Hrant'ın "aklı" Mahçupyan, kaybettiği "yüreğin" arzu ettiği gibi, Ermeni cemaatinin birinci önceliğinin demokratlaşma, dolayısıyla şeffaflaşma olduğunu söylediğinde gözümün önüne cam ile ateşin dansı geldi. Biliyorsunuz, camı yanardağlar püskürtür. Soğuyup katılaşan hammaddenin eriyip şeffaflaşması ve bir şekle girmesi yine ateşin işidir. Cama söz geçirebilmek için ateşi tanımak gerekir. Anlıyorum ki Hrant'ın yoldaşları, akıcı haldeki cama nefeslerini katarak onu şekillendirmeyi tecrübe ediyor.
Hrant'ın ölümünün üzerine yazdığın o yazı hâlâ taze. "Ben onun aklı, o benim yüreğimdi" demiştin. Yüreğini kaybetmek seni nasıl etkiledi?
Hayatımın kuruması gibi bir şey yaşıyorum. Daha sönük, daha renksiz, gelecekle ilgili umut beslemenin zor olmaktan öte anlamlı olmadığı bir hayat. Pratik olarak ise daha fazla iş yaparak, kendimi meşgul ederek götürdüğüm bir sene oldu. Sürekli aklımda olan, ama hiç düşünmediğim bir şey Hrant. Agos'ta olmanın getirdiği bir tür rehabilitasyon bu. Hrant'ın bana devrettiğini düşündüğüm bir işi yapıyorum. Onun uzaktan da olsa bir biçimde burada olan biteni izlediğini varsayıyorum.
Ermeni kültüründe yas nasıl tutulur?
Ben çok içeriden bakan biri değilim. Tipik bir Ermeni kültürünün ne olduğunu bilmiyorum. Anadolu çok melez bir yer. Hangi etnik, dinsel kimlikten gelirseniz gelin çok karmaşık bir kültürel bir arka plana sahip olabiliyorsunuz. Dolayısıyla her ailenin kendine has bir içselleştirme tarzı var. Benim ailem çok konuşmayan, günlük hayatın sıradan olayları içinde sadece sevgi yayarak olayı normalleştirmeye çalışan bir aile. Bu bütün Ermenilerde böyle midir? Sanmıyorum. Çok daha dışa dönük, çok daha cemaatsel olarak bu acıyı yaşayanlar da var. Benim karakter özelliğim daha böyle mesafe almaya müsait.
Yüreğini kaybetmek seni daha mı katı yaptı?
Çevremdeki insanlara karşı daha kırılgan bir yakınlığım var. Ama o çevrenin dışına çıktığımız zaman belki bir tür duyarsızlığım da var artık.
Kendi içinde kaynıyor musun? Yoksa bunu bir şekilde kavgaya döküyor musun?
İşte orada Agos'un varlığı ve yazmaya devam ediyor olmam bir rehabilitasyon oluyor. Bu bir tür boşalma ve rahatlama hissi veriyor tabii. Ama bu ne kadar yeterlidir? Hrant'ı hatırlamak, ister istemez beraber yaptığımız şeyleri düşünmek demek. Şu anda yaptıkların ve düşündüklerin eğer onun bir parçası ise sanki Hrant'la da konuşuyormuşçasına bunları yapabiliyorsun. Sanki kendini küçük bir kandırma sürecinden geçirebiliyorsan, üstelik bunu söylemeyecek kadar iyi kandırabiliyorsan kendini, o zaman burayı böyle sağa sola çarpmadan geçebiliyorsun.
Ölümünden sonra arkadaşın hakkında yeni şeyler öğrendin mi?
