Ermeni Kültür Kurumları -Müzik -Yemekler -Kitap


Ermeni Kültür Kurumları
Ermenilerde kültür kurumlarına ilk kez 17. yy'ın sonu ve 18. yy'ın başlarında rastlanır. Bu dönemdeki kurumlar "kardeşlik" adı altında daha çok dinsel ve hayırsever amaçlarla kurulmuşlardır. Ermeni kültür kurumları tarihsel olarak üç döneme ayrılırlar:


1) 1810 öncesi "eski dönem", genellikle "kardeşlik",
2) 1810-1908 arası "orta dönem", genellikle "kurum",
3) 1908 sonrası "yeni dönem", genellikle "dernek"
adı altında toplanılır.


Yeni dönem öncesi kültür kurumları genel anlamda okullara yardım Mekhitarian Okulu etmek dışında, okul olmayan yörelerde okul açma çalışmalarında bulunur.

Ermeni kültür yayılma dönemi Tanzimat'la (1839) başlar, 1880'li yıllarda son bulur. 1881'de okul ve dernek salonlarında toplantı ve konuşma düzenlemek yasaklanır. 1882'de Babıali tüm kültür kurumlarının listesini, amaçlarını ve maddi durum raporlarını ister. 1895-1908 arasında İstanbul'da kültür kurumlarının hayatı durmuştur.



19. yy'ın ikinci yarısında Galata'da 41, Pera'da (Beyoğlu) 84, Feriköy'de 10, Pangaltı'da 4, Dolapdere'de 2, Şişli'de 7, Sakızağacı'nda 1, Taksim'de 2, Beşiktaş'ta 21, Ortaköy'de 29, Kuruçeşme'de 3, Arnavutköy'de 5, Rumelihisar'da 9, Boyacıköy'de 6, İstinye'de 1 Yeniköy'de 2, Büyükdere'de 5, Sarıyer Yenimahalle'de 2, Beykoz'da 6, Kandilli'de 1, Kuzguncuk'ta 3, Üsküdar Selamsız'da 53, Üsküdar Yenimahalle'de 20, Üsküdar İcadiye'de 4, Haydarpaşa'da 1, Kadıköy'de 27, Kartal'da 2, Kınalıada'da 3, Tophane'de 1, Etmeydanı'nda 5, Hasköy'de 33, Eyüp'te 7, Balat'ta 20, Karagümrük'te 7, Salmatomruk'ta 10, Topkapı'da 14, Samatya'da (Kocamustafapaşa) 39, Narlıkapı'da 4, Samatya Yenimahalle'de 3, Gedikpaşa'da 17, Kumkapı'da 43, Kumkapı dışında 3, Makriköy'de (Bakırköy) 14, Yenikapı'da 21, Langa ve Musalla'da 10, Ayastefanos'ta (Yeşilköy) 2, Yedikule'de 1, Nişanca'da 1, Beşiktaş'ta 1 Kasımpaşa'da 1, semti saptanamayan 77 olmak üzere toplam 688 Ermeni kültür kurumu vardı.


Getronagan Okulu
Bu kültür kurumlarından bazıları günümüze ulaşabilmişlerdir. Bunlar ya kilise koroları (Tıbratz Tas) veya okullardan yetişenler dernekleridir (Sanutz Miutyun).

İstanbul'daki Ermeni kültür kurumları içerisinde kilise korolarının yeri büyüktür. 18. yy'ın başında kurulan düzenli kilise koroları arasında ilkler Kumkapı'daki Surp Asdvadzadzin Patriklik, Samatya'daki Surp Kevork ve Balat Surp Hreşdagabed kiliseleri korolarıdır.

5 Şubat 1811'de Patrik XI. Hovhannes Çamaşırcıyan döneminde ilk Ermeni kilisesi koro tüzüğü yayımlanır. Surp Asdvadzadzin Basımevi'nde yayımlanan bu 9 maddelik tüzükten yaklaşık bir yüzıl sonra, Patrik I. Mağakya Ormanyan döneminde korolara önem verilerek yeni bir yönetmelik hazırlanır. 70 maddelik bu tüzük 5 Şubat 1904'te onaylanarak yayımlanır.

1906'da Kumkapı'daki Patriklik Kilisesi Korosu 70 kişilik bir grup kurarak Magar Yegmalyan'ın armonize ettiği üç sesli badarağı okur. 1906'da Galata Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi Korosu, Levon Çilingiryan'ın, Beşiktaş Surp Asdvadzadzin Kilisesi Korosu, Aram Pıjışgyan'ın Yenikapı Kilise Korosu ise Yegmalyan'ın faminör-karma armonizasyonlu badarağını öğretirler.

Bu çabalar sayesinde Ermeni Kilisesinin diğer bazı ayinleri de çoksesli olarak armonize edilerek uzun yıllar okunur. Bu korolar dinsel müzik dışında halk müziğini de başarı ile okuyup birçok konser düzenlerler.

Cumhuriyet'in ilanından hemen sonra kilise korolarında tekrar canlanma başlar. Yeni korolar kurulur, eskiler yenilenir. Cumhuriyet döneminde kurulan ilk kilise korosu, Kumkapı Patriklik Kilisesi Korosu üyelerinin bir kısmının kurduğu Koğtan Kilise Korosu'dur (1924). Operaya da birçok solistler yetiştiren kilise korolarının son yönetmelikleri 27 Aralık 1991'de Patriklik Ruhani Meclisi tarafından onaylanarak 1992'de yayımlanır. 1994'te İstanbul'da 20 kilise korosu faaliyettedir.

Günümüze değin yaşayan diğer kültür kurumları, okullardan yetişenler dernekleridir. Bunlar kültürel amaçlı konser, panel, açıkoturum, konferans, gösteri ve sergiler düzenlerler. 1994'te bu türden faaliyette bulunan dernek sayısı 25'tir.

Öğrencinin Gözünden Esayan Lisesi

Bir zamanlar anneniz elinizden tutmuş, bu kapıdan geçtiyseniz, artık bu kapı hayatınıza mal olmuş demektir.


Burası İstanbul. Beyoğlu'nun köhne sokaklarından Meşelik Sokağı. Okul sabah 8.30'dan itibaren dolmaya başlar. Gelenler liseli büyüklerine bakarak önce bahçedeki kiliseye gidip mumlarını yakar ve dua ederler veya öyle görünürlerdi. Sonra da sınıflarında 9.00'da çalacak ders zili öncesi hazırlıklarını tamamlar, derin sohbetlere dalarlardı.

Saat 15.30'da buradan geçmek, bu kapıdan dışarı fırlayan talebelerden, seyyar satıcı seslerinden sokak adeta panayırı andırırdı... Hatta öyle ki tam karşısındaki Zapion Rum Lisesi talebe çıkış saatini 16.00'ya almıştı, daha da büyük sıkıntı yaşanmaması için...

Okuldan adeta boşanırcasına çıkan öğrenciler, koşuşturma halinde fıstık, leblebi, çekirdek satan veya rengarenk tatlı macunlarını çubuklara saran seyyar satıcıların başında, pür dikkat, Müdire hanım Oriort Kalusyan'a, Müdür Yardımcısı Oriort Eliz'e, Oriort Hakcıyan'a yakalanmamak için, alışverişlerini yapıp derhal ya köşedeki kırtasiyecei Aleko'nun ya da arka sokaktaki kırtasiyeci Rober'in (dayım) dükkanına dalarlar, yarınki derslerine göre elişi kağıdı, krapon veya resim kartonları alınırdı. Liseli kızların alışverişleri dışında başka yaptıkları bir şey de, burada eteklerini kısaltmak, ruj ve parfüm sürünmekti ...

Bugün o sokaktan geçerken okulların formalarını taşıyan sadece birkaç öğrenciyi farketmemeniz bile olası, maalesef...


NURAN IBAGUNER
http://www.angelfire.com/id/iba/index.html




Ermeni Müziği

İstanbul'un çokrenkli kültür evreninde kendine özgü tonlarıyla varlığını sürdüren Ermeni kültürünün en belirgin parçalarından bir mimari ise, diğeri de kuşkusuz musikidir. Dindışı kültürlerini Müslümanlar ve diğer azınlıklarla paylaşan Ermeniler, yüzlerce yıl dinsel kültürlerini dış etkilere karşı korumaya çalışmışlardır. Böylece Ermeni besteciler musiki etkinliklerini daha çok klasik Türk musikisi, 19. yy'ın ortalarından sonra da klasik Batı musikisi kulvarında sürdürmüşlerdir. Dinsel musikideki kapalılık ise yaklaşık 700 yıllık bir repertuvarın değişikliklere uğramadan yaşamasını sağlamıştır. Ancak, Ermeni musikisinin klasik Batı musikisi repertuvarı Türk musikisindekine oranla sınırlı kalır.

Maral Müzik ve Dans Topluluğu
İstanbul dışında ise, hem Türk Musikisi, hem de geleneksel müzik türlerinde eserler veren çok sayıda aşuğ (Aşık) ve bestekarın adı, ünlü araştırmacı Kevork Pamukciyan'ın derlediği belgelerde zikredilmektedir. Ayrıca Zilciyan gibi Ermeni kökenli ailelerin ve ustaların geleneksel yöntemlerle ürettiği kimi enstrümanlar, halen dünya çapında tanınır ve kullanılır.


Dinsel Müzik
Ermeni Apostolik Kilisesi ilk dönemlerinde musikisini, alfabesini ve ayin kitaplarını aldığı Süryaniler ve Yunanlılarla sıkı bir ilişki kurdu. Ermeni kilisesinin bu bağımlılığı 5. yy'ın başlarında Surp Mesrop Maştotz'un Ermeni alfabesini geliştirerek Süryanice ve Yunanca yazılmış bir çok dinsel ve dindışı eserin çevirisini gerçekleştirmesiyle sona erdi.

Bu değişimler, Ermeni dinsel musiki tarihini kabaca şu üç döneme ayırır: 4-12. yy'lar arasında Süryani ve Yunan etkisi altındaki birinci dönem; 12. yy'dan 19. yy'ın sonuna kadarki, Ermeni halk musiki ile dinsel musikinin yakınlaştığı ve Ermeni liturji (ayin düzeni) musikisinin son şeklini aldığı ikinci dönem; 20. yy'ın başından günümüze kadarki, çoksesli musikinin kullanılmaya başlandığı üçüncü dönem.

Ermeni kilise musikisinde "şaragan", "meğeti", "yerk", "dağ", "gandz" gibi ilahi formlarının dışında "badarak" ve "dağavar" (büyük bayramlar) gibi daha büyük çaplı formlar da kullanılır. Hıristiyanlığın temel ibadet biçimlerinden biri olan ve "Hz. İsa'ının son akşam yemeği"nde ekmek ile şarabı kendi bedeni ve kanı olarak havarilerine sunuşunu anlatmak amacıyla düzenlenen komünyon ayini, Ermenice "badarak" (kurban) diye adlandırılır. 20. yy'ın başına kadar Ermeni kiliselerinde, "ana melodi" olarak adlandırılan bu badarak bestesi kullanılmışır. Teksesli makamsal ve anonim bir beste olan "ana melodi"nin ilk kullanılmaya başlandığı tarih kesin olarak bilinmiyor. Ancak son şeklini 12. yy'da aldığına inanılıyor. Badarak ayini 20. yy'ın başından itibaren çok sesli olarak icra edilmeye başlanmıştır. Badarak melodilerinin manevi önemi ve sayıca çoğalması dolayısıyla İstanbul Patriklik Ruhani Meclisi, düzenlediği Türkiye Ermeni Kilisesi Korolar Tüzüğü'nun 58. maddesiyle kilise korolarının aşağıdaki dokuz badarak melodisini kullanmalarına izin vermiştir: 1-Ana melodi (Mayr Yeğanag), 2- Gomidas melodisi, 3- Yegmalyan melodisi, 4- Çulhayan melodisi, 5- Çilingiryan meodisi, 6- Bartevyan melodisi, 7- Manasyan melodisi, 8- Atmacıyon melodisi, 9- Horenyan melodisi.

Ermeni kilisesi geleneksel musikisinde, Süryani ve Rum kiliselerinde olduğu gibi başlıca sekiz makam kullanılmaktadır. Bunlar sırasıyla, ayp tza, ayp gen, pen tza, pen gen, kim tza, kim gen, ta tza ve ta gen adlarını alan makamlardır. Her makam 8 sesten oluşur. Her makam dizisini bir bitiş -ya da başlangıç- (finalis) ve bir güçlü (dominant) notası belirler. Bu sekiz makam, klasik Türk musikisinde kullanılan heftgah, şedacem, hüseyni, acemaşiran, hicaz, saba, neva ve uşşak makamlarına denk düşer.

Şaraganlar her hafta ya da her gün sırayla yarı makamlardan okunur. Her yıl Paskalya günü birinci gün olarak kabul edilir ve şaraganlar birinci sıradaki makamdan okunmaya başlanır.

20. yy'ın başından itibaren çoksesli olarak, Batı nota yazım sistemiyle yazılmış badaraklar dışında kalan formların besteleri büyük ölçüde kulaktan kulağa aktarılarak günümüze ulaşmıştır. Kim tarafından ve hangi tarihte geliştirildiği bilinemeyen "Khaz" nota yazım sisteminin en eski örneğine 9. yy'dan kalma elyazmalarında rastlanır. Bu sistemde yaklaşık 26 işaretten başka Ermeni alfabesinin 12 ünsüzü de kullanılır. Kesin ses yüksekliğini (pitch) göstermeyen Khaz nota yazım sistimi makamsal sisteme göre belirlenmiş sınırlar içinde yorumda serbest çeşitlemelere izin verir. Khaz nota yazım sistemi 16. yy'dan itibaren daha karmaşık hale gelmiş ve sonunda kilise icraları için tam bir bilmeceye dönüşmüştür. Venedik St. Lazzaro'daki Ermeni Mekhitarist Manastırı 17. yy Vağarşabat geleneğine uygun Khaz nota yazım sistemini kullanan tek yer olma özellliğini taşır. Çok karışık ve öğrenilmesi güç olan eski sistem yerine seslerin ve sürelerin daha kesin işaretlerle gösterildiği, daha anlaşılır yeni bir nota yazım sistemi için çalışmalara başlayan Hampartzum Limoncuyan (1768-1839), 1813 dolaylarında kendi adını verdiği nota yazım sistemini geliştirdi. Hamparsum sistemi büyük ölçüde Khaz sistemindeki işaretlerden oluşmuştur. Ancak, bu işaretlerin Hamparsum sistemindeki anlamları farklıdır. İki oktavlık bir ses genişliği olan bu sistem, sesleri ve süreleri gösteren işaretlerle, diyez, sus, tekrar ve ölçü işaretlerinden oluşur. Bu işaretler hecelerin üzerine gelecek şekilde yerleştirilir. Hamparsum nota yazım sistemiyle yalnız Ermeni musikisi değil, birçok Türk musikisi eseri de notaya alınmış, böylece sayısız eser günümüze kadar ulaşabilmiştir. Eçmiyazdin Başpatrikliği ile Kudüs Patrikliği'nde hala Hamparsum sistemi kullanılmaktadır.

Ermeni Apostolik Kilisesi'nde öteki Ortodoks kiliselerinden farklı olarak insan sesinin yanısıra, varsa org veya armonyum da kullanılabilir. Org ilk defa 20. yy'ın başında Gomidas Soğomonyan (1869-1935) tarafından İstanbul'da kullanılmaya başlamış, daha sonra öbür kiliselere de yayılmıştır.

Geçmişi Hıristiyanlık öncesine kadar uzanan zil, hem dinsel, hem de dindışı musikide sıkça kullanılan bir vurma çalgıdır. Üç yüzyıldır bu işle uğraşan Zilciyan ailesi zil yapımcılığının en büyük ustalarından biridir. Org ve zil dışında yine öteki Ortadoks kiliselerinden farklı olarak, meleklerin kanat seslerini simgeleyen ve kşotz adı verilen, ucunda minik zillerin bulunduğu bir tür çalgıya da yer verilir.




Ermeni Yemekleri
Topik
Topik, Ermeni mutfağının şarkılar ve manilere konu olmuş en özgün tadlarından biri.... Gelgelelim, Kumkapılı Topikçi Hampik'in maniler okuyarak sattığı topikler de, tıpkı ötekiler gibi hafızalardan silinmeye yüz tuttu. Topik, bugün yalnızca İstanbul'da bir-iki meyhanede soğuk meze tepsisini süslüyor ve Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı semtlerden Kurtuluş'ta bazı mezecilerde satılıyor. Bir de tabii, yaprak sarması ve midye dolması ile birlikte, Ermenilerin geleneksel Dzununt ve Zadik sofralarındaki vazgeçilmez yerini koruyor.

Malzemeler: (12 kişilik)
3 orta boy patates,
½ kg. nohut,
2 kilo soğan ½ kg tahin,
4 tatlı kaşığı şeker,
2 tatlı kaşığı tuz,
3 tatlı kaşığı tarçın,
2 tatlı kaşığı kara biber,
2 tatlı kaşığı yeni bahar,
3 çorba kaşığı dolmalık fıstık,
3 çorba kaşığı kuru üzüm.

Yapılışı: Patatesleri kabukları ile birlikte haşlayın. Bir gece önceden ıslattığınız nohutu, iyice pişirin. Kabuklarını soyduğunuz patatesleri püre haline getirin. Nohutları da aynı şekilde, tek tek kabuklarını temizleyerek iyice ezin ve püre kıvamına getirin. Soğanları ince ince doğrayın, tuzsuz olarak haşlayın. Pişen soğanı süzgece koyup suyundan arındırın. Soğan suyunu saklayın. Patates ve nohut püresini birleştirip içine 2 kaşık tahin, 1 tatlı kaşığı tuz ve 1 kaşık soğan suyu ilave edin. Bu püreyi bir süre serin bir yerde dinlendirin. Suyundan arındırılmış soğana tahta bir kaşık ile tahini yedirin, içine şeker, 1 tatlı kaşığı tuz, tarçın, kara biber, yeni bahar ve dolmalık fıstığı ilave edin. Dinlendirdiğiniz püreden avuç içi büyüklüğünde bir top alarak 2 temiz bezin arasına yerleştirin. Bu topu, oklava ile açarak bir dikdörtgen elde edin. Daha sonra bezlerin arasından alıp, içine bir miktar soğan koyarak bohça haline getirin. Bütün püreyi aynı şekilde soğanlarla birleştirip bohçalar oluşturun. Yeniden serin bir yere alın ve iyice dinlendirin. İkram ederken üzerine tarçın serpmeyi unutmayın.


Yapılışı basit gibi görünen ancak kıvamını tutturmak için maharet isteyen Khavidz, Ermeni mutfağının en lezzetli bayram tatlılarından biri... İçi tavukgöğsüne yakın bir yoğunlukta, hatta hafifçe sulu olması gereken Hhavidz'in üzeri ise tıpkı kazandibi gibi iyice kızarmış olmalı. Ermeni ustaların çalıştığı Kapalıçarşı'nın eski lokantalarında yapılan özel Hhavidz günleri artık unutulmuş durumda. Hhavidz şimdi yalnızca, geleneklerin korunduğu bazı evlerde yaşatılıyor.

Malzemeler: (8 kişilik)
125 gr. tereyağ,
1 kg. süt,
8 çorba kaşığı un,
9 çorba kaşığı şeker,
1 tatlı kaşığı vanilya,
1 çorba kaşığı irmik.

Yapılışı: Sütü, şekeri ve vanilyayı birlikte kaynatın. Çok kısık ateşte, unun rengini koyulaştırmadan 20 dakika kavurun. Kaynamış sütü azar azar dökerek una yedirin. Karışımın boza kıvamına gelmesine dikkat edin. Tercihan ufak bir bakır tencereyi veya fırına girebilecek bir kabı yağlayıp irmikleyin. Khavits hamurunu dökün, kısık ateşte üstü nar gibi kızarana kadar pişirin. Piştikten sonra ters çevirin ve servis yapın. Servis sırasında üzerine tarçın ekebilirsiniz.


Kaynak: www.minidev.com




Kitap - Lutzika Dudu


Lutzika Dudu

Ermenice yazılmış bir kitap tanıtacağız sizlere. Fakat eserin dili değil asıl olan; anlattığı yaşam ve insanlar... Lutzika Dudu'nun önsözü şöyle:

Hayat, İstanbul'un avam Ermenicesi'ni aldı götürdü, neredeyse hiç konuşulmuyor artık. Hagop Ayvaz, 1968-1996 yılları arasında yayınladığı Ermenice tiyatro dergisi "Kulis"te yazdıklarıyla bu özgün dili Lutsika Dudu'nun ağzından yaşatmaya çalışmıştır.

Türkçe ve İstanbul'da konuşulan diğer dillerle harmanlanmış bu kendine özgü ağzın dergi sayfalarında kalmasını istemedik ve H. Ayvaz'ın 1968'den ve 1996'ya kadar yayınladığı 280'e yakın Lutsika Dudu macerasını barındıran bir seçki hazırladık.

Lutsika Dudu kim mi? O, artık yaşı kemale ermiş ama her şeyi bilen, bilmese de kendi yöntemleriyle öğrenip ifşa etmekten (!) çekinmeyen bir Ermeni "müzevir Müzeyyen", bir kız kurusu"... Bu kitap, biraz gülmek isteyen okurun bu ihtiyacını kati surette tatmin edeceği gibi, İstanbul Ermenileri'nin avam ağzını ve yaşam tarzını incelemek isteyen filolog ve sosyologlara da bir kaynak olarak hizmet edecektir..."

Bu en azından folklorik anlamda değer taşıyan ve başka bir pencereden bir ülkenin geçmişini yansıtan kitap hakkında Ermeni yurttaşlarımızın yayınladığı Hye-Tert.com sitesinde çıkan şu nefis tanıtım yazısını ilgilenenlerin dikkatine sunuyoruz: (*)
Dün akşam Gugas kardeşimin kardeşi Onnik'le bana yolladığı dergi ve kitaplar içinde beklediğim Hagop Ayvaz'ın 28 sene Kulis'te yazdığı sevimli, candan, bize has hiciv ve zevkli iğnelemeleri ile dolu "LUTZIKA DUDU" yu aldım.

Onnik'le Chatelet'de bir kahvede oturup biraz sohbet ettik, sonra aynı otobüsle evlerimize dönerken Onnik bir istasyon sonra inerek evine gitti. LUTZIKA DUDU'ları otobüste okumaya başladım ve eve gelince devam ettim.


LUTZIKA DUDU, 70 ile 80 yaşları arası "barav" (dul) bir İstanbul dudu'su (Hayeren "Dudu gnik" tabir olunur). Bu eser Lutzika Dudu yolu ile herkesi tanıyan, lafı, sohbeti çekilen, şimdi artık yerinde yeller esen canım İstanbul'un "ramgoren" veya "hayevar" denilen halk dilinin en güzel teşhir edildiği yer olarak kalacak edebiyatımızda. Bunu geçen asır başlarında Hagop Baronyan "Azkayın Cocer", Yervant Odyan değişik hicivleri ile, meşhur karikatürcümüz Sarukhan temsil etmişlerdi. İstanbul'da artık Hayeren belli ve çok dar bir çevrede konuşuluyor; buna paralel olarak da halk ağzı Hayeren artık çok nadir işitiliyor. Bu tip Hayeren'i ben çocukluğumda yani 50'li yılların sonlarında ve 60'lı yılların başlarında Feriköy pazarında, Yegeghetzi avlularında, Zadig ve Dznunt tebriklerinde işitir ve işin şuurunda olmadan içimde tarifsiz bir sıcaklık duyardım. Bu "Hayevar" bizim malımız, bizden çıkmış, doğmuş, bizim medz mayrig ve medz hayriglerimizin eseri... Bu "Hayevar" sıcak sıcak yegeghetzi, Feriköy Pazarı, tatlı dedikodu, kız isteme "aghcikdes", zadigte el öpme "tzerkbak", vicdan, heyecan, hayootyoon ve haygagan hoki kokar...
Allah daha uzun ömürler versin, 90 yaşını asan sevgili varbed Hagop Ayvaz tam 50 sene, 1946'dan 1996'ya kadar, büyük bir mücadele ve maddi sıkıntılar içinde Türkiye'de misli görülmemiş san'at, edebiyat ve tiyatro dergisini tek başına üstün bir azkayın ruhla, mesrobyan heyecanla çıkardı. Kendini tanıma ve birkaç sohbetine katılma şerefine nail olduğum için mutluyum.
Lutzika Dudu bizi makalelerinde Samatya'nın, Ortaköy'ün, Feriköy'ün, Bakırköy'ün Siro seghanlarını, Karagözyan,Getronagan, Kınalıada kampı balolarını, İstanbul'un son kuşları Hayeren üsdatları sohbetlerini gezdirir, tanıtır ve o yerlerdeki ortamı ince bir hiciv ve iğnelemelerle canlı olarak korur...Lutzika Dudu göz ucuyla süzdüğü İstanbul "yüksek sosyetesi"ni öyle tatlı ve insaflı bir şekilde tiye alır ki, o hicivlere mazhar olanlar bile Lutzika Dudu'ya sevgi ile bakar, tekrar o hicivlerden ve iğnemelerden nasip alacakları fırsatları gözlerler. Lutzika Dudu'ya balolarda davetiye yollamıyanlar ertesi Kulis'deki yazılarda Dudu'dan ağızlarının payını pek dehşetli alırlardı...

Lutzika Dudu bizi geçen asrın başlarında yaşanan İstanbul'un bereketli, tatlı günlerine götürür; ramazanlarda Direklerarasına, Eliza Binemeciyan'a, Mnakyan Efendi'nin kumpanyasına, Peruz Hanım'ın kantolarına, Kavuklu Hamdi'ye, Muhsin Ertuğrul'a , Kemani Tatyos'a, lavtacı Onnig'e va daha nice bu şehr İstanbul'u Dersaadet yapan insanlara götürür. İstanbul'un artık eskiye yüz döndüğü yıllar olarak eskiler eğer 1955'i gösterseler de, ben bunun 12 Mart 1971'den sonra tamamen gerçekleştiğini sanıyorum. Ama o yıllardan bugüne kadar geri kalan kelaynak kuşları misali birkaç "yanyan" aile ile idare etmeye çalışılan Bolsahayutyun artık gerçekten maziye karışmak üzere. Ne Kınalıada'daki o canım "Medzaskanc"ı Nshan Beshiktashlıyan'ın mirasını arsha asarak konuşan yanyanlar, ne de İstanbul efendisi ve hanimefendisini bulmak kolay değil. Lutzika Dudu'nun tabiri ile artık Kınalıada'da Hayeren Jamanag veya Marmara alan kalmadı; kalın kıçlı kaba "hay" kızları ve karıları artık Hürriyet, Star ve yarı pornografi, yarı rezalet kokan pespaye dergiler alıp okuyorlar...

Aras yayınevinin bu devasa güzellikteki eseri İstanbul Haylarına kazandırmasını kutluyorum. Okunması ve okunurken de hüzünle eskiye dönülmesi bizlere köklerimizi ne kadar iyi hatırlatıyor...

Hagop Ayvaz varbede daha nice uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum.

Gettze Lutzika Dudu ve onun tatlı "Hayevar"ı...


Allaha ısmarladık sevgili gerçek bolsahayutyun, sevgili yanyanlar, sevgili medzaskancımızı bize sevdiren, imrendiren tatlı hayuhiler... Anushig nayıryan kızlarımız... Dost ve candan babacan haylar, yaşamasını, yemesini, içmesini edeple bilen büyüklerimiz... Ve hâlâ merhaba ısrarla ayakta kalmış birkaç kelaynak kuşu yanyanlarımız... Sevgililerimiz... Sizlerle gene ana dilimiz medzaskancı sohbet etme hülyaları ile...

Hepinize Merhaba.
Sevgiyle,
Ohannik Akopcan


Hiç yorum yok: