Devlet Başkanı Serj Sarkisyan’dan başlayarak bütün yöneticiler, görüştükleri yabancı gazeteciler arasında bir Türk’ün de yer almasından son derece memnun.
Aslında Erivan’a eskiden beri gidenler bilir, aşırı milliyetçiler dışında Türklere hep sempatiyle bakar Ermeniler.
''Soykırım'' konusundaki tutumları hiç değişmezse de bu durum Türk konuklarına ''Hoşgeldin'' demelerine kesinlikle engel olmaz.
Ama Erivan’da bugünlerde daha da olumlu bir hava var.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün iki ülke milli takımları arasındaki maç için Ermenistan’a gelmesi yeni bir süreç başlatmış.
Erivan’ın tam merkezindeki Cumhuriyet Meydanı’nda dolaşan liseli gençler Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesiyle ilgili soruya iki kollarını birden havaya kaldırarak destek veriyor.
Peki neden?
Bir genç kız, ''Savaşın kimseye bir faydası yok. Geleceğimiz kendi ellerimizde'' diyor.
Savaştan kastettiği Türk-Ermeni ilişkilerine kısa süre öncesine kadar hakim olan gerginlik.
Genç kızın basit ve genel olarak doğru mantığına göre, ilişkiler düzelirse Türk-Ermeni sınırı açılacak.
Sınır açılınca Ermeni ekonomisi canlanacak ve refah düzeyi artacak.
Ayk bir turizm şirketinde çalışıyor. Türkiye’yi öve öve bitiremiyor: ''Karım İstanbul’a gitti. Aman nasıl büyükmüş, ne güzelmiş, ne modernmiş'' diyor.
Türklerle Ermenilerin birbirlerine benzediğini, iki halkın aynı toprakların insanı olduğunu, sorunun politikacılardan kaynaklandığını söylüyor.
Peki ya ''Soykırım''?
Ayk’ın suratı kararıyor. Bu, Ermeniler için de, Türkler için de zor bir konu. Ermeniler için zor, çünkü soykırımın olduğuna en ufak bir kuşku duymuyor, hala yasını tutuyorlar.
Türkler için de zor. Çünkü çoğunluk soykırımın olduğuna inanmasa da o yıllarda ölenler olduğunu, karşılarında oturan kişinin 1915’te yakınlarını kaybetmiş olabileceğini biliyor ve suskunluğuyla bir anlamda acısını paylaşıyor, saygısını gösteriyor.
Soykırım ya da değil, sonuçta iki taraftan da ölenler var ve bu sadece insani boyutuyla bile zor bir durum.
Konu kapanınca Ayk’ın suratı yeniden aydınlanıyor ve hemen ortaya az şekerli iki ''Ermeni kahvesi'' söylüyor, aynı anda ''Bunun adının aslında Türk kahvesi olduğunu biliyorum ama...'' dercesine göz kırpmayı ve konuğuna ''can'' demeyi ihmal etmiyor.
Ermeniler sevdikleri, saygı duydukları kişilere Türkçe’deki ''canım'' benzeri ''can'' diye hitap ediyor.
Erivan, Orta Anadolu’daki bir şehri andırıyor. Belki inançlar farklı ama kültür alışkanlıkları yakın.
21 Eylül’de bağımsızlık kutlamalarının yapıldığı meydanda halay çekenleri görenler bir an için nerede olduğunu unutuyor.
İki ülke sınırı kapalı ama bazı ünlü Türk markalarının bayileri çoktan açılmış.
Erivan’da lokanta, dükkan, sinema, maden suyu... Akla gelen herşeyin yarısının adı Ararat.
Ararat, kentin neredeyse her yerinden görünen başı dumanlı hem uzak, hem yakın bir dağ.
Yakın çünkü, elini uzatsan tutacakmışsın gibi. Uzak. Çünkü, oradaki adı Ararat değil, Ağrı Dağı.
Ermeniler, kendilerine göre tarihi bir adım atarak Türk Cumhurbaşkanı’nı çağırmış.
Türk tarafı da bu davete uymuş.
Doğrusu ne soykırım, ne de toprak iddialarından vazgeçmeyi düşünüyor Ermeniler.
Ama komşularıyla dostça yaşamak, ticaret yapmak, zenginleşmek istiyor. Bunun için de iki sorunlu konuyu en azından şimdilik unutmuş görünmeye razılar.
Erivan meydanından halay çekenleri çoşturan bir ''düdük'', yani zurna sesi yükseliyor.
Bakalım bu ses ''başı dumanlı dağ''a ulaşabilecek mi?
bbc.co.uk/turkish, 29.9.2008, Cenk Başlamış, Erivan
1 yorum:
bence her iki taraf da bu konuyu sonlandırmalıdır iki devletin de yeni nesillerinin dostça komşuluk yapabilmesi için, aksi takdirde sadece düşmanlık tohumları ekiliyor çocuklarımıza ve bu sorun olmaktan öteye gidemiyor. yazıklar olsun ! oyasa ki her şey çok güzel olabilirdi günümüzde....
Yorum Gönder