Hayır. Çünkü o yakın olduğumuz dönemde, Hrant'ın başkalarına olan tavrını, neyi iyi yapıp neyi yapamadığını, neye sinirlendiğini çok açık gözlemledim. Bunları dalga geçerek konuşmuşluğumuz da oldu. Dolayısıyla Agos'a geldiğimde hiçbir şey şaşırtmadı beni. Hrant bir tarafıyla evrensel bir insandı. Öte tarafıyla da yerlinin yerlisiydi. Paris'te dört beş kişi bir aradaydık. Bir ara dar bir kaldırımdı, Hrant önden yürümeye başladı. Uzun, kocaman bir adam. Kafasında kocaman bir şapka var. Ayakkabılarının üzerine basıyordu. Gecenin 12'sinde Paris'in sokaklarında ayakkabılarının üzerine basarak yürüyen bir Anadolulu, yani bir tarafıyla köylü. Ama ön tarafa geçip bakarsanız Hrant'ın yüzüne, yaptıklarına, düşüncelerine, dünyayı kucaklamasına, o zaman da o içindeki köylünün bütün dünyanın erişemeyeceği bir derinliğe sahip olduğunu da görürsünüz. Hrant canı istediği zaman köylü olurdu. Canı istediği zaman da öbürü olurdu.
Sen ise daha aristokrat, daha mesafelisin. O tam bir sokak çocuğu. Ölümüyle seni elinden tutup sokağa mı çekti?
Bu o kadar net ayrımları olan bir şey değil. Bu gazeteye gelmemi Hrant birkaç yıldır istiyordu. Agos'ta neler yapılabileceğine dair onunla çok konuşmuştuk. Dolayısıyla kafasında nasıl bir yeni Agos vardı biliyorum. Sokak çocukluğuna gelirsek, Hrant gençliğinde gerçekten sokak çocuğu olmaya mahkumdu. Ne zaman sokağa çıkacağı, ne zaman eve döneceği belli olmayan, bazen evi olmayan biriydi. Ben evi belli olan bir başka türlü sokak çocukluğu yaşadım gençliğimde. İstanbul'un daha marjinal kesimlerine girip çıkardım. Ben daha ziyade "serseri" diye tanımlanan ve eve sokulmayan insanlarla oldum. Ama üç aşağı beş yukarı hep aynı saatte eve döndüm. Hrant sokak çocuğundan ziyade sokağın çocuğuydu. Ben daha çok sokak çocukluğu yaptım.
Ama göstermedin bu yönünü. Sen hep yukarıdan ve uzaktan bakan bir adam izlenimi uyandırdın. O ise sadece kollarıyla değil, bütün hücreleriyle kucaklardı insanları.
Ben Hrant'ın sokağın çocuğu olmasına rağmen, iç dünyasında epeyce mesafeli ve aristokrat bir bakışının olduğunu biliyorum. Belki o da bende, benim dışarıya göstermediğim bir şeyleri gördüğü için o kadar yakınlaşabildik. Hrant herkesi kucaklayan, herkesi bağrına basan birisiydi. Ama hemen herkesle kavga da ederdi. Bir sürü insanı da yanından uzaklaştırmıştı. Hepsinin hikâyelerini biliyorum. Hepsinde Hrant haklıydı. Ama tarzı başka türlü olsaydı daha iyi olurdu. Kendi de farkındaydı bunun. Galiba Hrant bana bakarken işin özünde bir yanılgıya uğramayacağına dair bir kanaat edindi ki, bana bu kadar mültefit davrandı. Dediğin çok doğru. Ben gayet mesafeli bir insanım. Hrant'ı ilk tanıdığımda el sıkıştık. Sonra tamam yani benim için el sıkıştığım birinin yanında kalıp, işin cıcığını çıkaracak halim yok. Ama belirli sınırı aştığımız andan itibaren, bu sefer de tam tersi oluyor. Dışarıdan soğuk ve mesafeli gözüken insanlar herkese öyle değiller. Seçtikleri bir grup, kişi var. Oraya dahil olup olmamayla bağlantılı bu. Oraya girmek çok zor olabilir ama tabii Hrant ile bu çok kolaydı.
O cemaatin sivil lideriydi bir bakıma. Sen cemaat dışı bir insansın. Yine de senden Hrant benzeri bir rol beklendi mi?
Yok, sanmıyorum. Kimse Hrant olamaz. Olmaya da çalışmamalıdır. O nedenle zaten biz Agos'ta da bir tanım değişikliği yapmaya çalıştık kendi misyonumuz açısından. Agos daha öncesinde cemaatin sesi gibiydi. Ama şu anda Hrant olmadan cemaatin sesi olamaz. Ve cemaatin sesi olmak da belki iyi gazeteciliği engelleyecek bir şey bu noktadan sonra.
Agos dışa açılıyor öyleyse.
Cemaatin içindeki sesleri öne çıkarmak, onlara kanal açmak açısından bir imkân Agos. Yoksa Agos'un kendisi ya da benim bir cemaatin sözcüsü olma çabamız yok. Ama şu var. Hrant'ın ölümünden sonra gerçekten cemaatin içinden sesini çıkarmak isteyenler çok arttı. Özellikle gençlerde. Hrant'ın vefatından hemen sonra gönüllü muhabirlik olayı başlattık. On beş yirmi genç, deneyimli kişilerden dersler aldılar. Onların beş altısı gerçekten muhabir oldular. Zamanla Agos çevresinde hem gazeteyi besleyecek, hem de kamusal alana çıkacak bir yeni gençlik üretmek mümkün. Çünkü gazetecilik kendiliğinden kamusal olaylar hakkında söz söylemek, dinlemek, fikir sahibi olmak ve bunları paylaşmak demek. Gençlerin gazeteciliğe yönelmesi, azınlık gruplarında önemli bir rehabilitasyon olayı.
Satışlar nasıl?
Beş bin civarındaki satışının yarısını Ermeni cemaatine, yarısını Müslüman Türk cemaatine yapıyor. En sağlam okuyucularımızın bir bölümü başörtülüler. Çünkü kendi mağduriyeti üzerinden bir bilinç geliştirmiş olan herkes, başkalarının mağduriyetinin farkında. Dolayısıyla nasıl Agos başörtülülere sahip çıkıyorsa, başörtülüler de Agos'a sahip çıkıyor. Aynı şekilde Kürt meselesinde demokratik açılımları teşvik eden, şiddet karşıtı olan grupçuklar da Agos okuyucusu. Hrant, solculuğunu son dört beş yıl içinde epeyce törpüledi, daha demokrat bir noktaya gelmişti. Bugün ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi hangi yönden olursa olsun her türlü mağdurun yanında olan, onun problemini taşıyan bir gazete Agos.
Cemaatle ilgili yeni keşifleriniz oluyor mu?
Son beş yıl Hrant ile beraber yaşadığım için Hrant'ın süzgecinden cemaatte ne var, ne yok her şeyi biliyordum. Dolayısıyla beni şaşırtan yeni bir şey olmadı. Ermeni cemaatinin iki tür sorunu var. Bir, dışa dönük sorunları var. Bu vakıfların malları meselesi. El konuyor. Devlet iade etmiyor vs. Bir de içeride, daha ziyade çekişmeler nedeniyle ortaya çıkan, o vakfı kim yönetecek, o adamın yaptığı suiistimal midir, değil midir gibi iç meseleler var. Bunlara vakıf olmak o kadar kolay değil. Onun içine girmeniz veya Hrant gibi bir paratoner olmanız lazım. Şimdi bu paratoner yok artık. Agos'ta cemaate yakın insanlar var. Ama bu çekişmeleri, sosyolojik olarak cemaati anlamak için de çok değerli olan bu malzemeyi gazeteye yazmak eskisi kadar kolay değil. Çünkü insanlar Hrant'a 'yazma' diyemiyorlardı. Ama bizim muhabirimize 'yazma' diyebiliyorlar. Hrant kendi pozisyonunu koyarak geleneksel cemaat gazeteciliği yapardı. Biz şimdi o cemaat gazeteciliğinden uzaklaşıyoruz.
Yavaş yavaş girersiniz belki o konulara...
Şimdi benim yüzümden daha da mesafeli ve daha soğuk bir eleştiri kıvamında bunlar yavaş yavaş çıkmaya başlar mı bilmiyorum. Biz Türkiye'nin demokratikleşmesini isteyen insanlarsak ve aynı zamanda da kendimizi şu veya bu cemaatin parçası olarak görüyorsak, bu cemaatin de demokratikleşmesini talep etmemiz lazım. O bakımdan da Hrant'ın hep vurguladığı gibi şeffaflaşma çok birincil olacaktır. Şimdi ben de bir ara noktadayım. Bildiğim şeyleri de çok güvenle yazmak şansım yok, Hrant'ın yazabildiği gibi. Çünkü Hrant onun otuz yıl öncesini de biliyordu.
Patrikhane ile ilişkiler Hrant'ın zamanında sorunluydu. Ölüm nasıl etkiledi bunu?
Tabii ki bu tür bir insanın bu şekilde kaybı daima ilişkileri yumuşatır. Patriğin kilisede yaptığı bir tür veda konuşmasında ağlaması insanları etkiledi. Ama Agos Gazetesi'nin bakışı ve misyonu Ermeni cemaatinin sivilleşmesinin gereğini vurguluyor. Ve bu vurgu hâlâ devam ediyor. Muhtemelen patriklik makamıyla aynı düşüncelere sahip değiliz. Ama bu gereksiz bir sertleşmeyi de gerektirmiyor.
Diaspora Ermenileriyle de kavga ederdi Hrant. Ölüm onlarla ilişkiyi nasıl etkiledi?
Ermeni cemaati dışarıda esas olarak bir adalet talebi ile ortaya çıkıyor. 1910-1915 civarında büyük kısım binlerce yıllık yaşamış olduğu topraklardan uzaklaştırılmışlar. Yüzde 99'unun hiçbir şekilde siyasetle ilişkisi yok. Dolayısıyla kızgınlık ve adalet talebinin olması normal. Ama biz Hrant'la onlara şunu söylüyorduk. Adalet talebi olanın bugün de adil olması lazım. Bugün adil olmak, bugünkü Türkiye toplumuna bakıp, onlar neyi ne kadar biliyor, onlar ne yaşadılar diye sormayı gerektiriyor. Geçmişte de o olaylara karşı çıkan, bu yüzden işini, hayatını kaybeden bir sürü Müslüman Türk vardı. Bunu duymak onları biraz kızdırıyordu. Ama Türkleri tanımayan Ermeni olamaz. Bu topraklarda bu kadar uzun süre beraber yaşamış toplumlarda ötekini tanımadan kendin olman çok zor. O yüzden de hiç Türkleri tanımayan diaspora Ermenilerinin çıkıp bu konuda laf etmesini yüzeysel buluyorduk. Tabii aynı şey tersten de geçerli. Ermenileri tanımayanın iyi bir Türk olabileceğini de düşünemiyorum.
Ve sen yalnız gidiyorsun artık o toplantılara...
Bir iki kere maalesef Hrant'sız gittim. Biz her sefer biraz daha zorlardık karşımızdakileri. Yine öyle birkaç konuşma yaptım. Ama artık diaspora Türkiye'de sunulduğu gibi değil. Diasporanın belki yüzde 5'ini biz siyasi ses olarak duyuyoruz. Geri kalan yüzde 95'i en azından Türkiye'yi ziyaret etmek, buradaki insanları tanımak istiyor. Ve çok katı, kaba bir siyasi çerçevenin içine sıkışmış olmaktan da bıkmış durumdalar. Tarihlerinin çok daha zengin nüanslar içerdiğinin farkındalar. Öte yandan da tabii ki karşı tarafın bu acıyı görmesini ve kabul etmesini de bekliyorlar.
Etyen Mahçupyan Nuriye Akman 18 Ocak 2008, Zaman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder