Müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Türk Müziğindeki Ermeni Besteciler

AFET MISIRLIYAN
AGOPOS ALYANAK
SASİ AGOP
ARŞAK COMLEKCİYAN
ARTAKI CANDAN
ARTIN CILINGIROGLU
ARTIN MANDOLI
AMA ASADUR
HANENDE ASTĞİK AĞA
KEMANI ALIKSAN AGA
HANENDE ALIKSAN EFENDI
NOTACI TAMBURI ALIKSAN EFENDI
BAGDASAR EKMEKCI
KEMANI BEDROS COMLEKCI
BIMEN SEN
HANENDE BOGOS ASTGİKZADE
DIKRAN CUHACIYAN
GARBIS AGOPYAN
GULBENKYAN EFENDI
GARBIS UZUNYAN
BABA HAMPARSUM LIMONCUYAN
UDI HRANT KENKILOGLU
LAVTACI HOVRİK KAZAZYAN
ISMET AGA-MISKALI
ISTEPAN GEDIKYAN EFENDI
ISTEPAN KURKCUYAN
KAPRİYEL EBEYAN
KARABET DIVITCI
HANENDE KARABET
KARNIK GARMIRYAN
KIRKOR BERBERYAN
KIRKOR CIGERCIOGLU
KIRKOR CIVANYAN
KIRKOR CULHAYAN
KIRKOR MEHYERYAN
LEVON HANCIYAN
MANUK AGA
MARDIK EFENDI
MARKAR AGA
MERKEL EFENDI
MESTAN
HANENDE MIHRAN EFENDI
PIYANIST BURSALI MIHRAN
MISAK AGA
MURAT CELEBI
MUSTAFA NURI EFENDI-MELIKZET
NIGOGOS AGA
KANUNI NUBAR EFENDI
KEMANI NUBAR TEKYAY
NURHAN HEKIMYAN
SARI ONNIK
OVSEP AGA EBEYAN
OVSEP ERKIP
SAHAK HOCASAR
AMA SAMATYALI SEBUH
SERKİS CALYAN
KEMANİ SERKİS CULHAYAN
SERKİS GULBENKYAN
SERKIS NURLUYAN
KEMANI SERKIS SUCUYAN
UDI SERKIS EFENDI
UDI BUYUK SERKIS
UDI SEROVPE EFENDI
SNORK EFENDI
KEMANI TATYOS EKSERCIYAN EFENDI
VARUJAN ZILCIYAN


www.istanbulazinliklari.org

Tüm yazıyı Oku Tüm Yazıyı Oku !

Knar ve Anadolu Ermeni Halk Muzigi

Tarih ve cografya farkli kurgulansa ve Urartu ülkesi Ararat (Agri) Daginin eteklerinde uzanmasa idi, üç bin yillik Anadolu Ermeni halkinin sonati ve kültürü de daha farkli sekillenirdi.

"Kavimler kültürlerini göç ettikleri topraklara bire bir tasiyamazlar. Birlikte getirilen gelenekler karsilasilan kültüre eklenecek katkilardir artik" Etnomüzikolojinin tüm ekollerince benimsenen bir saptamadir bu. Ancak komsu olan veya birlikte yasayan kavimler, birbirlerinin kültürünü etkilerler. . . Tarihi Ermenistan'in kültürünü etkileyenler ise önceleri Pers, Asur ve Bizans uygarliklari 11. yüzyildan itibaren de Anadolu'ya göç eden Türk boylaridir.

Yerlesik tarim toplumu olan Ermenilerin müzik yaninda mimaride ve el sanatlarindaki üstün yetenekleri, onlarin kimlikleri ile özdeslesmis durumdadir. Buna en güzel örnek tarihi Ermenistan'in bassehri (ANI) için söylenmis olan "Dünya yikilir Ani yapar, Ani yikilir dünya yapamaz" sözüdür. Üçbin yildir bu kültür kazaninda kaynayarak günümüze kadar gelen Anadolu Ermeni müzigi temel olarak iki ana koldan beslenir. 1. Halk müzigi 2. Kilise müzigi. Ermeni Halk müzigi, yukarida da belirttigimiz sebeplerden dolayi birlikte yasadiklari topluluklarla benzerlikler gösterir. Ermeniler arasinda yaygin olan müzikal uygulamalara diger gruplarda da rastlariz.

Ermeniler tarih boyunca önemli saz ve ses sanatçilarinin yaninda, usta saz yapimcilari da yetistirmistir. Düdük, saz, zurna, kaval, tulum, davul gibi müzik aletlerinin basarili icracilari daha yakin zamana kadar Ermeniler arasindan çikmistir. Bu sanatçilar da kendi bölge müziklerine damgalarini vurmuslardir.

Anadolu Ermeni müzigi deyince Gomidas Vartabed'i anmadan geçemeyiz. Dünyadaki ilk etnomüzikologlardan birisi olarak kabul edilen Kütahya dogumlu bu din adami, 19. yy. Sonlari ile 20. yy. baslarinda Anadolu'yu köy köy dolasarak ulusal Ermeni müzigini derlemistir. Onun bu çalismalarini yetistirdigi ögrencileri devam ettirmistir. Bunlardan birisi de Mihran Turnacan'dir. Bu çalismamizdaki bazi parçalar onun bu yüzyil basinda Anadolu'dan göç eden Ermeniler arasinda 1920'li yillarda yaptigi derlemelerden alinmistir. Bu arastirmalardan çikan bir sonuç da; Ermenilerin kendi lisanlari yaninda Türkçe ve Kürtçe ezgiler üretmis olmalaridir. Anadolu Ermeni köylerinde söylenen ezgilere, çesitli sebeplerle göç ettikleri kozmopolit bölgelerde Türkçe veya Kürtçe güfte yapmislardir.

Anadolu Ermeni müzigi repertuari incelenecek olursa agirlikli olarak Dügün sarkilari, Ask sarkilari, Sosyal içerikli sarkilar, Bayramlarda söylenen sarkilar, Sila sarkilari, Mizahi sarkilar, Is sarkilari, Bar havalari, Ninniler, Göç sarkilari, Kahramanlik sarkilarina rastlariz. Anadolu Ermeni müziginin temel taslarindan biri de çok eskilere dayanan Asug (Asik) müzigi gelenegidir. Asuglar dönemlerinin profesyonel müzisyenleridir. Usta çirak iliskisiyle kendilerini iyi gelistirmis bu insanlar ellerinde sazlari köylerde kasabalarda dolasarak, Ermeni dilinin gelismesine siirleri ve ezgilerinin zenginlesmesine besteleri ile katkida bulunmuslar, halk müzigi geleneklerinin yöreler arasinda iletisiminde önemli bir rol oynamislardir. Bunlarin en meshuru Sayat Nova 18. yy. dir. Asik Pesendi, Küçük Nova, Asik Civan'i da sayabiliriz. Tarihte topluma açik yerlerde dans edip sarki söyleyen asuglara Varsag denirdi. Varsaglarin içerisinde asil ailelere ait olanlar da vardi. (9. yy. Prenses Paransem). Bunlar saz, saltur ve çesitli telli müzik aletleri çalarlardi. Kilise müzigi ise Anadolu'da yerel müzikle benzerlik tasimakta idi. Bununla birlikte merkezden gönderilen ve uygulama farkliligi olan örnekler de köy muhidinde hiçbir zaman ihmal edilmemistir. Dini müzigin en temel formu Saragan adi verilen ilahilerdir. Kilise ayini esnasinda söylenen merkez tarafindan belirlenmis ilahilerden farkli olarak folklor ögesi tasiyan ve kilise disinda söylenen saraganlara baraganon deniliyor, Istanbul'da 12. ve 13. yüzyillarda olusturulan saragan koleksiyonlari binden fazla ilahi içeriyordu.

Katkida bulunanlar
Vokal: Yervant Bostanci
Vokal: Panos Kartun
Vokal: Nisan Çalgiciyan
Vokal: Nivart Avedikoglu
Vokal: Tatiana Bostan
Yapim: Hasan Saltik
Mastering: Ercan Akbay
Fotograf: Minas Oflas
Proje Sorumlusu: V.Sezar Avedikyan
Düzenleme: KNAR
Yapim: Karma Müzik
Kayit: Stüdyo Metropol
Kayit: Stüdyo Audeon
Grafik Tasarim: Gramen Reklamcilik
Baski: FRS Matbacilik

Enstrumanlar
Duduk: Sirak Sakrikyan
Sivi: Sirak Sakrikyan
Akordeon: Sirak Sakrikyan
Sivi: Murat Sirin
Duduk: Murat Sirin
Ud: T.Taniel Koyuncu
Cümbüs: T.Taniel Koyuncu
Tar: V.Sezar Avedikyan
Baglama: V.Sezar Avedikyan
Vurmali Çalgilar: Arto Erdogan
Ud: Yervant Bostanci
Kabak Kemane: Yunus Emre Demirbag

Tesekkür
Albümün fikir asamasindan, projenin müzikseverlere ulasmasina kadar, esirgemedigi tüm çaba ve gayretleri için Melih Duygulu'ya, katkilarindan dolayi; Hasan Saltik'a, Pakrat Estukyan'a, Aras Yayincilik'a, Tegsapet Cevahir'e, Janet Avedikyan'a, Varujan Arzuman'a ve misafir sanatçilara en içten tesekkürlerimizi sunariz.

Albümdeki kayitlar
1- Dile Yaman 2:00
2- Ay Nare Nare 6:19
3- Esor Ovan Ertam 3:11
4- As Gemgemi Havan E 1:53
5- Madnus Agi Mavi E 3:51
6- Halayi Bar 3:17
7- Agçi Egur Mer Duni 2:30
8- Erzurumi Soror 3:41
9- Ard Mi Unim Kariye 2:25
10- Sari Gyalin 4:28
11- Bar Bar Genem 2:45
12- Es Kiser Hampartsum E 4:17
13- Kez Ov Pesa 3:34
14- Burma Diginin Eger Er 1:44
15- Hala Hala Ninnoyi 2:25
16- Aylugis Gorav 2:34
17- Iça Çayi Kinare, Nare 1:53
18- Sepasdia Bar 4:31

Knar hakkinda
1992 yilinda halk danslarina eslik etmek amaci ile bir araya gelen biz grup elemanlari çalismalarimizi cemaat korolari na eslik ederek sürdürdük. KNAR (Lir) adi altinda ilk çalismalarimiza 1995 yilinda basladik. Grup olarak yurt içi ve disinda çesitli sanatsal etkinliklere katilarak Ermeni müziginden ve danslarindan örnekler verdik. Bunlar agirlikli olarak Ermenistan kaynakli besteler ve düzenlemelerdi. Bu yüzyil basinda Anadolu'da yasanan zorunlu göçden kaynaklanan sosyal degisim ve toplumdaki modernlesme hareketleri zaman içerisinde Ermeni toplumunun Anadolu'daki yöresel müziklerinden uzaklasmasinda etkin olmustur. Bugün de Türkiye'deki Ermeni nüfusunun tamamina yakini Istanbul'da yasamaktadir. Bizler de köklerimizin Anadolu'dan geldigi bilinci ile 1997'den itibaren bu müzigin yok olma sürecine girdigini görerek çalismalarimizi bu yöne çevirdik. Elinizde tuttugunuz albüm bu yöndeki çalismalarimizin ilk ürünüdür. Dilegimiz sizlerin de destegi ile Anadolu'nun renkliligini gösteren bu tür çalismalarin devaminin gelmesidir.

Stüdyo, 1 Cd-Kaset
1999, Kalan Müzik(131)

Sezar Avedikyan

Tüm yazıyı Oku Tüm Yazıyı Oku !

Cem Karaca nin Turkiye Ermeni Kimliginde Kendine Ragmen Oynadigi Olumlu Rolu

 © pix Sadece «ergenlik» ya da «gençlik» yillarimin «idolünü» degil, Erivan’dan taa Tours Üniversitelerinde «ögrencilerin gelmis olduklari ülke diliyle sarki söylemeye» davet edildigi toplantilarda, sarkilarini söylemekle yetinmeyip, onun … Alevi - Azeri Peder Bey ve Hiristiyan Ermeni Valide Hanimiyla, ortaya çikan müthis zengin kimligini ve Türkiye’deki yerini, durup dinlenmeden anlattigim «Protest songun Türkiyeli babasi» Cem Karaca’mi kaybettim . .

Cem Karaca’nin ; mutlaka, Valide Hanim’inin Hiristiyan Ermeni olusu üzerinde durulmayacak «o zaten kendisini Türk kabul ederdi» gibi, kolay ve sanki «panik» içeren, ona acele ve zoraki yapistirilan etiketler söz konusu edilecek.

Kim ne derse desin…istense onun «kizil elmaci bir Türk veya köktendinci bir islamci oldugu !» gibi (Cem Karaca’nin deyimiyle) «kasiklarin tutula tutula gülünecegi» sözler yazilip çizilsin, Türkiye’deki Ermenilerin, ulusal kimliklerinin olusumunda, kendisine ragmen de olsa, rol oynamis oldugu bir vakiadir.

Çatlayalim, patlayalim, veya alinlarimizin ar damarlari firlasin isterse. Kimsenin, geriye giderek tarihin degisemeyecegi gibi, red edemeyecegi bir durumdur bu.

Aslinda ; herhangi bir ülkede, toplumun «çogunluga ait oldugu» iddia edilen bir sanatçinin «azinlik»a ait bir halkin ulusal kimliginin belirlenmesinde, rol oynamis olmasi, onur duyulmasi gerektiren bir tavir olmasi beklenirken, Türkiye’nin … tersine, bir kompleks duyarak, bundan rahatsiz olacagi ve oldugu da bilinmektedir …

1960’larin sonundan beri ; yasayan Ermeni azinligin, Türkiye’de yükselen, muhalif gençlik hareketlerini, kendisine yakin hissetmesi, bir tesadüf olamazdi. Ermeni azinlik ; çoktandir yüksek sesle söyleyemedigi sikâyetlerini, nihayet dile getirebilecek bir kürsü olarak, bu gençlik hareketlerini bularak sevindi.

Tabiî ki çogu ; bu sevinci pasif yasarken, çok azi da, yer üstü ve yeralti sol örgütlerde, bilfiil görevler üstlenerek, hatta kuruculari arasinda yer alarak, aktif olarak yasadi !

Türkiye’deki gençlik hareketi, kuskusuz kendi «kültür»ünü ve sonuçta «idoller»ini de doguracakti. Iste Cem Karaca bu hareketin idollerindendi. Ermeni (genç) azinlik için ise ; kendisi tarafindan sikça dile getirilmezse bile, milyonlarin idolü olmus birisinin, kisik sesle de olsa, Ermeni kökenli olmus olmasinin bilinmesi, bir övünçtü. Övünçler ise, ulusal kimliklerin olusmasinda en temel ögelerdi.
Onun ; (o yillarda, Ermeni kökenli, taninmis Türk sanatçi veya siyasetçilerin, mutlak surette kendi asillarini, büyük titizlikle, saklamis olduklarini hatirlarsak) benzerlerinin tutumuna inat, Ermeniligini inkâr etmemis, her vesilede, mezun olmus oldugu «Esayan özel Ermeni Lisesi» ve degisik Ermeni kültür derneklerine gidip, çatir çatir Ermenice konusup, anilarini anlatan, Irma Felekyan Toto’nun da oglu olmus olmasi, iste Ermeni azinligin kendisinden hakli bir gurur duymasini ve bu gururun da, Ermeni Ulusal Kimligi’nin olusmasinda, kuskusuz olumlu bir etki yapiyordu.

1970 – 80 arasi ; «yüksek sesle ses çikarmayan, ancak kimin ne oldugu konusunda hayli ‘derin’ bilgilere sahip» ülkemizin ilgili birimlerinin, arada sirada, her ne kadar medyadan gizlenmek istense de, su veya bu “Türk” sanatçinin «aslinda ne oldugu !»nu animsatan tutumlarda bulunmasi, Ermeni ve diger azinliklarin, kendi öz kimliklerine daha da sarilmasina yariyordu.

Devletin ; “asimilasyoncu” politikalar üretme arzusunun telasli histerikligi, ona ... kendince “Türk olmayan !” unsurlara karsi, amansiz bir baski uygulamasi yaptirtiyor, ancak bu “telasli uygulamalar” silahin tamamen ters tepmesine neden oluyordu.
Sürekli : «Ya bana benze, ya da çek git !» tavri «madem senden saymiyorsun beni, o zaman benligim büsbütün kuvvetlenir, bir yere de gitmem, farkli oldugumu hatirlattigin için, sana tesekkür ederim !” tepkisini doguruyordu, sosyo-psikolojik olarak.

Iste ; 70’li yillarda, Cem Karaca’nin, büyük bir ihtimalle “Kir atin, Sivasli Ermeni Fedai Murat’in simgesi oldugunu” bilmedigi ve dolayisiyla bunu aklinin ucundan bile geçirmeyerek besteledigi “Beyaz Atli simdi geçti buradan” sarkisi, MIT’çe : “Ermeni propagandasi yapiyor !!!” gerekçesiyle yasaklaniyor, durup dururken “Cem Karaca” ve “Ermeni” isimlerinin, yan yana anilmasi, Türkiye Ermenilerinin, içten içe, Cem Karaca ismi üzerinden “Ulusal Kimlikleri”nin perçinlesmesini sagliyordu.

Yeni Dünya Sanat Toplulugu ile, o yillarda, Türkiye’nin “protest song” sarkicilarina vokalistlik yapmis olmam, bir gün beni, Cem Karacayla sahsen karsilastiracak ve küçük dilimi yutmama neden olacak kadar, yavas ama düzgün, Ermenice konustuguna tanik oldugum, ergenlik ve gençlik yaslarimin idolü Cem Karaca hayranligimin, dalga dalga büyümesine, neden olacakti ...

Robert College’de okurken, okulu astigi günler, sevgili Valide Hanimi’nin, Peder Bey’e söylememesi için, sanki “gizli kod”u bulmustu Cem Karaca ... Annecigi Irma Felekyan Toto’ya Ermenice “Mamacigis” yani “Annecigim” diye baslayip, Ermenice konusmasi, küçük Cem’in affedilmesini sagliyordu.

Küçük Cem’in ; “Anadilini” ögrenmesi karsiliginda, minnacik afacanliklar yapmasi, hatta bazan okulu asmasi, annecigi tarafindan hos görülüyordu. Insan bu kosullarda ögrendigi “anadil”ini hiç unutur muydu ? Imkâni yoktu.

“Ses” dergisinin, geleneksel “Liselerarasi Altin Ses Yarismasi”na, 76’daydi sanirim, ilk kez bir Ermeni Lise : Özel Karaköy Getronagan Ermeni Lisesi de katiliyordu. Bu okuldan yarisan delikanli “Ermeni” ismi anons edilir edilmez, Harbiye’deki Spor - Sergi Sarayi’nda, on bine yakin gencin yuhalamasiyla, sahnede bulmustu kendini. Ancak Karaca’nin “Bugün sen çok gençsin yavrum !” sarkisini, evvelalah, söyledikten sonra, kendisini yuhalayanlarin, simdi çilginlar gibi alkislamalari, mâsum ve tatli intikaminin almasina neden oluyordu ... Üstelik, (moda olan bir baska Karaca sarkisi) “Parka”nin istenmesi, hatta tezahürat sonucu, tribünün çöküp, seyircilerin, “Riza Silahlipoda-Ritim 68” Orkestrasi üzerine düsmesine neden olmasiyla, hinzirca sevinen gencin, yillar sonra bu satirlari yazacagi akla gelmezdi tabiî ...

Ermenistan’in ; bugün en basarili, sivri zekâli, müthis nüktedan, günlük gazetelerde siyasi ve sosyal karikatürleriyle taninmis sanatçisi Sukias Torosyan 1992 yilindan itibaren karikatürlerini artik “TOTO” diye imzalamaktadir.

“Azg Armenian Daily” adli günlük siyasi gazetede (Ermenistan’da) çalisirken, Irma Toto Felekyan, yani Cem Karaca’nin “Mamacigi”nin vefati nedeniyle, yapilan görkemli cenazeyi, Türk gazetelerinden çevirmis, deneyim ve yorumlarimla, kendisi, Mehmet ve Cem Karaca hakkinda, tam sayfa yazmistim.

Bu yazi vesilesiyle, yer yerinden oynamis, gazeteye sahsen gelen, telefonla arayan insanlar, daha ayrintilar istemislerdi. En ilginci ; her gün birlikte mesai yaptigimiz karikatürist dostumun, gözleri dolu dolu, yanima gelip, babasinin beni mutlaka görmek istedigini iletmesi olmustu .... Evlerine gittigimizde, çekmecelerden, özenle resim ve mektuplar çikmis ve ... “Bu o, onlar degil mi ?” diye ürkek sorular sonrasinda, bir zamanlar, giyim sekli, konusma tarzi, sarki söyleme stili, ama her seyiyle taklidini yapacak kadar, “hasta”si oldugum “idol”üm, sevgili Cem Babanin, öz be öz kuzeniyle, Erivan’da aylardan beri, farkinda olmadan çalismis oldugumu anliyordum ...

O gece ; masalar donatilmis ve benden Cem Karaca ve ailesi hakkinda konusmami, konusmami ve konusmami dinlediklerini, beni dinlemeyip içtiklerini hatirliyorum, iste o günden beri, Ermenistan’in en kaliteli siyasal-toplumsal karikatüristi (ayni zamanda, opera sanatçisi, tiyatrocu ve senarist) sevgili Sukias Torosyan, Irma Felekyan’in sahne adi “Toto”yu kendine isim olarak aldi ve bugüne dek, eski Sovyetler Birligi cografyasi gazetelerinde çikan karikatürlerini, böyle (“TOTO”) diye imzalamaktadir.

Bunun “kirvesi” oldugumdan dolayi, Türkiye’nin degerli sanatçilarindan birinin adini, Ermenistan’in degerli bir sanatçisinin, adini degistirerek, almasina vesile oldugum için, bugüne dek kendimi mutlu hissetmekteyim.

Ne acayip bir sey bu Ya Rabb’i ?!
C.tesi aksam ... Paris’in Ermenilerin yogun oldugu, Alfortville’de, eski Istanbullu bir Ermeni olan Vahak’in lokantasindaydik. Sabaha dek Ermenice ve Türkçe sarkilar, havada birlikte raks ettiler. Her zamanki gibi, benden bir Cem Karaca sarkisi istediler.
Ve ben ... ilk kez olarak istemedim söylemeyi, sesimin yorgunlugunu bahane ederek, o saatlerde Cem Babayi ebediyete yolculadigimizi ... bilmeden.

Gerçi ; “son sözünü” söyleyemeden gittin Cem Baba, çünkü son yillarda, yeni bir söylem, yeni bir mesaj gelistirememistin. Kendini çok yordugundan olacak belki de ...
Ama bugüne kadar, bana ve milyonlarca “gence ve genç kalanlara” tüm verdiklerin için sana tesekkürler borçluyuz !

Nur içinde yat Cem baba !

Raffi A. Hermonn
Paris

Tüm yazıyı Oku Tüm Yazıyı Oku !

Sayat Nova: Şarkıların Kralı


Ne zaman resimdeki aydınlık yüzlü adama baksam, onun dinlediğim en güzel aşk şarkılarına ve şiirlerine imza atan büyük ozan Sayat Nova olduğu geliyor aklıma ve dalıp gidiyorum bir yerlere, uzun zaman da çıkamıyorum. Dalıp gittiğim zamansızlığın içinde onun yazdığı ezgiler geliyor aklıma ve mırıldanıyorum, hatta yüksek sesle söylüyorum. Aşkını ve duygularını öyle güzel işlemiş ki şarkılarına büyük ozan Sayat Nova; kimi zaman ağlıyor kimi zaman gülümsüyor, kimi zaman da hüzünleniyorum. Ama bu duygu armonisini oluşturan renklerden hangisi ağır basarsa bassın her seferinde onun eşsiz yaratıcılığına ve yüzyıllardır eskimeyen şiirlerine, müziklerine hayranlık duymaktan kendimi alamıyorum. .

Sayat Nova, büyük bir ozanmış; o kadar büyük bir ozanmış ki: Hiç eskimemiş onun sözleri, hiç eskimemiş onun ezgileri: Yüzyıllardır insanları duygulandırmaya, onun ölümsüz aşkının kendini şarkılarda bulan ifadesini yüreklerde yaşatmaya devam ediyor. Aslında Sayat Nova, o büyük ozana sonradan verilen bir isim ve Farsça’da “şarkı avcısı” anlamına geliyor. Asıl adı ise Harutyun Sayatian, ama biz onu Sayat Nova olarak tanıyoruz. Çünkü yüzyıllar önce onu dinleyen ve baş tacı yapan insanlar haklı olarak “şarkı avcısı” ismini yakıştırmışlar ona.

Ermenilerin en büyük kusan’ı (kusan ve aşuğ kelimeleri Ermenice’de ozan anlamına geliyor ama iki kelime arasında küçükte olsa bir anlam farkı var: Kusan kelimesi daha ziyade kendi şarkılarını yazıp okuyan ozanlar için kullanılıyor) olarak tanımlayabileceğim Sayat Nova; 1712’de Gürcistan yakınlarında yer alan Sanahin’in bir köyünde yoksul bir ailenin çocuğu olarak açmış gözlerini. Daha o yıllarda müzik konusundaki yeteneği ortaya çıkmaya başlamış. Eline kamançasını alıp halk şarkılarını söyler, güzel lirik şiirler yazar ve becerileriyle dinleyen herkesi kendine hayran bırakırmış. Derken aradan yıllar geçmiş ve küçük Harutyun genç bir delikanlı olmuş. Ailesiyle birlikte içinde yaşadıkları yoksulluktan kurtulmak için şu an Gürcistan’ın başkenti olan Tiflis kentine göç etmiş. O zamanlarda Tiflis gerçekten çok kozmopolit bir şehirmiş. Ermeniler, Gürcüler, Azeriler hatta İranlılar kentin etnik yapısını oluşturuyorlarmış. Aynı zamanda Ermeni kültürünün, özellikle de Ermeni müzik ve edebiyatının en önemli merkezlerinden biriymiş Tiflis kenti. Buraya göç ettikten sonra dokumacılık atölyesinde dokumacı çırağı olarak çalışmaya başlamış Sayat Nova, ancak bir yandan da kamançasıyla güzel şarkılar bestelemeye ve şiirler yazmaya devam ediyormuş. Gerek Ermeni, Fars, Gürcü ve Azeri dillerine çok iyi hakim olması, gerekse eserlerinin etkileyiciliği sayesinde kısa zamanda tüm Tiflis ondan söz eder olmuş. Sadece Ermeniler de değil Gürcüler, Azeriler, İranlılar onu dinleyen her kim varsa sevmiş bağrına basmış Sayat Nova’yı ve böylece “şarkı avcısı”, “şarkıların kralı” gibi unvanların da sahibi olmuş. Öyle ki sonunda ünü Gürcistan sarayına kadar ulaşmış. Gürcistan kralı II. Heracle tarafından saray şairi ve müzisyeni olarak görevlendirilmiş. Sarayda görev yaptığı süre içinde popülaritesinin ve becerilerinin artması sebebiyle Kral onu dış devletlerle ilişkiler konusunda danışman olarak görevlendirmiş. Bu işte de büyük bir başarı kazanmış olduğunu İranlıların egemenliğine karşı Ermeniler, Gürcüler ve Azeriler arasında yapılan bir ittifakı örgütlemiş olmasından anlıyoruz.

Kral Heracle’nin sarayına taşınması aynı zamanda onu hayatının en önemli dönemeçlerinden birine taşımıştır: Büyük aşkı Prenses Anna’ya. Gürcistan Kralı II. Heracle’nin kız kardeşi olan Prenses Anna’ya görür görmez aşık olan Sayat Nova’nın şarkılarının çoğunu Anna için bestelediği söylenir. Anlaşıldığı kadarıyla Sayat Nova’nın Anna’ya karşı duyduğu aşk karşılıksız değilmiş; Anna’da bu güzel yüzlü ve duygulu adamı çok sevmiş. Ama onların arasındaki bu duygusal bağı öğrenir öğrenmez Kral II. Heracle duruma derhal el koymuş ve Sayat Nova saraydan, dolayısıyla biricik aşkı Prenses Anna’dan uzaklaşmak zorunda bırakılmış. O saatten sonra belli ki yaşamının anlamını da yitirmeye başlamış Sayat Nova. Uzaklaşmış Tiflis’ten, bir daha hiç geri dönmemecesine çekip gitmiş. Hayatını gezici bir ozan olarak kent kent, köy köy gezerek geçirmiş.

Yaşamının son durağı ise Ermenistan’ın kuzeyinde yer alan Haghpat olmuş: Sayat Nova, 1795 yılında İranlı komutan Ağa Muhammed Han’ın buraya düzenlediği bir saldırı esnasında öldürülmüş. Ama sadece maddi bedeni ölmüş eşsiz ozan Sayat Nova’nın; ismi, şarkıları, şiirleri ve aydınlık yüzünden yayılan ışık resimlerde bile olsa hala yaşamaya devam ediyor. Bugün birçok ses sanatçısının ve müzik grubunun repertuarında onun eserleri en önemli yeri işgal ediyor. Onun adını taşıyan birçok koro ve dans topluluğu var hatta bu korolardan birisi İstanbul’dadır ve “Sayat Nova Korosu” adıyla faaliyet göstermektedir.

Sayat Nova’ya atfedilen 220 tane şarkı var ancak bunlar sadece günümüze ulaşabilenler. Olasılıkla onun yazdığı eserlerin sayısı çok daha fazlaydı. Eserleri 19. yüzyılda notaya alındı ve böylece günümüze kadar ulaşması sağlandı. Notaya alınmasından önce ise sözlü gelenek sayesinde kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşam şansı buldu. Sayat Nova’nın ünlü “Kamança” parçası Türkiye’de uzun yıllardır “Çırpınırdı Karadeniz” adıyla söylenmektedir ve bir dönem Milliyetçi kesimin marşı haline gelmiştir. Aslında bu ölümsüz eser, Sayat Nova’nın kendi çalgısı kamança için yazdığı bir şarkıdır ve büyük ozanın en bilinen eserlerinden biridir.

Resimlerde kamançasıyla betimlenmiş olan aydınlık ve güzel yüzlü adama bakıyorum yeniden ve gülümsüyorum, gözlerim dolu dolu oluyor. Sessizce arkama yaslanıyorum ve onun şarkılarını dinlemeye başlıyorum. Hatta söylüyorum. Gözlerimden nehirler akıyor…

Özlem ERTAN
http://blog.milliyet.com.tr/Blogger.aspx?UyeNo=514282
31.10.2006

Tüm yazıyı Oku Tüm Yazıyı Oku !

Ermeni Kültür Kurumları -Müzik -Yemekler -Kitap


Ermeni Kültür Kurumları
Ermenilerde kültür kurumlarına ilk kez 17. yy'ın sonu ve 18. yy'ın başlarında rastlanır. Bu dönemdeki kurumlar "kardeşlik" adı altında daha çok dinsel ve hayırsever amaçlarla kurulmuşlardır. Ermeni kültür kurumları tarihsel olarak üç döneme ayrılırlar:


1) 1810 öncesi "eski dönem", genellikle "kardeşlik",
2) 1810-1908 arası "orta dönem", genellikle "kurum",
3) 1908 sonrası "yeni dönem", genellikle "dernek"
adı altında toplanılır.


Yeni dönem öncesi kültür kurumları genel anlamda okullara yardım Mekhitarian Okulu etmek dışında, okul olmayan yörelerde okul açma çalışmalarında bulunur.

Ermeni kültür yayılma dönemi Tanzimat'la (1839) başlar, 1880'li yıllarda son bulur. 1881'de okul ve dernek salonlarında toplantı ve konuşma düzenlemek yasaklanır. 1882'de Babıali tüm kültür kurumlarının listesini, amaçlarını ve maddi durum raporlarını ister. 1895-1908 arasında İstanbul'da kültür kurumlarının hayatı durmuştur.



19. yy'ın ikinci yarısında Galata'da 41, Pera'da (Beyoğlu) 84, Feriköy'de 10, Pangaltı'da 4, Dolapdere'de 2, Şişli'de 7, Sakızağacı'nda 1, Taksim'de 2, Beşiktaş'ta 21, Ortaköy'de 29, Kuruçeşme'de 3, Arnavutköy'de 5, Rumelihisar'da 9, Boyacıköy'de 6, İstinye'de 1 Yeniköy'de 2, Büyükdere'de 5, Sarıyer Yenimahalle'de 2, Beykoz'da 6, Kandilli'de 1, Kuzguncuk'ta 3, Üsküdar Selamsız'da 53, Üsküdar Yenimahalle'de 20, Üsküdar İcadiye'de 4, Haydarpaşa'da 1, Kadıköy'de 27, Kartal'da 2, Kınalıada'da 3, Tophane'de 1, Etmeydanı'nda 5, Hasköy'de 33, Eyüp'te 7, Balat'ta 20, Karagümrük'te 7, Salmatomruk'ta 10, Topkapı'da 14, Samatya'da (Kocamustafapaşa) 39, Narlıkapı'da 4, Samatya Yenimahalle'de 3, Gedikpaşa'da 17, Kumkapı'da 43, Kumkapı dışında 3, Makriköy'de (Bakırköy) 14, Yenikapı'da 21, Langa ve Musalla'da 10, Ayastefanos'ta (Yeşilköy) 2, Yedikule'de 1, Nişanca'da 1, Beşiktaş'ta 1 Kasımpaşa'da 1, semti saptanamayan 77 olmak üzere toplam 688 Ermeni kültür kurumu vardı.


Getronagan Okulu
Bu kültür kurumlarından bazıları günümüze ulaşabilmişlerdir. Bunlar ya kilise koroları (Tıbratz Tas) veya okullardan yetişenler dernekleridir (Sanutz Miutyun).

İstanbul'daki Ermeni kültür kurumları içerisinde kilise korolarının yeri büyüktür. 18. yy'ın başında kurulan düzenli kilise koroları arasında ilkler Kumkapı'daki Surp Asdvadzadzin Patriklik, Samatya'daki Surp Kevork ve Balat Surp Hreşdagabed kiliseleri korolarıdır.

5 Şubat 1811'de Patrik XI. Hovhannes Çamaşırcıyan döneminde ilk Ermeni kilisesi koro tüzüğü yayımlanır. Surp Asdvadzadzin Basımevi'nde yayımlanan bu 9 maddelik tüzükten yaklaşık bir yüzıl sonra, Patrik I. Mağakya Ormanyan döneminde korolara önem verilerek yeni bir yönetmelik hazırlanır. 70 maddelik bu tüzük 5 Şubat 1904'te onaylanarak yayımlanır.

1906'da Kumkapı'daki Patriklik Kilisesi Korosu 70 kişilik bir grup kurarak Magar Yegmalyan'ın armonize ettiği üç sesli badarağı okur. 1906'da Galata Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi Korosu, Levon Çilingiryan'ın, Beşiktaş Surp Asdvadzadzin Kilisesi Korosu, Aram Pıjışgyan'ın Yenikapı Kilise Korosu ise Yegmalyan'ın faminör-karma armonizasyonlu badarağını öğretirler.

Bu çabalar sayesinde Ermeni Kilisesinin diğer bazı ayinleri de çoksesli olarak armonize edilerek uzun yıllar okunur. Bu korolar dinsel müzik dışında halk müziğini de başarı ile okuyup birçok konser düzenlerler.

Cumhuriyet'in ilanından hemen sonra kilise korolarında tekrar canlanma başlar. Yeni korolar kurulur, eskiler yenilenir. Cumhuriyet döneminde kurulan ilk kilise korosu, Kumkapı Patriklik Kilisesi Korosu üyelerinin bir kısmının kurduğu Koğtan Kilise Korosu'dur (1924). Operaya da birçok solistler yetiştiren kilise korolarının son yönetmelikleri 27 Aralık 1991'de Patriklik Ruhani Meclisi tarafından onaylanarak 1992'de yayımlanır. 1994'te İstanbul'da 20 kilise korosu faaliyettedir.

Günümüze değin yaşayan diğer kültür kurumları, okullardan yetişenler dernekleridir. Bunlar kültürel amaçlı konser, panel, açıkoturum, konferans, gösteri ve sergiler düzenlerler. 1994'te bu türden faaliyette bulunan dernek sayısı 25'tir.

Öğrencinin Gözünden Esayan Lisesi

Bir zamanlar anneniz elinizden tutmuş, bu kapıdan geçtiyseniz, artık bu kapı hayatınıza mal olmuş demektir.


Burası İstanbul. Beyoğlu'nun köhne sokaklarından Meşelik Sokağı. Okul sabah 8.30'dan itibaren dolmaya başlar. Gelenler liseli büyüklerine bakarak önce bahçedeki kiliseye gidip mumlarını yakar ve dua ederler veya öyle görünürlerdi. Sonra da sınıflarında 9.00'da çalacak ders zili öncesi hazırlıklarını tamamlar, derin sohbetlere dalarlardı.

Saat 15.30'da buradan geçmek, bu kapıdan dışarı fırlayan talebelerden, seyyar satıcı seslerinden sokak adeta panayırı andırırdı... Hatta öyle ki tam karşısındaki Zapion Rum Lisesi talebe çıkış saatini 16.00'ya almıştı, daha da büyük sıkıntı yaşanmaması için...

Okuldan adeta boşanırcasına çıkan öğrenciler, koşuşturma halinde fıstık, leblebi, çekirdek satan veya rengarenk tatlı macunlarını çubuklara saran seyyar satıcıların başında, pür dikkat, Müdire hanım Oriort Kalusyan'a, Müdür Yardımcısı Oriort Eliz'e, Oriort Hakcıyan'a yakalanmamak için, alışverişlerini yapıp derhal ya köşedeki kırtasiyecei Aleko'nun ya da arka sokaktaki kırtasiyeci Rober'in (dayım) dükkanına dalarlar, yarınki derslerine göre elişi kağıdı, krapon veya resim kartonları alınırdı. Liseli kızların alışverişleri dışında başka yaptıkları bir şey de, burada eteklerini kısaltmak, ruj ve parfüm sürünmekti ...

Bugün o sokaktan geçerken okulların formalarını taşıyan sadece birkaç öğrenciyi farketmemeniz bile olası, maalesef...


NURAN IBAGUNER
http://www.angelfire.com/id/iba/index.html




Ermeni Müziği

İstanbul'un çokrenkli kültür evreninde kendine özgü tonlarıyla varlığını sürdüren Ermeni kültürünün en belirgin parçalarından bir mimari ise, diğeri de kuşkusuz musikidir. Dindışı kültürlerini Müslümanlar ve diğer azınlıklarla paylaşan Ermeniler, yüzlerce yıl dinsel kültürlerini dış etkilere karşı korumaya çalışmışlardır. Böylece Ermeni besteciler musiki etkinliklerini daha çok klasik Türk musikisi, 19. yy'ın ortalarından sonra da klasik Batı musikisi kulvarında sürdürmüşlerdir. Dinsel musikideki kapalılık ise yaklaşık 700 yıllık bir repertuvarın değişikliklere uğramadan yaşamasını sağlamıştır. Ancak, Ermeni musikisinin klasik Batı musikisi repertuvarı Türk musikisindekine oranla sınırlı kalır.

Maral Müzik ve Dans Topluluğu
İstanbul dışında ise, hem Türk Musikisi, hem de geleneksel müzik türlerinde eserler veren çok sayıda aşuğ (Aşık) ve bestekarın adı, ünlü araştırmacı Kevork Pamukciyan'ın derlediği belgelerde zikredilmektedir. Ayrıca Zilciyan gibi Ermeni kökenli ailelerin ve ustaların geleneksel yöntemlerle ürettiği kimi enstrümanlar, halen dünya çapında tanınır ve kullanılır.


Dinsel Müzik
Ermeni Apostolik Kilisesi ilk dönemlerinde musikisini, alfabesini ve ayin kitaplarını aldığı Süryaniler ve Yunanlılarla sıkı bir ilişki kurdu. Ermeni kilisesinin bu bağımlılığı 5. yy'ın başlarında Surp Mesrop Maştotz'un Ermeni alfabesini geliştirerek Süryanice ve Yunanca yazılmış bir çok dinsel ve dindışı eserin çevirisini gerçekleştirmesiyle sona erdi.

Bu değişimler, Ermeni dinsel musiki tarihini kabaca şu üç döneme ayırır: 4-12. yy'lar arasında Süryani ve Yunan etkisi altındaki birinci dönem; 12. yy'dan 19. yy'ın sonuna kadarki, Ermeni halk musiki ile dinsel musikinin yakınlaştığı ve Ermeni liturji (ayin düzeni) musikisinin son şeklini aldığı ikinci dönem; 20. yy'ın başından günümüze kadarki, çoksesli musikinin kullanılmaya başlandığı üçüncü dönem.

Ermeni kilise musikisinde "şaragan", "meğeti", "yerk", "dağ", "gandz" gibi ilahi formlarının dışında "badarak" ve "dağavar" (büyük bayramlar) gibi daha büyük çaplı formlar da kullanılır. Hıristiyanlığın temel ibadet biçimlerinden biri olan ve "Hz. İsa'ının son akşam yemeği"nde ekmek ile şarabı kendi bedeni ve kanı olarak havarilerine sunuşunu anlatmak amacıyla düzenlenen komünyon ayini, Ermenice "badarak" (kurban) diye adlandırılır. 20. yy'ın başına kadar Ermeni kiliselerinde, "ana melodi" olarak adlandırılan bu badarak bestesi kullanılmışır. Teksesli makamsal ve anonim bir beste olan "ana melodi"nin ilk kullanılmaya başlandığı tarih kesin olarak bilinmiyor. Ancak son şeklini 12. yy'da aldığına inanılıyor. Badarak ayini 20. yy'ın başından itibaren çok sesli olarak icra edilmeye başlanmıştır. Badarak melodilerinin manevi önemi ve sayıca çoğalması dolayısıyla İstanbul Patriklik Ruhani Meclisi, düzenlediği Türkiye Ermeni Kilisesi Korolar Tüzüğü'nun 58. maddesiyle kilise korolarının aşağıdaki dokuz badarak melodisini kullanmalarına izin vermiştir: 1-Ana melodi (Mayr Yeğanag), 2- Gomidas melodisi, 3- Yegmalyan melodisi, 4- Çulhayan melodisi, 5- Çilingiryan meodisi, 6- Bartevyan melodisi, 7- Manasyan melodisi, 8- Atmacıyon melodisi, 9- Horenyan melodisi.

Ermeni kilisesi geleneksel musikisinde, Süryani ve Rum kiliselerinde olduğu gibi başlıca sekiz makam kullanılmaktadır. Bunlar sırasıyla, ayp tza, ayp gen, pen tza, pen gen, kim tza, kim gen, ta tza ve ta gen adlarını alan makamlardır. Her makam 8 sesten oluşur. Her makam dizisini bir bitiş -ya da başlangıç- (finalis) ve bir güçlü (dominant) notası belirler. Bu sekiz makam, klasik Türk musikisinde kullanılan heftgah, şedacem, hüseyni, acemaşiran, hicaz, saba, neva ve uşşak makamlarına denk düşer.

Şaraganlar her hafta ya da her gün sırayla yarı makamlardan okunur. Her yıl Paskalya günü birinci gün olarak kabul edilir ve şaraganlar birinci sıradaki makamdan okunmaya başlanır.

20. yy'ın başından itibaren çoksesli olarak, Batı nota yazım sistemiyle yazılmış badaraklar dışında kalan formların besteleri büyük ölçüde kulaktan kulağa aktarılarak günümüze ulaşmıştır. Kim tarafından ve hangi tarihte geliştirildiği bilinemeyen "Khaz" nota yazım sisteminin en eski örneğine 9. yy'dan kalma elyazmalarında rastlanır. Bu sistemde yaklaşık 26 işaretten başka Ermeni alfabesinin 12 ünsüzü de kullanılır. Kesin ses yüksekliğini (pitch) göstermeyen Khaz nota yazım sistimi makamsal sisteme göre belirlenmiş sınırlar içinde yorumda serbest çeşitlemelere izin verir. Khaz nota yazım sistemi 16. yy'dan itibaren daha karmaşık hale gelmiş ve sonunda kilise icraları için tam bir bilmeceye dönüşmüştür. Venedik St. Lazzaro'daki Ermeni Mekhitarist Manastırı 17. yy Vağarşabat geleneğine uygun Khaz nota yazım sistemini kullanan tek yer olma özellliğini taşır. Çok karışık ve öğrenilmesi güç olan eski sistem yerine seslerin ve sürelerin daha kesin işaretlerle gösterildiği, daha anlaşılır yeni bir nota yazım sistemi için çalışmalara başlayan Hampartzum Limoncuyan (1768-1839), 1813 dolaylarında kendi adını verdiği nota yazım sistemini geliştirdi. Hamparsum sistemi büyük ölçüde Khaz sistemindeki işaretlerden oluşmuştur. Ancak, bu işaretlerin Hamparsum sistemindeki anlamları farklıdır. İki oktavlık bir ses genişliği olan bu sistem, sesleri ve süreleri gösteren işaretlerle, diyez, sus, tekrar ve ölçü işaretlerinden oluşur. Bu işaretler hecelerin üzerine gelecek şekilde yerleştirilir. Hamparsum nota yazım sistemiyle yalnız Ermeni musikisi değil, birçok Türk musikisi eseri de notaya alınmış, böylece sayısız eser günümüze kadar ulaşabilmiştir. Eçmiyazdin Başpatrikliği ile Kudüs Patrikliği'nde hala Hamparsum sistemi kullanılmaktadır.

Ermeni Apostolik Kilisesi'nde öteki Ortodoks kiliselerinden farklı olarak insan sesinin yanısıra, varsa org veya armonyum da kullanılabilir. Org ilk defa 20. yy'ın başında Gomidas Soğomonyan (1869-1935) tarafından İstanbul'da kullanılmaya başlamış, daha sonra öbür kiliselere de yayılmıştır.

Geçmişi Hıristiyanlık öncesine kadar uzanan zil, hem dinsel, hem de dindışı musikide sıkça kullanılan bir vurma çalgıdır. Üç yüzyıldır bu işle uğraşan Zilciyan ailesi zil yapımcılığının en büyük ustalarından biridir. Org ve zil dışında yine öteki Ortadoks kiliselerinden farklı olarak, meleklerin kanat seslerini simgeleyen ve kşotz adı verilen, ucunda minik zillerin bulunduğu bir tür çalgıya da yer verilir.




Ermeni Yemekleri
Topik
Topik, Ermeni mutfağının şarkılar ve manilere konu olmuş en özgün tadlarından biri.... Gelgelelim, Kumkapılı Topikçi Hampik'in maniler okuyarak sattığı topikler de, tıpkı ötekiler gibi hafızalardan silinmeye yüz tuttu. Topik, bugün yalnızca İstanbul'da bir-iki meyhanede soğuk meze tepsisini süslüyor ve Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı semtlerden Kurtuluş'ta bazı mezecilerde satılıyor. Bir de tabii, yaprak sarması ve midye dolması ile birlikte, Ermenilerin geleneksel Dzununt ve Zadik sofralarındaki vazgeçilmez yerini koruyor.

Malzemeler: (12 kişilik)
3 orta boy patates,
½ kg. nohut,
2 kilo soğan ½ kg tahin,
4 tatlı kaşığı şeker,
2 tatlı kaşığı tuz,
3 tatlı kaşığı tarçın,
2 tatlı kaşığı kara biber,
2 tatlı kaşığı yeni bahar,
3 çorba kaşığı dolmalık fıstık,
3 çorba kaşığı kuru üzüm.

Yapılışı: Patatesleri kabukları ile birlikte haşlayın. Bir gece önceden ıslattığınız nohutu, iyice pişirin. Kabuklarını soyduğunuz patatesleri püre haline getirin. Nohutları da aynı şekilde, tek tek kabuklarını temizleyerek iyice ezin ve püre kıvamına getirin. Soğanları ince ince doğrayın, tuzsuz olarak haşlayın. Pişen soğanı süzgece koyup suyundan arındırın. Soğan suyunu saklayın. Patates ve nohut püresini birleştirip içine 2 kaşık tahin, 1 tatlı kaşığı tuz ve 1 kaşık soğan suyu ilave edin. Bu püreyi bir süre serin bir yerde dinlendirin. Suyundan arındırılmış soğana tahta bir kaşık ile tahini yedirin, içine şeker, 1 tatlı kaşığı tuz, tarçın, kara biber, yeni bahar ve dolmalık fıstığı ilave edin. Dinlendirdiğiniz püreden avuç içi büyüklüğünde bir top alarak 2 temiz bezin arasına yerleştirin. Bu topu, oklava ile açarak bir dikdörtgen elde edin. Daha sonra bezlerin arasından alıp, içine bir miktar soğan koyarak bohça haline getirin. Bütün püreyi aynı şekilde soğanlarla birleştirip bohçalar oluşturun. Yeniden serin bir yere alın ve iyice dinlendirin. İkram ederken üzerine tarçın serpmeyi unutmayın.


Yapılışı basit gibi görünen ancak kıvamını tutturmak için maharet isteyen Khavidz, Ermeni mutfağının en lezzetli bayram tatlılarından biri... İçi tavukgöğsüne yakın bir yoğunlukta, hatta hafifçe sulu olması gereken Hhavidz'in üzeri ise tıpkı kazandibi gibi iyice kızarmış olmalı. Ermeni ustaların çalıştığı Kapalıçarşı'nın eski lokantalarında yapılan özel Hhavidz günleri artık unutulmuş durumda. Hhavidz şimdi yalnızca, geleneklerin korunduğu bazı evlerde yaşatılıyor.

Malzemeler: (8 kişilik)
125 gr. tereyağ,
1 kg. süt,
8 çorba kaşığı un,
9 çorba kaşığı şeker,
1 tatlı kaşığı vanilya,
1 çorba kaşığı irmik.

Yapılışı: Sütü, şekeri ve vanilyayı birlikte kaynatın. Çok kısık ateşte, unun rengini koyulaştırmadan 20 dakika kavurun. Kaynamış sütü azar azar dökerek una yedirin. Karışımın boza kıvamına gelmesine dikkat edin. Tercihan ufak bir bakır tencereyi veya fırına girebilecek bir kabı yağlayıp irmikleyin. Khavits hamurunu dökün, kısık ateşte üstü nar gibi kızarana kadar pişirin. Piştikten sonra ters çevirin ve servis yapın. Servis sırasında üzerine tarçın ekebilirsiniz.


Kaynak: www.minidev.com




Kitap - Lutzika Dudu


Lutzika Dudu

Ermenice yazılmış bir kitap tanıtacağız sizlere. Fakat eserin dili değil asıl olan; anlattığı yaşam ve insanlar... Lutzika Dudu'nun önsözü şöyle:

Hayat, İstanbul'un avam Ermenicesi'ni aldı götürdü, neredeyse hiç konuşulmuyor artık. Hagop Ayvaz, 1968-1996 yılları arasında yayınladığı Ermenice tiyatro dergisi "Kulis"te yazdıklarıyla bu özgün dili Lutsika Dudu'nun ağzından yaşatmaya çalışmıştır.

Türkçe ve İstanbul'da konuşulan diğer dillerle harmanlanmış bu kendine özgü ağzın dergi sayfalarında kalmasını istemedik ve H. Ayvaz'ın 1968'den ve 1996'ya kadar yayınladığı 280'e yakın Lutsika Dudu macerasını barındıran bir seçki hazırladık.

Lutsika Dudu kim mi? O, artık yaşı kemale ermiş ama her şeyi bilen, bilmese de kendi yöntemleriyle öğrenip ifşa etmekten (!) çekinmeyen bir Ermeni "müzevir Müzeyyen", bir kız kurusu"... Bu kitap, biraz gülmek isteyen okurun bu ihtiyacını kati surette tatmin edeceği gibi, İstanbul Ermenileri'nin avam ağzını ve yaşam tarzını incelemek isteyen filolog ve sosyologlara da bir kaynak olarak hizmet edecektir..."

Bu en azından folklorik anlamda değer taşıyan ve başka bir pencereden bir ülkenin geçmişini yansıtan kitap hakkında Ermeni yurttaşlarımızın yayınladığı Hye-Tert.com sitesinde çıkan şu nefis tanıtım yazısını ilgilenenlerin dikkatine sunuyoruz: (*)
Dün akşam Gugas kardeşimin kardeşi Onnik'le bana yolladığı dergi ve kitaplar içinde beklediğim Hagop Ayvaz'ın 28 sene Kulis'te yazdığı sevimli, candan, bize has hiciv ve zevkli iğnelemeleri ile dolu "LUTZIKA DUDU" yu aldım.

Onnik'le Chatelet'de bir kahvede oturup biraz sohbet ettik, sonra aynı otobüsle evlerimize dönerken Onnik bir istasyon sonra inerek evine gitti. LUTZIKA DUDU'ları otobüste okumaya başladım ve eve gelince devam ettim.


LUTZIKA DUDU, 70 ile 80 yaşları arası "barav" (dul) bir İstanbul dudu'su (Hayeren "Dudu gnik" tabir olunur). Bu eser Lutzika Dudu yolu ile herkesi tanıyan, lafı, sohbeti çekilen, şimdi artık yerinde yeller esen canım İstanbul'un "ramgoren" veya "hayevar" denilen halk dilinin en güzel teşhir edildiği yer olarak kalacak edebiyatımızda. Bunu geçen asır başlarında Hagop Baronyan "Azkayın Cocer", Yervant Odyan değişik hicivleri ile, meşhur karikatürcümüz Sarukhan temsil etmişlerdi. İstanbul'da artık Hayeren belli ve çok dar bir çevrede konuşuluyor; buna paralel olarak da halk ağzı Hayeren artık çok nadir işitiliyor. Bu tip Hayeren'i ben çocukluğumda yani 50'li yılların sonlarında ve 60'lı yılların başlarında Feriköy pazarında, Yegeghetzi avlularında, Zadig ve Dznunt tebriklerinde işitir ve işin şuurunda olmadan içimde tarifsiz bir sıcaklık duyardım. Bu "Hayevar" bizim malımız, bizden çıkmış, doğmuş, bizim medz mayrig ve medz hayriglerimizin eseri... Bu "Hayevar" sıcak sıcak yegeghetzi, Feriköy Pazarı, tatlı dedikodu, kız isteme "aghcikdes", zadigte el öpme "tzerkbak", vicdan, heyecan, hayootyoon ve haygagan hoki kokar...
Allah daha uzun ömürler versin, 90 yaşını asan sevgili varbed Hagop Ayvaz tam 50 sene, 1946'dan 1996'ya kadar, büyük bir mücadele ve maddi sıkıntılar içinde Türkiye'de misli görülmemiş san'at, edebiyat ve tiyatro dergisini tek başına üstün bir azkayın ruhla, mesrobyan heyecanla çıkardı. Kendini tanıma ve birkaç sohbetine katılma şerefine nail olduğum için mutluyum.
Lutzika Dudu bizi makalelerinde Samatya'nın, Ortaköy'ün, Feriköy'ün, Bakırköy'ün Siro seghanlarını, Karagözyan,Getronagan, Kınalıada kampı balolarını, İstanbul'un son kuşları Hayeren üsdatları sohbetlerini gezdirir, tanıtır ve o yerlerdeki ortamı ince bir hiciv ve iğnelemelerle canlı olarak korur...Lutzika Dudu göz ucuyla süzdüğü İstanbul "yüksek sosyetesi"ni öyle tatlı ve insaflı bir şekilde tiye alır ki, o hicivlere mazhar olanlar bile Lutzika Dudu'ya sevgi ile bakar, tekrar o hicivlerden ve iğnemelerden nasip alacakları fırsatları gözlerler. Lutzika Dudu'ya balolarda davetiye yollamıyanlar ertesi Kulis'deki yazılarda Dudu'dan ağızlarının payını pek dehşetli alırlardı...

Lutzika Dudu bizi geçen asrın başlarında yaşanan İstanbul'un bereketli, tatlı günlerine götürür; ramazanlarda Direklerarasına, Eliza Binemeciyan'a, Mnakyan Efendi'nin kumpanyasına, Peruz Hanım'ın kantolarına, Kavuklu Hamdi'ye, Muhsin Ertuğrul'a , Kemani Tatyos'a, lavtacı Onnig'e va daha nice bu şehr İstanbul'u Dersaadet yapan insanlara götürür. İstanbul'un artık eskiye yüz döndüğü yıllar olarak eskiler eğer 1955'i gösterseler de, ben bunun 12 Mart 1971'den sonra tamamen gerçekleştiğini sanıyorum. Ama o yıllardan bugüne kadar geri kalan kelaynak kuşları misali birkaç "yanyan" aile ile idare etmeye çalışılan Bolsahayutyun artık gerçekten maziye karışmak üzere. Ne Kınalıada'daki o canım "Medzaskanc"ı Nshan Beshiktashlıyan'ın mirasını arsha asarak konuşan yanyanlar, ne de İstanbul efendisi ve hanimefendisini bulmak kolay değil. Lutzika Dudu'nun tabiri ile artık Kınalıada'da Hayeren Jamanag veya Marmara alan kalmadı; kalın kıçlı kaba "hay" kızları ve karıları artık Hürriyet, Star ve yarı pornografi, yarı rezalet kokan pespaye dergiler alıp okuyorlar...

Aras yayınevinin bu devasa güzellikteki eseri İstanbul Haylarına kazandırmasını kutluyorum. Okunması ve okunurken de hüzünle eskiye dönülmesi bizlere köklerimizi ne kadar iyi hatırlatıyor...

Hagop Ayvaz varbede daha nice uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum.

Gettze Lutzika Dudu ve onun tatlı "Hayevar"ı...


Allaha ısmarladık sevgili gerçek bolsahayutyun, sevgili yanyanlar, sevgili medzaskancımızı bize sevdiren, imrendiren tatlı hayuhiler... Anushig nayıryan kızlarımız... Dost ve candan babacan haylar, yaşamasını, yemesini, içmesini edeple bilen büyüklerimiz... Ve hâlâ merhaba ısrarla ayakta kalmış birkaç kelaynak kuşu yanyanlarımız... Sevgililerimiz... Sizlerle gene ana dilimiz medzaskancı sohbet etme hülyaları ile...

Hepinize Merhaba.
Sevgiyle,
Ohannik Akopcan


Tüm yazıyı Oku Tüm Yazıyı Oku !