İstanbul Ermenileri

pix GEO için hazırlanan ve “İstanbul Ermenileri” başlığını taşıyan haber dosyası:

TAMER ALTUNAY: İstanbul’daki Ermeni cemaatinin sosyal, kültürel ve ekonomik boyutlarıyla bugünkü genel görünümünü anlatabilir misiniz?

MESROB II: İstanbul’daki Ermeni toplumu, İstanbul’un hemen hemen tüm semtlerine yayılmış durumda, hemen her meslek dalında çalışan, etno-kültürel kimliklerini muhafaza etmeye çalışan, zengininden yoksuluna geniş bir yelpazeye oturtabileceğimiz bir cemaattir. Şu anda Türkiye’de 1 Patrikliğimiz, 42 kilisemiz, 1 hastanemiz, 2’si yatılı 17 okulumuz, 1 yaz kampımız, 20 koromuz, 20 derneğimiz faaliyetlerini sürdürmektedir. Anadolu’da ise . . irili ufaklı toplam 16 cemaatimiz vardır.

TAMER ALTUNAY: İstanbul’un sosyal / toplumsal renkleri dünden bugüne nasıl değişti, sizin pencerenizden İstanbul bugün nasıl bir fotoğraf sunuyor?

MESROB II: Her geçen gün biraz daha renksizleşiyor. Her yurtdışına çıkışımda, iki gün geçmeden İstanbul’umu özlemeye başlarım. Ama buradayken de bazen kendimi gittikçe kişiliksizleşen, taşralaşan bir kentte hissettiğim oluyor.


TAMER ALTUNAY: Türkiye Ermenileri bu topraklarda ve toplumsal yaşamın her alanında önemli katkılar sundu. Ekonomiden sanata, mimariden yayıncılığa uzanan geniş bir yelpazede. “Zorunlu ayrılıklar” olmasaydı, sizce İstanbul bugün nasıl bir kent olurdu?

MESROB II: Ermeniler ayrılıkçı, Türkler de İttihadçı politikalar uygulamasalardı, bugün Türkiye’nin en az 10 milyon Ermeni nüfusu olurdu. Ülkemiz bundan çok yararlanabilirdi. Bu fırsatı ne yazık ki, Türkler de, Ermeniler de kaçırdılar.

TAMER ALTUNAY: Daha önceki röportajlarımızdan birinde ana hatlarıyla konuşmuştuk ama biraz daha ayrıntılı öğrenmek istiyorum: Çocukluğunuzun, ilk gençliğinizin İstanbul’una, o İstanbul’un renklerine dair sizde neler kaldı?

MESROB II: Çok şey. Anlatmakla bitmez ki! Biz Tarlabaşı, sonra da Taksim-Talimhane’de oturduk; anneannem Verjin Hanım Feridiye, Çalgıcı Sokak’ta otururdu. Nışan Dayım ve Azat Teyzem de Kuledibi’nde otururlardı. Sabri Acun Amcam’ın ve Maryam Teyzem’in Ümraniye’de çiftlikleri vardı. Tüm bu semtlerin unutulmaz anıları var. Yenişehir’deki cambazhanedeki oyunlar, Eylül’de Balat Kilisesi ziyaretleri, çiftlikteki yaramazlıklarımız, kabaran hindilerden kaçışlarımız, Kuledibi’ndeki ve Tarlabaşı’ndaki Müslüman ve Musevi yaşıtlarımla arkadaşlıklarımı unutmam mümkün değil. Yoğurtçu Faik Sokağı’ndaki evimizin üst katında Can adlı bir arkadaşım vardı. Birlikte güreşe tutulmayı çok severdik. Bir gün ben Çelik Blek veya Tom Miks olur, diğer günse o olurdu. Talimhane’deki eve geçtiğimizde birbirimizden ayrıldık. Musevi-Hristiyan-Müslüman bayramları iç içeydi, karşılıklı bir saygı ve sevgi vardı…

TAMER ALTUNAY: Bir İstanbullu Ermeni olarak hayat hikayenizi bizimle paylaşır mısınız?

MESROB II: 16 Haziran 1956’da doğmuşum. Babam Adapazarlı Onnik, annemse İstanbullu Ermeni-Rum melezi aileden Mari. Bana Minas adını vermişler. Sırasıyla, Taksim’deki Esayan Ermeni İlkokulu’nda, Nişantaşı’ndaki İngiliz Lisesi’nin orta bölümünde okudum. Yazları Kırklareli’ne bağlı Kıyıköy’e giderdik. Sonraları babam Selimpaşa’da bir motel işletti. Ben de motelde çalıştım, diskoteğinde diskjokeylik yaptım. Daha sonra, Almanya’da Stuttgart Amerikan Lisesi’nde, A.B.D.’de Memphis Üniversitesi’nde, İsrail’de İbrani Üniversitesi’nde, İtalya’da Angelicum Üniversitesi’nde okudum. Kudüs Patrikliği Ruhban Okulu’nda Eski Ahit öğretmenliği yaptım. 1979 yılında Patrik Şınorhk Kalustyan tarafından rahip takdis edildim ve Mesrob adını aldım. 1986’da episkopos, 1992’de başepiskopos oldum, 1998’de de Türkiye Ermenileri Patrikliği makamına seçildim. Bu kadar.

TAMER ALTUNAY: Ermeni cemaatinin ekonomik, kültürel ve sanatsal yaşama sunduğu katkıları biliyoruz. Bu katkıları daha da artırabilmenin, bir arada yaşama kültürünü daha da zenginleştirebilmenin yolları sizce nelerdir?

MESROB II: Ermeni toplumunun kurumları bugün her yandan kuşatılmış durumdadır. Vakıflarımızın mallarını-mülklerini değerlendirmeleri önünde engeller var. Haksızlıklar yaşanıyor. Bunların bir an önce kaldırılması, Türkiye Ermenileri’ne de öz vatandaş gibi davranılması gerekir. Vakıf malları değerlendirilemedikleri için, okullar, dernekler ve diğer kurumlar ancak zar zor bağışlarla ayakta durabiliyor. Ermeni kültürünün kaynağı Ermeni Kilisesi’dir. İlk Ermeni yazısını, notalarını, edebiyatını yaratan, ilk matbaayı, ilk gazeteyi açan kilisedir. Ancak bugün Türkiye’deki Ermeni Kilisesi’nin eli kolu bağlı haldedir, ruhani kültürü neredeyse idame ettiremeyecek durumdadır.

70 bin kadar olduğu söylenen Türkiye Ermenileri’ne ve 30-40 bin kadar oldukları söylenen Ermenistan’dan Türkiye’ye çalışmaya gelen insanlara hizmet etmek için en az 60-70 din görevlisi gerekirken, bugün din görevlisi sayımız ancak 26 kişidir. Ermeni azınlık okullarına da kaliteli öğretmen yetiştirmekte zorlanıyoruz. Bütün bunlar aslında İstanbul’daki üniversitelerden birinde açılacak bir kürsüyle halledilebilir; okullarımıza Ermeni dili ve edebiyatı öğretmenleri, kiliselere de din görevlileri yetiştirilebilir.


TAMER ALTUNAY: Hem cemaat içinde hem de cemaat dışında, konusu Ermeni kültürü, yaşamı olan yayıncılık alanında ciddi bir zenginleşme söz konusu. Bu zenginleşmeyi besleyen faktörler sizce nelerdir?

MESROB II: Eski İstanbul nostaljisidir herhalde. Bir de, sanırım insanlar bazı değerleri kaybettikten sonra onların değerini anlamaya başlıyorlar.

TAMER ALTUNAY: Ermeni cemaatinin bugün yaşamakta olduğu sorunlar ve çözüm önerilerinizi, öğrenebilir miyiz?

MESROB II: Zaten az önce değindim. Patrikliğimize tüzel kişilik olanağı, Müslüman ve Gayrımüslim vakıfları arasındaki ayrımcılığın kalkması, okullara öğretmen, kiliselere din görevlileri yetiştirecek olanakların yaratılması.

TAMER ALTUNAY: Herkes merak edecektir: Bir patriğin 24 saati nasıl geçer?

MESROB II: Gayet erken uyanırım. Sabah dualarımı ve o günkü İncil-i Şerif bölümünü okuduktan sonra, ofisime geçerim. Öğleye kadar kimseyi kabul etmem. Biriken kağıt işleriyle, yazacaklarımla uğraşırım. Öğleden sonra randevular başlar. Artık gününe göre, vakıflardan, derneklerden, korolardan, din görevlilerinden, sivil toplum kuruluşlarından, konsolosluklardan, elçiliklerden, resmi dairelerden, gazetelerden, halktan dileyip randevu alanlar gelirler. Bayram veya Pazar günüyse, günün büyük bir bölümü zaten kiliselerde geçer. Çarşamba ve Cuma günleri vejeteryen perhiz tutarız. Paskalya’dan hemen önceki yedi hafta süresince de oruç dönemimiz var. Gençler ve din görevlilerimizin, öğrencilerin durumu tabii ki özel ilgi alanımı oluşturuyor. Bazı Pazar günleri de daha önce haber vermeksizin kiliseleri ziyaret eder, denetlerim. İstanbul ve taşradaki cemaatlerimizin durumu, Patrikliğin günlük idari işleri de tabii ki ciddi mesai istiyor. Böyle işte.

Orijinali Almanca yayımlanan, Türkiye’de ise bir yıla yakın süredir Merkez Dergi Grubu tarafından Türkçe olarak çıkarılan GEO dergisi adına, Patrik II. Mesrob Hazretleriyle bir röportaj gerçekleştirmeyi arzu eden Tamer Altunay’ın yönelttiği soruları ve Patrik Hazretlerinin cevapları

Lraper

Hiç yorum yok: