hümayun, Belge No:49129 (29 Zilhicce 1228); Tokat’a bir saat mesafede Kazabad kazasına tabi Bekseni ve Gökseni karyeleri arasında Ermenilere mahsus Avakim Ana Manastırı deprem dolayısıyla yıkıldığından tamirine müsaade olunması, BOA, Hatt-ı Hümayun, Belge No:42739-F (29 Zilhicce 1242); Sivas’ın Yıldızeli kazasındaki Ermenilere ait manastırın misafir odalarının ve sair müştemilatı esasen harap olup vaki olan depremde yıkıldığından sabıkı veçhile yapılmasına müsaade olunması, BOA, Hatt-ı Hümayun, Belge No:42745 (5 Rebiyülevvel 1243); Beşiktaş’ta oturan Ermeniler tarafından İncil talimi ve ayin icrası için vaktiyle fermanla kendilerine tahsis edilmiş olan hane yıkıldığından olduğu gibi yapılmasına müsaade verilmesi, BOA, Cevdet-Adliye, Belge No:4708 (29 Zilhicce 1255); Gelibolu’daki Ermeniler harap durumda olan kiliselerini tamir için izin istediklerinden, eski hâli üzere tamirinin uygun olduğunu bildirir. Gelibolu naibi Mehmed Şâkir’in 13 Cemaziyülevvel 1261 tarihli yazısı için bkz. BOA, A.MKT., Belge No:24/42. Rodoscuk’ta bulunan Ermenilerin kiliselerini tamir etmek için müracaat etmeleri üzerine izin verildiğine dâir Rodoscuk kaza naibinin 3 Zilkade 1261 tarihli ilâmı için bkz. BOA, A.MKT., Belge No:29/96. Harput kazasının Tarım ve Karmir köylerindeki Ermenilere ait kiliselerin tamirine ve teferruatına dair Harput valiliğine yazılan
29 Ramazan 1263 tarihli hüküm için bkz. BOA, A.DVN.MHM., Belge No:4-A/56. İzmir kazasına tabi Balçıkevi karyesinde Göztepe mahallesindeki Ermeniler bir kilise inşasına ruhsat talebinde bulunduklarından öncelikle tahkikat yapılması ve haritasının gönderilmesi hakkında bkz. BOA, Cevdet-Adliye, Belge No:4248 (11 Rebiyülahir 1289).
34 BOA, D.DVN.KLS., Belge No:25; Ahmet Refik, Onuncu Asr-ı..., s.66-70.
teftiş etmeleri de yasaktı35. Zaten XIX. yüz yılda bağımsızlık peşinde koşanların kilise ve okullarda üslenmelerini sağlayan devletin izle diği bu politikaydı.
Osmanlıların güvenlik ve adalet esaslı devlet yönetimi ve bu çerçevede gayrimüslimleri idare etmek üzere takip ettiği siyaset uzun sayılabilecek bir süre cemaatlerin önemli ve yaygın bir şikâyetine sebebiyet vermeden yürütüldü. Ancak her mükemmel sistem zamanın meydana getirdiği değişime ayak uyduramadığında nasıl çağın ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak kalmaya mahkûm ise Osmanlının zimmet siyaseti de zamanla yetersiz olmaya başladı. Bu yetersizlik özellikle Fransız İhtilâli’yle ortaya çıkan yeni talepleri cevaplama konusunda kendini gösterdi. Gerek Sanayi İnkılâbı’yla Batı dünyasında meydana gelen büyük değişim ve gelişme, gerekse Fransız İhtilâli’yle yayılan fikirler, Avrupa’da köklü değişimin temellerini attı. Liberal, sosyalist ve milliyetçi fikirler, zaman içerisinde Fransa’da sloganlaşan Eşitlik–Adalet–Hürriyet prensiplerini daha somut taleplere yöneltti. Osmanlıya karşı başlatılan Sırp ve Yunan isyanları, Osmanlının geleneksel zimmet siyasetiyle artık bu toplulukların yönetilemeyeceğini göstermekteydi. Zimmet siyaseti XIV. veya XV. yüzyıldaki feodal yönetimlerin zulmü altında inleyen Balkan milletleri için bir kurtuluş reçetesi olabilirdi36, fakat XIX. yüzyıl insanı artık daha farklıydı. Ortaçağda kendi devletinden kurtulmak, Osmanlıya iltica etmek avantajlar ve fırsatlar doğurmaktaydı. Hâlbuki XIX. yüzyılda servet edinme imkânları, dinî ve mezhebî baskıların yokluğu, yönetici kadrolara dâhil olma kolaylıkları batılı devletlerde daha
35 Mesela Kayseri’nin Tomarza köyünde bulunan Ermenilere mahsus Meryem Ana Kilisesi ile diğer kazalarda bulunan kiliselerin izinsiz teftiş edilmemesine dair Kayseri Kaymakamı Hacı Selim ile diğer vali ve naiplere gönderilen bir hüküm için bkz. BOA, A.DVN.MHM., Belge No:7-A/94 (29 Zilkade 1265). 36 Quataert’in şu sözlerini nakletmekte yarar bulunmaktadır: Aksi yöndeki bütün klişelere ve önyargılara karşın, Osmanlı tarihinin büyük bölümünde cemaatler arası ilişkiler çağın standartlarına göre gayet iyiydi. Azınlık statüsündeki kişiler, yüzyıllar boyunca Osmanlı diyarında, örneğin, Fransız kralının ya da Habsburg imparatorunun topraklarında olduğundan daha eksiksiz haklara ve daha fazla yasal korumaya sahip oldular. Osmanlılardaki cemaatler arasındaki ilişkilerin XVIII. ve XIX. yüzyıllarda kötüleştiği de doğrudur. Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s.250. Davison da şunları aktarmaktadır: Aslına bakılırsa Türklerin kendi bağımlı halklarına karşı, Rusların Polonyalılara, İngilizlerin İrlandalılara ya da Amerikalıların Zencilere karşı davranışlarından daha baskıcı oldukları iddia edilemezdi. Ancak Avrupa’da genellikle görmezlikten gelinirdi bu durum. Roderic H. Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, Çev.: Osman Akınhay, C.I, Ankara 1997, s.139.
fazlaydı, o devletleri model alarak kurulacak millî devletlerde yaşama alanları daha tercih edilmeye şâyân görülmekteydi.
Buna rağmen ülkedeki gayrimüslimlerin Batıda meydana gelen gelişmelerden etkilenerek bağımsızlık hareketlerine yönelmeleri yaygın olarak yine de 1860-1870’li yıllarda söz konusu olabildi. İşte XV. yüzyılda tesis edilen düzen bu kadar uzun süreli bir zaman kazandırdı. Geçmişte sergilenen adaletli yönetimin kolayca reddedilmediğini görmekteyiz. Ancak XIX. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti ne eskisi kadar adaletliydi, ne de tebaasının güvenliğini her hâlükârda sağlayabilecek kuvvete sahipti. Devletin gayrimüslim tebaasıyla bağlantıları bu noktada kopmaya başladı denilebilir. Artık azınlıkların tahrik edilmeleri daha kolaydı, basit bir vergi tartışması kolayca büyük bir isyanın öncüsü olabilmekteydi.
Osmanlı toplumunda gayrimüslimlerin gittikçe devletten uzaklaşmasının somut gerekçelerinden birincisi vergi ödemeleri ile ilgili ihtilaflardan kaynaklanmaktaydı. Şüphesiz vergi ile ilgili tartışmalar sadece gayrimüslimlerin şikâyetçi oldukları konu değildi. Müslümanların da bu hususta bir hayli muzdarip olduklarını görmekteyiz. Zaten Tanzimat Fermanı’nda vergi sistemine de el atılmasının sebebi bu idi. Halkın şikâyet ettiği en önemli vergi, devlet adamlarının yer yer suiistimallerine sahne olan tekâlif-i örfiye denilen gruptu. Teorik olarak bakıldığında, bir ülkenin karşılaştığı ya da karşılaşabileceği iç ve dış problemlerin devrin yöneticileri tarafından en iyi bilinebileceği, buna paralel olarak ortaya çıkan problemlerin nasıl giderileceğini, bunun maddî bakımdan neye mal olabileceğini de yine en iyi biçimde yöneticilerin (ehl-i örf) takdir edebileceği aşikârdır. Bundan dolayı yöneticilerin İslâm devletini korumak ve kollamak üzere ilave vergiler alması caiz görülmüştür ve tekâlif-i örfiye diye adlandırılan bu vergiler de hukukî bulunmuştur. Hatta bu tür vergiler sebebiyle bizzat savaşa gidemeyen Müslümanların mallarıyla cihat yapmalarının da söz konusu olduğu vurgulanmıştır37. Ancak gerek siyasetname türü eserlerde, gerekse adalet namelerde ve diğer resmî yazılarda şer’e uygun olarak konulan vergilerin dışında, yetkililerin kişisel arzularıyla ve keyfî olarak halka yükledikleri mal ve hizmetler bu vergi çerçevesinde değerlendirilmemiş; bu çeşit yükümlülükler için
37 Bkz. Celal Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, İstanbul 1980, s.236-254.
eziyet ve zulüm anlamına gelen tekâlif-i şakka tabiri kullanılmıştır38. Dolayısıyla Tanzimat Fermanı ile tenkit edilen husus tekâlif-i örfînin yer yer tekâlif-i şakkaya dönüşmüş olması keyfiyetidir. Özellikle XVII. yüzyıldan itibaren çeşitleri ve oranları artan bu tür vergilerin sayısının 97’ye kadar ulaşarak tam bir kargaşaya dönüştüğünü39 ve halkın maddî bakımdan perişanlığına sebep olduğunu görmekteyiz.
Vergi düzeninin ıslahı konusu esas olarak Sultan II. Mahmut’un en fazla önem verdiği konulardan biri olup kendisi hükümdarlığının ikinci döneminde bununla ilgili bazı girişimlerde de bulunmuştu. Padişah halkın kendisine Allah’ın bir emaneti olduğunu vurgulayarak40 her türlü keyfî verginin alınması âdetlerini bertaraf etmeye yönelik bir çaba içerisine girmişti. Bu dönemde gerek merkezden istenen muhtelif vergileri, gerekse mahallinde yapılan vilayete ait çeşitli harcamaları kapsayan tekâlif-i örfiye; her yıl vali, mütesellim, voyvoda gibi yöneticiler ile kadı ve memleket ileri gelenleri marifetiyle, tevzi defterlerine kaydedilmekteydi. Tevzi defterlerine sancağın genelini ilgilendiren en küçük harcamalar dahi yazıldıktan sonra halkın o tevzi döneminde ödemesi gereken meblağ tespit edilirdi. Ortaya çıkan meblağ sancak yöneticilerince, kazalar arasında paylaştırılarak her kazanın hissesine düşen miktar o kazaya tebliğ edilirdi. Kaza yetkilileri de, doğrudan o kaza ile ilgili ilave edilmesi gereken masrafları dâhil ederek ortaya çıkan meblağı köy ve mahallelere bölüştürürlerdi. Nihayet buralardaki imam ve papazlar ile ileri gelenler toplanarak her hanenin tahammülüne göre
38 Tekâlif-i şakka: Şer’î cevaz bulunmıyan ve tekâlif kaidelerine de uymıyan vergilere verilen addır. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C.III, İstanbul 1983, s.439. Halka yükletilen ağır vergi ve yükümlülükler (tekâlif-i şakka) ile imparatorluğumuz ahalisi sıkıntıya düşüp bunalmış ve ülkenin bayındırlığı günden güne yıkıntıya dönüşmüştü. Mustafa Nuri Paşa, Netayicü’l-Vukuat, C.III-IV, Sad. Neşet Çağatay, Ankara 1992, s.17. Önceleri beylerbeyi ve sancak beyleri tarafından toplanan usul dışı vergileri tekâlif-i şakka diye adlandıran ve ümerayı bundan vazgeçirmeye çalışan hükümet, zamanla bu uygulamalara ses çıkaramaz olmuş, hatta müsaade etmiştir. Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası–Celalî İsyanları, İstanbul 1975, s.59-60.
39 Pakalın, Sözlük, C.III, s.438. Geniş bilgi için bkz. Abdurrahman Vefik, Tekâlif Kavaidi, İstanbul 1338, s.70-71; Ziya Karamursal, Osmanlı Malî Tarihi Hakkında Tetkikler, Ankara 1989, s.181-189.
40 Fukara ve zu’afâ, zât-ı hilâfetsımât-ı mülûkâneme vedîa-ı cenâb-ı kibriyâ olmak mülâbesesiyle kaffe-i mezâlim ve taaddiyâttan vikâyeleri ez-her-cihet istihsâl-i tezâyüd-ü esbâb-ı refah ve rahatları nezd-i merâhim-i mülûkânemde matlûb ve müstelzim idüğü... TŞS, 1960, 28/b.
taksimatı yaparlardı. Mahalle halkına vergi tevzii yapılırken, bir hane için ödenmesi gereken vergi mahalleye düşen toplam verginin yüzdesi olarak, yani her vergi mükellefinin mahalleye düşen toplam meblağın yüz kuruşunda ne kadar ödeme yapacağı bir defa belirlendikten sonra mahkemedeki özel defterine kaydedilirdi. Ayrıca imam ve papaz gibi mahalle / köy yöneticilerince bu tür kayıtların tutulduğu anlaşılmaktadır.
Tevzi zamanlarında bu kayıt ve oranlara bakılarak hanelerin vergi yükü tespit edilirdi 41.
Tartışmaların ve yolsuzlukların en fazla yaşandığı vergi türü yıllık miktarı belli olmayan, suiistimale çok elverişli olan ve devletin önemli sayılan işleri için yapıldığı ileri sürülen vilayet harcamalarıydı. Bu grup harcamaların içerisine askerî malzeme nakliyatından bazı kışla, cephane gibi tesislerin inşa ve tamir masraflarına, sancakta misafir ağırlamak üzere tahsis olunan konaklardan, var ise beylik sarayına yapılan harcamalara, merkezle veya diğer kaza ve sancaklarla haberleşmeler için kullanılan ulak ve mübaşirlerin maaş ve giderlerinden sancağa gelip giden memurların ikamet, beslenme ve harcırahlarına varıncaya değin muhtelif giderler girmekteydi. Bazı yetkililerin vali ve adamlarına verdikleri hediyeleri masraf diye halka yüklenmesi de sıkça rastlanan hususlardan idi42. Bizzat Sultan II. Mahmud’u da çoğu zaman rahatsız ettiği üzere, harcamaların gerçekten gerekip gerekmediği, yöneticilerin tekâlif-i şakkaya başvurup vurmadığı konusu önemli bir mesele idi. Bundan dolayı hükümet, lüzumsuz harcamalar icat edilerek ahalinin rencide olunmamasını sık sık tembihlemek ihtiyacını duymaktaydı43.
41 Vergi oranı belirlenirken halkın maddî durumu dikkate alınmaktaydı. Tevzi sırasında halkın temsilcilerinin vergi miktarını düşürmek amacıyla kendilerini fakir göstermek için oldukça eski elbiseler giydikleri hakkında Metaja Nenadoviç adlı birinin hatıralarından yapılan iktibas için bkz. Michael Ursinus, Regionale Reformen im Osmanischen Reich am Vorabend der Tanzimat, Berlin 1982, s.48-51. 42 Abdullah Saydam, “Trabzon Sancağının Tekalif-i Örfiye Yükümlülüğü (1830-1840)”, Türk Dünyası Araştırmaları, 127 (Ağustos 2000), s.59-102.
43 Ma’lûm ola ki, memâlik-i mahrûsatü’l-mesâlik-i padişâhânemde kâin bazı kazalar ayân ve voyvodalarıyla vücûh-u memleket nâmında olan birtakım eşhâs mücerred tam’a-i hâmlarından nâşi tekâlif defterlerine kendü nefisleri çün külliyetlü akçe zam ve idhâl ederek fukarâyı rencide ve aceze-i vilâyet asıl tekâlif-i sahiha-ı saltanat-ı seniyemden başka bunlara dahi beher tevzide bu vechile külliyetlü akçeler itâsıyla düçâr-ı acz ve ızdırâp oldukları derkâr... TŞS, 1960, 36/b (Evail-i Ramazan 1246 / 13-22 Şubat 1831 tarihli ferman).
Bu amaçla Anadolu’nun sol kolu sağ ve solunda yer alan bütün vezir, müşir, vali, kadı, naip, mütesellim, voyvoda, ayân ve memleket ileri gelenlerine hitaben gönderilen Evasıt-ı Muharrem 1246 (2-11 Temmuz 1830) tarihli fermanda özetle şöyle denilmektedir: Bütün kaza ve vilayetlerin işleri için meydana gelen masraflar mahkeme ve cümle marifetiyle hesaplanarak kaydedildiği imzalı ve mühürlü defterleri İstanbul’a takdim edilecek. Merkezde ilgili memurlar marifetiyle gerekli inceleme yapılarak gerçek masrafların miktarı tespit edilecek ve bunların tahsiline ruhsat verildiğine dair ferman, söz konusu defter ile birlikte mahalline gönderildikten sonra verginin kaza ve köy halkına taksim edilmesi mümkün olabilecektir. Fermanda daha sonra getirilen nizama uymayanlar olduğu takdirde bu defa olduğu misüllü yalnız tenbih ve te’kid ile iktifa olunmayup cesaret eden ve ruhsat verenlerin bilâ-imhâl te’dîb ve gûşmâllerine ibtidâr olunacağı muhakkak ve musammem olacağı ifade edilmekteydi. Padişah, fermanın son bölümünde kendisine Allah emaneti olan fakirlerin, zayıfların, acizlerin ve reayanın mezalimden himayesi ile refah ve istirahatlarının sağlanmasının asıl isteği olduğunu ifade ederek, bütün memurların bu hususlara riayet etmelerinin görevlerinin esası olduğunu belirtmekteydi44. Padişahın konu üzerinde çok ciddiyetle durduğu müteakip zamanlarda benzer fermanların tekrar tekrar yazılmasından anlaşılmaktadır45.
Bununla birlikte aynı konuda taşraya gönderilen fermanların çokluğu, verilen emirlerin uygulanması konusunda merkezî hükümetin çok da başarılı olmadığını göstermektedir. Şüphesiz bu başarısızlıkta bizzat tekâlif-i örfiyenin istismara çok elverişli özellikler ihtiva etmesinin rolü büyüktür. Sancak masraflarının tümü halk tarafından karşılandığından hangi hizmetin kaça yaptırılacağı konusu mahallî yetkililerin insafına terk edilmişti denilebilir. Meselâ ferman ve buyrultuları getirip götürenlere hizmet-i mübaşiriye adıyla ayak kiralarına, ikametlerine, zahmetlerine mukabil bir miktar ücret ödenmesi icap etmekteydi. Buna karşılık bir sancakta, mübaşiriye adıyla yılda ne kadar masraf yapılacağı belli değildi. Yine mübaşirlere ne kadar ücret verileceği de net olarak belirlenmiş değildi. Bütün bunlar mahallî yöneticilerin kararına bağlı ve onların görev anlayışıyla sınırlı olup çoğunlukla bir yerine beş mübaşir
44 TŞS, 1960, 30/b.
45 TŞS, 1960, 36/b. 1961, 25/a.
göndererek kendi adamlarına gelir sağlamaktaydılar46. Nitekim tevzi defterleri üzerinde yapılan incelemelerde merkezin istediği ölçüde itidalli vergilendirmenin başarılamadığı 1835 yılının başlarına ait bir fermanda söz konusu edilmektedir. Evasıt-ı Safer 1251 tarihli fermanda itidalin üzerinde mübaşir ve tatar kullanıldığı, bunlara verilen harcırahlar ile gelip geçenlere sağlanan yem, yiyecek ve at masraflarının hâlâ tevzi defterlerine konulduğu, vali masrafları, kethüdaiye, hüddamiye, harc-ı bâb, harc-ı ilâm, ücret-i hademe-i mahkeme, tahsildariye gibi adlarla halktan fahiş ve ziyade meblağ toplandığı belirtilerek tevzi defterlerine bunların konulmasının yasak olduğu tekrarlanmaktadır. Merkezde incelemeler tamamlandıktan sonra usulüne uygun hazırlandığı belirlenen tevzi defterleri ilgili vilayete geri gönderilmekte, birer suretleri vali veya kaimmakam buyrultusu ile kaza, köy ve mahalle halkına bildirilerek verginin ödenmesi sağlanmaktaydı47.
Vergi düzenindeki bu olumsuzluklar Osmanlı tebaasından olan herkesi, bu arada gayrimüslimleri, dolayısıyla da Ermenileri de yakından etkilemekteydi. Müslümanlar gibi Ermeniler de fahiş vergi ödemekten dolayı şikâyetlerde bulunmaktaydılar. Buna dair muhtelif tarihlerdeki arşiv belgelerinde yer alan bilgilere göre ziyaret için Kudüs’e giden Rum ve Ermenilerden İstanbul ve Sultaniye gümrüklerinde mutaddan fazla para alınması48, Rumeli’de Şumnu kasabasında ölen Ermenilerin mezarlığa defnedilmeleri sırasında beldenin âdeti üzere mahallî hâkimler tarafından verilecek izinname için 5–15 kuruş resm-i kısmet alınmakta iken ve bu durum 1236 Şaban tarihli emirde belirlenmiş iken bazı yöneticilerin fazla meblağ almaya çalıştıkları49, Bir başka şikâyet konusu da Isparta kazasında Ermenilerden tevzi haricinde para alınmaya çalışıldığı50, Yozgat’taki Ermenilerin teehhüllerinde fazla rüsum talep ve fukaraya zulüm ve taaddi edildiği51, Maraş’tan gelip geçen asâkir ve zabitan ve ehl-i örfün Ermeni evlerinde yattıkları ve Ermenileri
46 Abdurrahman Vefik, Tekâlif…, s.101-102.
47 Trabzon valisi Osman Paşa’nın 29 Rebiyülevvel 1256 (28 Temmuz 1840) ve Selh-i
Şaban 1256 (26 Ekim 1840) tarihli tevzi buyrultuları için bkz. TŞS, 1965, 46/a, 49/b. Ayrıca bkz. TŞS, 1966, 26/a.
48 BOA, Hatt-ı Hümayun, Belge No:4987 (19 Cemaziyelahir 1224).
49 BOA, Cevdet-Adliye, Belge No:4900 (8 Şevval 1237).
50 BOA, Cevdet-Maliye, Belge No:10915 (14 Cemaziyelahir 1242).
51 BOA, Cevdet-Dâhiliye, Belge No:3278 (9 Zilhicce 1249).
ücretsiz istihdam eyledikleri52, Tokat kazasına tabi Tozkili nahiyesindeki Rum ve Ermenilere tahsis edilen vergilerin ağırlaşmış olduğu53, Darende kasabasında mukim bazı Ermenilerin kendilerinden ehl-i İslâm gibi vergi alındığı54, Palu kazası ile köylerindeki Ermenilerden usulsüz vergi alındığı ve zabıtanın uygunsuz muamelede bulunduğu55, Tokat kazası müdürü Abdurrahman Ağa’nın Ermenilerden fazla vergi tahsil ettiği56, Maraş kazası Ermenilerinin kendilerine fazla vergi tahakkuk ettirilmesi57, Akşehir kazasında oturan Ermenilerden mükerrer vergi alınması58, Kayseri sancağında vergilerini ödeyen Ermenilerden geçici ikamet ettikleri yerlerde tekrar vergi alınmak istendiği59, Gürün kazasındaki Katoliklerin vergisinde indirim yapılarak İslâm ve Ermenilerin vergisine zam yapılmasının anlaşmazlığa yol açtığı şikâyet konusu olmuştur60. Bu tür şikâyetler merkeze ulaştığında hükümet hemen gereğini yapmaktaydı61. Ermenilerin haklı oldukları durumlarda buna uygun kararlar çıkarılmakta, haksız oldukları durumlarda ise meselenin aslının ne olduğu ilgililere bildirilmekteydi62.
52 BOA, Cevdet-Adliye, Belge No:5571 (8 Cemaziyelahir 1259).
53 BOA, A.MKT., Belge No:8/18 (12 Şevval 1259).
54 BOA, A.MKT., Belge No:132/61 (4 Recep 1264).
55 BOA, A.MKT., Belge No:135/17 (16 Recep 1264), 138/86 (8 Şaban 1264).
56 BOA, A.MKT.MVL., Belge No:35/12 (19 Muharrem 1267).
57 BOA, A.MKT.MHM., Belge No:55/92 (9 Şaban 1269).
58 BOA, HR.MKT., Belge No:98/65 (17 Rebiyülahir 1271).
59 BOA, A.MKT.NZD., Belge No:150/40 (18 Ramazan 1271).
60 BOA, A.MKT.UM., Belge No:264/27 (29 Rebiyülevvel 1273).
61 Rumların iğfali neticesi olarak kendilerine ziyade vergi tefrik edildiğinden bahisle Kayseri’ye tabi Sarmısaklı köyü Ermenileri tarafından şikâyet olunmakla herkesin mutasarrıf olduğu emlak ve arazinin kıymetlerine göre binde hesabıyla isabet eden vergisi alınıp kimsenin mağdur edilmemesine dair Ankara feriki ve Kayseri mutasarrıfı Osman Paşa’ya yazılan hüküm için bkz. BOA, Cevdet-Maliye, Belge No:1309 (9 Cemaziyelevvel 1255).
62 Meselâ Kale-i Sultaniye’deki Ermenilerin yapacakları müskirattan diğer milletler gibi zecriye resmi alınması ve ancak kendi nefisleri için olan miktarından alınmaması emredilmiştir. BOA, Cevdet-Maliye, Belge No:5521 (14 Cemaziyülevvel 1249). Diyarbakır’da sakin Ermeniler koyun sahibi olmayıp kışlaktan da istifade etmedikleri cihetle bunlardan alınmakta olan kışlak resminin alınmaması istida olunmakta ise de minel-kadim alınmakta olan bu resmin affolunamayacağı mahalline bildirilmiştir. BOA, Cevdet-Maliye, Belge No:4426 (24 Recep 1260). Antakya’da bulunan Ermenilerden tarla, bağ ve bahçe mahsulâtlarından nizamından fazla vergi alınmaması istenmiştir. BOA, HR.MKT., Belge No:89/59 (22 Muharrem 1271).
Vergi konusunda sadece devlet görevlilerinden kaynaklanan usulsüzlükler olduğunu düşünmek doğru değil. Ermenilerin de daha az vergi ödemek, bazen hiç vergi ödememek için asılsız şikâyetlerde bulundukları63, Protestan Ermenilere karşı zulme varan uygulamalara yöneldikleri, devletin de bu tür durumlara müdahale etmeye çalıştığı görülmektedir.
Özellikle Protestanların vergilerinin ayrıca belirlenmesi ve vergilerini kendi cemaatlerinden birinin toplaması uygun bulunmaktaydı64. Tanzimat Fermanı’nda vergi adaletinin sağlanmasının gerektiğinden önemle söz edilmesine rağmen müteakip yıllarda vergi alanında yapılamaya çalışılan ıslahatların bunu tamamen sağlayabildiğinden bahsetmek imkânsızdır. Her şeyden önce devletin altüst olan gelir-gider dengesi buna fırsat vermediği gibi, bilhassa dış borç batağına düşülmesinden sonra zaten bu hususta esaslı bir düzenleme yapılması, devletin gelir kaybedeceği korkusuyla sağlanabilmiş değildi.
Sadece gayrimüslimler tarafından ödenen cizye konusuna da değinmekte yarar bulunmaktadır. Normalde cizye, yıllık olarak nakden alınan, miktarı düşük, orta ve yüksek olarak üç sınıf şeklinde belirlenen bir vergidir. Osmanlı tatbikatı dikkate alındığından, en azından XIX. yüzyılda cizye için belirlenen rakamların tahammülü aşacak düzeyde olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla genelde şikâyetler cizyenin bizatihi
63 Çorlu kasabasında Ermeni mahallesinde oturan bazı Ermeniler, İslam ve Rum mahallelerine giderek tekâlif hisselerini vermediklerinden mübaşirli emir ile hisselerini Ermeni mahallesi ile birlikte itaya icbar edilmeleri kararlaştırılmıştı. BOA, Cevdet-Maliye, Belge No:15567 (26 Zilhicce 1246), 125/5506 (28 Şaban 1247).
64 Arapkir sancağındaki Protestan ahalinin vergilerini toplayan Ermeniler fazla vergi aldıklarından bu iş için Protestanlar içinde bir kocabaş tayin edilmesi. BOA, HR.MKT., Belge No:40/38 (13 Safer 1268). Tekfurdağı’ndaki Protestanların vergi ve sair işlerinin, Ermenilerden ayrılarak, aralarında belirlenecek bir kocabaşı tarafından yürütülmesi; Merzifon’daki Protestanların vergi, cizye ve sair işlerinin Ermenilerinkinden ayrılarak, kocabaşıları Saatcıoğlu Saviye tarafından yürütülmesi; Babadağı kazasına bağlı Atmaca köyünde, Protestan halkın işlerini yürütmek için intihap olunan Adam Kot’un kocabaşı tayini. BOA, HR.MKT., Belge No:41/39, 41/40 (6 Rebiyülevvel 1268). Saruhan’daki Protestanların vergi ve cizyelerini toplayan Ermeniler adaletsiz davrandıklarından, Protestanların işlerine bakmak, cizye ve vergilerini toplamak için Manok’un kocabaşı tayini. BOA, HR.MKT., Belge No:42/74 (11 Rebiyülahir 1268). Diyarbakır’da bulunan Protestanların vergilerinin Ermenilerinkinden ayrılarak bunların hal ve tahammüllerine göre taksim edilmesi. BOA, A.MKT.NZD., Belge No:109/56 (24 Rebiyülahir 1270), 84/117 (30 Zilhicce 1270).
kendisine değil de, bununla ilgili olarak görevliler tarafından yapılan hatalara yönelik idi. Meselâ en fazla tepki çeken husus fakirlerin orta halli, orta halli olanların zengin olarak defterlere kaydedilmeleriydi. Yine kanunlara aykırı olarak bir kısım görevlilerin cizye toplarken kefilleme, küşâdiye, kaydiye gibi türlü adlarla para almaları idi. Ayrıca bir kısım papazların halkı cizye ödememek için tahrik ettiklerine dair örneklere de rastlamaktayız65. Gerek yöneticilerden kaynaklanan yolsuzluklar, gerekse reayadan bazılarının cizye ödemek istememeleriyle ilgili bilgiler İstanbul’a ulaştığında böyle davranışların süratle cezalandırılmaları için aralıklarla fermanlar gönderilmekteydi.
Meselâ Ağustos 1834 ve Nisan 1835’te Trabzon vilayetinin vali ve kadılarıyla diğer yöneticilere hitaben yollanan iki fermanda konu ile ilgili olarak özetle şunlar anlatılmaktadır: Zimmîlerin ödedikleri cizye, herkesin durumuna göre üç sınıf halinde toplanmaktadır. Fakat çoğu mahallerin cizyedarları bu usule riayet etmeyerek haksız biçimde fakire orta halli, orta halliye zengin kâğıdı vererek veya başka şekillerde reaya fukarasına zarar vermektedirler. Gerek vergi ve gerekse cizye maddesinden dolayı meydana gelen zulümlerin önlenmesi ve iyi bir nizama konulması öteden beri padişahın arzusu olduğundan daha önceleri bununla ilgili olarak bazı teşebbüslerde bulunulmuş ise de, seferler yüzünden sağlıklı sonuç alınamamıştır. Şimdi sefer gailesi bertaraf olduğundan bu husus halkın refahı için adaletli şekilde düzenlenmelidir. Bu bakımdan cizye evrakının her bir reayanın tahammülüne göre dağıtılması için öncelikle nüfus sayımının doğru olarak yapılması gerekir. Ayrıca reayanın zulümden kurtarılması için bir yere gönderilecek cizye evrakı boğçası, ya mahkemede yahut da cümlenin ittifakıyla kasaba içerisindeki ehl-i İslâm semtinde tayin olunacak uygun bir mahalde açılacaktır. Bu sırada hâkim, mütesellim ve voyvoda gibi yöneticiler veyahut onların görevlendirecekleri bir mutemet memurdan başka, reayanın millet reisleri denilen papaz veyahut kocabaşılarından birkaç kişi cizye tahsili bitinceye kadar haftada iki–üç gün bir araya geleceklerdir. Reaya fertleri takım takım o mahalle çağrılıp her birinin cizye evrakı, herkesin huzurunda nüfus kaydına, eski kâğıtlarına ve gerçek durumlarına bakılarak verilip akçesi tahsil olunacaktır. Millet reislerinin marifeti olmaksızın reayadan hiç ferde cizye kâğıdı verilmeyecektir. Her cizye kâğıdı, ilgili memurca
65 Meselâ bazı Ermenilerin cizye ödemediklerine ve bunlara karşı ne yapılmasına dair yollanan bir ferman için bkz. TŞS, 1957, 41/b-42/a.
mühürlenip millet reislerinden biri de orada bulunduğuna dair imza atacaktır. Trabzon sancağına bağlı kazalar dâhilindeki Müslüman ve gayrimüslimlerin sayımı yapılarak hiç kimse ihmal edilmeden her birinin oturduğu mahallerin ismi, kişinin adı, yaşı ve eşkâli ayrı ayrı defterlere yazıldıktan sonra defter İstanbul’a yollanacaktır. Bundan böyle cizye evrakı dağıtılırken bu defterler ile diğer belgeler dikkate alınacak, herkes hangi seviyede cizye ödeyecek ise isimleri üzerine işaret konulacaktır. Sayımı yapılacak nüfusun ölüm veya doğum sebebiyle sürekli güncelleştirilmesi gerekir, aksi takdirde bütün emekler boşa gidecektir. Bunun için hâkimler marifetiyle altı ayda bir kere yoklama yapılacaktır. Cizye toplanması konusunda eski usullere dönülüp, haksız yere aidat ve saire istenir ise keyfiyet o mahallin reaya reislerince İstanbul’a bildirilecektir.
Bundan böyle kasabalarda ve köylerde kolcu gezdirilmeyeceğinden, millet reisleri dahi mevcut olan reayadan bir neferini veyahut cizye evrakı dağıtımında memleketinde bulunmayıp sonradan gelenleri gizletmek gibi hareketlere cüret ederler ise hâkimler ve zabıtlar taraflarından bildirilecektir. Böyle şikâyetleri hükümet gizli veya açıkça araştırarak kabahat her kimde ise suçuna göre lâzım gelen cezayı verecektir. Her bir kazada yabancı olarak bulunan ve gidip gelen reayanın cizye evrakı bulunduğu kaza tarafından verilecek ve bu evrak her tarafta muteber sayılacaktır. Böylelerine kendi kazasında veya başka bir kazada tekrar cizye evrakı teklifi ile zulüm yapılmamalıdır. Bu sırada gerek vali gerekse hâkim tarafından küşâdiye, ikramiye, maaş ve tahsildariye gibi adlarla tek bir akçe alınmayacaktır. Reayadan cizyedar pusulalarıyla veya başka adlarla asla para istenmeyecektir. Fermana aykırı hareket olduğunda gerek memurlar ve gerek millet reisleri sorumlu tutulacaklardır66. Muhtelif vesilelerle vilayetlere gönderilen çok sayıda fermanlarda buna benzer meselelere vurgu yapıldığını görmekteyiz. Fakat onca fermana rağmen yolsuzlukların önünün alındığını söylemek mümkün değil67. Yalnız dikkate alınması gereken nokta gayrimüslimlerin
66 TŞS, 1963, 32/b–33/b, 36/a-b. İleriki tarihlerde de cizye toplanırken öngörülen meblağdan başka bir şey alınmaması görevlilere tembihlenmekteydi. Meselâ valinin buna dair bir buyrultusu 19 Safer 1262’de ilgililere tebliğ edilmişti. TŞS, 1972, 15/b.
67 Bazı misaller verelim: Kemah ve Kuruçay’da sakin Ermeni rahip, papaz ve diğer Ermenilerden icap eden cizye alındıktan başka cizyedarlar tarafından çocuklardan dahi cizye alındığı Ermeni Patriği tarafından yapılan şikâyet üzerine cizye evrakı haricinde herhangi bir adla ilave vergi alınmaması tembihlenmekteydi.
şikâyetçi oldukları keyfî davranış ve kanunsuzluklardan Müslümanlar da, hatta bizzat padişah da şikâyetçi idi. Ancak devlet kurumlarındaki genel zaaflar yüzünden diğer vergilerde olduğu gibi, cizyede de gerek Hıristiyan yetkililerce gerekse devlet memurlarınca bir takım adaletsizlikler yapılmaktaydı.
Devlet düzeninin bozulması sadece gayrimüslimleri olumsuz etkilememekteydi. Bu durumdan Müslümanlar çok daha fazla rahatsızlık duymaktaydı. Bazı açılardan Hıristiyanların durumu Türklerden iyiydi, çünkü askerlik hizmetinden muaftılar ve bazen sırtlarını yaslayacak yabancı konsolosları vardı. İzmir’den ‘Türk köylülerin Hıristiyan köylülere daha fazla baskıya maruz kaldıkları’ bildirilmekteydi. Aynı dönemde bir kısım Rumların Osmanlı yönetimini daha hoşgörülü bir patron olarak görmesi nedeniyle, bağımsız Yunanistan’dan Osmanlı İmparatorluğu’na doğru göç akını yaşandığını gösteren kanıtlar vardır68.
Osmanlı düzeninden memnuniyetsizliğin bir sebebi de, bu düzenin gayrimüslim cemaatlerin idaresi konusunda dinî liderlere verdiği geniş yetki idi. Bu dönemlerde pek çok yerde gayrimüslimlerin kendi dinî otoritelerinden çokça şikâyetçi oldukları görülmektedir.69 Nitekim İngiltere’nin Selanik konsolosunun 23 Temmuz 1860 tarihli raporun da;
BOA, Cevdet-Maliye, Belge No:6303 (13 Şaban 1240). Erzincan, Bayburt, Tercan ve Kiğı kazalarında sakin Ermenilerin cizye tevzi ve tahsilâtında tahsildarlar fazla para alıp reayaya zulmettiklerinden menedilmeleri, BOA, Cevdet-Maliye, Belge No:15985 (18 Şevval 1254). Keban Madeni kazasında bulunan Ermenilerin cizyeleri an-cemaatin tahsil olunduğundan Harput ve Çemişgezek cihetlerine göç etmiş olanların cizyeleri dahi Keban’da kalanlardan tahsil edilmekte ve bu ise mağduriyetlerini mucip olduğundan o suretle göç edenlere ait cizyenin bulundukları mahallerde tahsiliyle Keban hesabından tenzili, BOA, Cevdet-Maliye, Belge No:1344 (15 Şevval 1269). Arapkir kazasındaki Ermenilerden mükerrer olarak talep olunmasının uygun olmadığı, Herek kazasında ikamet eden Ermenilerden bedel-i cizye adıyla fazla olarak alınan verginin usule aykırı olduğundan menedilmesi emredilmişti. BOA, HR.MKT., Belge No:74/96 (21 Recep 1270), 77/51 (26 Şaban 1270).
68 Davison, Reform..., C.I, s.139.
69 Mesela Galata kazasına bağlı Kulaksız köyü Ermenileri üzerlerine mürettep tersane ocaklarından kürek bedeli ile hane-i avarız bedellerini tamamen eda ettikleri halde Habercis Kilisesi cemaatbaşıları tarafından başka adlarla para talep edilerek ile halksızlığa uğradıklarından menedilmeleri, BOA, Cevdet-Bahriye, Belge No:4728 (21 Şaban 1222). Ermeni Patriği Bogos’un uygunsuz hareketi Ermeniler tarafından vaki olan şikâyet ve yapılan tahkikatta tebeyyün ettiğinden azliyle yerine başkasının intihabı, BOA, Hatt-ı Hümayun, Belge No:36331 (29Zilhicce 1238). Yozgat Ermenileri karabaşı Mıgırdıç mugayir-i ayin harekette bulunduğundan
Hıristiyan otoriteler -bu nunla dinî şefleri ve kocabaşıları kastediyorum- yetki alanlarıyla kıyaslanırsa, Müslüman otoritelerden daha haris ve zalim davranmaktadır. Piskoposlar ve metropolitler pek çok zulüm olayından suçludur lar. O halde ki, eğer bunları Türkler yapsaydı, Hıristiyanlar arasında büyük bir infial dalgası meydana gelirdi denilmektedir70. Bir Rum kasabasındaki İngiliz Konsolosu; Türkiye’deki başka yerlerde olduğu gibi, her türlü adaletsizliğin, fonların kötü harcanmasının ve çürümenin sorumluluğu, Hıristiyanlar tarafından açıkça kendi din adamlarına bağlanıyor71.
Osmanlı toplumunda gayrimüslim din adamlarının oldukça güç sahibi olduğu bu yıllarda, Avrupa’da uzun bir süreden beri artık din adamları eskisi kadar etkili değillerdi. Osmanlı düzeninin dinî karakterine karşılık batıda yaygınlaşan laik devlet düzenlerinin gayrimüslim cemaatler arasında rağbet görmesinin bir sebebi de bu ruhban nüfuzuna duyulan tepki idi.
Gayrimüslimlerin idareye yönelik genel hoşnutsuzluğu elbette sadece ruhani liderlerin tutumlarından kaynaklanmamaktaydı. Ermeni sarraf ve bankerleri, bir taraftan hükümeti dolandırmaya çalışırlarken, diğer taraftan da kendi halklarını sıkıştırma konusunda devlet memurlarıyla işbirliği halindeydiler. Bu işbirliğini özellikle devletin adını kullanarak kendi kazançlarını daha da artırmak şeklinde gerçekleştirmekteydiler. Nitekim dönemi gözlemleyenlere göre Adana yakınındaki bir kasabada yaşayan Ermeniler Türk validen baskı görmelerine rağmen, kendi başlarındaki adamlardan daha çok çekiyorlardı. Bu insanlar vali adına vergi toplarlar; ama valiye bir kuruş toplarlarken, kendilerine üç kuruş alırlardı.
Bandırmada önde gelen Ermeniler (çorbacılar), Türk valiler, kadılar, civar yerlerin yetkilileri ve kim varsa o, Ermeni piskoposla kutsal olmayan bir birlik... oluşturmaktaydılar. Ruhanî ya da sivil bütün dinî görevliler bir ve yalnızca tek bir amaçta halkı ezip koyun gibi kırkmak ve hükümeti
Ermenilerce memuriyet yerinin değiştirilmesi söz konusu olmuştu. BOA, HR.MKT., Belge No:55/50 (13 Rebiyülahir 1269).
70 Bozkurt, Gayrimüslim..., s.63. Daha eski yıllarda da zaman zaman Hıristiyan halkın kendi metropolitlerinden şikâyet ettikleri görülmektedir. Meselâ bkz. 3 Numaralı Mühime Defteri, s.288.
71 Davison, Reform..., C.I, s.139-140. Şu notu da aktaralım: 1867’de Cyrus Hamlin, kendisinin keskin Protestanlığına ve yerleşik geleneklere karşı çıkmasına göz yumulduğu halde, daha da yıkıcı bir suçlama yapar; Türklerin doğuştan dürüstlüklerinin bozulmasından dolayı Rum Kilisesini suçlar. Davison, Reform..., C.I, s.155 (not: 9).
dolandırmak amacında birleşirler72. Bu tür davranışları önleyemeyen devlet, potansiyel düşmanlar üreten bir mekanizma haline dönmekten kurtulamamaktaydı.
XIX. yüzyılda Osmanlı düzeninin siyasî güçsüzlük, ekonomik verimsizlik, adli yetersizlik, sosyal dengesizliklerine rağmen tebaanın ezici çoğunluğunun ayrılma peşinde olduğunu söylemek doğru değil. Bu yüzyılda Balkanlarda birtakım bağımsız devletlerinin kurulmuş olması, Hıristiyan tebaada Osmanlı Devleti’nden kitlesel olarak memnun olunmadığının göstergesi olarak değerlendirilemez. Bağımsızlık hareketlerinin başarısı ayrılıkçıların kararlılığına, örgütlenme becerilerine ve zamanın büyük devletlerinin verdiği yardıma tanıklık eder. Milliyetçi ayaklanmalar başlangıçta toplumun büyük çoğunluğuna dayanan hareket olmaktan ziyade küçük bir azınlığın örgütlediği hareketlerdi. Ayaklanan öncü kadro Osmanlı egemenliğinde sağlayamadıkları ekonomik ve siyasî ayrıcalıkları elde etme peşinde olan belirli zümreler idi. Nitekim sonradan bağımsız birer devletin vatandaşı olarak ortaya çıkanlar, önce uluslaşıp sonra devlet kurmuş da değillerdi, önce devlet kurdular sonra uluslaşmaya çalıştılar. Uluslaşmak için de bir dış düşman olarak her zaman ve daima Osmanlıya saldırdılar, hem siyasî ve askerî bakımdan hem de kültürel bakımdan. Yani vahşi kâfir taktiğini kullanmayı tercih ettiler73.
Diğer taraftan esasında bu yüzyılda Müslüman ve Hıristiyan gibi din kaynaklı kimlik tanımlamaları yerine etnik kimlikler daha fazla ilgi görmeye başlamıştı. Mesela XVIII. yüzyılda Peç Sırp Patrikliğini (1766), Ohri Bulgar Eksarhlığını (1767) ve Antakya Patrikliğini Rum piskoposlarının hükmü altına girerek hâkimiyet tümüyle Rum Ortodoksluğu’nun eline geçmiş oldu. Buna karşılık XIX. yüzyılda etnik siyasetin ön plana geçmesiyle milli kiliselerin tesisi hız kazandı. Dolayısıyla bu yüzyıldaki ayrılıkçı hareketler aslında Osmanlı idaresine karşı olduğu kadar Rum Ortodoks kilisesinin kültür emperyalizmine de karşı idiler. Yunan devletinden sonra 1833’te bağımsız Yunan Kilisesi, Sırp devletinin kurulmasından sonra Sırp Kilisesi kuruldu. 1870’te Bulgar Eksarhhanesi, 1885’te bağımsız Romen Kilisesi’nin ortaya çıkması aynı sebeplere dayanmaktaydı. Bu bağımsız kiliselerin her biri kendi etnik kimliklerini yaratma veya
72 Davison, Reform..., C.I, s.140.
73 Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s.270.
pekiştirme çabası içindeydi. Bu ayrılıklar neticesinde Ortodoks Kilisesi
zamanla sadece Rumları temsil etmeğe başladı74.
Ayrılıkçı hareketlere etki eden bir diğer gelişme Osmanlı Devleti’nde birtakım yabancı sermayeli şirketlerin kurulması ile birlikte bunların işgücü istihdamında takip ettikleri siyasetin etki etmesi oldu. Osmanlı topraklarından yatırım yapan yabancılar, şirketlerinin en üst yönetici kadrolarında kendi vatandaşlarını, bunların hemen altındaki orta seviyede yöneticiliklerde ve vasıf gerektiren işlerde gayrimüslimleri, şirket hiyerarşilerinin en alt seviyedeki, en düşük ücretli işlerde ise Müslümanları istihdam ederlerdi. Böylece ülkede yabancı sermayeye dayalı iktisadi birimlerde gayrimüslimlerin ayrıcalıklı konumda bulunduğu bir işgücü üretilmiş oldu. Bu hiyerarşi yabancıları ve gayrimüslimleri üstün konumlara getirmiş ve yüzlerce yıllık Müslüman üstünlüğü görüntüsünü tersine çevirdi. Dolayısıyla Batının büyüyen ekonomik, politik, toplumsal ve kültürel gücü, mevcut düzeni alt üst eden bir değişim meydana getirdi75.
Gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarının yabancı şirketlere dayanarak elde ettikleri avantajlı konum, özellikle himaye sistemi ile hem siyasal hem de hukukî bir yön de kazanmış oldu. Yükseliş devrinden itibaren Osmanlı Devleti’nin çeşitli mülahazalarla bazı Avrupa devletlerine birtakım imtiyazlar verdiği bilinmektedir. Böyle hareket edilmesinin sebepleri, ülke ekonomisini canlandırmak, rakip ülkeler arasındaki ilişkileri asgarîye indirmek, kendisinin merkezde bulunduğu ve her bir devletle münase betlere yöneldiği uluslararası bir ortam sağlamak idi. Fakat bu imtiyazlar XVII. yüzyıldan itibaren devlet kontrolünden çıkmış ve şartlarını yabancı ülkelerin belirlemeye başladığı bir hal almıştı. Zamanla kapitülasyonlarla ilgili anlaşma ların sınırları aşılarak, gümrük vergilerinde muafiyetin çok ötesinde olan ibadet, seyahat, yerleşim, mülkiyet edinme ve hukukî imtiyazı kapsayan bir duruma ulaşılmıştı76. Böylelikle gittikçe yabancı uyrukluların Osmanlı ülkesinde işle dikleri suçlar dan ötürü Türk mahkemelerine çıkarılamadıkları, dolayısıyla devletin hükümranlık haklarının zedelendiği bir durum ortaya çıkmıştı77.
74 Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s.269.
75 Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s.264-265.
76 Lewis, Ortadoğu..., s.228-229.
77 Meselâ 1217 (1802-1803) tarihinde Fransa elçi, konsolos, tercüman ve tacirlerin
himayesine dair bkz. BOA, Kepeci Tasnifi, Amedî Defterleri Kalemi, Belge
Yabancılara tanınan bu hak ve ayrıcalıklar, Osmanlı Devleti’nin gücü nün doruğunda olduğu bir dönemde verilmişti. Ülkenin çıkarları doğrultusunda işlemediğini fark ettiği takdirde, kapitülasyonları tek taraflı feshedecek güç Kanuni’nin elinde mevcuttu. Yükselme devri sultanları, dünya siyasetini kendi doğrularına göre yönlendirdiklerinden daima kazançlı çıkan taraf olmuşlardı. Buna mukabil XVIII. ve XIX. yüzyılda güçler dengesi değişmişti. Gittikçe zayıflayan Osmanlı Devleti, 1856 Paris Antlaşması’yla Avrupa siyasî sistemi kapsamına alınmış, bunun tabiî sonucu olarak kapitülasyonlar, sanayileşmiş ülkelerin Türkiye’yi sömürmesini kolaylaştıran bir yöntem haline gelmişti. Böylece büyük güçler, sınaî ürünlerini hemen hiç bir gümrük barajı ile karşı laşmaksızın Osmanlı pazarlarına yığıyorlar, ülkenin yerli sanayii ise iflasa sürüklüyorlardı. Ne gelen yabancılar çoğu zaman devletlerinin gücü ve itibarı sayesinde bazı çıkarlar elde ediyorlardı78.
Kapitülasyonların diğer bir etkisi özellikle gayrimüslim tebaayı yakın dan ilgilendiren ve Osmanlıları tedirgin eden bir yöntemin ortaya çıkmasına sebep olmasıdır. XIX. yüzyılda yabancı ülkeler ile düzenli diplomatik ilişkilerin tesisini müteakip Osmanlılar, devletlerinin varlığını çok tehlikeli biçimde tehdit eden ve genel olarak himaye sistemi (protégé) diye anılan uygulama ile yüz yüze geldiler. Himaye sistemi ilke olarak, Osmanlı tebaasından olan bir gayri müslimin yabancı bir ülkenin vatandaşlığına geçmesi ve buna karşılık o dev lette değil de, Osmanlı ülkesinde bir yabancı gibi yeni milliyetiyle yaşamaya devam etmesidir. Esas olarak Osmanlı vatandaşı olan gayrimüslimlerin yabancı devletlerin himayesine girmesini sağlayan bir kavramdır. Böylece Osmanlı Devleti’nin koruması altındaki zimmîler olmaktan çıkan gayrimüslimler, Avru pa devletlerinin vatandaşları sıfatıyla hareket ediyorlardı79.
Himaye sistemi kapsamına girenlerin başlangıçta sayısı son derece sınırlı olup Osmanlı Hıristiyanları ile Yahudilerin yabancılar hesabına konsolos vekilliği, tercümanlık, ticaret acenteliği ve hizmetçilik gibi işleri yerine getirme leri için uygulanmaktaydı. Bu görevlere atananlara
No:9/58.
78 Buna dair çok ilginç örneklerden biri için bkz. Nedim İpek, “Churchill Vak’ası
(1836)”, Ondokuzmayıs Üniversitesi Eğitim Fakül tesi Dergisi, 8 (1993), s.105-
146.
79 Salahi R. Sonyel, “The Protégé System in the Ottoman Empire and Its Abuses”,
Belleten, 214 (1991), s.675, 677.
Babıâli’ce Osmanlı yargı sisteminden ve bazı vergilerle yükümlülüklerden muaf olduklarına dair berat verilmekteydi. Böylelikle bir gayrimüslim Osmanlı vatandaşı yabancı bir ülke nin, kapitülasyon antlaşmaları ile tanınan haklarından faydalanmakta ve onun himayesine girmekteydi.
Antlaşmalara göre sefaret ve konsolosluklarda çalışan lara yalnız şahsî olarak ve görev süreleri için verilmesi gerekiyordu. Başlangıçta tercüman, ajan, ev hizmetçileri ve sefaret ya da konsolosluğun diğer işlerini görenlere verilen bu beratlar; zamanla, diplomatlar tarafından akrabalarına, manastır ve dinî kurumlarda çalışan zimmîlere, kon solos veya sefirlerin alışve riş ettikleri esnafa ve Avrupa ile ticaret yapan zimmî tüccara da satılmaya baş landı80.
Beratlarla tanınan muafiyetleri içeren ve patent adı verilen himaye kâğıdını yabancı devlet büyükelçilerinin diledikleri kadar dağıtmaları, devletin himayelilerin sayısını sınırlandırma şansını yok etti. Zamanla bu hakların mi rasla intikali, Osmanlı Devleti’nde bir beratlı sınıfının doğmasına sebep oldu. Da ha XVIII. yüzyılda imparatorluğun sonradan kaybedeceği topraklarda Avus turya’nın yaklaşık 250 bin kişiye imtiyaz belgeleri dağıttığı tahmin edil mekte dir81. Böylelikle Osmanlı dış ticareti çoğunlukla Yahudi ve Rum unsurun eline geçti. 1793’te Halep valisi, Babıâli’ye yazdığı bir raporda şehirde 1.500 kadar konsolos tercümanı bulunduğunu, hepsinin ticaretle meşgul olmasına rağmen vergiden muaf olduklarını yazmaktaydı82. XIX. yüzyıl ortalarında İngiltere’nin koruması altında olan insan sayısı bir milyona yakındı. Sadece 1851 yılında 3.965 kişi İngiliz himayesine girmişti83. 1860’ta İstanbul’daki Amerikan temsilciliği, başkentte yabancı statüsünde olan Osmanlı vatandaşının sayısını 50.000 olarak vermektedir84. Devletin önleyici çalışmaları ise sonuç vermemekteydi85.
80 Gittikçe himaye sisteminden yararlanmanın bedeli artmış ve 1785’te yirmi yıl önceye nazaran 5 livreden 6.000 livreye çıkmıştır. Sonyel, “The Protégé System...”, s.676.
81 Çağlar Keyder, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İstanbul 1993, s.35.
82 Sonyel, “The Protégé System...”, s.676.
83 Bozkurt, Gayrimüslim..., s.140-141.
84 Sonyel, “The Protégé System...”, s.683. Yer yer sahte beratlarla yabancı himayesine sahip olduklarını iddia edenlere de rastlanmaktaydı. BOA, Babıâli Evrak Odası, Mektubî Kalemi, Belge No:195/5.
85 Meselâ Ermenilerin İran himayesine meyletmelerinin önlenmesine dair bkz.
BOA, İrade-Hariciye, Belge No:6207 (17 Muharrem 1272). İzmit’te Ermenilerden bazılarının İngiltere, İran ve Avusturya himayesine geçtikleri bunun önünün
Berat alan bir kişi, ticarî ve malî imtiyazlar elde ediyordu. Artık Os manlı kanunlarına tâbi olmuyor, bazı vergileri ödemiyordu. İthalat ve ihra catta gümrük vergilerini diğer Osmanlı vatandaşlarından daha az veriyordu86. As kerlik mükellefiyetleri de ortadan kalkıyordu, böylece cizye (veya bedel-i askeriye) vermi yor lardı. Adî ya da siyasî suçlardan ötürü sorumlu tutulamıyorlardı. 1852’de İngil tere’nin Midilli konsolosu olan Newton; Mahkemelerde İngiliz koru masının avantajları çoktu. İngiliz koruması altında olmak isteyen o kadar fazlaydı ki, elde etmek için her yol deneniyordu diye yazmaktaydı87.
Himaye sisteminden yararlanan tüccarlara verilen imtiyazlar zamanla Müslümanlar aleyhine gelişme gösterdi ve Avrupa himayesindeki tüccar çok sayıda muafiyetle haksız bir reka bet sayesinde yerli tüccara nazaran hızla güç lendi. Buna karşılık Müslüman esnaf pek çok yükümlülük altında onlarla reka bet edememeye başladı. Kapitülasyonlardan faydalanan yabancıların Osmanlı vergi sistemin den muaf olmaları dolayısıyla gayrimüslimler için himaye sistemi vergi kaçakçılığı için en kolay yol olmaktaydı. Sadece vergi kaçakçılığı yapılmı yor, tefecilik yoluyla Müslü man halk acımasızca sömürülüyordu. Buna yer yer bizzat yabancı diplomat ve görevliler de katılarak halk üzerinde zulüm ve baskı uyguluyorlardı88.
Gayrimüslimlerin himaye sistemini benimsemelerinin en önemli hedefl erinden biri de siyasî idi. Avrupalı devletler, kendi korudukları zimmî gruba bu beratları satarak, onlar üzerindeki himaye politikalarını kolaylaştırıyorlardı. Avrupa’daki milliyetçilik akımları Balkanlarda bağımsızlık hareketlerini körük lemişti. Uygulanan millet sistemi sayesinde, kalabalık Müslüman topluluklar arasında rahatça varlıklarını sürdüren bu cemaatler asimile olmayarak zamanla siyasî oluşumların temellerini kolaylıkla atmaya fırsat bulmuşlardır. Bu itibarla onlar için
alınması ve vaziyetin tahkik edilerek bu şahısların isimlerini havi defterin gönderilmesi mahallî yöneticilerden istenmesi, BOA, HR.MKT., Belge No:100/37 (8 Cemaziyülevvel 1271).
86 Rum tüccarlar ile Ermeni bankerlerin çoğu bu statüyü elde etmiş, bu halleriyle
yabancılardan da daha fazla imkânlara kavuşmuşlardı. Erik Jan Zürcher, Modernleşen
Türkiye’nin Tarihi, İstanbul 1993, s.76.
87 Bozkurt, Gayrimüslim..., s.140.
88 Meselâ İngiliz albayı Churcill’in Şam’daki hareketleri Babıâli’yi oldukça rahatsız etmişti. BOA, İrade-Hariciye, Belge No:8728. Ayrıca bkz. Ali İhsan Bağış, Osmanlı Ticaretinde Gayrimüslimler, Ankara 1983, s.87 vd.
yabancı devletin himayesine girmek, kendi çıkarlarına yaradığı kadar, bağımsızlık yolunda atılmış bir adımdı. Yunan isyanında olduğu gibi, güçlü hamilerine baskı yapabilirler ve o milletin bağımsızlığını sağlayabilirlerdi. Bu duygu ve düşüncelerle her bir azınlık grubunun bir büyük ülkeye yanaştığı görülmektedir. Rumları ve Ermenileri Rusya, Katolikleri, Marunîleri, Protestanları ve Yahudileri İngiltere ile Almanya, Eflâk-Boğdan’ı Avusturya-Macaristan, Dürzîleri de yine İngiltere hi maye altına almıştı89.
Batılı devletlerin himayesine giren Osmanlı vatandaşlarının sayıları arttıkça, o devletlerin ülkedeki nüfuzu da artmakta, güya artık kendi vatandaş ları sayılan bu grupların hak ve menfaatlerini korumak için müdahalelerde bu lunmaktaydılar. Bu müdahaleler gerek devlet adamlarını gerekse halkı derinden yaralayacak derecelere varmakta, konsolosluk tercümanları ise işi tamamen küstahlık düzeyine getirmekteydiler. Meselâ Tanzimat yıllarında Kayseri’de bulunan bazı konsoloslar bölgedeki Ermenileri kışkırtarak devletle karşı karşıya gelmelerinde rol oynamışlardı90.
Onlar tefecilik yapmakta, alım satım işle rine karışmakta, mahkemelerin kararlarına müdahale etmekteydiler91. Ecnebiye ya da o statüde olan birine ev ya da iş yeri kiralayan bir kimse, kiralayan şahıs gidip aylarca gelmese veya kira ödemese bile orayı boşalttıramıyordu92. Bilhassa devlet merkezine uzak olan yerlerdeki ayanlar ve kabile şeyhleri de konsolosları, bazı işlerinin halli için aracı olarak kullanmayı tercih ettiler. Nite kim 1830’da Mevali ve Aneze aşiretlerinin şeyhleri, Halep
89 Sonyel, “The Protégé System...”, s.677; Mim Kemal Öke, “Son Dönem Osmanlı
İmparatorluğu”, Büyük İslâm Tarihi, XII, İstanbul 1989, s.205.
90 BOA, Hatt-ı Hümayun, Belge No:52880-G, J.
91 Ali Fuad Türkgeldi, Mesâil-i Mühimme-i Siyasiyye, Yay. B. S. Baykal, Ankara 1960,
s.115, 383. Âli Paşa, kongrede büyükelçilik tercümanlarının mahkemelere olan
müdahalelerinden şikâyetçi olduğunda, Avrupalı murahhaslar, Osmanlı mahkemelerinin
ıslah edilmesi halinde kendilerinin de müdahaleden el çekeceklerini
ileri sürmek teydiler. Ahmet Cevdet Paşa, Ma’rûzât, Haz. Yusuf Halaçoğlu, İstanbul
1980, s.195. Konsolosluk tercümanlarının konumu, statüleri ve faaliyetleri hakkında
bkz. Kemal Çiçek, “Osmanlı Devleti’nde Yabancı Konsolosluk Tercümanları”,
Tarih ve Toplum, 146 (Şubat 1996), s.17-23.
92 Ahmet Cevdet Paşa, Ma’rûzât, s.196’da ecnebiye kiraya verilen bir dükkânın imtiyazlar yüzünden boşaltılamadı ğını, sadece birkaç kırık dökük sandalyesi olsa dahi bunun yapılamadığını belirterek imtiyazların tahammül edilmez bir hal aldığını
söylemektedir.
valisi ile aralarındaki kırgınlığı düzeltmesi için Fransız konsolosuna başvurmaktaydı. 1850’de aske re alınmaya karşı Dürzîlerin başlattıkları isyan İngiliz ve Fransız konsolosları aracılığıyla sona erdirilebilmişti. Aynı şekilde 1882’de Halep’te büyük bir dep rem olunca, şehir ileri gelenleri kendilerinin beş yıl vergiden muaf tutulmaları için Fransız konsolosundan yardım istemekteydiler93. Böylelikle konsoloslarla gayrimüslim eşraf arasında ilişkiler artmış, bazı ekonomik faaliyetlere ortaklaşa teşebbüs etmişlerdi. Onlar faizle kredi vermeye ve böylece bazı toprak sahip lerinin haklarını elde etmeye çalışırlarken, köylülere karşı desteklenmelerini konsoloslardan talep etmekteydiler ki, 1860’ların başlarında Şam vilâyetinde köylülere verilen borçların büyük kısmı İngiliz konsolosunun himayesindeki Yahudilere ait idi94.
Başka bir devletin tabiiyetine geçme arzusu, kilise vergisinden kurtulmak, yabancı bir devletin mensuplarına sağlanan imkânlardan yararlanmak gibi sebeplere dayanmaktaydı. Söz gelimi, halkı sömürdüğü açık olan dört Gregoryen Ermeni çorbacı, reform eğilimli bir piskoposa rastladıklarında Protestan olduklarını iddia etmişlerdi. Üstü tarafından cezalandırılma veya harcanma tehlikesi yaşayan bir Gregoryen Ermeni piskopos ise Katolikliğe geçmiş ve tehlike geçene kadar Fransız konsolosunun korumasında kalmıştı95.
Ermeni ayrılıkçı hareketlerini oluşturan öncü kadro, ailelerinin yabancı şirketlerle işbirliğinden dolayı hem maddî bakımdan refaha erişmiş hem de batılı fikirlere aşina ailelerin Batı Avrupa ülkelerinde eğitim görmüş çocuklarından oluşmaktaydı. İngiliz ve Fransız Mason localarının da bu konudaki desteği dikkate alınmalıdır. Mesela Ser (Sevgi) locası (1866-1894) İstanbul’da Fransız himayesi altındaki birçok locadan biriydi. Loca sadece Ermenilere özgü idi ve ritüelleri de Ermenice’ye çevrilmişti. Locanın üyeleri önceleri İstanbul’daki ileri gelen Ermeniler iken zamanla orta sınıftan insanlar da buraya mensup olmaya başladılar96. 93 Hourani, Albert, “Ottoman Reform and the Politics of Notables”, Beginnings of Mo dernization in the Middle East, The Nineteenth Century, Ed. William R. Polk and Richard L. Chambers, Chicago and London 1968.
94 Hourani, “Politics of Notables...”, s.68.
95 Davison, Reform..., C.I, s.141.
96 Anahide Ter Minassian, “1876-1923 Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğunun Rolü”, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçik, Derleyen: Mete Tunçay, Erik Jan Zürcher, İstanbul 1995, s.171-172.
1860’ta yazılan ve 1863’te Osmanlı hükümetince bazı değişiklikler yapılarak kabul edilen Ermeni Milleti Nizamnamesi, Fransız Anayasası’na dayanmakta olup Paris’te okumuş, 1848 ihtilâllerine katılmış liberal Ermeni aydınlarının eseriydi ve aralarında Kirkor Oydan, Garabed Ütüciyan, Nahabed, Russinyan, Serviçen, Nikoghos Balyan gibi masonlar da vardı97.
Bu nizamname Ermeni milletinin idaresinde adeta kuvvetler ayrılığı getiriyor, yürütme organı oluşturuyor, dinî, sivil, eğitim, ekonomi ve yargı alanlarında özel kurullar oluşturuyor ve Ermenilere gerçek bir kültürel ve dinî özerklik güvencesi veriyordu. Nizamnamenin bilhassa sivil karakterinin baskın oluşu, ruhbanların rollerinin sınırlandırılması, Fransız tipi laikliğin, Avrupa’da moda haline gelmeye başlayan sosyalistliberalist görüşlerin bir yansıması idi. Nitekim bir süre sonra kurulan Ermeni örgütlerinin Nasyonal-Sosyalist ve Marksist karaktere sahip olması bir tesadüf değildi.
Tanzimat yıllarından itibaren Müslüman aydınların ayrılıkçı hareketlere bulduğu çözüm din esaslı millet sistemi yerine Osmanlılık fikrini kuvvetlendirmekti. Böylece geleneksel anlayış ve düşüncelerde değişim başladı. O zamana kadar Müslü manların hâkim millet olduğunu benimseyen ve idarede, askeriyede ve ilmiye de Türk nüfusun etkinliğine dayanan sistemin yerine, Türk unsurun dikkate alınmadığı Müslüman unsurun üstünlüğünün de yok edilerek bir bakıma Osmanlı milleti diyebileceğimiz bir düzen kurulmaya çalışıldı98. Fakat yapay yollarla bir millet oluşturma fikri sosyolojik olarak söz konusu edilemezdi. Buna rağmen yöneticilere bu fikrin makul geldiği muhakkaktır. Nitekim müteakip yıllarda yapılan teşebbüsler böyle bir amacı gerçekleştirmeye matuf oldu. Jön Türklerin ve ilk başlarda İttihatçıların İttihad-ı Anasır ülküsüne sahip olması bunu göstermektedir. Ancak bu fikrin tutabilmesi için devletin cazibe merkezi olması gerekmekteydi. Hâlbuki XIX. yüzyılda Osmanlı artık bir cazibe merkezi olmaktan çıkmıştı. Hatta Osmanlı vatandaşı olmamanın daha fazla çıkar sağladığı yıllardı, bu yıllar.
Osmanlının ayrılıkları önlemek maksadıyla çözümler aramaya çalıştığı yıllarda artık iş işten geçmiş, devletin ayrılıkları önlemeye idarî ve askerî gücü, fikrî potansiyeli, hukukî altyapısı, ekonomik cazibesi ve
97 Ter Minassian, “1876-1923 Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda...”, s.173.
98 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul 1978, s.143 vd.
nihayet değer yargıları yetmemekteydi. XVI. yüzyılda yaşayan bir Ermeni gencin hayali dünyanın en güçlü devletinin vatandaşı olarak yaşarken kendi cemaati içerisinde ilerlemek, mesleğinde kendisini göstererek sultana, ailesine veya diğer yöneticilere yakın olmaktır. Bu ona yetiyordu.
Müslümanların üstünlüğü umurunda değildi, üstelik minnet hissi duymaktaydı. Ama aynı tavrı Osmanlı Devleti’nin lime lime döküldüğü, ordunun her savaşta perişan olduğu, nüfusun % 90’ının cahil olduğu, coğrafî büyüklüğüne mukabil kuvvet bakımından çok gerilerde kalan, yabancı ülke büyükelçilerinin bakanları, sadrazamları, hatta padişahları tehdit ettiği, akıl verdiği, söz dinlettiği devirde yaşayan Ermeni’den beklemek hiç de gerçekçi olmazdı.
XV. yüzyıldaki Ermeni başka devletlerdeki benzerlerinden çok daha ileri hayat tarzı sunan Osmanlı’dan memnundu. XIX. yüzyıldaki Ermeni genci, ecnebi şirketlerinin temsilciliğini yaparak daha da zenginleşen babasının parasıyla gidip Paris’te, Londra’da, Viyana’da eğitim görüyor, böylelikle dünyaya bakışı, felsefesi, idealleri, hatta inancı değişiyordu. O artık kiliseye devam etmesine müsaade edildiği için mutlu olan Ermeni köylüsü değildi. 1848 Manifestosu yayınlanırken, Batı Avrupa’nın başkentlerinde öğrenci olayları olurken, sosyalist sloganlar atılırken kitlelerin arasında Ermeni gençler de vardı. Bu yüzden müteakip yıllarda Ermeni tedhiş teşkilâtlarını kuranlar din adamları değil, sosyalist, nasyonal sosyalist ve mason Ermenilerdi. Dolayısıyla dini umursamayanların, dine dayalı millet sisteminden büyük haz duyacakları artık beklenemezdi. Üstelik yeni nesiller tabii hukuk yetmez, pozitif hukuk gerekli diyerek parlamentarizmden yana tavır alıyorlardı.
Batı dünyasını kökten etkileyen yeni düzen arayışlarının boyutlarını ve derinliğini, Osmanlı başlangıçta algılayamadı, bu yüzden çözümleri önceden üretilemedi. Problemlerin arkasından yetişilmeye teşebbüs edildiğinde de genellikle günü kurtarmaya yönelik gayretler yetersiz kaldı. Anahtar cümle; Osmanlının cazibe alanı olmaktan çıkmış olmasıydı. Her şeye rağmen Osmanlı düzeninin bozulmasından yaklaşık iki asır sonra dağılışın söz konusu olması bile sistemin temellerinin sağlam olduğunu gösterir. Hâlbuki Avusturya, Rusya İmparatorlukları en güçlü oldukları dönemlerde yıkılmıştı. Onca tahrike, teşvike, baskıya ve yönlendirmeye rağmen Ermenilerin, XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlının yanında olması bunu göstermektedir de denebilir. Üstelik bu tarihlerde bile Ermeni isyanlarına katılanlar azgın azınlık olup makul çoğunluk ise sessiz kalmak mecburiyetiyle olayların gelişimine seyirci kalmış, devletin zamanında ve isabetli icraatlarının ortaya çıkamayışı yüzünden zamanla azgın azınlığa katılanların sayısı artmıştır. Şunu hatırlamak gerekir ki yabancı basının yalan haberlerine, iftiralarına, abartmalarına cevap veremeyen, Müslüman askeri kıyafeti giyerek Ermenilere saldıran Hınçak veya Taşnak militanının gerçek yüzünü, sadakati tercih eden Ermenilere gösteremeyen Osmanlının gelişmeleri engellemesi mümkün değildi.
Osmanlı Devleti kendisinden yardım isteyenlerin yardımına koşamıyor, samimi Hıristiyanlar devlet ile komitacılar arasında kalıyordu.
Sonuç olarak çağ değişiyordu; değişmeyen, değişime direnen Osmanlı düzeni idi. Yeni problemlere yeni çözümler sunmayan / sunamayan Osmanlılardı. Bu yüzden paşa çocukları, dadılar elinde büyüyen torunlar, hatta prensler dahi ülkeden kaçıyorlardı. Osmanlı düzeninin bozulması ve kendini yenilememesi yüzünden Müslüman / Türk aydınları arayış içerisinde idi. Gayrimüslim aydınların da arayış içerisinde olması şaşırtıcı gelmemelidir. Osmanlıların, gayrimüslimleri asırlarca devrinin standartlarına göre en iyi şekilde idare ettiler, din ve vicdan hürriyeti verdiler diye onlardan ilelebet bir vefa duygusu beklemesi zaten gerçekçi olamazdı. Görünen odur ki, Osmanlı Devleti artık ömrünü tamamlamıştı; yaşananlar ise yeni devletlerin ve düzenlerin bir nevi doğum sancıları idi.
KAYNAKÇA
BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİvİ (BOA)
A.AMD. :44/39.
A.DVN. :105/13, 114/13.
A.DVN.MHM. : 4-A/56, 7-A/94, 8/49, 12-A/72.
A.MKT. : 8/18, 21/78, 24/42, 27/9, 29/96,
132/61, 135/17, 138/86.
A.MKT.MHM. :1/14, 55/92.
A.MKT.MVL. :35/12, 59/86.
A.MKT.NZD. :84/117, 109/56, 150/40.
A.MKT.UM. :121/32, 264/27, 413/6, 574/40.
Babıâli Evrak Odası, Mektubî Kalemi :195/5.
Cevdet-Adliye :844, 1939, 3181, 4248, 4708,
4900, 5393, 5571, 5906.
Cevdet-Bahriye :4728.
Cevdet-Dâhiliye :1485, 3278.
Cevdet-Hariciye : 581, 4111.
Cevdet-Maliye :125/5506, 1309, 1344, 4426, 5521,
6303, 10915, 15567, 15985.
D.DVN.KLS. :25.
Hatt-ı Hümayun :4987, 26096-A, 36196, 36197,
36200-A, 36201, 36201-A, 36201-D,
36203, 36206, 36331, 36517, 42739-F,
42745, 48042, 48043, 49129, 49332,
51994, 52880-G, 52880-J.
HR.MKT. :4/18, 32/73, 33/6, 40/38, 41/39,
41/40, 42/74, 43/11, 55/50, 74/96,
77/51, 89/59, 94/48, 95/24, 95/47,
98/65, 100/37.
İrade-Hariciye : 4133, 6207, 6857, 8728, 21403.
Kepeci Tasnifi, Amedî Defterleri Kalemi : 9/58.
TETKİK ESERLER
3 NUMARALI MÜHİMME DEFTERİ, Haz. N. Aykut vd., Ankara 1993.
5 NUMARALI MÜHİMME DEFTERİ (ÖZET VE TIPKIBASIM), Haz. Hacı Osman
Yıldırım, Ankara 1994.
ABDURRAHMAN VEFİK, Tekâlif Kavaidi, İstanbul 1338.
ABDÜLAZİZ BEY, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri - Toplum Hayatı, Haz. K. Arısan,
D. Arısan Günay, İstanbul 1995.
AHMET CEVDET PAŞA, Ma’rûzât, Haz. Yusuf Halaçoğlu, İstanbul 1980.
__________, Tezâkir, C.I, Yayınlayan Cavid Baysun, Ankara 1986.
AHMET REFİK, Onuncu Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı, Haz. A. Uysal, Ankara 1987.
__________, Onüçüncü Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı (1786-1882), İstanbul 1988.
AKDAğ, Mustafa, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası - Celalî İsyanları, İstanbul
1975.
Ansiklopedik İslâm Fıkhı – Fetavay-ı Hindiye, Ter. Mustafa Efe, C.IV, Ankara
(tarihsiz).
BAğIŞ, Ali İhsan, Osmanlı Ticaretinde Gayrimüslimler, Ankara 1983.
BERKES, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul 1978.
BOSTAN, Hanefi, “XV. ve XVI. Yüzyıllarda Trabzon Şehrinde Nüfus ve İskân Hare ketleri”,
Trabzon Tarihi Sempozyumu (6-8 Kasım 1998), Trabzon 1999.
BOZKURT, Gülnihal, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu, Ankara
1989.
ÇETİN, Osman, Sicillere Göre Bursa’da İhtida Hareketleri ve Sosyal Sonuç ları (1472-
1909), Ankara 1994.
ÇİÇEK, Kemal, “Osmanlı Devleti’nde Yabancı Konsolosluk Tercümanları”, Tarih ve
Toplum, 146 (Şubat 1996).
DáVID, Géza, “Administration in Ottoman Europe”, Süleyman the Magnificient and
His Age, Edit. M. Kunt-C. Woodhead, London 1995.
DAVİSON H., Roderic, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, Çev.: Osman Akınhay, C.I,
Ankara 1997.
ERCAN, Yavuz, “Osmanlı Devleti’nde Müslüman Olmayan Topluluklar (Millet Sistemi)”,
Osmanlı, C.IV, Ankara 1999.
ERYILMAZ, Bilal, Osmanlı Devletinde Millet Sistemi, İstanbul 1992.
FAROQHİ, Suraiya, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam-Ortaçağdan Yirminci Yüz yıla,
Çev. Elif Kılıç, İstanbul 1997.
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER, 4 Cilt, Haz. Metin Hülagü, Gülbadi Alan,
Şakir Batmaz, Süleyman Demirci, Kayseri 2007.
HOURANİ, Albert, “Ottoman Reform and the Politics of Notables”, Beginnings of
Mo dernization in the Middle East, The Nineteenth Century, Ed. William R. Polk and
Richard L. Chambers, Chicago and London 1968.
İNALCIK, Halil, “The Ottoman State: Economy and Society, 1300-1600”, Economic
and Social History of the Ottoman Empire, editör Halil İnalcık-D. Quataert, Cambridge
1994.
İNAN, Kenan, “Trabzon’da İhtida Hareketleri (1640-1660)”, Trabzon Tarihi Sempozyumu
(6-8 Kasım 1998), Trabzon 1999.
İPEK, Nedim, “Churchill Vak’ası (1836)”, Ondokuzmayıs Üniversitesi Eğitim Fakül tesi
Dergisi, 8 (1993).
KARAMURSAL, Ziya, Osmanlı Malî Tarihi Hakkında Tetkikler, Ankara 1989.
KEYDER, Çağlar, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İstanbul 1993.
KÜÇÜK, Cevdet, “Osmanlı İmparatorluğu’nda ‘Millet Sistemi’ ve Tanzimat”, Mustafa
Reşid Paşa ve Dönemi Semineri -Bildiriler-, Ankara 1994.
LEWIS, Bernard, Ortadoğu, Çev. M. Harman, İstanbul 1996.
MUSTAFA NURİ PAŞA, Netayic ül-Vukuat, C.III-IV, Sad. Neşet Çağatay, Ankara
1992.
ÖKE, Mim Kemal, “Son Dönem Osmanlı İmparatorluğu”, Büyük İslâm Tarihi, C.XII,
İstanbul 1989.
PAKALIN, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C.III, İstanbul
1983.
QUATAERT, Donald, Osmanlı İmparatorluğu (1700-1922),Çev.: Ayşe Berktay, İstanbul
2002.
SAYDAM, Abdullah, “Trabzon Sancağının Tekalif-i Örfiye Yükümlülüğü (1830-1840)”,
Türk Dünyası Araştırmaları, 127 (Ağustos 2000).
__________, “Trabzon Şer’iye Sicillerindeki Fermanlara Göre Katolik Ermeniler ve
Mezhep Değiştirme Yasağı”, Tarih ve Toplum, 202 (Ekim 2000).
__________, “Trabzon’da Cemaatlerarası İlişkiler ve Din Değiştirme Olayları (1894-
1850)”, Türk Dünyası Araştırmaları, 154 (Ocak-Şubat 2005).
SONYEL, Salahi R., “The Protégé System in the Ottoman Empire and Its Abuses”,
Bel leten, 214 (1991).
ŞAKİROğLU, Mahmut H., “Fatih Sultan Mehmet’in Galatalılara Verdiği Fermanın
Türkçe Metinleri”, Tarih Araştırmaları Dergisi, S.25, Ankara Üniversitesi DTCF Yayınları,
Ankara 1982.
TER MİNASSİAN, Anahide, “1876-1923 Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda
Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğunun Rolü”, Osmanlı
İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçik, Derleyen: Mete Tunçay, Erik Jan Zürcher,
İstanbul 1995.
TRABZON ŞER’İYE SİCİLLERİ (TŞS), 1947, 1951, 1957, 1960, 1961, 1962, 1963,
1964, 1965, 1966, 1968, 1970, 1972.
TÜRKGELDİ, Ali Fuad , Mesâil-i Mühimme-i Siyasiyye, Yayınlayan B. S. Baykal, Ankara 1960.
URSİNUS, Michael, Regionale Reformen im Osmanischen Reich am Vorabend der Tanzimat,
Berlin 1982.
YENİÇERİ, Celal, İslâm İktisadının Esasları, İstanbul 1980.
ZÜRCHER, Erik Jan, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul 1993.
(C) Erciyes Üniversitesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder