Gittim... Öncelikle yazıya A. Einstein'ın iki sözünden alıntı yaparak başlamak istiyorum: "Milliyetçilik insanlığın virüsüdür." "Önyargıyı parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur."
Bir insan Ermenistan'a gitmek niçin ister ki? Sanırım bununu cevabı iki tane olmalı: İlki kişi eğer aynı soydan geliyorsa, ikincisi kültürü ve ülkeyi keşfetmek için denebilir. Zira bildiğiniz gibi ülkesinin dışında yaşayan soydaşlarının sayısı, ülkede yaşayanlardan daha fazla. Bunun yanı sıra BM'nin "açık hava müzesi" diye nitelendirdiği ülke, turistlerin gitmek için diğer bir neden oluşturabilir.
Peki benim gibi Ermeni asıllı bir Türk vatandaşı için ne ifade eder Ermenistan?Ermenistan denince kafamda oluşan şey bir boşluk. Çünkü ben Türküm en nihayetinde. Türkiye'de doğmuşum ve yaşıyorum. Bunun doğal bir sonucu olarak da kendimi bir Türk olarak hissediyorum. Ne de olsa benim vatanım burası. Hal böyle olunca Ermenistan sadece soydaşlarımın yaşadığı, benzer dili konuşan bir ülke olmaktan öteye gidemiyor. Zira sokaklarını, caddelerini gezince kültürün bana çok "tanıdık" ama bir o kadar da "yabancı" geldiğini keşfetmem uzun zaman almadı.
Hepimizin bildiği gibi Türkiye-Ermenistan sınır kapısı kapalı olduğundan giriş Gürcistan üzerinden sağlanıyor. Türkiye'nin kuzeyini gezdikten sonra en sonunda Sarp'tan ülkeye giriş yapıyoruz. Gümrükte çıkartılan "sorun", sanki Ermenistan ile Gürcistan arasında bir sorun olduğu izlenimini veriyor. Ancak otobüsteki İtalyan turistler için Kaladze'nin Milan'da oynaması onlar için "sorun"u bir nevi hafifletiyor. Zira bu tip bürokratik sorunları fazla büyütmemek lazım, ne de olsa eski bir Sovyet ülkesi burası.
Otobüste akşamleyin Gürcistan sokaklarında ilerlerken gözüme, bu ülkedeki şehirlerinin çoğunun isminin "i"ile bitiyor olması takılıyor (Tbilisi, Batumi, Sarpi... gibi). Gürcistan'a gelip "khachabuli" yememek olmaz. Gürcülerin milli yiyeceği . olup tadı da gözlemeyi andırıyor sanki. Yolumuzda ilerlerken Tiflis'e ulaşamıyoruz bir türlü. Yollar uzun geliyor. Gürcüler ve ülkesi için öğrendiğim şey ise suyunun tatsız oluşu ve -politik olarak- "güçlü" olanın tarafına kayma meyillerinin yüksek olması oluyor. Gürcistan'da bitiyor sonunda ve Ermenistan ile arada bir nehir ve üzerinde bir köprü var sadece.
Uzaktan "Pari Kalust"(Hoşgeldiniz) yazısı gözüküyor. Ama bu yazı "Pari Yegak" biçiminde olmalıydı oysa. Bu da Ermenice'nin doğu ile batı lehçesi arasındaki farklılığı ortaya koyuyor. Ne de olsa Ermenistan, İran, Suriye, Lübnan ve Rusya Ermenileri "doğu Ermenicesi" lehçesiyle; Türkiye, Avrupa ve Amerika (Kuzey-Güney) ise "batı Ermenicesi" lehçesi ile konuştuğunu biliyoruz. Gramer olarak ufak farklılıklar ve bazı Rusça kelimelerinin varlığı dışında pek bir farkılık yok ama buna alışmak için 5-6 gün gerekiyor.
Unutulmamalı ki burası da eski bir Sovyet ülkesi. Bu yüzden Gürcistan'daki benzer "mantıksız sorun" burda da fazlasıyla kendisini hissettiriyor. Bu "fazla" olan sorunlar (ki aynı zamanda mantıksızcadır da) Koçaryan hakkında olumlu izlenim bırakmıyor bende ve İtalyan turistlerde... Bu "mantıksız aynı zamanda fazla olan sorunları" kafamda Ermenistan'daki demokrasi eksikliğine bağlıyorum. Ne de olsa Ukrayna ve Gürcistan "renkli" devrimlerle minimum zararla Batı'ya yönebilmeyi başardılar. Kuşkusuz gerek bu tip ülkelerde gerekse "renksiz" olan esi Sovyet diğer ülkelerde demokrasi ve insan haklarına kolay ulaşılamıyor, eski "adetler" halen sürüyor. Ne de olsa unutmamak lazım tüm bu eski Sovyet ülkelerinde demokrasi henüz 15 yaşında bir "bebek", zamana ihtiyaç var. Ermenistan için de 10-15 sene tüm bu "mantıksız aynı zamanda fazla olan sorunları", "kötü izlenim veren birer hatıra" olarak kalacağını ummaktan başka çare yok.
Yazım, Kapalı Sınırın Diğer Yanı: Ermenistan - 2 olarak devam edecek..
Gezi - Tatil - 22.07.2006
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=2513
Dünya Şehirleri - 24.07.2006 - 05:07
Gördüm...
Artık Erivan'dayız. Karanlık içinde yolumuza devam ederken bir restoran ve ışıklar içindeki ismi takılıyor gözüme "CCCP". Gürcistan'dan geçerken Sovyetler Birliği'nin ismini hiçbir yerde görememiştim. Oysa bu ülkede Sovyetler Birliği'ni okumak halen mümkün, kah bir restoran isminde kah bir içkinin isminde...
Erivan'da şaşırdığım noktalardan biri de heykellerin ve anıtların bolluğu. Bu görkemli heykeller Ermeni dünyasına mal olmuş kişilere ait ve anıtlar ise Ermeni dünyası için önemli olan unsurları sembolize etmekte. Çoğu Ermeni edebiyatındaki kişilere ait olan bu heykeller arasında "önemli militer kişilerin" heykellerini görmek de mümkün. Ara sokaklarda ise heykellerin boyutu "büstlere" dönüşüyor. Heykellerde ise aslan payının Ermenistan doğumlu şair Hovhannes Tumanyan'a(resimdeki heykeli olan kişi) ait olduğunu belirtmekte fayda var. Bunun nedenin ise, sahip olduğu "tüm Ermenilerin şairi" unvanından dolayı olabileceğini tahmin ediyorum. Şairin doğduğu ev, müze haline getirilmiş. Bunun yanı sıra "Mayr Hayastan" (Ermenistan Ana) heykeli de Erivan'ın hemen hemen heryerinden görülüyor.
Erivan'da görülecek çok yer var. Öncelikle 1915'de hayatını kaybedenler için yapılan anıta giderek başlıyoruz yolculuğumuza. Bir çiçek de koymayı ihmal etmiyoruz "sönmeyen ateş"in çevresine. Burada II. Dünya Savaşı'nda ölen Sovyet ordusundaki Ermeni askerler de unutulmamış, Karabağ Savaşı'nda ölenler de unutulmadığı gibi. Bu anıtın yapıldığı yerden tüm Erivan ayaklarımın altındaymış gibi duruyor. Masis ve Sis Dağları (Ağrı ve küçük Ağrı Dağı) da zirvelerindeki beyaz bulutlarla beraber gözüküyor.
Bir diğer gün yolumuz Garni'ye düşüyor (Kapalı sınırın diğer yanı: Ermenistan - 1 adlı yazımda fotoğrafı bulunan yapı). Buradaki tapınağın önemi yüksek çünkü Ermenilerin Hristiyanlığı kabulunden önceki pagan oldukları zamanından kalan bu yapının tarihi M.Ö. 3. yüzyılla ilişilendiriliyor. Görünüşü ile Parthenon'a benzettiğim yapının diğer önemli bir özelliği de 24 sütünden oluşması ve saat başı her bir sütunun üzerine güneş ışınlarının düşmesi oluyor.
Garni yolunun üzerine UNESCO'nun Dünya Mirası Listesin'de de bulunan Keğart Manastırı var. 13. yüzyılda yapılan bu kompleks yapının özelliği de etrafını saran kayalıkların içine yapılmış olması. Kapıdan girmeden önce, eski bir pagan inanışına göre, tuttuğun dileğinin gerçekleşmesi kayalıklarda bulunan yüksek bir düzlüğe taş atma ritüelini gerekleştiriyoruz, ancak attığımız küçük taşların yüksek düzlüklerde durması, geri gelmemesi gerekiyor.
Erivan'da ve tüm Ermenistan'da birçok irili ufaklı kilise görmek mümkün. Gürcistan'daki kiliselerin mimari tarzının Ermeni kiliselerine benzediğini farkediyorum. Bu kiliselerin tarihleri çok çok eskiye dayansa da yeni kiliselerde yapılmıyor değil. M.S. ilk on yüzyıldaki kiliselerde var, ortaçağdan kalanlar da, birkaç sene önce yapılanı da. 73 yıllık "zorunlu dini kesintiden sonra" şimdi kiliseler ne çok boş, ne de çok dolu. "Hristiyanlığı devlet dini olarak ilk kabul eden devletin kiliseleri"nin (M.S. 301) kiliselerin bu kadar çok fazla olmasını kanıksamıyorum, ama "sivil liderinin" ,"ruhani liderler" kadar çok olmadığını gerçeğini anımsayarak bir iç geçiriyorum.
2001 yılında, yani Hristiyanlığı devlet dini olarak ilk kabulun 1700. yıldönümünde olamasam da ondan 5 yıl sonra Eçmiadzin'deyim. Eçmiadzin Kilise'si için bir tanımlama yapılacak olursa "Vatikan'daki Kilise Katolikler için neyse, Eçmiadzin Kilise'si de Ermeniler" için o demek yanlış olmaz sanırım. Dünyadaki tüm Ermeni kiliselerinin merkezi aynı zamanda.
Erivan'da diğer bir görülmesi gereken yer de Cumhuriyet Meydanı. Öyle ki, bu meydan çok geniş olmakla beraber öğleyin ayrı, akşamleyin ayrı bir görünüşü var. Güneş ışınları ile "aynı rengin farklı tonlarındaki taşlar ile " oluşan binaları görmek ayrı bir zevk veriyor insana, akşamleyin ise bu devasa binaların ışıklandırılması sonucu oluşan bir renk cümbüşü heyecanlandırıyor insanı (akşamki görünüşünü daha çok itiraf etmeliyim). Kabul etmek gerekir ki "Nişantaşı" gibi bir semt yok Erivan'da, ancak Erivan'daki gibi bir meydan da yok İstanbul'da. Fena mı olurdu sanki klasik müzik eşliğinde fıskiyelerin altında oturabileceğimiz geniş ve alımlı bir meydanımız olsa?
Biraz da "Sosyo-Ermenistan"dan bahsedilmeli. Örneğin erkekler muhakak siyah(veya koyu renk) giyiniyor. Siyah renk genelde pantolonda oluyor. Siyah pantolon olunca gömlek açık renk (genellikle beyaz) oluyor. Siyah rengi pantolonda görmezseniz şaşırmayın, çünkü o zamanda gömlekte oluyor bu kez açık renk bir pantalonla. Kadınlar ise erkeklere göre "daha çok giyinmesini biliyor".
Yolları ise genelde üç şeritli. Bazı yerlerde iki şeritli olmakla beraber ancak ara sokaklarda tek şeride düşüyor. Yollarda başta Lada olmak üzere Rus yapımı otomobiller görmenin yanı sıra çokca son model BMW ve Mercedes görmek de mümkün. Trafik kurallarının uygulanmadığı sokaklarda sürücüler, ehliyetlerini, lunaparktaki çarpışan arabalar kısmından almış sanki. Hal böyle olunca yayalar için de karşıdan karşıya geçmek sorun olabiliyor. Ancak bu kadar trafik kuralı ihlaline rağmen otomobil içindeki Ermenileri iki şey kurtarıyor sanırım: İlki kaza yapmamadaki yetenek, ikincisi de doğru zamanda doğru yerde basılan frenler.
69,000 lik Hrazdan Stadyum'u hiç dolmuyor; çünkü Ermenistan futbolda çok zayıf. 1973'de Sovyet Ligi'nde şampiyon olan FC Ararat Yerevan dışında önemli bir başarı yok. Dinamo Kiev'in 13, Spartak Moskova'nın 12 ve Dinamo Moskova takımlarının 11 kez şampiyon oduğu bu ligde iki kez de finalde yenilmiş FC Ararat Yerevan. Kollektif sporlardan ziyade bireysel sporlarda (boks, tenis, halter vb.) daha başarılı Ermenistan. Andre Agassi, David Nalbandian gibi dünyaca ünlü tenisçiler kazandıran Diaspora Ermenilerinden sonra, Ermenistan Ermenisi olursa bu üçüncü kişi şaşırmamak gerekir.
Ermenistan'da müziğin apayrı bir yeri var. Ermeni müziğinde, Yunan buzikindeki gibi eğlenceli nağmeler pek duyamazsınız. Duyduğunuz kayısı ağacından yapılmış duduğun sesine benzer hüzünlü nağmelerdir. Müzik dükkanlarında Charles Aznavour ve Lara Fabian'ın müzikal eserlerin fazla oluşu dikkatimi çekiyor. Benim seçimim ise Enstrümantal Ermeni Halk Ezgileri oluyor, Ermeni Halk Ezgileri'ni Ermenilere kazandıran Gomidas'ı anarak.
Ermenistan nüfusu giderek azalıyor. Bunun sebebi de Avrupa'daki nüfus azalması ile aynı değil. Yanlış politikalar sonucu ekonominin zayıflığı. Öyle ki Ermenistan parası Ruble'ye karşı güçlü, ama Euro'ya karşı zayıf. Medikal hizmetlerin iyi olduğu ülkede ekonominin kötü olması "mesleğinde iyi ama olanaksız doktorları da" kötü etkiliyor. Bu da işsizliği körüklüyor. 5 yıllık "elektriksiz ve yakıtsız dönemden" sonra şu anki durum daha iyi olsa da yeterince iyi değil. Ayrıca bu durumun böyle olmasındaki sebepler, diğer eski Sovyet ülkelerdeki mevcut durumun sebepleriyle paralellik göstermesi, benim için hiç de şaşırtıcı değil.
Kuşkusuz çok yeri var buranın gezilecek, ama biz son olarak Sevan Gölü'ne gidiyoruz. Sovyet döneminde, -yeni tarım arazileri açmak için- indirilen gölün seviyesinin doğal bir sonucu olarak, varolan eşsiz kuşların mikroiklimi bozulyor. Ermenistan Ermenileri için denizi andıran bu gölden su da içilebiliyor, yüzülebiliyor da. Bir zamanlar ada olan tarihi Sevan Manastırı'nın bulunduğu tepeyi da ziyaret ediyoruz. Bulunduğu yer çok yüksekte olduğundan haliyle eşsiz bir göl manzarasına da sahip.
Eğer Sovyetlerde yaşıyorsanız "basit gibi görünen hiçbirşey" basit değil aslında. Bu durum eski Sovyet ülkesi vatandaşları için de halen geçerli. Örneğin Ermenistan Havayolları'na ait bir uçağın Soçi yakınlarında Karadeniz'e çakılması için size, "içinde önemli kişileri varlığından dolayı bilerek" suya çakıldığı yorumunu gelirse şaşırmayın. Ya da 1988'deki 7.2 büyüklüğündeki 25000 kişinin yaşamına mal olan Gümrü depreminin aslında, Rusların o bölgede denedikleri gizli bir silahın neticesinde olduğunu duyarsanız da şaşırmayın...
Burada, bazı kesimlerce varolan Türk düşmanlığını anlamakta zorlanıyorum. Yapılan istatistikler sonucunda, tüm dünya ülkelerinde en çok tanınan Türk "Atatürk" iken, burada bu kişinin "Talat Paşa" olması bir tesadüf değil elbette. Ancak onların düşüncesine göre, bugün yaşayan bir Yahudi, bugünkü Almanya'daki bir Alman'a karşı bir düşmanlık mı beslemeli yani? Bu şekilde düşünmeyi bir türlü "mantık çerçevesine" oturtmayı başaramıyorum, sanırım başaramıyacağım da. Belki de sorun, gerek Türkün gerekse Ermenin Doğulu olmasındadır. Yani bir Batılı "realist" iken biz "duygusal"ızdır. Belki bundan dolayı Batılı da, tarihinde pek çok savaşmış bununla yetinmeyip Dünya Savaşı çıkarıp aralarında birbirlerinde milyonlarca kişinin ölümüne sebebiyet vermiş, ancak bugün Avrupa Birliği şemsiyesi altında toparlanmayı başarmışlardır. Biz ise bu tür "realizm" den ne yazık ki çok uzağız...
Belki de "bu kadar duygusal olmayı" bir noktada avantaja çevirerek, şairlerimize bakmalıyız. Mesela Nazım Hikmet'e. Bence "onlar", "doğru cevabı" biliyorlar...
Yaşamak
Bir ağaç gibi tek ve hür
Bir orman gibi kardeşcesine...
-SON-
Yendim...
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=2811
http://blog.milliyet.com.tr/arekia
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder