Erciyes Üniversitesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erciyes Üniversitesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

XIX. Yüzyılda Osmanlı Ermeni Basını Ve Devletin Rejim Üzerine Çarpıcı Bir Polemik

Yrd. Doç. Dr. Ali BUDAK
Yeditepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Üsküdar / İstanbul-TÜRKİYE

ÖZET

Tanzimat’tan sonra İstanbul’da Ermeni harfleriyle Türkçe birçok gazete ve dergi yayımlanmıştır. Bunlar içinde, Mecmua-i Havadis gibi çok ünlenmiş, Türkler arasında bile okuyucu kitlesi oluşturmuş olanlar da vardır. Mecmua-i Havadis ile devrin ilk günlük gazetesi Ruzname-i Ceride-i Havadis arasında, 1860 yılının Aralık ayında bir kalem kavgası cereyan etmiştir. Bu polemik, hem devrin sosyal hayatına ve gazetecilik anlayışına ışık tutmakta, hem de imparatorluğun sadık tebaası Ermenilerin kafasında bazı kimlik sorularının uyanmaya başladığının işaretlerini vermektedir. Kamuoyu önünde ilk defa millet-i hâkime ve millet-i mahkûme sınıflaması yapılarak, açıkça devletin sistemi tartışılmıştır. Tarafları ise, devrin iki önemli devlet adamı; Mecmua-i Havadis’te Vartan Paşa, Ruzname-i Ceride-i Havadis’te Münif Paşa temsil etmiştir.



Bildiride, ilk Ermeni kıpırdanmalarının başlamasından yaklaşık çeyrek yüzyıl önce yapılmış bu kalem kavgası ayrıntılı olarak işlenirken, Ermeni basınına da panoramik bir bakış atfedilecektir.


GİRİŞ

Ermeniler, yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun en uyumlu unsurlarından biri olmuşlardır. Türklerle en küçük bir geçimsizlikleri, sözkonusu bile değildir. Aksine, günlük hayatın akışında hep önemli roller üstlenmişlerdir.

Şüphesiz bu durum, başlangıçtan itibaren kendilerine gösterilen ihtimam ve tanınan özgürlüklerle yakından ilgili olmalıdır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra Rum Patrikliği’nin yanında bir de Ermeni Patrikliği kurulması na izin vermiş, Bursa Piskoposu Hovakim’i de Türkiye Ermenileri Patriği sıfatıyla başına geçirmiştir.

Samatya’daki Sulumanastır Kilisesi patrikhaneye dönüştürülürken, kuruma bütün Ermenilerin dinî ve sosyal işlerini görme, şikâyetlerini inceleme, mallarını idare etme hakları verilmiştir. Ayrıca Fatih, zanaatkâr, mimar, tüccar olarak, bağ lılıklarına çok güvendiği Ermenileri İstanbul’a getirterek Samatya, Topkapı, Kumkapı, Edirnekapı gibi önemli semtlere yerleştirmiştir.


Daha sonra, Sultan II. Bayazıd’ın, Suluma nastır Kilisesi’nin cemaate ait ol duğunu bir fermanla resmileştirmesiyle Ermeniler daha da rahatlamıştır.

Bu arada Anadolu’dan payitahta akın sürmektedir. Özellikle Kanunî Sultan Süleyman’ın Van ve çevresini Osmanlı topraklarına katmasından sonra, kuyumculuk ve taş ustalığı yapan birçok ünlü Ermeni zanaatkâr da İstanbul’un yolunu tutmuştur. Daha sonra Gürcistan’ın fethini müteakip de benzer bir durum yaşanacaktır. Böylece İstanbul’da sayıları giderek çoğalan Ermeni lerin nüfuzları da artmıştır. Aralarından saraya kapılananlar ve hızla yükselenler çıkmış; işçi, usta, kalfa ve mimar olarak çalışanlar ise, saray, cami, medrese, çeşme gibi yeni yapılara emek ve alın teri dökmüşlerdir.

Denilebilir ki, Osmanlı Devleti’nde diğer Hıristiyan unsurlarla birlikte Ermeniler, Müslüman halkın kullanamadığı birçok hakka sahip olmuşlardır. Fatih zamanından itibaren kendi okullarını açma, kitaplarını ve programlarını hazırlayıp seçme, tayin etme, diploma verme hakları vardır. Dinî ve sosyal işlerine, Sultan II. Mahmut’a kadar 350 yıl hiç karışılmamıştır. Patrikhanelerin kendi mahkemeleri, hastaneleri, okulları ve hatta hapishaneleri bile olmuştur. Bu yüzden Türkiye Ermenileri Rusya’dakilere göre, hem daha özgür hem daha kültürlü bir topluluk olarak şekillenmişlerdir1.

Millet-i sâdıka olarak kendilerini tanınmış özel imtiyazlarla2 Ermeniler, XVII. yüzyılda İran, Türkiye ve İtalya arasında ipek ticaretini ele geçirmişler; birçokları iltizam ve bankacılık yoluyla zengin olmuşlardır.

Öyle ki, XIX. yüzyılın ilk yıllarından itibaren darphaneyi yönetmeye ve devletin maliyesini kontrol etmeye başlamışlardır3. Daha sonra, 1850’li ve 1860’lı yıllarda, imparatorluğun yaşadığı büyük değişim ve dönüşüm hareketlerinin estirdiği rüzgârı da arkalarına alarak sosyoekonomik bakımdan daha da güçleneceklerdir. Artık, zengin Ermeni aileleri İstanbul’da, edebiyattan tiyatroya ve matbuata, ekonomiden sivil toplum örgütçülüğüne, Tanzimat’tan sonra çizgileri artık iyice

1 Abdülkadir Yuvalı, “Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatının Tarihi Temelleri”, Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, Cilt I, Erciyes Üniversitesi I. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu, Erciyes Üniversitesi Yayını, Kayseri 2007, s.85-87.
2 Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, Cilt 7, Ötüken Yayınları, İstanbul 1978, s.178.
3 Halil İnalcık, “İstanbul (Türk Devri)”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 23, İstanbul 2001, s.235.



belirginleşmeye başlayan batı kültürünün hemen bütün alanlarında öncüdürler4. Adetleri, yaşantıları ve dilleriyle yaşadıkları mekâna sahiplenişleridir ki, Helmuth von Moltke’ye, kendilerine Sanki Hıristiyan Türkler dedirtmiştir5.

Gerçekten, XVI. yüzyıl başlarından itibaren, gayr-i Müslimler, özellikle de Anadolu Ermenileri önemli ölçüde Türk kültürünü benimsemişlerdir. Her cemaat kendi dilini konuşmakla birlikte İstanbul’da konuşulan ortak dil Türkçe’dir. Siyasî ve sosyal prestij sağladığından gayr-i Müslimler, Türkler gibi giyinmeye ve yaşamaya özen göstermişlerdir6.

Ne var ki, yüzyılın son çeyreğinde, Rusya ve Avrupa devletlerinin Osmanlıya dair politikalarını, Ermeniler üzerinden yürütmeleri büyüyü bozmuş, Türklerle Ermenilerin bu harika birlikteliği çözülme sürecine girmiştir.

OSMANLI ERMENİLERİ BASINI

Daha XIV.-XV. yüzyıllardan itibaren Ermeni harfleriyle Türkçe metinler meydana getirdikleri bilinen Ermeniler arasında da, Türk Halk Edebiyatı’nın Köroğlu, Aşık Garip, Kerem ile Aslı gibi geniş kitlelere mâl olmuş hikâyeleri nesilden nesile aktarıla gelmiştir. Aşuğ adı verilen gezgin veya yerleşik halk şairleri, tıpkı Türk âşıkları gibi halkın içinden, halkın dilinden söyleyerek sosyal bir işlevi yerine getirmişlerdir7. Boğos Arabyan ve Canik Aramyan gibi isimlerle XIX. yüzyılın başından itibaren Osmanlı matbaacılığına ağırlığını koyan Ermeni ustalar8, giderek bu

4 Bu konuda daha ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. Ali Budak, “Ermenilerin XIX. Yüzyılda Yeni Bir Hayatın ve Edebiyatın Oluşum Sürecine Katkıları”, İstanbul Akademik Araştırmalar Dergisi, Ağustos – Ekim 2006, Yıl 8, Sayı 30, s.137-156.
5 Helmuth von Moltke, Türkiye’deki Durum ve Olaylar Üzerine Mektuplar (1835-1839), Çev. Hayrullah Örs, TTK Yayınları, Ankara 1960, s.25.
6 Halil İnalcık, “İstanbul ...”, s.235.
7 Ayrıntı için bkz. Fikret Türkmen, Türk Halk Edebiyatı’nın Ermeni Kültürüne Tesiri, Akademi Kitabevi, İzmir 1992.
8 Araboğlu adıyla anılan nesih ve talik karakterlerini icat eden Boğos Arabyan, Osmanlı Devleti’ne ve matbaacılığına yaptığı katkılar nedeniyle bir berat ve nişanla onurlandırılmış, 1816’da Hassa Matbaası yöneticiliğine getirilmiştir. Boğos Arabyan, Vak’anüvis Asım Efendi’nin Kamus tercümesinin 1814 yılında Mühendishane Matbaası’ndaki basımına da nezaret etmiş ve bu amaçla, Asvador ve Klaust adlarındaki iki oğlu ile beraber Tabhane’ye taşınmıştır.



alanda yaygın bir üstünlüğe ulaşmışlardır9. Bu yoğun ilgi matbaadan matbuata ve gazeteciliğe de yansımıştır.

Esasen süreçte, gazetecilik Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün unsurları için özel bir konumdadır. Gazeteler adeta, ulusların, tarih, coğrafya, edebiyat ve hatta iktisat, içtimaiyat gibi disiplinlerde popüler öğretmenleri olmuştur. Sanki haber organı değil, birer eğitim ve öğretim aracıdırlar. Aslında bu da tabiidir. Çünkü Osmanlılar okumaya kitapla değil, gazete ve dergiyle başlamışlardır. Gerçi, matbaayı gayr-i Müslim cemaatler Türklerden evvel kullanmışlardır, ancak yayınları din kitaplarının dışına taşamadığı için gazeteler, onlar için de aynı işlevi görmüştür10.

Zaten, daha en başta, devletin politikası da bu temel üzerine oturtulmuştur. II. Mahmud’un batılılaşma adımlarının en önemlilerinden biri olan Takvim-i Vekâyi, bir gazete olmanın ötesinde, Avrupai kültüre açılmış bir pencere gibidir. Türkçe nüshanın hemen ardından imparatorluğu oluşturan unsurların dillerinde de yayım yapılması, bu anlayışın göstergesidir. Takvim-i Vekâyi’nin 1 Kasım 1831’de yayımlanan Türkçe nüshasını, 5 Kasım’dan itibaren Fransızca’sı, yani Le Moniteur Ottoman, 5 Ocak 1832’den itibaren Rumca, 13 Ocak’tan itibaren Ermenice ve aynı senenin Nisan’ından itibaren de Arapça ve Farsça nüshaları izlemiştir11.

Türk olmayan imparatorluk tebaası için özel gazetelerin çıkarılmasının devlet tarafından planlana geldiği, sonraki uygulamalarda da açık bir şekilde görülmektedir. Sözgelimi, Ceride-i Havadis’in sahibi Çörçil (William Churchill) Efendi’ye gazetesinin Arapça’ya çevrilip basılması için ruhsat itası emredilmiştir12. Yine çok daha erken bir tarihte 1840’ta

9 1899 yılında yayımlanan Maarif Nezareti yıllık istatistiklerinde İstanbul’daki 90 matbaanın 32’sinin Ermeniler, 23’ünün Türkler, 15’inin Rumlar, 5’inin Yahudiler, 5’inin Levanten veya Avrupalılar, 2’sinin İranlılar tarafından yönetildiği görülmektedir.
10 İlber Ortaylı, “Tanzimat Devri Basını Üzerine Notlar”, Batılılaşma Yolunda, Merkez Kitaplar, İstanbul 2007, s.38.
11 Nesimi Yazıcı, “Osmanlı Basınının Başlangıcı Üzerine Bazı Düşünceler”, Osmanlı Basın Yaşamı Sempozyumu, 6-7 Aralık 1999, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayını, Ankara 1999, s.12.
12 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), İrade M.V., Belge No:15183, 12 C 1272 / 17 Şubat 1856.


hükümet Ermenice bir gazete çıkarmak için teşebbüse geçmiştir13. Nihayet, 19 Mayıs 1852 tarihinde tercüme odası memurlarından ve Takvim-i Vekâyi’nin Fransızca’sını çıkarmakla görevli Sahhak Abro ve Krikon Beylere Ermenice bir gazete çıkarma izni verilmiştir14.

Diğer yandan, Takvim-i Vekâyi’nin Ermeni harfleriyle Türkçe baskısı 1840 yılından itibaren yayımlanmaya başlamıştır. Yazı işleri müdürlüğünü Galust Arabyan’ın yaptığı gazetenin redaktörü ise Kevork Krikoryan’dır. 1840-1841 yılları arasında yayımlanan haftalık bir başka yayın organı ise Azdarar Byuzandyan (Bizans Habercisi)’dır. Haçadur Oskanyan’ın sahibi olduğu Ermenice siyaset, filoloji ve ticaret dergisi, 1841 yılından 1843 yılına kadar yayınını Ermeni harfleriyle Türkçe olarak sürdürmüştür. Haçadur Oskanyan, 1843-1847 yılları arasında ise William Churchill’in sahibi olduğu Ceride-i Havadis’in Ermeni harfli Türkçe versiyonunun redaksiyonunda görev yapmıştır.

Sonraki yıllarda İstanbul’da Ermenice ve Ermeni harfleriyle Türkçe yayımlanmış gazete ve dergilerin sayısı hızla çoğalmıştır. 1840-1900 yılları arasında yalnızca İstanbul’da, Ermeniler tarafından çıkarılmış yüzden fazla süreli yayın sayılmaktadır ve yarıdan fazlası kısmen ya da tamamen Ermeni harfleriyle Türkçe basılmıştır15. Bunlar içinde; Mecmua-i Havadis (1852-1877), Ahbâr-ı Konstantaniye (1855-1858), Zvarçakhos (1855-1856), Zohal ( 1855-1856), Ceride-i Ticaret ( 1857-1858), Münâdi-i Erciyas ( 1859-1862), Seyhan ( 1860-1864), Mecmua-i Havadis (1861-1866), Mecmua-i Fünûn ( 1863), Vard Kesaryo–Gülzâr-ı Kayseriyye ( 1863), Orakir Hayrenyats (1863-1866), Varaka-i Havadis (1864-1870), Rûznâme (1865), Manzume-i Efkâr (1866-1896, 1901-1917), Ararad (1869-1872, 1876), Müşveret (1870), Sedâ-yi Hakiket (1870-1873), Ser (1870), Avetaber (1872-1911), Heyal (1873-1875), Mimos (1875-1877), Moda (1875-1876), Mevsim (1874), Mamul (1876-1878), Şarivari (1876), Ruzname-i Masis (1876-1877), Terceman-ı Efkâr (1877-1885), Felek (1882-1887), Tohafi (1884-1885), Mecmua-yı Ahbar (1884-1907), Ceride-i Şarkıyye (1885-1913, 1919-1921), Musavver Cihan (1885), Ayine-i Litayif

13 BOA, Dâhiliye, Belge No:1113, 21 Ş 1256 / 18 Ekim 1840.
14 BOA, İrade M.V., Belge No:8257, 29 B 1268 / 19 Mayıs 1852.
15 Ermeni harfleriyle Türkçe yayımlanmış kitap ve süreli yayınlar için bkz. Hasmik A. Stepanyan, Ermeni Harfli Türkçe Kitaplar ve Süreli Yayınlar Bibliyografyası (1727-1968), Turkuaz Yayınları, İstanbul 2005.


(1897), Drakhd (1909-1910) gibi gazete ve dergiler16 önemli yansımalar uyandırmışlardır. Öyle ki, o günlerde çok ünlenmiş ve uzun süre yayın hayatını devam ettirmiş Mecmua-i Havadis ve Manzume-i Efkâr gibi bazılarını izlemek için Türk okuyucuları Ermeni harflerini bile öğrenmişlerdir17. Mecmua-i Havadis, Osmanlı aydınlarının batı bilim ve kültürünü yaymak için, kendi aralarında, 1861 yılında kurmuş oldukları Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’nin18 kıraathanesinde de muntazam olarak okunan süreli yayınlar arasında yer almıştır. Ayrıca, haftada iki kere yayımlanan Varaka-i Havadis ile aylık Avidaper ile Jamanak da kıraathanede okuyucu önüne konulan yayınlar arasında yer almışlardır19.

İLGİNÇ POLEMİK

Ermeni harfli Türkçe gazetelerin sayısının fazlalığında ve Türk okurları tarafından izlenmesinde, büyük ölçüde, pervasız, daha doğrusu kontrolsüz yayıncılıklarının rol oynadığı anlaşılmaktadır. Mecmua-i Havadis’in devrin önde gelen gazetesi Ruzname-i Ceride-i Havadis’le giriştiği bir kalem kavgası bu konuda açık ipuçları vermektedir. Polemiğe, Ceride-i Havadis’in bir ilavesi iken, Tercüman-ı Ahval’le rekabet için ayrı bir gazete olarak çıkarılmaya başlanan Ruzname-i Ceride-i Havadis’in yirmi dokuzuncu sayısında yer alan Cerideci ile Bazı Müşterisi Beyninde Vuku Bulan Muhavere başlıklı bir yazı sebep olmuştur. Cerideci ile Müşteri, yani gazeteci ile okuyucu arasındaki konuşma, hem gazetenin idarecisi Münif Efendi (Paşa)’nin gazetecilik anlayışını hem de devrin gazetelerinin bir analizini ortaya koyması bakımından çarpıcıdır.

Müşteri sormaktadır; gazeteler neden havadis değil de ulûm ve fünûn ağırlıklı olarak çıkmaktadır?

Cerideci son derece pragmatiktir. Amaç okuyucuya bilvesile faideli şeyler öğretmektir. Bu belki sınırlı gazete sayfalarında gereği gibi olmayacaktır, ama her şeyden bir nebze sunmak, okumaya vakitleri ve hâlleri

16 Hasmik A. Stepanyan, Ermeni Harfli Türkçe Kitaplar ..., s.553-593.
17 Metin And, Tanzimat ve İstibdât Döneminde Türk Tiyatrosu ( 1839-1908), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1972, s.36.
18 Osmanlı İmparatorluğu’nda resmî ilk sivil bilimsel örgütlenme olan Cemiyet-i İlmiye-i Osmâniye ile ilgili ayrıntı için bkz. Ali Budak, Batılılaşma Sürecinde Çok Yönlü bir Osmanlı Aydını: Münif Paşa, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2004, s.171-220.
19 “Cemiyet Merkezinde Kıraathâne Küşâdı”, Mecmua-i Fünûn, Cilt II, No:22, Şevval 1280/Mart 1864, s.426-427. (Tam makale 423-427).



müsait olmayanlara eğlence kabilinden bir takım malûmat vermek mümkündür. Böylece, hiç olmazsa kafalarda bir merak uyandırılacak, birçok kişi için hazâin-i fünûna dühûl kapısı aralanmış olacaktır. Yalnız bu noktada dile özellikle dikkat edilecektir. Yazılar, okuyucunun anlatılanı anlayabilmesi için mümkün mertebe açık ibare yazılacaktır.

Müşterinin, niçin hep Avrupaî yeniliklerin öne çıkarılıp sunulduğu şeklindeki sorusunu ise gazeteci şu yolda cevaplamıştır: Amaç okuyucuya bir şeyler öğretmektir. Ama bunlar, hiç şüphesiz bilinenlerin tekrarı olmayacaktır. Herkes kabul ve teslim etmektedir ki; bir vakitten beri Avrupalılar fünûn ve sanayide ilerleyerek lisanları üzere pek çok kütüb-i nefise te’lif ve tedvin etmişlerdir. Ne var ki bunlar henüz yeterince Türkçe’ye nakil ve tercüme olunmadıkları için çoğunlukça bilinmemektedir. İşte bunun için bu yeniliklerle okuyucuyu tanıştırmak, gazeteciler için fâideli bir iş olarak görülmektedir.

Peki, öyleyse, dışarıdaki olay ve gelişmelere gazetelerde daha fazla yer verilmesi gerekmez mi? Gazeteci, yani Münif Efendi, bu soruyu cevaplandırırken, Avrupa gazetelerinden söz etmek ve haberin ne olup olmadığına kısaca değinmek durumunda kalmıştır. İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupa’da yüzlerce gazete yayımlanmaktadır, ama söylenegeldiği gibi bunlardan birer ikişer haber seçerek dolu dolu gazete çıkarılabileceği fikri pek doğru değildir. Gazete denilen şey bir büyük pazar gibi olup içinde her sınıf insanın istek ve mizacına uygun şeyler bulunmalıdır. Avrupa gazetelerinde yer alan yazıların çoğu bizce anlamları olmayan, hatta saçma gelebilen yerel nitelikli konulardan oluşmaktadır. İçerikleri de farklıdır. Sözgelimi Times gazetesinin yarısı ilânlardan ve bir miktarı ticarî işler ve zaptiye davalarından ibarettir; haber denilmeye değer, içinde ancak birkaç satır bulunmaktadır. Fransız gazeteleri ise, bir maddeyi her biri bir kalıba ifrağ ederek tabirat-ı muhtelife ile beyan etmektedirler. Bir sahifeleri tamamen ilân, diğer sahifeleri ise cinayet ve ticaret haberleriyle doludur. Münif Efendi bu noktada sözü Tercüman-ı Ahval’de tefrika edilmekte olan Şinasi’nin Şair Evlenmesi oyununa getirmiştir. Eseri, koca karılara mahsus bir mesel olarak nitelendirmiş ve açıkça hafife almıştır. Rus gazetelerinde serbestiyet olmadığı için istifade edilir bir şey bulunmaz. İtalyan gazetelerinde ise,


Garibaldi’nin ve Napolyon’un durumları ve bir takım askerî harekât haberleri başlıca konulardır20.

Cerideci ile Müşteri arasındaki konuşma, son bölümde politik bir zemine kaymıştır. Gazeteler üzerinde Babıâli’nin bir baskısı mı vardır? Eğer öyleyse; İstanbul’da Fransızca, İngilizce ve hatta Rumca ve Ermenice yayımlanan gazeteler, Türk gazetelerinin yazmadığı şeyleri nasıl yazabilmektedir?

Okuyucunun sorusu gerçekten zorludur. Aynı şekilde gazetecinin cevabı da çarpıcı olur. Uzun bir süre sadece iki Türkçe gazete yayımlanmıştır; biri Takvim-i Vekâyi, diğeri Ceride-i Havadis. Takvim-i Vekâyi çoğu kez zamanında çıkmadığı için devlete dair birçok haberin Ceride’de çıkması, onu giderek resmî nitelikli bir gazete hüviyetine sokmuştur. O yüzden Ceride çok dikkatli davranmakta, olur olmaz her haberi kullanamamaktadır. Ceride’nin sair gazeteler gibi siyasî bir tavrı da bulunmamaktadır. Devlet ve millet hakkında spekülatif haber yapmayı da edebe aykırı bulmaktadır. Zaten bu zamanda bunun kimseye bir faydası da yoktur.

İmparatorluğun diğer ulusları tarafından çıkarılan gazeteler içinse, böyle bir sorumluluk bilincinden söz etmek mümkün değildir. İnce eleyip sık dokumadan her haberi yayımlayabilmektedirler.

MİLLET-İ HÂKİME- MİLEL-İ MAHKÛME

Cerideci ile müşterisi arasındaki bu konuşma ciddi polemiklere sebep olacaktır. İlk tepki, Şair Evlenmesi oyununa koca karılara mahsus bir mesel sataşmasından dolayı Tercüman-ı Ahval’den gelmiştir21. Fakat siyasal içeriği ve sonuçları itibariyle daha önemli karşı çıkış, Mecmua-i Havadis’e aittir. Mecmua-i Havadis, Hovsep Vartan Paşa22 tarafından çıkarılmakta-

20 Ruzname-i Ceride-i Havadis, No:29, 25 Cemaziyülevvel 1277 / 9 Aralık 1860.
21 Türk basınındaki bu ilk polemikle ilgili ayrıntı için bkz. Ali Budak, Batılılaşma Sürecinde Çok Yönlü Bir Osmanlı Aydını: Münif Paşa, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2004, s.160-164.

22 Hovsep Vartan Paşa (1816-1879): Ermeni katoliklerinden olan Vartan Paşa, İstanbul’da 1231/26 Eylül 1816’da doğdu. Kumkapı Bezciyan mektebini bitirdikten sonra, annesi tarafından Viyana’ya katolik Ermeni Mıkhitarist ra hiplerinin yanına gönderildi. Burada kısa sürede öğrenimini tamamlayıp İstanbul’a döndü. 1836’da Hasköy, Nersesyan Mektebi’ne muallim oldu. Ayrıca Barutçubaşı Ohannes Bey Dadyan’ın çocuklarına özel ders verdi. Yirmi iki ya şında 1254/1838 de Tersane’ye tercüman olarak girdi. Bahriye baş tercümanlığına kadar yükseldi.



dır. Ahkâm-ı Adliye ve Encümen-i Dâniş azalıklarında bulunmuş ve Akabi Hikâyesi adlı Ermeni harfli Türkçe romanıyla bizde bu türün ilk örneğini vermiş olan Vartan Paşa23, aynı zamanda ateşli, polemikçi bir gazetecidir. XIX. yüzyılın ortalarında Ermeniler arasında anlaşmazlıklar doğuran Katolik-Gregoryen mezhep meselelerine karışmış, kavgalara tutuşmuştur. Ermeni harfleriyle Türkçe olarak Mecmua-i Havadis’i çıkarmanın ve başyazarlığını yapmanın yanı sıra, Tercüman-ı Efkâr, Manzume-i Efkâr, Sada-yı Hakikat gibi yine Ermeni harfli Türkçe olan gazetelerde yazılar yazmıştır. Ayrıca, Ermenice çıkan Mamul (Basın) adlı mizahî mecmuayı daha sonra siyasî bir muhtevayla Türkçe yayımlamıştır24.

Münif Efendi, Mecmua-i Havadis’in itirazını virgülüne bile dokunmadan gazetesine taşımıştır. Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis’in 3 Cemaziyülahır 1277 tarihli otuzdördüncü nüshasında yer alan karşı yazıdan; cerideci ile müşteri arasındaki konuşmada geçen; Memâlik-i Mahrûsa-i Şâhâne’de millet-i hâkime olan ehl-i İslâm milel-i mahkûme hakkında sezavar buyrulan müsaadattan mahrum tutulması ma’dalet-i Seniye’ye mügâyir ve öteden beri tebaa–i gayr-i Müslime müsavat taleb ve istidâsında bulunduğu hâlde şimdi bu babda ehl-i İslâm teb’a-i sâire ile müsavat talebinde olmaları lazım gelir sözlerine tepki duyulduğu anlaşılmaktadır.

Muhtemelen Vartan Paşa’nın kaleminden çıkmış olan yazıda, Mecmua-i Havadis’in tepkisi şu cümlelerle dile getirilmiştir: İşbu muhaverede Ermeni ağzı zikrolunmuş olmağla bizim dahî bir şey dememiz lazım gelir ve bu diyeceğimizin esasını yine bir tarz ile müşterinin lisânında buluruz. Müşteri, İslâm milletine millet-i hâkimedir der ve milel-i sâireye millet-i mahkûme yani İslâm milleti 2. sınıf ula rütbesi, Osmanî ve Mecidî nişanla rını aldı. Yirmi beş yıl Bahriye’ye hizmet ettikten sonra 1277/1860 da Mülkî sınıfa intisab etti. 1293/1876 yılı Devlet Salnamesi’ne göre (s.37) Daire-i Teftişiye aza-yı daimîsi mütemaizi-i evveli görünmekte ve 3. Me cidî nişanını haizdir. Ahkâm-ı Adliye azalığına seçildi. Çeşitli layiha ve nizamnamelerin hazırlanmasına yardımcı oldu. Encümen-i Daniş’in aza-yı haricisi olan Vartan Paşa, 4 Rebiyülahir/28 Mart 1879’da uzun süredir çektiği göğüs hastalığından İstanbul’da öldü.

23 Akabi Hikâyesi ile ilgili bir değerlendirme için bkz; Ali Budak, “Ermenilerin XIX. Yüzyılda Yeni Bir Hayatın ve Edebiyatın Oluşum Sürecine Katkıları”, Akademik Araştırmalar Dergisi, İstanbul Ağustos – Ekim 2006, Yıl: 8, Sayı: 30, s. 137- 156.
24 A. Turgut Kut, “Ermeni Harfli Türkçe Telif ve Tercüme Konuları; Victor Hugo’nun Mağdûrîn Hikâyesinin Kısalmış Nüshası”, Beşinci Milletlerarası Türkoloji Kongresi, İstanbul, 23-28 Ekim 1985, Tebliğler, Cilt I, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1985, s.200. (Tam makale 195-214).


hükmeden millettir ve tebaadan olan sâir milletler dahî hükmolunan milletlerdir ve hakikat-i hâl dahi böyledir mâdemki İslâm olamayan milletlerin hükümette hissesi bu kadar ve hükümet nezdinde söz sahibi değillerdir onların gazeteler vasıtasıyla şu efkâra veya bu efkâra zâhib olmasında bir beis yoktur.

Mecmua-i Havadis’e göre, tebaa gazeteleri kendi milletlerine, Osmanlı gazeteleri ise bütün topluma hitap etmektedir. Bu çerçevede aslolan onların ne yazdığıdır, diğerlerinin önemi yoktur. Milel-i mahkûmenin fikirlerini serbestçe beyan edip açıklaması, onun mahkumluğunun bir sonucu değil midir:

Velhasıl milel-i mahkûmenin efkârı hiç bir vakit millet-i hâkimeye galip gelemez lâkin millet-i hâkimenin efkârı buna kıyas olunamaz bu millete mahsus olan gazeteler hükümetin efkârından çıkamazlar ve çıkmamalıdırlar millet-i hâkimede her kaç gazete olsa ve her kimler yazsa cümlesi resmî makamında tutulur çünkü millet-i hâkime gazetesidir onun için bunlarda olan mes’uliyet milel-i mahkume gazetelerinde yoktur ve olamaz Rum ve Ermeni ve Bulgar ve Yahudi gazeteleri kendi milletine ve Osmanlı gazetesi ise umuma söyler ve mahkûmun hükmü olamaz bu hâkim ve mahkûm bahsinde her şey böyledir mesela zabitin muamelesi başka ve neferin başka ağanın başka hocanın başka şakirdin başka onun için ceride müşterisinin canı sıkılmasın milel-i mahkûmenin serbestane beyân-ı efkâr etmesi mücerred mahkûmluk sayesindedir.

Mecmua-i Havadis’teki yazının hemen ardından Münif Efendi’nin cevabı yer almıştır. Münif Efendi, özellikle, Mecmua-i Havadis yazarının Milel-i mahkûmenin serbestane beyan-ı efkâr eylemesi mücerred mahkûmluk sayesindedir cümlesine takılmıştır. İddia pek gariptir. Bunun son derece itibarlı ve güvenilir bir kişiliğe sahip olan bir kişi tarafından (Vartan Paşa kastediliyor) seslendirilmesi daha da gariptir. Elbette bunun kabul edilmesi mümkün değildir:

Mecmua-i Havâdis’in şu müddeası pek garip olup bunun muharriri gibi hakkında kemal ü şevk ve itimadımız olan bir zat lisânından işitilmesi daha ağrebtir. ‘Milel-i mahkûmenin serbestane beyan-ı efkâr eylemesi mücerred mahkûmluk sayesindedir’ demesine nazaran teb’a-i gayr-i Müslimenin yazdıkları şeyi ehl-i İslâm gazeteleri lisana alamazlar ve almamalılar imiş ve bunun sebebi dahi mahkûmluk münasebetiyle sözlerinde te’sir olmaması imiş şu kazıyyenin suğarası yani teb’a-i gayr-i Müslime sözlerinin te’sirsiz bulunması maddesi teslim olunsa bile iddia olunan neticenin bundan istintaç olunamayacağı edna mertebe mülahaza ile anlaşılır. Mecmua-i Havâdis bir kat daha izah-ı meram kastıyla şu kıyasının fesat ve butlanını izhar edip der ki; ‘Rum ve Ermeni ve Bulgar ve Yahudi gazeteleri kendi milletlerine söyler ve Osmanlı gazetesi umûma söyler ve mahkumun hâkime hükmü olamaz ve o hâkim ve mahkum bahsinde her şey böyledir mesela zabitin muamelesi başkadır neferin başka ilâahire’ ....

Münif Efendi için mahkûmun hâkime, neferin zabite hiçbir hükmünün olmaması anlaşılabilir bir durum değildir ve böyle bir yaklaşım hiçbir memleket ve zamanda görülüp işitilmiş değildir: Şu kıyasa göre mahkûm sözünün şâyân-i itibar olmaması cihetiyle her istediği şeyi söylemeye mezun olmalı ve bir uşak bulunduğu daire umûr ve husûsâtına müteallik efendisinin kâle alamadığı şeyleri bi-hesaben söylemeli imiş bu surette tâbiin akvâli metbûun niyyât ve efkârına düşse bile beis yok demek olur hiç bir memleket ve zamanda böyle bir kaide-i garibe ittihaz olunduğu görülmüş ve işitilmiş değildir....

Apaçık bir gerçektir ki; düşünce ve ifade özgürlüğü, hâkim olsun mahkûm olsun, zabit olsun nefer olsun her insanın tabiatının bir gereğidir. Bunun yasaklanması düşünce sahibinin bile kudretini aşan bir durumsa da düşünceler ortaya konurken toplum menfaati de göz önünde tutulmalıdır. Çünkü insanın önce Allah’a sonra hükümete ve topluma karşı vazifeleri vardır:

İnsanın tab’ ve neşir vasıtasıyle efkâr ve melhuzatını ilân ve işâa eylemesi hakkında cümlenin ma’lûmu olan ve akl-i selime dahi mutabık bulunan usul şudur ki serbestiyet-i tefekkür ve mülahaza mukteza-yı tabiat-ı insaniyye olup bunun men’i sâhib-i tefekkürün bile kudretinden hariç ise de efkârımızın beyan ve işâası hey’et-i içtimaiyye menafiinin icabına göre olmak iktiza eder. Çünkü Cenab-ı Hakka ve hükümete ve hey’et-i içtimaiyyeye karşı bazı vezayifin icrası üzerimize ve efkârımızın izhar ve işâasını ona tatbik eylemek muktazîdir ve işbu vezâif cemî-i memâlikte her bir devletin derece-i mâlûmât ve istidâdına ve zaman-ı maziden istihsal olunan ibret ve intibaha ve vakit ve hâlin iktizasına ve zaman-ı atî için riayet olunacak levazım-ı ihtiyat ve basırete nazaran taraf-ı hükümetten ve vaz’ ve te’sis olunan nizamat ve kavanin vasıtasıyle tayin ve tahdid kılındığından niyyat ve efkârımızdan dolayı ancak ındellah mes’ul olup fakat kâlen veyahut kalemen ve tıbâaten bizden sudur ettikte ber-mukteza-yı nizam hey’et-i içtimaiyye tarafından muaf oluruz işbu usule riayette millet-i hâkime ve mahkume beyninde bir fark olamayıp bil-farz olsa bile beyân-ı efkâr-ı serbesti emrinde bi’t-tariku’l-ula millet-i hâkime mazhâr-ı imtiyaz olması lazım gelir.

Kaldı ki Osmanlı İmparatorluğu’nda bütün unsurlar ve sınıflar arasında eşitlik esastır. Hindistan ve başka ülkelerde İngilizlerin, Cezayir’de Fransızların yaptıkları gibi ayrımcı tutumlar söz konusu bile değildir.

Esasen kendilerinin de milel-i mahkûmeye, yani devletin Türkler dışındaki unsurlarına aşağılayıcı nazarlarla bakmak, hakaret etmek, ayrımcılık yapmak gibi bir niyetleri asla bulunmamaktadır. Sadece, okuyucu tarafından ülkenin bir gerçeğinin altı çizilmiştir:

Hindistan ve mahall-i sâirede İngiliz ve Cezayir’de Fransız devletlerinin taht-ı tabiiyetlerinde bulunan bunca mahall-i milel-i mahkûme millet-i hâkimelerinin nail oldukları pek çok imtiyazat ve muafiyattan mahrum tutuldukları hâlde Memalik-i Mahrûsa-i Şahane’de bulunan kâffe-i sunûf-ı teb’a hakkında i’taf ve müsâadat-ı aliyye-i Hazret-i Padişahî heman derece-i müsavatta meşmûl olduğundan muradımız hâşâ milel-i mahkûmeye bir nazâr-ı hakaretle bakmak veyahut tarafeyn beynine tefrika bırakmak olmayıp muhavere-i mezkûrede müşterimizin vâki olan itirazı teb’a-i gayr-i Müslimenin şu babda temeyyüzü muvafık-ı ma’dilet-i seniyye olmasından ibarettir. Zaten Mecmua-i Havadis de bunu onaylamaktadır. Ancak, bu serbestiyeti mahkûmluğun bir sonucu olarak nitelendirmektedir ki, tartışma buradan çıkmaktadır:

Mecmua-i Havadis dahi şu temeyyüzü tasdik ve ikrar eylediğinden ikisi beyninde hiç ihtilaf yoktur. Fakat mahall-i münazaa mecmuanın şu serbestiyeti mahkûmluk sıfatına nispet eylemesidir ve bu davanın ne derece bî-esas olduğunu isbatı şu istidlâlâtımız kâfidir zannederiz25.

25 Ruzname-i Ceride-i Havadis, No:34, 2 Cemaziyülâhır 1277 / 16 Aralık 1860.

SONUÇ:

XIX. yüzyıl siyasal tarihine bakıldığında, 1870’lere kadar ne Rusya’nın ne de öteki batı devletlerinin politikalarında Ermenilerin bir yeri ve rolü görülmemektedir. Rusların Ermeniler ile ilgisi Os manlılar ile savaşlarında onlardan yarar lanmaktan öteye geçmemiştir. Rus-Ermeni iş birliği Türkmençay Antlaşması ile sonuç lanan İran-Rus savaşında başlamış, 1828-1829 Osmanlı-Rus ve bir ölçüde de Kı rım Savaşı’nda (1853-1856) sürmüştür. Ermeniler, 1870’ten itibaren, Avrupa devletlerinin ilgisini çekme çabalarına gi rişmiş, bunlar da Patrikhane ve ruhban sınıfı tarafından yürütülmüştür. Yani, Avrupa devletlerini kendi davaları ile ilgilendirebilmek için din öğesini geniş ölçüde kullanmışlardır. Osmanlı Devleti’nin Ermenilerin yoğun olduğu bölgelerde düzen ve güvenliğin sağlan ması için aldığı önlemleri, Müslümanların Hıristiyanlar üzerindeki baskısı diye çarpıtarak yansıtmışlardır. Özellikle, Hersek ve Bulgaristan ayaklanmaları başladığı sıralarda bu yoldaki propagandalar son derece artmıştır. Sonuçta, Osmanlıların yenilgisiyle sonuçlanan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından, Ayastefanos Antlaşması’na Doğu Anadolu’da Ermenilerin oturduğu vi layetlerde ıslahat yapılması hükmü de konulmuştur. Bu hüküm Berlin Ant laşması’nda da yer alacak ve böylece Ermeni sorunu uluslararası siyaset alanına girecektir. Rusya, Berlin Kongresi’nden sonra sıcak denizlere inmek için Balkanlar’ın kendisine geçit olamayacağını, bağımsız lıklarını sağladığı yeni devletlerin kendine hiç de minnet duygularıyla bağlı olmadı ğını anlamıştır.

Sıcak denizlere inmek için önünde sadece Erzurum-İskenderun hattı kalmıştır ve bu hattı ele geçirmek için Ermenilerden yararlanması gerekmektedir. Bu nedenle Berlin Kongresi’nin ardından Ermeni ıslahatını diline dolayacaktır. Bu arada, İngiltere de, Berlin Kongresi’nden sonra Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü korumak biçi mindeki geleneksel politikasını terk etmiş, imparatorluğu parçalamak ve onun toprakları üzerinde kendine bağlı ulusal devletler kurma po litikasını izlemeye başlamıştır. Eğer bağımsız bir Ermeni devleti kurulacaksa, bunun kendisine bağlı ve Rusya’nın güneye in mesini önleyecek tampon bir ülke olma sını istemektedir. Nitekim 1880’de İngiltere’nin girişimiyle Berlin Antlaşması’nda imzaları bulunan devletler; İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avus turya, Rusya, Osmanlı Devleti’ne verdik leri bir ortak nota ile antlaşmanın öngör düğü ıslahatın yapılmasını istemişlerdir.

Gerçi bu girişimden bir sonuç çıkmamıştır, ancak, içeride Ermenilerin bağımsızlık yolundaki faaliyetleri artmış; yerel Ermeni örgütlerinin ye rini siyasal partiler almaya başlamıştır. Van’da kurulan Armenikan, Cenevre’de kurulan Hıncak ve Tiflis’te kurulan Marksist Taşnaksutyun adlı komiteler, batılı devletlerin ilgisini çekebilmek için kanlı tedhiş eylemlerine girişmişler, böylece durdurulamaz bir süreç başlamıştır. Mecmua-i Havadis ile Ruzname-i Ceride-i Havadis arasındaki millet-i hâkime - millet-i mahkûme polemiği, henüz, Rusya ve İngiltere’nin politik oyunları gündemde değilken, Osmanlı İmparatorluğu içindeki Ermenilerin bazı kimlik sorunları üzerinde düşünmeye başladıklarını apaçık göstermektedir. İşte bu hazır zemindir ki, kışkırtıcı dış politikaların kısa sürede içeride karşılık bulmasını sağlamış, yüzyıllar boyu kardeşçe yaşamış iki toplumu, kanlı bir trajedinin acemi aktörleri haline getirmiştir.

KAYNAKÇA

BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİvİ (BOA)
İrade M.V. :15183/12 C 1272, 8257/29 B 1268.
Dâhiliye :1113/21 Ş 1256.
TETKİK ESERLER
AND, Metin, Tanzimat ve İstibdât Döneminde Türk Tiyatrosu (1839-1908), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1972.
BUDAK, Ali, Batılılaşma Sürecinde Çok Yönlü bir Osmanlı Aydını: Münif Paşa, Kitabevi, İstanbul 2004.
__________, “Ermenilerin XIX. Yüzyılda Yeni Bir Hayatın ve Edebiyatın Oluşum Sürecine Katkıları”, İstanbul Akademik Araştırmalar Dergisi, Ağustos – Ekim 2006, Yıl 8, Sayı 30, s.137- 156.
İNALCIK, Halil, “İstanbul (Türk Devri)”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 23, İstanbul 2001.
KUT, A. Turgut, Ermeni Harfli Türkçe Telif ve Tercüme Konuları; Victor Hugo’nun Mağdûrîn Hikâyesinin Kısalmış Nüshası, Beşinci Milletlerarası Türkoloji Kongresi, İstanbul, 23-28 Ekim 1985, Tebliğler, Cilt I, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1985, s.195-214.
MOLTKE, Helmuth von, Türkiye’deki Durum ve Olaylar Üzerine Mektuplar (1835-1839), Çev. Hayrullah Örs, TTK Yayını, Ankara 1960.
ORTAYLI, İlber, “Tanzimat Devri Basını Üzerine Notlar”, Batılılaşma Yolunda, Merkez Kitaplar, İstanbul 2007, s.37-45.
ÖZTUNA, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, Cilt 7, Ötüken Yayınları, İstanbul 1978.
STEPANYAN, Hasmik A., Ermeni Harfli Türkçe Kitaplar ve Süreli Yayınlar Bibliyografyası (1727-1968), Turkuaz Yayınları, İstanbul 2005.
TÜRKMEN, Fikret, Türk Halk Edebiyatı’nın Ermeni Kültürüne Tesiri, Akademi Kitabevi, İzmir 1992.
YAZICI, Nesimi, “Osmanlı Basınının Başlangıcı Üzerine Bazı Düşünceler”, Osmanlı Basın Yaşamı Sempozyumu, 6-7 Aralık 1999, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayını, Ankara 1999, s.7-14.
YUVALI, Abdülkadir, Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatının Tarihi Temelleri, Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, Cilt I, Erciyes Üniversitesi I. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu, Erciyes Üniversitesi Yayını, Kayseri 2007, s.81-87.



next: BÜYÜK GÜÇLER, ERMENİ MESELESİ vE 1890’LI YILLAR: BİR ULUSLAR ARASI
İLİŞKİLER [IR] PERSPEKTİFİ, Prof. Dr. Ali Fuat BOROvALI

Tüm yazıyı Oku Tüm Yazıyı Oku !

Meşrutiyet’in Ermeni Milliyetçiliğinin Doğmasına Etkisi Ve Bu Dönemde Türk-Ermeni İlişkileri Ve Bu İlişkilerin Basına Yansıması

Yrd. Doç. Dr. Ahmet OĞUZ
Ahi Evran Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Kırşehir-TÜRKİYE

ÖZET

Osmanlı Devleti’ni kurtarmak için girişilen reform hareketlerinin en önde gelenlerinden birisi de hiç şüphe yok ki Meşrutiyet’in ilanıdır. Burada beklenen devletin kurtarılmasıdır. Hedef çizildikten sonra çare olarak üretilen fikir Osmanlıcılık idi. Yenileşmenin öncüsü olan Yeni Osmanlılar Osmanlı Devleti sınırları içerisindeki bütün etnik unsurları yönetime katmak amacıyla Kanun-ı Esasî’yi ilan etmesi için yönetimi zorladılar ve bunda da başarılı oldular. Ardından I. Meclis-i Mebusan’ın açılmasıyla Osmanlıcılık fikri gerçekleştirilmiş oldu. Bu ilk denemenin her safhasında Kanun-ı Esasî’nin hazırlanmasından başlayarak mecliste ve Meclis-i Ayan’da da etnik unsurlara nüfusları nispetinde temsil hakkı verildi. Ermeniler de bunların içerisinde fazlasıyla yer aldı.

II. Meşrutiyet’in ilanı ise birincisinden çok daha farklı oldu. Jön Türk olarak nitelendirilen muhalefet, Meşrutiyet’in devletin zararına olduğunu düşünen Sultan Abdülhamit’e karşı amansız bir savaş verdi. Her türlü savaş unsurlarına yer verildi. Sürgünden suikasta bütün yollar denendi. Hatta vatanı bölmek isteyen guruplarla bile çalışıldı. Sonuç olarak başarıya ulaşıldı. Bu başarıya giden yolda Jön Türler ve Ermeniler Meşrutiyet’i ilan ettirmek için büyük çaba sarf ettiler. Ortak düşman belledikleri Sultan Abdülhamit saltanatını devirmek için kullandıkları araçların birisi de basın oldu. Jön Türklerin yayın organı olan Osmanlı Gazetesi’nde (1897–1904) Türk-Ermeni işbirliğinin örnekleri verilmiştir. Bu örneklerin bir kısmı da bizim çalışmamızda yer almaktadır.

Türk-Ermeni ilişkileri, sorunun başladığı 1878 Berlin Anlaşması’ndan öncesi dönem hariç geriye doğru gidildiğinde hep iyi olarak nitelendirilir. Ermeni sorununun başlangıcını da 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı olarak ele alınmaktadır. Biz de bu tarihi başlangıç olarak ele aldık. Daha önceleri kiliselerdeki Ermeni uyanışına yeri geldikçe değinilecektir. Bizim konumuz ise Meşrutiyet sürecinde Ermeni milliyetçiliğidir. Meşrutiyet yönetimi Osmanlı Devleti’nde Meclis-i Mebusan’ın açılmasıyla tatbik edilmiş, Osmanlıcılık prensibi üzerine ve etnik unsurların bir çatı altında toplanması düşüncesinden doğmuştur. İlk mecliste örnekleri aşağıda görüleceği üzere mebuslar, milliyetçilik tartışmalarının yapılmasına doğrudan izin vermemiştir. Ancak değişik görüşler altında bunlar bazen gündeme gelmiştir1. İkinci Meşrutiyet’in ilanı sürecinde ise Osmanlıcılık prensibine daha çok bağlı olan taraf Türkler olmuş, Ermeniler ise özellikle istedikleri Doğu Anadolu bölgesinde köklü bir ıslahat yapmayan, daha açıkça Ermenilerin vatan oluşturmada isteklerine set çeken Sultan Abdülhamit’i tahtan indirerek isteklerine kavuşmak istekleri görülmüş-

1 Meclis-i Mebusan’da yaşanan tartışmalar için bkz. Ahmet Oğuz, I. Meşrutiyet Meclis-i Umumi’sinin Açılışı, İşleyişi ve Kapanması, Ankara 2004.

tür. Nitekim İttihatçılarla Ermenilerin 1908 tarihinden sonra araları iyice açılmış, sonra da düşman iki taraf haline gelmiştir. Milliyetçilik Ermenilerde Türklerden daha hızlı şekilde cereyan etmiş ve kimliklerini kazanarak Meşrutiyet’i Osmanlı Devleti’nden ayrılmanın yollarından biri olarak görmüştür. İttihatçılar ise bu süreci çok daha geç fark etmiştir2.

Jön Türklerle diğer gurupların aynı zeminde uzun süre kalamayacakları açıktı. Jön Türklerden Ahmet Rıza gurubu zaten Türkçü bir çizgide ilerlerken, Prens Sabahattin gurubu ise gayr-i Müslimlerin hiçbir yerde çoğunluk olmadığını3 dolayısıyla bağımsızlığa gidemeyecekleri gibi yanlış bir inanca sahipti. Osmanlıcılık zemininde ve Sultan Abdülhamit’e karşı ortak yürütülen mücadele 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanına kadar değişik aşamalar kaydetmiştir. Biz bu aşamaları Ermeni milliyetçiliğinin gelişimi ve Türk Ermeni ilişkileri bağlamında Ermenilerin faaliyetleri doğrultusunda ele alacağız.

İlk Meşrutiyet denemesi olan Kanun-ı Esasî’nin gereği olarak açılan Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında da Ermeni mebuslar bulunmaktadır. Ancak Osmanlı Devleti’nde Ermenilerle beraber daha pek çok gayr-i Müslim Osmanlı tebaası anılan mecliste temsil edilmiştir. Meclisin açılma gerekçesine uygun olarak Türk, Müslüman ve etnik azınlığa mensup diğer mebuslar hep Osmanlıcılık prensibini öne çıkarmıştır. Ancak zaman zaman mecliste yaşanan tartışmalar esnasında Ermeni kimliğinin bu mebuslarca öne çıkarıldığı da görülmektedir. Örneğin Erzurum mebusu Hamazasb Efendi, Ermenilerin beş yüz yıldır Osmanlı Devleti içinde mutlu yaşadıklarını bildirmişti4.

Buna benzer dolaylı açıklamalar nadir de olsa diğer etnik unsurların içindeden de çıkmıştır. Meclis-i Mebusan, Osmanlı kimliği altında toplandığı için bireysel kimliklerin vurgulanmasına oto kontrol sistemiyle izin verilmemiştir. Özellikle İntihab-ı Mebusan kanunu ve Vilayet Meclisleri ile ilgili kanun tasarıları görüşülürken milliyetçilik temelli olmasa da din ve bölgesel temelli çetin tartışmalar yaşanmıştır. Daha çok üzerinde durulan ise dinî yapı ağırlıklı bir toplumun beklentileri söz konusu olmuştur. Mesela, vilayet meclislerinde müftünün veya diğer dinlere ait din adamlarının bulunup bulunmaması gibi.

2 Erdal Aydoğan, İttihat ve Terakki’nin Doğu Politikası (1908–1918), s.50.
3 Selçuk Akşin Somel, “Osmanlı Reform Çağında Osmanlıcılık Düşüncesi”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cumhuriyete Devreden Düşünce Mirası Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, Cilt 1, İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s.108.
4 Meclis Zabıt Ceridesi, Cilt I, s.175.



Ermenilerle ilgili bu dönemde en kayda değer tartışma meclise verilen bir soru önergesinde yaşanmıştır. Ermenilerin Edirne’ye yaklaşan Rus generalinden bağımsızlık talebi üzerine görüşme yapılmıştır. Aydın mebusu Mina Efendi, İstanbul gazetelerinde, Ermenilerin yabancı devletlere istiklâliyet istidasına dair bir haber olduğunu bunun araştırılmasını istediyse de durumun nezaketi bakımından konu görüşülmeden kapatılır5. Anlaşılıyor ki konu her iki tarafın da malumudur.

Yine aynı dönem içinde İngiltere’ye giden bir Ermeni heyeti, 1878 Mart ayında II. Alexander’e başvurarak Lübnan’da otonom bir devlet kurmak istediklerini bildirmişti. Berlin Anlaşması’ndan hemen önce aynı heyet, Rusları ve Fransız Dışişleri Bakanı Waddington’u ziyaret etmiş, ancak kesin cevap alamamıştı6. Ruslar İstanbul yakınlarına gelince Ermeni patriği Nerses, Trakya’ya kadar gelen Rus komutan Grandük Nikola’ya üç kişilik bir heyet göndererek bağlılıklarını bildirmişti7. Rusların görünürde Ermenileri desteklemesi tamamen bir aldatmaydı. Kendi ülkelerindeki Ermenilerin de bağımsızlık mücadelesi vereceklerinden korkarak sürekli onları baskı altında tutuyordu. Hatta bu baskıdan kaçmak için Ermeniler Müslümanların Girit’ten boşalttıkları yerlere göçmek istiyordu8. Bu durum bir noktayı daha ortaya çıkarmaktadır. Ermenilerin Rusya sınırında da milliyetçilik hususunda boş durmayıp faaliyette bulunduğudur. Osmanlı Gazetesi’ne (1897-1904) göre Ermeniler, Avrupalı devletlerin özellikle İngiltere’nin koruması altında olan Girit’e gitmek ve onlardan yardım bulmayı ummaktadır. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki Ermeni istekleri artık içerde ve dış kamuoyunda bilinen bir gerçekti. Ermenilerin bu istekleri ve günümüz itibariyle geldikleri nokta, Ermeni milletinin iç dinamikleri ya da Osmanlı Devleti’nin kötü idaresine bağlı saymak arabayı atın önüne koşmak gibidir.

Ermenilerin gerek Rusya’da gerekse Osmanlı Devleti’nde yaptıkları çete faaliyetleri şartlarının iyileştirilmesi değil bağımsızlık mücadelesinin aşaması olduğu sonraki olaylardan anlaşılmaktadır. Özellikle 1878 tarihinden sonra

5 Meclis Zabıt Ceridesi, Cilt II, s.248.
6 Musa Şaşmaz, British Policy and the Application of Reform for the Armenians in Eastern Anatolia 1878–1897, Ankara, TTK Yayını, Ankara 2000, s.8.
7 Ermenilerin Ayastefanos (Yeşilköy) Anlaşması’na Ermeniler lehine madde koydurmak için yaptıkları girişimler için bkz. Cevdet Küçük, Osmanlı Diplomasisinde
Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı 1878–1897, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1986, s.2 vd.
8 Osmanlı Gazetesi, No:41,s.7.


Ermeni olaylarının başlaması ve Ermeni faaliyetleri göz önüne alınırsa Osmanlı Devleti içindeki en korumasız ve yardıma muhtaç kesimin Müslüman Türkler olduğu açıktır. Tanzimat’tan bu tarafa ıslahatların hemen tamamı gayrimüslim merkezli yapılıyordu.

Sultan II. Abdülhamit (1876–1909) döneminin en ilginç olaylarından biri olarak niteleyebileceğimiz, bir dönem ortak çalışan ve sonra da tabii olarak birbirlerinin amansız düşmanı olan İttihatçılarla Ermeni milliyetçileri aynı safta mücadele etmiştir. Bu mücadelenin ortak zemini Abdülhamit yönetimine karşı olmak ve onu devirmek üzerine kurulmuştur.

I. Meşrutiyet’in ilanında büyük hisse sahibi olan Yeni Osmanlılar da Ermenilerle zaman zaman ilişki kurmuşlardı. Hatta anayasa hazırlama komisyonuna bazı Ermeni ileri gelenleri de seçilmişti. Mithat Paşa’nın yakın arkadaşı Oydan Efendi anayasa hazırlama komisyonunda görev almıştı9. Daha başka Ermeniler de vardı. II. Meşrutiyet döneminde de bu ilişki bir süreliğine de olsa ittifaka dönüşecektir. Bu ittifakı Ermenilerin büyük devletleri de arkalarına alarak İstanbul ve Doğu Anadolu başta olmak üzere birçok olay çıkarması da Jön Türkleri Ermenilerle olan işbirliğinden çevirememiştir. Doğuda çıkan olayları İttihatçılar, Ermeni milliyetçiliğinin uyanışı olarak değil Abdülhamit’in herkese yaptığı zülüm olarak vermiştir. Bu ittifakın sergilendiği en belirgin yerlerden birisi de basın olmuştur. Abdülhamit’e karşı eylemlerini yurt dışında sürdüren muhalifler, ortak düşman belledikleri Sultan’a karşı benzer ifadeleri kullanmıştır. İttihatçılar, haksız olarak nitelendirdikleri Ermeniler değil de olayları önlemekte yetersiz kalan Abdülhamit olarak değerlendirmiştir10.

İttihatçılar ve geniş anlamda da Abdülhamit’e muhalif olan tüm guruplar, yani Jön Türkler, yükselen Ermeni milliyetçiliğinin sonuç itibariyle Türk milliyetçiliği ile bir süre sonra çelişeceğinin farkına varmadan bu birlikteliği sürdürmüştür. O gün için düşünülen Abdülhamit rejiminin yıkılmasıydı. Türk ya da geniş anlamıyla Müslümanlar, devletin kötü durumunu görüyorlar ve kurtuluş için Osmanlıcılığı esas alarak devleti toprak bütünlüğü çerçevesinde kurtarmayı amaçlıyordu. Gayrimüslim-

9 Kirkor Odyan Efendi (1834-1887), Midhat Paşa’nın ikinci sadrazamlığında danışmanlık yapmış, 1876 Anayasası’nın hazırlanmasına katılmış, Ermeni Milleti Nizamnamesi’ni hazırlayanlardan biri olmuştur.
10 Osmanlı Gazetesi, No:69, s.6; No:88, s.8.


ler ise Ermeniler de dâhil olmak üzere ıslahat adı altında bağımsızlığa doğru gidişin uluslar arası zeminini hazırlamaya çalışıyordu11. Gerçekte Ermenilerle ilgili ister Doğu Anadolu bölgesinde isterse yurdun başkent yahut başka bir tarafında, Avrupa devletlerinden özellikle İngiltere’den Doğu Anadolu’da ıslahat isteklerini ve çıkar sağlama araçları olarak gördükleri için Sultan Abdülhamit’e baskılar artıyordu12.

Sultan Abdülhamit, Ermeni isteklerine karşı hem iç hem de dış baskılara direniyordu. İçeride İttihatçılar, rejimi değiştirmeyi amaçlarken Ermeniler ise İttihatçılarla rejim ve Abdülhamit üzerinden ortaklık kuruyorlardı. Asıl olarak ise Ermeniler, bağımsız Ermenistan hayallerini gerçekleştirmek için çaba harcıyordu. Rusya da Ermenilere karşı yoğun bir baskı uyguluyor, göç ettirmek için ve Ermeni çetelerinin Rusya’ya geçmesini önlemek amacıyla sınır güvenliğini artırmıştı. Bu tavsiyeyi Osmanlıya da öneriyordu13. Buradan da anlaşılıyor ki, Ermeni faaliyetleri hem Rusya’da hem de Osmanlıda bağımsızlık niyetiyle ve Ermeni milliyetçilerinin öncülüğünde yapılıyordu. Bunu gerçekleştirmek ve yurt dışından özellikle İngiltere’den destek bulmak için ayaklanma vb. her türlü yola başvuruyordu. Bütün Ermenileri bu fikre ikna etmek için de çaba harcanıyordu. Bu çabada kuşkusuz Ermeni kiliselerinin büyük desteği olmuştur14.

Fransız İhtilali’yle başlayan milliyetçilik akımı Ermeni kilisesinin öncülüğü ile başlamıştır. Milliyetçiliğinin kökeninde batılı anlamda millet/nation kavramı kiliseler öncülüğü ile yayılmıştır. İngiltere’nin Ermeni Protestan kilisesi kurmak için giriştiği faaliyetler Ermeni milliyetçiliğinin de çekirdeğini meydana getirmiştir. Daha sonra bu yolda devam edilerek Ermeni edebiyatı, dili ve kültürü üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Ancak Ermeni olaylarının aktivite kazanması Rus ve İngiliz isteklerinin Doğu Anadolu’da çelişmesi ve Ermenilerin kışkırtılmasıyla başlar. Berlin Anlaşması’nın 61. maddesiyle Ermeniler lehine ıslahat istekleri ve bu ıslahatlardan hiçbir tarafın memnun olmaması Osmanlı Devleti’yle Ermenileri karşı karşıya getirmiştir. Ermenilerle geçmişte

11 Stefanos Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye Tanzimat’tan I. Dünya Savaşı’na, Çeviren Babür Kuzucu, Belge Yayınları, İstanbul 1987, s.461.
12 Hikmet Bayur, XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası Üzerindeki Etkileri, TTK Yayınları, Ankara 1989, s.58.
13 Osmanlı Gazetesi, No:111, s.6.
14 Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ocak Yayınları, Ankara 1997, s.110.



sorun yaşamayan Osmanlı Devleti artık onlarla karşı karşıya gelmeye başlamıştır. Hiç şüphe yok ki tüm Ermenileri bu çizgide görmek doğru olmaz. Bu fikre karşı gelenler de saf dışı edilmiştir. Ermeni sorununu Ermeni milliyetçiliğinden ayrı görmek mümkün değildir. Zaten Ermeni görüşünü de bağımsızlık yanlısı Ermeniler tayin etmiştir.

Ermenilerin faaliyete geçip aktivite kazanmaları Jön Türklerin faaliyete geçtiği zamanla aşağı yukarı aynıdır. O tarihe kadar teşkilatsız Ermeniler, teşkilatlanıp olaylar çıkarmak ve batılı devletlerin bilhassa İngiltere’nin dikkatini çekmek amacıyla 1887 tarihinde Hınçak, iki yıl sonra da Taşnak kurulmuştu. Bunların amacı başlangıçta Berlin Anlaşması’yla kendilerine söz verilen Doğu Anadolu’da ıslahat yapılmasını sağlamaktı. Bununla beraber Ermeni milliyetçiliğini de uyandırmaktı15.

Zira önlerinde Bulgaristan gibi bir örnek vardı. Bulgarların yolundan giden Ermeniler İstanbul’da ve taşra da seslerini duyurmak amacıyla eylemlere başladılar. Bunlara pek çok örnek vardır. Sasun’da çıkan ayaklanma Batılı devletlerin dikkatini çekmek bakımından iyi bir örnektir. Ancak bu ayaklanma Sultan Abdülhamit’in emriyle sert bir şekilde bastırıldı. Bunun üzerine Avrupa’nın büyük şehirlerinde gösteriler yapıldı ve Türkler kınandı16. Ermenilerin bekledikleri yavaş yavaş gerçekleşecekti.

Ermenilerle ilgili bir diğer gelişme 30 Eylül 1895 tarihinde Babıâli Baskınıdır. Kumkapı Kilisesi’nde toplanan Ermeniler, Babıâli’ye baskın yaparak Avrupa kamuoyunun dikkatini çekmek istediler. Toplanan kalabalığı dağıtmakla görevli subay Servet Bey’i şehit ettiler17. İstanbul’da üç gün kanlı olaylar oldu. Halk müdahale etti, iki taraftan çok sayıda insan kaybedildi ve üstelik olaylar İstanbul dışına yayıldı. Sultan Abdülhamit bu olaylardan ürktüğü için önceden karar verilen ıslahatların yapılacağı taahhüdünde bulundu. Bundan yaklaşık bir yıl sonra 26 Ağustos 1896 tarihide Osmanlı Bankası baskını gerçekleştirildi. Bunlarla beraber artık Ermeni davası uluslar arası bir dava olmuştu. İttihatçıların da Ermenilere karşı sempatileri artmıştı. Ermenilerin olaylar çıkararak Abdülhamit’i 15 Anahide Ter Minassian, “1876-1923 Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğunun Rolü”, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik 1876-1923, Derleyen Mete Tunçay-Erik Jan Zürcher, İletişim Yayınları, İstanbul 1995, s.167.

16 Kâmuran Gürün, Ermeni Dosyası, Remzi Kitabevi, İstanbul 2005, s.212 vd.
17 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.VIII, TTK Yayınları, Ankara 1988, s.142.


zor durumda bırakmaları İttihatçıları fazlasıyla memnun ediyordu. Hatta doğudaki olayların sebeplerini Abdülhamit’in kötü idaresi ve Ruslar olduğunu söyleyerek zavallı Ermenilere destek olunuyordu18.

İstanbul’da da Ermenilere yönelik takibin artması ve birkaç Ermeni’nin İstanbul’da tutuklanması üzerine Patrik, Babıâli’ye protesto notası vermişti. Bunun üzerine İttihatçılar basın yoluyla Abdülhamit’i hem eleştiriyorlar hem de Ermenilere destek vermek için özellikle doğuda bulunan Ermenilerin kötü durumda olduğunu haber veriyordu19. Bunun üzerine de patrik Ermenilerin şartlarının düzeltilmesi için bir layiha vermiştir20.

Hem I. Meşrutiyet’in ilanı sürecinde Yeni Osmanlılar II. Meşrutiyet’in ilanı sürecinde de İttihatçılar Meşrutiyet’i ilan etmeyen iktidara karşı tam bir birlik içinde hareket edememişlerdi. İşte bu amaçla İttihatçılar 4 Şubat 1902 tarihinde Paris’te İngiltere’nin de desteğiyle bir kongre yaparak özlenen birliği sağlamak istediler21. Mahmut Celalettin Paşa’nın oğulları Prens Sabahattin ve Lütfullah’ın önderliğinde Ahmet Rıza ve diğer ileri gelen İttihatçıların da katılımıyla bir kongre yapıldı. Kongre amacının tam aksine netice verdi ve Ahmet Rıza yanlılarıyla Prens Sabahattin yanlıları ayrıldılar. Etnik unsurlara özelliklede Ermenilere daha yakın gelen Prens Sabahattin gurubu olmuştu22. Bu guruba yakın olan Osmanlı Gazetesi adı geçen kongreden az önce bir Ermeninin ağzından yayımladığı bir makalede, Ermenilerin kendilerini nerede gördüklerine yanıt veriliyor ve İttihatçıların görüşü aktarılıyordu. Aynı makalede Ermenilerin isyan etmelerinden dolayı asi sayılmaması gerektiğini dile getirerek, Ermenilerin Türklere asırlardır hizmet ettiklerini ve olaylara karışanların memleketlerinin değerlerini bilmeyen genç, tecrübesiz kimseler olduğu anlatılmıştır23.

Ermenilerin artık bu tarihlerde kendilerini tamamen farklı olduklarının da işaretlerini vermiştir. Yine gazetenin aynı sayısında Ermeniler,

18 Osmanlı Gazetesi, No:66, s.8.
19 Osmanlı Gazetesi, No:4, s.8.
20 Osmanlı Gazetesi, No:8, s.8.
21 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İmge Kitabevi, Ankara 2001, s.61-64.
22 Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasî Fikirleri 1895-1908, İletişim Yayınları, İstanbul 1992, s.282.
23 Osmanlı Gazetesi, No:99, s.6.



Cenevre’de yaptıkları bir oyun sırasında Millî Marş söylemiştir. Türklerin de katıldığı bu oyunda Ermenilerin kimliklerini ifade ediş şekillerini hayretle karşılamıştır. Gazetenin iddiasına göre civardaki halk ise millî marş ne demek bilmediği için marşı padişahım çok yaşa anlamına gelen bir şeyler söylediklerini sanmıştır. Millî marşın ne demek olduğunu bilmeyen halkın durumu İttihatçılar tarafından eleştirilmiştir24.

Bu yakınlaşmanın işaretlerini Osmanlı Gazetesi’nde25 benzer makalelerde de görüyoruz. Jön Türklerin yayın organlarından biri olan gazete genel olarak Prens Sabahattin taraftarlarının elinde kalmıştır. Ahmet Rıza gurubunun Türkçü bir çizgi takip etmesi sebebiyle Ermeniler daha çok birinci olarak zikrettiğimiz gurubun içinde kalmayı tercih etmiştir.

Çünkü Ahmet Rıza taraftarları ve devam eden dönem içinde Türkçülük akımını başlatan kimseleri bu gurup bünyesinde toplamıştır26. O tarihten bir süre sonra Osmanlı Gazetesi’nde Nuyorık adlı bir Ermeninin mektubuna verilen cevapta Türk ve Ermenilerin birlik olmalarına atıfta bulunarak Ermenilerin Meşrutiyet idaresi altında Türkler ve diğer unsurlarla eşit yaşayabileceği, ancak kendi idarelerini kuramayacakları belirtiliyor. Hatta ileri gidilerek ortak parti bile kurabilecekleri vurgulanıyor27. Buna karşılık bir Ermeniden gelen cevapta, bu fikirlere karşı çıkılarak imtiyaz isteklerine dikkat çekiliyor28. 17 Temmuz 1902 tarihinde Brüksel’de toplanan Ermeni kongresi ise, Rusların Ermeni isteklerine ilgisiz kaldığını belirtilerek, kendilerince Ermenistan olarak adlandırılan bölgede geniş çaplı ıslahat yapılmasını istiyordu29. Türkler aleyhine eylemlere geçilmesi hem bu kongrenin hem de Paris’te İttihatçılarla yapılan kongrenin ortak temasıydı. Paris Kongresi’nin hedefini Ermeniler ve İttihatçılar Abdülhamit’i tahtan indirmek veya ortak muhalefet belirlemek olarak kararlaştırmıştı.

24 Osmanlı Gazetesi, No:89, s.8.
25 Osmanlı Gazetesi hakkında bkz. Gülser Oğuz, Osmanlı Gazetesi (1897–1904), Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2006.
26 Örneğin Yusuf Akçura Paris’e gelince Ahmet Rıza’nın da yazdığı Meşveret gazetesinde yazılar yazmıştı. Ahmet Temir, Yusuf Akçura, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1987, s.29.
27 Osmanlı Gazetesi, No:108, s.4-5.
28 Osmanlı Gazetesi, No:111, s.5.
29 Esat Uras, The Armenians in History and the Armenian Question, Documentary Publications, İstanbul 1988, s.805.


Ermeni kimliğinin ortaya konmasında en belirleyici olaylardan birisi de Mısır’da yapılan Ermeni kongresidir. Kahire’de 300 Ermeni’nin katıldığı toplantıda, Ermeni, ihtilal ve hürriyet yazılı kırmızı bayraklar ile millî marşlar çalmışlar ve Osmanlılıktan hiç bahsedilmemiştir30. Bütün bunlar gösteriyor ki, Ermenilerin İttihatçılara belli etmedikleri ya da İttihatçıların göremedikleri/ görmek istemedikleri bir Ermeni kitlesi bağımsız bir Ermenistan oluşturma çabası içindedir. Bayrak ve millî marş gibi semboller edinmiş durumdadır. Buradan anlaşılıyor ki Ermenileri temsil eden veya öne çıkan bu guruplar, emellerini gerçekleştirmek için Meşrutiyet’i ve İttihatçıları araç olarak kullanıyordu. Ermenilerin olay çıkarmakla sorumlu gurupları eylemlerine Osmanlı Devleti’nin her tarafında devam ediyorlardı. Üstelik bu eylemler öncekilere oranla Avrupalı devletlerin daha çok dikkatini çekecek çaptaydı.

Ermeni ihtilâlcilerinin bu türden ses getiren önemli eylemlerinden birisi de Yıldız Suikastı’dır. Ermeniler son çare olarak emellerine ulaşmada en büyük engel olarak gördükleri Sultan Abdülhamit’i ortadan kaldırmak amacıyla bir suikast düzenlediler. Sultanın Cuma namazından döneceği saate ayarlı olarak arabasına saatli bomba yerleştiren Ermeniler, burada da emellerine ulaşamadılar. Ancak Avrupalıların bölgeye dikkatlerini çekmelerine ve ıslahat isteklerinin artmasına zemin hazırlamışlardır31.

Ancak Türklerin Osmanlıcılık olarak gördüğü Ermenilerin ise bağımsızlık mücadelesi olarak baktıkları dava birlikte devam ediyordu. Hatta Amerika’da çıkan Hayranin adlı Ermeni gazetesine atfen İttihatçılar da Ermeni vatandaşlarca teklif edilen birlikte hareket edilmesi fikrini hala destekliyor, diğer unsurların da katılarak Abdülhamit zulmüne birlikte son verilmesini öneriyordu32. Dışarıda bu ve benzer fikirler üretilirken, Doğu Anadolu’da Ermeniler ile Kürtlerin arası iyice açılmıştı. Karşılıklı olarak yapılan savaşlar ileride olacakların da zeminini hazırlıyordu33. Bunda elbette ki 1897 tarihinden beri Sultan Abdülhamit’in düzene koyduğu ve kendisine değişik şekillerle bağladığı Hamidiye Alayları’nın da etkisi vardır. Abdülhamit’in savunduğu İslâm Birliği politikasını

30 Osmanlı Gazetesi, No:121, s.5.
31 Nejat Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Gültepe Yayınları, İstanbul 1983, s.66.
32 Osmanlı Gazetesi, No:61, s.3.
33 Stefanos Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde…, s. 390.



Ermenilere karşı bu şekilde kullanmıştı. Avrupalıların bölgedeki azınlık Ermenilere karşı ıslahat istekleri de halkı ve Kürt aşiretleri Sultan’a yaklaştırmıştı34.

Ermenilerle ilgili devletlerarası çatışmaya bir örnek de Amerika’dır. Amerika, Osmanlı vatandaşlığından Amerikan vatandaşlığına geçen Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu’nda bulundukları süre içerisinde Amerikan vatandaşıymış gibi muamele edilmesini istemiştir35. Bu olay hemen Fransa ve İngiltere’nin tepkisini çekti ve bundan yararlanan Osmanlı yönetimi Amerika’nın teklifini reddetti36. Bu örnek, misyonerlik faaliyetlerinde bir devletin diğerine oranla güç kazanmasına bile tahammüllerinin olmamasını göstermesi bakımından önemlidir.

Ermeniler, Osmanlı Devleti içerisindeki şartlarının düzeltilmesi değil, farklı emellerinin olduğunu da göstermektedir. Bu davranışlar bağlılığın değil kopuşun göstergeleridir.

İmparatorluktan buna benzer kopuşların önlenememesi, Osmanlıcılık fikrini savunan Jön Türkler arasında paniğe ve yeni fikrî cereyanlar arayışına sebep olmuştur37. Bu fikrî cereyan da Türkçülüktür38. Türkçülüğün39 özünü Osmanlıcılıkta olduğu gibi imparatorluğu kurtarmak amacı oluşturmaktadır40. Türkçülük fikrinin gelişmesini sağlayan en önemli etken, milliyetçilik akımının Türkler üzerinde etkili olması ve bu bağlamda yapılan çalışmalardır41. İmparatorluktaki diğer etnik unsurlara oranla daha kötü durumda olan Türklerin durumu da Jön Türklerin bu fikrî cereyan üzerinde düşünmelerine sebep olmuştur42.

34 Bayram Kodaman, Şark Meselesi Işığı Altında Sultan II. Abdülhamit’in Doğu Anadolu Politikası, Orkun Yayınları, İstanbul 1983, s.82.
35 Osmanlı Gazetesi, “Havadis”, 12 Ağustos 1904, No:137, s.4.
36 Osmanlı Gazetesi, “Havadis”, 15 Eylül 1904, No:138, s.4.
37 Yusuf Akçura, Türkçülük, Türkçülüğün Tarihî Gelişimi, Türk Kültür Yayını, İstanbul 1978, s.81.
38 Türkçülük fikri Osmanlı Gazetesi’nin yayın hayatında olmadığı yıllarda da işlenmiştir. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Akçura, Türkçülük, s.33–80.
39 Osmanlı Gazetesi’nde Türk milleti, Türkiye memleketi gibi terimlerin kullanıldığı görülmüştür. Bkz. Mustafa Refik, “Abdülhamid ve …. (?) Meselesi”, Osmanlı Gazetesi, No:43, s.3.
40 Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal Neşriyat, İstanbul Tarihsiz, s.69-72.
41 David Kushner, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu (1876–1908), Çev. Şevket Serdar Türet-Rekin Erdem, Kervan Yayınları, İstanbul 1979, s.8.
42 Osmanlı Gazetesi, No:1, s.2-3.


Zira diğer etnik guruplarda olduğu gibi yukarıda belirttiğimiz üzere Ermenilerin faaliyetlerinin hedefi bağımsızlıktı.

Tanzimat devlet adamlarının vazgeçilmezi olan Osmanlıcılık temelinde imparatorluğu bir arada tutma fikri İttihatçılarda da kendini göstermiştir. O dönemde kullanılan klasik deyimle İttihad-ı Anasır fikri hiçbir azınlık için müspet netice vermemişti. Ermenilerin de bu fikre sıcak bakmayacakları tabiidir. Hatta her iki gurup da hedefleri gibi görünen Meşrutiyet’in ilanı ve Abdülhamit’in iktidarına son verilmesi gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Dolayısıyla İttihatçılar da özellikle 1913 tarihinden başlayarak Türkçülüğe daha çok sarılmıştır43.

43 Erik Jan Zürchher, Millî Mücadelede İttihatçılık, Çev. Nüzhet Salihoğlu, Bağlam Yayınları, İstanbul 1987, s.50.

BİBLİYOGRAFYA

AKÇURA, Yusuf, Türkçülük, Türkçülüğün Tarihi Gelişimi, Türk Kültür Yayını, İstanbul, 1978.
AKŞİN, Sina, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İmge Kitabevi, Ankara 2001.
BAYUR, Yusuf Hikmet, XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası Üzerindeki Etkileri, TTK Yayını, Ankara 1989.
AYDOğAN, Erdal, İttihat ve Terakki’nin Doğu Politikası (1908–1918),
ESAT URAS, The Armenians in History And The Armenian Question, Documentary Publıcatıons, İstanbul 1988.
GÖYÜNÇ, Nejat, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Gültepe Yayını, İstanbul 1983.
GÜRÜN, Kâmuran, Ermeni Dosyası, Remzi Kitabevi, İstanbul 2005.
HANİOğLU, Şükrü, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal Neşriyat, İstanbul Tarihsiz.
KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C.VIII, TTK Yayını, Ankara 1988.
KODAMAN, Bayram, Şark Meselesi Işığı Altında Sultan II. Abdülhamit’in Doğu Anadolu Politikası, Orkun Yayınları, İstanbul 1983.
KUSHNER, David, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu (1876–1908), Çev. Şevket Serdar Türet-Rekin Erdem, Kervan Yayınları, İstanbul 1979.
KÜÇÜK, Abdurrahman, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ocak Yayınları, Ankara 1997.
KÜÇÜK, Cevdet, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı 1878–1897, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul 1986.
MARDİN, Şerif, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri, 1895- 1908, İletişim Yayını, İstanbul 1992. Meclis Zabıt Cerideleri, Cilt I, II.
MİNASSİAN, Anahide Ter, “1876-1923 Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğunun Rolü”, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik 1876-1923, Derleyen Mete Tunçay-Erik Jan Zürcher, İlitişim Yayınları, İstanbul 1995. Osmanlı Gazetesi, “Havadis”, 12 Ağustos 1904, No:137; 15 Eylül 1904, No:138.
OğUZ, Ahmet, I. Meşrutiyet Meclis-i Umumi’sinin Açılışı, İşleyişi ve Kapanması, Ankara 2004.
OğUZ, Gülser, Osmanlı Gazetesi (1897–1904), Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2006.
Osmanlı Gazetesi, No:1, 4, 8, 41, 43, 61, 66, 69, 88, 89, 99, 108, 111, 121.
SELÇUK AKŞİN SOMEL, Osmanlı Reform Çağında Osmanlıcılık Düşüncesi Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cumhuriyete Devreden Düşünce Mirası Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, Cilt 1, İletişim Yayınları, İstanbul 2001.
ŞAŞMAZ, Musa, British Policy and the Aplication of Reform for the Armenians in Eastern Anatolia 1878–1897, Ankara, TTK Yayınları, Ankara 2000.
TEMİR, Ahmet, Yusuf Akçura, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1987.
YERASİMOS, Stefanos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye Tanzimat’tan I. Dünya Savaşına, Çeviren Babür Kuzucu, Belge Yayınları, İstanbul 1987.
ZÜRCHHER, Erik Jan, Millî Mücadelede İttihatçılık, Çeviren Nüzhet Salihoğlu, Bağlam Yayınları, İstanbul 1987.

Tüm yazıyı Oku Tüm Yazıyı Oku !

Ermeni Edebî Eserlerine Yansıması Bağlamında Ermenilerde Milliyetçilik Hareketleri

Prof. Dr. Ahmet KANKAL
Nevşehir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Nevşehir-TÜRKİYE

ÖZET

Bu çalışma, esas olarak, bugüne kadar Türkçe yayımlanmış olan Ermeni roman, öykü, anı, günce, deneme, inceleme ve tanıklık türünden eserlere dayanmaktadır. Kısacası, ister Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olsun ister olmasın, Ermeniler tarafından kaleme alınan eserlerde öncelikle Ermeni cemaatinde milliyetçilik fikrinin olup olmadığı yönündeki bilgiler değerlendirilecektir. Sıradan bir öykü, roman veya diğer türden eserlerde milliyetçilik konusunun ve milliyetçilik hareketlerinin nasıl işlendiği vurgulanacaktır.

Daha sonra şayet Ermenilerde milliyetçilik fikri oluşmuşsa bu fikrin ortaya çıkışına Ermenilerin bizzat kendileri mi, Osmanlı yönetimi mi veya emperyalist devletler mi sebep olmuştur konusu irdelenecektir. Bu konuda Ermeni yazarların veya halkın düşünceleri nelerdir, şayet bir suçlama varsa suçlu olarak kim veya kimler görülmektedir? Milliyetçilik hareketlerinin başlayışı ve bu süreç içerisinde yaşananlar nasıl değerlendirilmekte ve okuyucuya ne şekilde sunulmaktadır konusu üzerinde durulacaktır. Türkiye Ermenileri ile diaspora Ermenilerinin konuya bakışları arasında farkın olup olmadığı incelenecektir. Çalışmanın devamında Ermeni milliyetçilik hareketleri ve bu hareketlere karşı alınan önlemler, mukabil hareketler ve sonuçları bir bütün halinde değerlendirilip araştırıcıların dikkatine arz olunacaktır.

Bir kısım Ermeniler, özellikle diaspora Ermenileri tarafından öne sürülen ve bazı devletlerce de kabul gören 1915-1922 yılları arasında Türklerin Ermenilere yönelik soykırım uyguladığı yönündeki görüşler ve kabuller sürekliliğini devam ettirmekle birlikte, bu söylemlerin dünya kamuoyunun dikkatine sunulması konusunda farklı tempolar gözlenmektedir. Bu süreçte gözlenen tek şey sadece Türkleri suçlama konusundaki faaliyetlerin hızı, yani suçlamalardaki göreceli yavaşlama/yavaşlatılma veya artış/arttırma ile ilgili değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yöneticileri ve Türk halkının çoğunluğu tarafından benimsenen tarihî olayları politikacılara değil, tarihçilere bırakalım görüşü ve çağrısı Ermeni diasporası ile soykırımı kabul etmiş ülkelerin parlamentoları tarafından kabul görmemektedir. Buna mukabil arşiv belgelerinin (resmi belgeler oldukları ve resmi görüşü yansıttıkları gerekçesiyle) yok sayılarak veya daha yumuşak bir tabirle göz ardı edilerek soykırım meselesini asıl sözü edilen o tarihi olayların doğrudan tesiri altında kalan ve soykırımdan kurtulan görgü tanıklarının anlattığı anılar ve aktardığı halk şarkılarına indirgeme çabaları diaspora Ermenilerince daha çok benimsenmektedir. Bu iddia ve faaliyetlere göre bu hatıra ve şarkılar tarihin kavranması açısından ve olayları kanıtlayan belgeler ve birincil başvuru kaynakları olarak büyük önem taşımaktadırlar. Elbette bu iddia birçok açıdan tartışmaya açıktır, hatta dikkate alınmasına ve tartışılmasına dahi gerek yoktur görüşünü savunanlar bulunacaktır. Bazen her öne sürülen iddiaya cevap vermek de gerekmeyebilir. Konu siyasî açıdan ele alındığında yukarıdaki her iki kesime ilişkin iddia veya savunmalar doğru da kabul edilebilir, ancak konu bilimsel açıdan ele alındığında durum farklıdır. Tarihçilerin ortak kanaati; belge olmadan ortaya atılan her fikir tartışmaya açıktır, hatta belge olmadan konuşmak doğru değildir.

Gerçi belge olduğunda onun içeriğinde bulunan bilgilerin değerlendirmesi de neticede bir yorumdur ve burada kişiler kendi görüşlerini/hissiyatlarını bu yoruma katacaklarından kişilerin objektifliği de tartışmalıdır, sübjektif olmaları çok daha muhtemeldir türünden görüşler akademisyenlerin sık sık dile getirdiği konulardandır.

Hatıra ve şarkıların birinci elden kaynak olduğu, arşiv belgelerinin ise önemli olmadığı görüşü ve iddiası aklı başında tarihçilerce kabul edilebilir değildir. Bununla beraber arşiv belgelerinin yanı sıra, hatıra türünden eserlerin dönemin diğer eserleri (bunlar belgeler de olabilir, yine hatıra türünden eserler de olabilir) ile karşılaştırılması ve kritiğinin yapılması kaydıyla belge olarak kullanılabileceğine tarihçilerin itiraz etmeyeceği de açıktır.

Epey bir süredir Türkçe yayımlanan Ermeni edebî eserleri üzerine ilgisi olan ve bunlara dayalı çalışmalar yapan bir tarihçi olarak1 bu eserler

1 Ermeni edebî eserleri üzerine tarafımızdan yapılan çalışmalar şunlardır: Ahmet Kankal, “Ermeni Öykülerinden Türkçe Yayınlananlar Üzerine”, Millî Eğitim, Sayı 157, Ankara 2003, s.213-225; Kankal, “Ermeni Toplumunda ve Aile Hayatında Kadın”, Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi (SBArD), Sayı 4, Diyarbakır Eylül 2004, s.105-135; Kankal, “Ermeni Edebî Eserlerinde Ermenilerin Türk Devletine ve Türk Toplumuna Bakışları”, Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi (SBArD), Sayı 5, Diyarbakır Mart 2005, s.1-22; Kankal, “Türkçe Yayınlanan Ermeni Öykülerinde Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletleri İle Toplumuna Bakış”, XIV. Türk Tarih Kongresi (9-13 Eylül 2002 Ankara) Kongreye Sunulan Bildiriler, Ankara 2005, C.III, s.255-274; Kankal, “Ermeni Edebiyatında Türk ve Ermeni Toplumları Arasındaki Komşuluk İlişkilerine Bakış”, Erciyes Üniversitesi Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu (EUSAS-I), Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri Örneği, 20-22 Nisan 2006 Kayseri.), Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, C.I, Kayseri 2007, s. 221-235; Kankal, “Ermeni Öykülerine Göre Osmanlı-Türk Toplumunda Ermeniler”, Ermeni Araştırmaları 1. Türkiye Kongresi (20-21 Nisan 2002 Ankara) Bildirileri, C. III, Ankara 2003, s.97-120; Kankal, “Türk Okurları Açısından Ermeni Öykülerinin Oluşturabileceği Sakıncalar Hakkında Bir Değerlendirme”,


dikkatimizi hep çekmiştir. Özellikle de köy hayatına, sosyal olaylara, örf-adetlere, eğitime ve inançla ilgili konulara yönelik anlatılanlar, Anadolu’da yaşayan Türk ve Ermeniler arasında yaşayış ve inanış bakımından büyük farklılıkların olmadığını ortaya koymaktadır.

Bu çalışmada herhangi bir iddianın ne sahibi ne de savunucusu olma amacı bulunmaktadır. Ermeni edebî eserleri genel hatlarıyla ele alınıp değerlendirilecek, tek tek eserler ve içerikleri konusunda teferruat sayılabilecek bilgiler verilmeyecektir. Konu ile ilgili Ermeni edebî eserleri, çalışmanın sonunda kaynakça kısmında zikredilecektir.

Türkçe yayımlanan Ermeni edebî eserleri içerisinde siyasî içerikli olanların yanında Ermenilerin gündelik hayatı (ister kırsalda isterse şehirde olsun), hayatta karşılaşılan güçlükler, sosyal, kültürel, ekonomik, dinî ve ahlakî değişimler, diğer etnik unsurlarla olan ilişkilerini konu edenler çoğunluğu oluşturmaktadır. Dikkati çeken bir başka nokta da Türkiye’de yaşayan Ermenilerle diasporada yaşayan Ermenilerin ele aldıkları konular ve bu konuları işleyişleri yönündeki farklılıklardır.

Örneğin Türkiye’de yaşayan Ermeniler daha çok sosyal içerikli konuları işlerken, diasporada yaşayan Ermenilerin siyasî içerikli konulara eğilmeleri gibi. Bunun çok değişik sebepleri olabilir. Her iki gurubun tehcire bakışı, olayları değerlendirme biçimi, yaşadığı ortam, ilişkide bulunduğu guruplar birbirinden farklıdır. Nitekim ister tehcire tabi tutulmuş ister tutulmamış olsun sonuçta Türkiye’de yaşayan Ermeniler hayatlarının geçtiği ve kendilerine ait topraklarda yaşamaktadırlar. Her ne kadar bulundukları köylerden şehirlere göçmüş olsalar veya yaşadıkları şehirlerden İstanbul’a gitmiş bulunsalar da sonuçta devlet onların da devletidir, ilişkide bulundukları topluluklar da o devletin vatandaşıdır. Fakat diasporada yaşayanlar açısından durum farklıdır, çünkü bir defa ister tehciri yaşamış olanlar isterse onların çocukları veya torunları olsunlar,

IV. Türkiye’nin Güvenliği Sempozyumu (Tarihten Günümüze Dış Tehditler) (16-17 Ekim 2003 Elazığ) Bildirileri, Elazığ 2004, s.415-422; Kankal, “Ermeni Yayınlarıyla Yapılan Tanıtım mı Propaganda mı? (Öykü ve Romanlar Bağlamında)”, I. Kahramanmaraş Sempozyumu (6-8 Mayıs 2004 Kahramanmaraş) Bildirileri, C.II, İstanbul 2005, s.669-676; Kankal, “Türk Halk İnanışları İle Anadolu Ermeni Halk İnanışları Arasındaki Benzerlikler”, VII. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü-Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı, 27 Haziran-1 Temmuz 2006 Gaziantep (kongre bildirileri henüz basılmadığından bu tebliğ yayımlanmamıştır).


bunlar yaşadıkları yerlerden kopmuş (tabii ki onlara göre işin aslı kopma değil koparılma, terk etme değil sürülmedir) kimselerdir. Bu sebeple kendilerini Türklerin tehcire/sürgüne gönderdiğini düşünerek Türklere karşı büyük bir kin ve nefret besleyen, hatta oluşan ortak kin ve nefret sayesinde diasporada birlikteliğini devam ettiren, kin ve nefretten bir millet oluşturan, yine ayrıldıkları yerlere karşı büyük bir özlem içinde olan, oralara ilişkin hatıraları bulunan ve bu hatıraları sürekli tekrar ede gelen bir kesim söz konusudur. Ayrıca bunların ilişkide bulunduğu kesimler de farklıdır. Onlar, Türkiye’de yaşayan Ermeniler gibi Türklerle birlikte yaşamaya veya onlarla her an ilişkide olmaya mecbur değillerdir.

Türkiye’de yaşayan Ermeniler sonuçta suçlu olarak kimi veya kimleri görmüş ve görüyor olsalar da bu durumu ileriye taşınması gereken bir dava olarak görmeyebilir veya bunun her iki tarafa bir faydası olmadığını da düşünebilirler. Mesela onların, diasporadakiler gibi, Türk milletini suçladıkları düşünülecek olsa da neticede devir değiştiği ve muhatap oldukları Türklerin tarihte yaşanan olaylarla ilgisi bulunmadığı için daha sağlıklı düşünmeleri söz konusu olabilecektir. Hâlbuki diasporada yaşayanlarda neslin değişmesine rağmen bugünkü Türklerin iddia ettikleri olaylarla uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı halde suçlu olarak yine Türkleri görme eğilimi mevcudiyetini muhafaza edecektir, çünkü onlara göre bu hale gelmelerine ve bütün olanlara sebep Türklerdir ve bu düşünce atadan evlada, hatta toruna daha da artarak, şiddetlenerek devam etmelidir, devam ettiği takdirde Ermeniler arasındaki birlik ve beraberlik korunacaktır. Bunun aksini düşünenler sayıca azınlıkta kaldığı için ya susturulacak veya dışlanacak ya da kendileri selametleri açısından susmayı tercih edeceklerdir. Bu konuda her iki toplumun sağlıklı kararlar vermesini ve bir anda bütün yaşananları unutmasını beklemek de mümkün değildir. Toplumsal hafıza her ne kadar bazı şeyleri unutsa da izlerin tamamen ortadan kalkması veya silinmesi gerçekçi değildir.

Tıpkı nasıl ki hafızasız insan yoksa hafızasız millet de yoktur, zira hafıza insanın ya da halkın yaşadığı yıllardan ibaret olan hayatıdır; onun geçmişi, onun tarihidir sözü ve bu sözün gerçekliği gibi.

Ermeni edebî eserlerinde zikredilen mekânlar, İstanbul, İzmit, İzmir, Afyon, Gümüşhane, Van, Ağrı, Iğdır, Erzincan, Sivas, Tokat, Malatya, Harput, Bitlis, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Urfa, Adana, Gümrü, Erivan, Halep, Paris, Fresno (Amerika Birleşik Devletleri California eyaletine bağlı) şehirleri ile onlara bağlı bazı kaza, kasaba ve köyler159 dir. Hemen hemen bütün Osmanlı şehir ve kasabalarında az veya çok Ermeni nüfus bulunmasına rağmen henüz Ermenilerin diğer yerleşim yerlerine ilişkin yayınları bulunmamakta veya varsa da tarafımızdan bilinmemektedir. Bu şu açıdan önemlidir: Ermeni toplumu, incelenen eserlerde görüldüğü kadarıyla, gerek düşünüş ve gerekse yaşayış tarzı itibarıyla bir bütünlük arz etmemektedir. Bu durum, toplumun içinden çıkan ve çoğunlukla toplumun düşüncelerini aksettiren yazarlara ve onların eserlerine de yansımaktadır. Bu sebeple, tek tip Ermeni toplumundan, düşüncesinden, kültüründen ve dolayısıyla hareket tarzından bahsetmek zordur.

Bir defa bütün Ermeni edebî eserleri için geçerli olan şu konuyu belirtmekte fayda vardır: O da kimlik, milliyet duygusunun Ermenilerin tamamında var olduğu gerçeğidir. Ermeni inancı, bu kimliğin ve aidiyet duygusunun gelişmesi ve devamında en önemli etkendir. Onlardaki bu inanç sistemi, onların hem diğer Hıristiyan topluklular hem de Müslümanlar arasında mevcudiyetlerini devam ettirmelerinin, kendilerini asimilasyona karşı korumalarının en kısa ve etkili yoludur. Ermeniler arasında zaman zaman mezhep ayrılıkları ve çekişmeleri olsa da bu durum ortak kimliğin ve milliyet duygusunun yozlaşmasına müsaade etmez. Dolayısıyla Ermeniler, inancı sayesinde millî duygularını, kimliğini koruyabilen ve yaşatabilen bir toplumdur. Hal böyle olunca kilisenin ve din adamlarının Ermeni toplumu üzerindeki etkilerini gündeme getirmenin de bir anlamı yoktur. Millî duyguların yanında Ermenilerde milliyetçilik fikrinin oluşması ve bunun fiiliyata dönüşmesi hususunda kilisenin rolünü göz ardı eden her çalışma eksik kalacaktır, ancak bu çalışmada bu konuya girilmeyecektir.

Anadolu’da yaşayan Ermenilerle Anadolu dışında ve özellikle de diasporada yaşayan Ermenilerin ele aldıkları konuların ve olaylara bakışları ile yorumlarının birbirinden farklı olduğu daha önce zikredilmişti. Anadolu’da yaşamış veya hala yaşayan yazarlar, Ermenilerdeki ayrılıkçı milliyetçilik fikrinden, onların Birinci Dünya Savaşı yıllarında bu fikirlerini gerçekleştirmek için özellikle de Ruslarla işbirliği yaparak harekete geçtiklerinden hiç bahsetmezler. Konuyu tehcir kararının alınması, uygulanması ve sonucu ölçeğinde işlerler, tehcir öncesi olaylardan bahsetmemeye özen gösterirler, gerek Türk gerekse Ermeni toplumu arasındaki ahenge vurgu yaparlar. Böylelikle okuyucuda, bir manada bu ahengi bozanın Türkler olduğu düşüncesi oluşur, oluşturulur. Hâlbuki diasporada yaşayanlar ise Ermenilerin öteden beri milliyetçilik fikrine sahip olduklarından, bunu gerçekleştirmek için uygun ortamı bulduklarında da faaliyete geçtiklerinden söz ederler. Bu yazarlar eserlerinde, Rusların Doğu Anadolu bölgesini Türklerden alarak kendilerine bırakacaklarını düşündüklerinden, sonuç hiç de bekledikleri gibi olmayınca, hayal kırıklığına uğradıklarından bahsederler. Anadolu’da yaşayanlar, tehcir yıllarını anlatırken, bunun aslında Almanların bir projesi olduğundan, Almanların Rusya’ya doğru ilerlerken önlerinde bulunan ve Ruslara yardımları muhtemel olan Ermenileri Osmanlı Devleti vasıtasıyla uzaklaştırma isteğinden kaynaklandığı görüşüne vurgu yaparlar. Bu eserlerde daha çok dramatik konular işlenmektedir, ancak bunlarda devlet dolaylı olarak suçlanırken yerli halk (Türkler, Kürtler, Araplar) ise Ermenilerin muhatap oldukları bu duruma üzülen, hatta devletin almış olduğu kararın hilafına Ermeni ailelere yardım eden, onları yanlarında saklayan kimseler olarak gösterilmektedir.

Anadolu dışında yaşamış (tehcir sonrası Anadolu’dan ayrılmış veya diasporada doğmuş) yazarların eserlerinde tek suçlu vardır o da Türklerdir. Onlara göre başka milletler birer birer Osmanlıdan ayrılıp istiklallerini kazanırken bu hak Ermenilere çok görülmüştür. İttihat ve Terakki Partisi ileri gelenleri olayın baş aktörleridir, ancak bu durum sadece onlarla sınırlı değildir. Türk milleti bir bütün olarak iradesiyle ve faaliyetleriyle bu projenin, bütün olup bitenlerin arkasındadır, o sebeple de suçludur görüşü bu eserlerin ana fikri ve ana söylemidir. Hatta onlara göre Türkler bu uğurda sadece Ermenilere zulmetmemişler Kürtler de bundan nasibini almışlardır. Oysa Anadolu’da yaşayan yazarların eserlerinde Ermenilere zulmedenlerin çoğunlukla Kürtler ve zaman zaman da Çerkezler olduğu, Türklerin bunu engellemek istedikleri, ancak başarılı olamadıkları görüşü egemendir.

Diasporada yaşayan yazarların Türk devleti ve toplumu aleyhine söylemleri dikkat çekecek düzeydedir. Yalnız bu yazarların eserlerinde yer alan bilgiler arasında da bir birliktelik bulunmamakta, birliktelik sadece Türk devletine ve devlet görevlilerine yönelik eleştirilerde kendini göstermektedir. Anadolu dışında bulunan yazarların eserlerinde, Anadolu’dakilerin aleyhine, Türk halkının da tehcir esnasında Ermenilere zulmettikleri konusu vurgulanmaktadır. Bu eserlerde tehcire sebep olarak gösterilen olaylar isyan biçiminde değil de kahramanlık destanı şeklinde işlenmektedir. Olaylar bu şekilde incelendiğinden bağımsız Ermeni devleti kurma isteği ve çabası içinde olan Ermeniler birer kahraman gibi gösterilmekte, Ermeni isyanlarına karşı önlem alan, mukabil hareketlerde bulunan Osmanlı Devleti ve onun idarecilerinin katliam yaptıkları dile getirilmektedir. Bu durum halk söz konusu olduğunda da aynıdır. Ermeni halkın Müslümanlara karşı yaptığı katliamlar dile getirilmez veya getirildiğinde de hak arama şeklinde verilirken, Müslümanların Ermenilere karşı hareketleri soykırım olarak nitelendirilmektedir.

Millî duyguların kabartılması ve ayrılıkçı hareketlerin teşviki açısından özellikle de Osmanlı zabitleri ve Hamidiye Alayı mensuplarının Ermeni kadın ve kızlarına tecavüzde bulundukları, onları haremlerine kattıkları konuları yoğunlukla işlenmektedir. Bu duruma direnen kızların namussuz bir şekilde yaşamaktansa ölümü tercih edişleri dramatik bir biçimde anlatılmaktadır. Özellikle genç Ermeni erkeklerinin bu duruma kayıtsız kalmadıkları vurgulanmakta, yine Ermeni kadınların kendilerine karşı yapılan haksız muamelelere boyun eğmedikleri, kadınların mücadele azimleri ve silahlı Ermeni çetelerine yardımları söz konusu edilmektedir. Osmanlı yanında yer alan ve böylelikle soyuna ihanet ettiği vurgulanan Ermenilerin aşırı milliyetçi Ermeniler tarafından çok kötü muamelelere maruz bırakıldığı açık bir şekilde aktarılmaktadır. Din adamlarına yapıldığı söylenen hakaretlerle Ermenilerdeki dinî duygular harekete geçirilmek istenmektedir.

Sonuç olarak, son yıllarda görebildiğimiz ve inceleyebildiğimiz kadarıyla beş ayrı yayınevi tarafından yayımlanmış olan Ermeni edebî eserlerinden bazıları, edebî ürünler olmanın yanında siyasî konuları da içine alan bir özellik taşımaktadırlar. XIX. yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan farklı etnik unsurlardaki hareketlilik Ermeni toplumunda da görülmektedir. Ancak Ermeni toplumundaki bu hareketlilik, mahiyeti itibarıyla Ermeni edebî eserlerine değişik şekilde yansımaktadır. Bazı eserlerde bu hareketlilikten bahsedilirken bazılarında bu durum göz ardı edilmektedir. Eserlerin bir kısmında Ermenilerdeki milliyetçilik fikrinden ve hareketlerinden övgüyle söz edilirken, bir kısmında bu fikir ve hareketlilik yokmuş gibi gösterilmektedir. Bağımsız bir Ermeni devletinin kurulması için isyan eden, bu uğurda devlet görevlileri ile masum insanları katletmekten çekinmeyen Ermeni asiler birer kahraman gibi gösterilmekte, buna müdahale eden devlet görevlilerinin hareketleri ise soykırım olarak adlandırılmaktadır. Devlete bağlı ve onun koymuş olduğu kanunlara uyan Ermeni halkının haksız yere tehcire tabi tutulduğu, Ermeni ailelerin parçalandığı, savunmasız halkın sürgün esnasında eşkıya ve yol üzerindeki insanlarca soyulup öldürüldüğü konusu sıklıkla işlenmektedir. Olayı soğukkanlılıkla ele almadıkça, doğruyu açık yüreklilikle söylemedikçe, hatasıyla sevabıyla toplumları ve onların hareketlerini değerlendirmedikçe, ister edebî ve kültürel isterse siyasî ve tarihi olsun hiçbir eser tarih bilimi açısından bir değer ifade etmeyecektir.


KAYNAKÇA

AHARONYAN, Avetis, Fedailer Özgürlük Yolunda, Çeviren Figen Yılmaz, İstanbul 2001, Belge Yayınları.
ARMEN, Mıgırdiç, Hegnar Çeşmesi, Çeviren Hasan Polat, İstanbul 1988 (2. baskı), Belge Yayınları.
ARSLANYAN, Agop, Adım Agop Memleketim Tokat, Aras Yayıncılık, İstanbul 2005.
BİBERYAN, Zaven, Babam Aşkale’ye Gitmedi, Çeviren Sirvart Malhasyan, Aras Yayıncılık, İstanbul 1998.
BİBERYAN, Zaven, Yalnızlar, Aras Yayıncılık, İstanbul 2000.
CEYHAN, Kirkor, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, İstanbul 1999, Aras Yayıncılık.
CEYHAN, Kirkor, Kapıyı Kimler Çalıyor, İstanbul 1999, Belge Yayınları.
CEYHAN, Kirkor, Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, İstanbul 1998 (2. baskı), Aras Yayıncılık.
ÇELİK, Jaklin, Kum Saatinde Kumkapı, İstanbul 2000, Aras Yayıncılık.
ÇELİK, Jaklin, Yılanın Yolu, İstanbul 2003, Aras Yayıncılık.
ÇERKEZYAN, Sarkis, Dünya Hepimize Yeter, haz. Yasemin Gedik, İstanbul 2003 (2. baskı), Belge Yayınları.
DAVID, Kherdian, Hilâlin Gölgesinde Bir Ermeni Kızın Yazgısı, Çeviren Haydar Işık, İstanbul 2001, Pêrî Yayınları.
GELENYAN (HAMASDEğ), Hampartsum, Güvercinim Harput’ta Kaldı, Çeviren Sarkis Seropyan, İstanbul 1998 (2. baskı), Aras Yayıncılık.
GOBELYAN, Yervant, Memleketini Özleyen Yengeç, Çeviren Hagop Gobelyan, İstanbul 1998. Aras Yayıncılık.
GÜLER, Ara, Babil’den Sonra Yaşayacağız, Çeviren Sirvart Malhasyan, İstanbul 1996, Aras Yayıncılık.
KEBABCIYAN, Raffi, Konuş Halil Bey Konuş, İstanbul 2000, Aras Yayıncılık.
KOÇAR (KAPRIYELYAN), Hraçya, Özlem (Garod), İstanbul 1996 (2. baskı), Nûjen Yayınları.
MARGOSYAN, Mıgırdiç, Gâvur Mahallesi, İstanbul 1999 (7. baskı), Aras Yayıncılık.
MARGOSYAN, Mıgırdiç, Söyle Margos Nerelisen?, İstanbul 2000 (6. baskı), Aras Yayıncılık.
MARGOSYAN, Mıgırdiç, Biletimiz İstanbul’a Kesildi, İstanbul 1998 (4. baskı.), Aras Yayıncılık.
MAVYAN, Vahram, Her Yerde Ermeni Var, Çeviren Klemans Çelik (Zakaryan), İstanbul 2003. Aras Yayıncılık.
MINTZURİ, Hagop, Armıdan Fırat’ın Öte Yanı, Çeviren Silva Kuyumcuyan, İstanbul 1998 (2. baskı), Aras Yayıncılık.
MINTZURİ, Hagop, Atina, Tuzun Var Mı?, Çeviren Silva Kuyumcuyan, İstanbul 2000, Aras Yayıncılık.
MINTZURİ, Hagop, Kapandı Kirve Kapıları, Çeviren Nurhan Büyük Kürkciyan, İstanbul 2001, Aras Yayıncılık.
MINTZURİ, Hagop, İstanbul Anıları 1897-1940, Çeviren Silva Kuyumcuyan, (notlarla basıma hazırlayan Necdet Sakaoğlu), İstanbul 2002, Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
NAJARİAN, Peter, Son Ermeni, Çeviren Ece Eroğlu, İstanbul 2004, Aras Yayıncılık.
ÖZER, Antan, Yaşamı Beklerken, Çeviren Klemans Çelik (Zakaryan), İstanbul 1997, Aras Yayıncılık.
SAROYAN, William, Aram Derler Adıma, Çeviren Türkkaya Ataöv, İstanbul 1991. (3. baskı), Varlık Yayınları.
SAROYAN, William, Yoksul İnsanlar, Çeviren Memet Fuat, İstanbul 1990, Adam Yayınları.
SAROYAN, William, Paris-Fresno Güncesi 1967-68 Ölüm, Dirim Ve Aya Kaçış, Çeviren Beril Eyüboğlu, İstanbul 2001, Aras Yayıncılık.
SIRMAKEŞHANLIYAN, Yervant, Balıkçı Sevdası, Çeviren Ani Baronyan, İstanbul 2000. Aras Yayıncılık,
TOTOVENTS, Vahan, Yitik Evin Vârisleri, Çeviren Najda Demircioğlu, Aras Yayıncılık, İstanbul 2002.
ZOHRAB, Krikor, Öyküler, Çeviren Hermon Araks, İstanbul 2001, Aras Yayıncılık.
ZOHRAB, Krikor, Hayat, Olduğu Gibi, Çeviren Kudret Emiroğlu, Ankara 2000, Ayraç Yayınevi.

Tüm yazıyı Oku Tüm Yazıyı Oku !

Rusya İle Eçmiyazın Katogigosluğu’nun İlişkilerinin Osmanlı Ermenilerine Etkileri

Yrd. Doç. Dr. Adem ÖLMEZ

Harran Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Osmanbey / Şanlıurfa-TÜRKİYE


ÖZET

Ermeniler, başlangıçta Roma Kilisesi’nin öğretileri çerçevesinde inançlara sahip olan bir topluluktu. Ancak, 5. yüzyılda Hıristiyanlar arasında çıkan bir fikir ayrılığından dolayı kendi kiliselerini kurdular. Bu tarihten sonra Ermeniler kendi kiliselerini kendi inanç temelleri üzerinde şekillendirdiler. Bu çerçevede Eçmiyazin katogigosluğu Moğol istilasına kadar Ermenilerin tek ruhanî temsilciliği olmaya devam etti. Moğol istilasından sonra Ermeniler Anadolu’da farklı dinî merkezler oluşturmaya başladı. 1585’te Eçmiyazin Osmanlılar tarafından alınınca, kilisenin başı, 1828’de Eçmiyazin’in Rusya tarafından işgal edilişine kadar Osmanlı padişahları tarafından atandı. Rusya, Eçmiyazin katogigosluğuna I. Petro zamanından itibaren ilgi duymaya başladı. 19. yüzyılda Rusya, Ermenilerden politik olarak yararlanmaya başladı. Rus-İran Savaşı’ndan sonra, 40.000 Ermeni Rusya tarafından göç ettirildi. 1828’de Rusya, İranlılarla yaptığı Türkmençay Antlaşması ile Ermeni Kilisesi’ni tamamen kontrolüne aldı. 1828’den sonra Rusya, Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenileri kendi devletlerine karşı kışkırttı. Böylece Ermeni Kilisesi ile Rusya’nın bağlantısı Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni karışıklıklarını artırdı. Birinci Dünya Savaşı sırasında da Ermeni ruhanî liderleri Rusya ile anlaştı. Savaş sırasında pek çok Ermeni, Rus ordusuna gönüllü katılmak için Rusya’ya gitti.



Ruslar, Çar I. Petro’dan (ölm. 1725) itibaren, güney bölgeler hakkında stratejik planlar yapmaya başlamışlardı. I. Petro Balkanlar, İstanbul ve Kafkaslar’da hâkimiyet kurulmasının öncelikli bir konu olduğunu, bu amaca ulaşmak için de buralarda yaşayan toplumları birbirine düşürmek gerektiğini tavsiye etmişti. I. Petro’nun bu tavsiyelerini, sonra gelen Rus Çarları, bu tavsiyeleri temel bir dış politika konusu olarak ele alarak, uygulamaya çalışmışlardı.

Osmanlı Devleti’nin zayıflama sürecine girdiği bir dönemde Rusya’nın güçlenerek temel politikalarına ağırlık vermesi, Osmanlı Devleti’nin sıkıntılı yüzyıllar yaşamasına neden olmuştu. Kırım Savaşı hariç, 18. ve 19. yüzyıllardaki Osmanlı-Rus Savaşları genellikle Rusların zaferi ile sonuçlanmış; bu durum da Osmanlı Devleti’nin dağılmasına zemin hazırlamıştı1. Rusya bu temel politikasındaki ilk önemli başarısını 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile kazandı. Bu antlaşma ile Rusya, Osmanlı Devleti’ndeki Ortodoksları himaye etme hakkını elde ederek,

1 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.IV, I. Bölüm, TTK Yayını, Ankara 1982, s.70.

her vesile ile Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışabilmesinin zeminini hazırlamıştı2.

Rusya’nın güneye doğru yayılma politikası içinde bulunan Kafkaslar’da egemenlik kurma ideali, bu süreçte yoğun olarak takip edilen bir konuydu. Yani Rusya Kafkas toplulukları arasındaki ayrılıklardan ve dinî farklılıklardan yararlanarak bölgeyi kendi egemenliği altına almanın hesaplarını yapıyordu. İşte Rusya’nın Eçmiyazin Katogigosluğu ile ilişkileri bu çerçevede ele alınıp değerlendirilmesi gereken bir konudur.

Rusya’nın 19. yüzyılın başından itibaren yoğunca ilgilenmeye başladığı Eçmiyazin Katogigosluğu, Ermeniler için tarihî, kültürel ve dinî olarak sembolik anlamlar taşıyan kutsal bir mabetti. Bu kilisenin tarihinin belirli dönemlerinde Ermeniler açısından en önemli dinî merkez olması, Ermenilerin dinî, kültürel ve siyasî yaşamlarında merkezî bir rol üstlenmesine neden oldu; dolayısıyla da siyasîlerin konuya yoğunca ilgi duymasını sağladı. Eçmiyazin Katogigosluğu, bu öneminden dolayı Rusya, Osmanlı Devleti ve İran arasında sürekli çekişmelere neden oldu3.

2 Ali İhsan Gencer, “Ermeni Sorununda Dış Etkenlerin Rolü”, Uluslararası Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu, (24-25 Mayıs 2001), Üniversite Yayını, İstanbul 2001, s.69-72.

3 Ermeniler, Ermenistan’da yaşayan bir subay olan Kirkor Lusaroviç’in aracılığıyla 4. yüzyılda Hıristiyanlığı kabul etmişlerdi. Ermeniler Hıristiyan olduktan sonra, 451’de toplanan Chalcedoine (Kadıköy) konsülünde Roma Kilisesi ile aralarında bir görüş ayrılığı ortaya çıktı. Bu konsülde Hıristiyan din adamları Hz. İsa’nın niteliğini tartışarak; İsa’nın iki niteliği bir kişilikte ötekiyle birleşir, ama bunlar ayrı ayrı nitelikler taşırlar. İsa’nın insani görünüşü tahta bir haç üzerine gerildi, tanrısal yönü değil kararına ulaştılar. Ermeniler İsa’ya atfedilen iki niteliği kabul etmeyerek, kendisinin baba ile aynı nitelik ve özde tanrısallığında olduğuna inanmayı tercih ettiler. Elmon Karoğlu Hançer, “Ermeni Minyatür Sanatı”, Toplumsal Tarih, S.92, Ağustos-2001, s.38. Kadıköy’de toplanan dinî toplantıya Eçmiyazin Piskoposu gelmedi. Onun gıyabında verilen kararda Şark Kilisesi ikiye bölündü. Ermeniler Rumlardan ayrılarak Eçmiyazin Piskoposu’na tabi oldular ve onu katogigos yani reis-i umumi-i ruhanî diye isimlendirdiler. Daha sonra Moğollar (Tatarlar) Eçmiyazin Kilisesi’nin bulunduğu yeri harap edince Sis (Adana Kozan) ve Ahtamar (Van) ruhanî merkez edindiler. Bu kiliselerden Sis Kilisesi daha muteberdi. Çünkü asıl katogigos Sis’e gelmiş ve Ermeniler için kutsal bazı malzemeler bulunuyordu. Eçmiyazin’de Moğol tehlikesi geçtikten sonra, Ermeniler Sis Katogigosu’nu Eçmiyazin’e davet ettiler. Fakat katogigos ailesi Sis’e yerleşmiş olduğundan gelmedi. Bunun üzerine, hariçten katogigos atama usulü uygulanmaya başlanmıştır. Bu dönemden sonra Sis Katogigosluğu en üstün dinî merkez olduğunu iddia etmiş ise de kadim kilise



Eçmiyazin Kilisesi’ne Ruslarla Osmanlıların ilgileri hemen hemen
aynı zamanlara rastladı. Bilindiği gibi Osmanlılar, 1583’te Revan’ı
alarak Eçmiyazin Kilisesi üzerinde denetim sağladılar4. Bu dönemde
Rusya henüz dünya politikasında güçlü bir devlet değildi5. Bu tarihten
sonra, katogigosların seçimleri Osmanlı padişahları tarafından
yapıldı. Daha sonraki dönemlerde Eçmiyazin Katogigosluğu’nun Osmanlı
Devleti’nin sınırları dışında kalmasına ve Eçmiyazin’e bağlı Ermenilerin
Osmanlı vatandaşı olmamasına rağmen katogigosluğun başkanı,
Osmanlı Padişahları tarafından tayin ve azledilmeye devam edildi. Bu
işler, İstanbul’daki Ermeni Patriği başkanlığında Ermeni ileri gelenlerinin
teklifi ve padişahın tasdiki ile gerçekleştirilmişti. Osmanlılar, bazı
Osmanlı vatandaşlarının da tabi olduğu Eçmiyazin Katogigosluğu’nu
denetim altında tutmuşlar, ancak dinî inançlarına göre faaliyetlerinde
tamamen serbest bırakmışlardı6. Hatta İstanbul’daki patrikler genellikle
Eçmiyazin’de patrik olduklarından oraya saygılarını sürdürmüşler; her
yıl Eçmiyazin’e surreler göndermişlerdi7.

Osmanlı Devleti’nin zayıflamasına paralel olarak Güney Kafkasya,
Anadolu ve İran’daki Ermenilere ulaşmanın en iyi yolunun Gregoryen
Kilisesi’ne nüfus etmek olduğunu bilen Ruslar, kendi taraftarları olan bir
şahsı tayin ettirmeye çalıştılar. Bizzat Çar’ın devreye girmesiyle 1802’de
zaman içinde en itibarlı dinî merkez konumuna yeniden kavuşmuştur. Bu arada bu
iki kilise arasında rekabet yaşanmıştır. İstanbul patrikleri Eçmiyazin’de piskopos
olmuş veya oraya gidip gelmiş insanlar olduklarından Eçmiyazin’e sürekli saygı
duymuşlardır. Cevdet Paşa, Tezakir (21-39), TTK Yayını, Ankara 1991, s.235.

4 III. Murad (saltanat yılları: 1574-1595) döneminde yapılan Osmanlı-İran savaşlarında Osmanlılar başarı göstererek doğuda en geniş sınırlara ulaştıkları Ferhat Paşa Antlaşması’nı (1590) imzalamışlardı. Bu antlaşma ile Azerbaycan, Şirvan, Gürcistan, Luristan, ve Şehrizor Osmanlı egemenliğine girmişti. Bu sırada Osmanlı egemenliğine giren yerler arasında Eçmiyazin Kilisesi de vardı. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. III, 2. Kısım, TTK Yayınevi, Ankara 1982, s.245.

5 Bilindiği gibi 16. yüzyılda Rusya, henüz knezlikten çarlığa yeni geçiyordu. Bu nedenle güçlü devlet değildi. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. III, 2. Kısım, s.130.

6 Ali Arslan, muhtemelen kaydıyla Osmanlıların Eçmiyazin Katogigosluğu üzerinde denetim kurduğu tarihi 1583 olarak belirtmektedir. Bu ifadelerden katogigosların Osmanlı padişahları tarafından seçilmeye başlandığı tarih konusunun tam olarak net olmadığı anlaşılmaktadır. Ali Arslan, Kutsal Ermeni Papalığı Eçmiyazin Kilisesi’nde Stratejik Savaşlalar, Truva Yayınları, İstanbul 2005, s.20.

7 Cevdet Paşa, Tezakir, s.236.



Rus taraftarı bir rahip tayin edildi. Bu aşamada Ruslarla anlaşmazlığa düşmek istemeyen Osmanlılar, bu olaya göz yumdu8. 1804’te Rusya’nın İran’la yaptığı ilk savaştan sonra da Rusya ile Eçmiyazin Kilisesi komşu oldu9.

Bu arada Rusya 1816’da Moskova’da Ermeni Şark Dilleri Enstitüsü’nü kurarak, Ermeni konusunu daha sistemli şekilde ele almaya başladı. Rusya, İran ile yaptığı savaşlarda Ermenilerden yararlanarak Rus topraklarına davet etti. Bunun üzerine İran’daki Ermenilerin bir kısmı Rusya’ya göç ederek yerleşti. 1826 Rus-İran Savaşı Ermenilerin Ruslara yardım etmelerinin de etkisiyle Rusların savaştan galip çıkmalarıyla neticelenmiş ve Türkmençay Antlaşması’yla barış sağlanmıştı. Rusların İranlılarla yaptığı 1828 tarihli bu anlaşmanın 15. maddesi gereğince, Azerbaycan Ermenistanı’nda bulunan Ermenilerin İranlıların tecavüzlerinden korunabilmeleri için Rusya’ya kolaylıkla göç edebilmeleri için imkân hazırlandı. Rusya’nın eline geçen Nahçivan ve Revan birleştirilerek Ermeni Vilayeti kuruldu10. Rusya bu şartları hazırladıktan sonra halkı göç etmeye kışkırttı; Rus işgali altındaki yerlerdeki Ermenilere, yerlerinde kalmaları halinde, Osmanlı Devleti’nden kötülük göreceklerini söyledi.

Osmanlı da yaşanacak bir göçü önlemek için çeşitli tedbirler aldı11. Bu çerçevede 11 Mart 1828 tarihli bir yazı ile Erzurum valisi Galip Paşa, Rus sınırındaki Ermenilerin iç bölgelere tehcir edilmesini Babıâli’ye teklif etti. Bundan bir ay kadar sonra patlak veren 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’nda da Ermeniler Babıâli’ye ihanet ettiler. Rusya da bunlardan yararlanmasını bilerek kendi ordusuna asker olarak yazdırdı. Ayrıca savaş sonrasında yapılan Edirne Antlaşması’nın 13. maddesi gereğince Kafkasya’da kurulan Ermeni vilayetine Anadolu Ermenilerinin göç etmelerini istedi. Rusya bu uygulaması ile Osmanlılara ve İranlılara

8 Arslan, Ermeni Papalığı…, s.38.

9 Davut Kılıç, “Rusya’nın Doğu Anadolu Siyasetinde Eçmiyazin Kilisesi’nin Rolü (1828-1915)”, Ermeni Araştırmaları, S.2, Haziran-Temmuz-Ağustos 2001, s.49.

10 Kemal Beydilli, “1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşında Doğu Anadolu’dan Rusya’ya Göçürülen Ermeniler”, Türk Tarih Belgeleri Dergisi, C.XIII, S.17, TTK Yayını, Ankara 1988, s.365-468.

11 Ufuk Gülsoy, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Rumeli’den Rusya’ya Göçürülen Reaya, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü (TKAE) Yayınları, , İstanbul 1993, s.28-43.


karşı askerî bir kordon teşkil etme hesapları yapıyordu12. Bu yıllarda Rusya’ya yaklaşık 100 bin Ermeni göç etmişti13.

Eçmiyazin dinî makamının Rusların eline geçmesinden sonra, 1836’da Katogigos Ohannes zamanında Pologenia denilen bir kanunla Rusya, Eçmiyazin Katogigosu’nu bütün Ermenilerin katogigosu olarak tanıdı. Katogigosun dünyadaki bütün Ermenilerin gönderecekleri temsilcilerin de katılımıyla seçilmesi kabul edildi. Ayrıca, bu seçimin Çarın tasdikiyle onaylanması gerekiyordu14. Böylece Eçmiyazin Katogigosu hem bütün Ermenilerin lideri olarak kabul ediliyor hem de Rusya’nın kontrolüne giriyordu. Bu durum Rusya’nın menfaatleri için daha önemliydi.

Çünkü bütün Eçmiyazin’i kontrol eden büyük ölçüde bütün Ermenileri kontrol altında tutabilecekti. Eçmiyazin bu özelliğinden dolayı Rusya ve Osmanlı Devleti’nin egemenlik kurmak için mücadele ettikleri bir alan haline geldi.

Eçmiyazin’in İran’ın elinden çıkarak Rusya’nın eline geçmesi, İstanbul Ermenilerinin de Eçmiyazin’e bakış açılarını değiştirmiştir. Sultan II. Mahmud döneminde Ermeni ileri gelenlerinden meşhur Kazaz Artin, hem saltanat nezdinde hem de Ermeni halk arasında sözü geçen bir

12 Beydilli, “1828-1829 Osmanlı...”, s.368-408.

13 Beydilli, “1828-1829 Osmanlı...”, s.383; Gülsoy, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’nda…, s.23.

14 Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, 2. Baskı, Bilge Yayınları, İstanbul 1987, s.172. Rusya, 1836’da Rusya Ermenilerine ait bir kanunu kabul etti. Pologenia denilen bu kanun Kumandan Peputyans, Tiflis Nersesyan Okulu müdürü Profesör Azikin ve Tiflis Ermeni marhasası Archepiskopos Serope’den oluşan bir heyet tarafından hazırlanmış ve nihai şekli Kafkas valisi Razin, Katogigos Hovhannes ve General Paskeviç’ten kurulu bir komisyon tarafından tespit edilmişti. Bu kanun, katogigos ve sinodun görev ve yetkilerini şöyle belirliyordu: Kilise mesleğine girmek isteyenler hakkında emirler vermek veya uzaklaştırmak, evlenmeye dair meseleleri sonuçlandırmak, ölen kilise mensuplarının yetim ve dullarını himaye etmek, kiliselerin, manastırların, okulların başlarındaki rahiplerin memurların isimlerini, bunlardan ölenlerin evlenenlerin listelerini düzenleyerek her yıl Dâhiliye Nezareti’ne vermek, ruhanî daireler ve bölgelerin başlarında bulunan dinî reislerin işlemlerini teftiş etmek ve icabında gerekenleri cezalandırmak, seçimde iki katogigos adayını onaylamak Çara sunmak (Sinod tarafından), Sinod içinde bir Prokurar bulundurmak, ruhanî bölgeleri murahhasalar ile yönetmek. Arslan, Ermeni Papalığı…, s.43.


kişi olduğundan, Eçmiyazin’e surreler gönderilmesine engel olarak Sis Katogigosluğu’na daha fazla önem verilmesini sağlamıştı; ancak bu arada Sis ile Adana arasında aşiretler arasında karışıklıklar bulunduğundan, buralara gidip gelmenin zorluğu bu konuda istenilen sonucun elde edilmesini önledi15.

Bu arada Rusya, Eçmiyazin vasıtasıyla her taraftaki Ermenileri yanına çekmek için çabalıyordu. Bu amaçla Rusya, Rusya Sefareti baştercümanı reisülküttap Akif Paşa’ya Eçmiyazin’e gönderilen surrelerin gönderilmeye devam edilmesi için telkinlerde bulundu; ancak Kazaz Artin Ermenileri ikna ettiği gibi Akif Paşa’ya da; Eçmiyazin İran’ın elinde iken Osmanlı Devleti’nin etkisinde olduğunu, ancak şimdi Rusya gibi güçlü bir devleti etkisiz kılmanın mümkün olmadığını, Rusya’nın Ermenileri kendilerine cezp edeceğini, Osmanlı Devleti’nin ise bu durumu görerek Ermenilerden soğuyacağını, hâlbuki şimdi Osmanlı Devleti’nin hazinesinin Ermenilerin elinde olduğunu, Osmanlı Devleti’nin Ermenilere karşı olan güveninin korunması gerektiğini, bütün bunlardan dolayı Eçmiyazin’e gönderilen surrelerin engellenmesi ve ilişkilerin zayıflatılması gerektiğini belirtti16.

Osmanlı Devleti, Sis Katogigosluğu’nu daha itibarlı bir kurum haline getirmek için Nigogos’un Sis Katogigosluğu zamanında çalışmalar yapdı. Nigogos Sis bölgesindeki Ermeniler tarafından seçilmiş ve buna dair hazırlanan mazbata Babıâli’ye verilmişti. Bunun üzerine Osmanlı Devleti büyük bir araziyi kiliseye verdi; Sis ve Adana arasında ulaşımı kolaylaştırmak için hanlar ve yollar yaparak İstanbul’daki Ermenilerin yüzlerini Sis’e çevirmeye çalıştı. Manastırın tamiratı için para tahsis etti. Bu gelişmeleri isteyenler olduğu gibi Eçmiyazin’le irtibatı kestiği için istemeyenler de vardı. Bunlar, Sis Katogigosu’nun bütün Ermeniler tarafından seçilmesi gerektiğini söyleyerek sadece Sis Ermenileri tarafından seçilen katogigosu reddettiler ve İstanbul Ermeni Patrikhanesi Meclisi oy çokluğu ile Nigogos’un katogigosluğunu reddetti.

Bunun üzerine Sis Katogigosu Nigogos; İstanbul Patriği bizim işimize ne karışıyor. O bizim maruzatımızı Babıâli’ye tebliğ eder kapı kethüdamız hükmündedir diyerek rest çekti. Nigogos bundan sonra, zeyt-i mukaddes ile yağlanıp katogigosluk makamına geçmiş ise de, Babıâli’ye yapılan baskılar sonucunda İstanbul’a çağrılarak menfi duruma düşürüldü.

15 Cevdet Paşa, Tezakir, s.236.
16 Cevdet Paşa, Tezakir, s.236.


Böylece Sis Katogigosluğu’nun itibarını yükseltmeye dair tezler başarılı olamadı17.

Tanzimat Dönemi’nde 1844’de İzmir marhasası Matyos Çubukçian’ın patrik tayin edilmesinden sonra Eçmiyazin Katogigosluğu ile bozulan ilişkiler yeniden düzelmeye başladı. Çubukçiyan, Eçmiyazin Katogigosları’nın adlarının Osmanlı Gregoryen Kiliseleri’nde okunmasını emretmişti. Bu uygulama Çubukciyan’ın ölümüne kadar devam etti. 1858’de İstanbul eski patriği Matyos’un Katogigos seçilmesi, Osmanlı vatandaşı olan Matyos’un Osmanlı vatandaşlığından çıkarak Rusya’ya gitmesini gerektirmiş, Rus elçiliğinin bu yöndeki talebini de padişah kabul etmişti. Bu olay da gösteriyor ki artık Osmanlı padişahları katogigosluğun gün geçtikçe Rusya’ya yaklaşması ve Rusya’nın adeta bir kalesi haline gelmesine seyirci kalmanın ötesinde hiçbir şey yapamıyorlardı18.

1881’de Rusya’da III. Aleksandır’ın tahta çıkması Ermenilerin bir süre Rusya’ya karşı mesafeli durmalarına neden oldu. Çünkü Çar ülkesinde Rus dışında hiçbir halkı görmek istemiyordu. Bu sırada katogigos olan I. Makarios, Rusya’ya karşı tavır alarak Nisan 1891’de Rus Çarı’nın gönderdiği bir emirnameyi de protesto etti; 16 Nisan 1891’de ölüm döşeğinde çevresindeki rahiplere Rusya’nın Ermeni işlerine karışarak Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırttığını, Müslümanlar’la Ermeniler arasının açılmasına neden olduğunu, Rusya’ya güvenilmemesi Osmanlı Devleti’ne ihanet edilmemesi gerektiğini anlattı. I. Makarios’tan sonra, Eçmiyazin Katogigosluğu seçimi Rusya ile Osmanlı Devleti arasındaki kıyasıya mücadeleye neden oldu. 1892’deki seçim sonunda Osmanlı Devleti’nin istemediği Krimyan kazanınca, Katogigosluk ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkiler iyice bozuldu. Rusya’nın Ermenilere kötü davranmasından dolayı Eçmiyazin Katogigosu Krimyan Katogigosluk merkezini Osmanlı Devleti’ne taşımaya çalıştı. Bu konuda Ermeni Patrikhanesi’nin de aracılığını kullanmak istedi; ancak, padişah II. Abdülhamid bu fikre kesinlikle karşı çıktı. Krimyan’ın katogigosluğu döneminde Anadolu’da meydana gelen her türlü karışıklık Eçmiyazin Katogigosluğu tarafından desteklendi. 1894’te Matyas İzmirliyan’ın İstanbul patriği olmasıyla İstanbul Patrikliği ile Eçmiyazin Katogigosluğu aynı amaçta birleşmiş oldular. Eçmiyazin Katogigosu Krimyan ve İstanbul Patriği İzmirliyan da Ermeni olaylarının desteklenmesini aleni

17 Cevdet Paşa, Tezakir, s.238-239.
18 Arslan, “Eçmiyazin...”, s.56-57.


olarak istiyorlardı. 1894’e kadar, Gregoryen Ermeni Patrikhanesi’ni kendisiyle aynı istikamette hareket ettirmeyi başaramayan Krimyan, İzmirliyan’ın patrik olmasıyla iki büyük dinî merkezin paralel hareket etmesi idealine kavuşmuştu. Böylece Krimyan’ın manevî liderliği yeniden inşa edilmiş kiliselerde adı anılmaya başlanmıştı. Patrik İzmirliyan’ın da istediği buydu19. Çünkü İzmirliyan bu tarihten itibaren Hınçak Komitesi başkanlığını da üstlenerek faaliyetleri bizzat idare etmek yoluna gitmişti. Bundan sonra İstanbul’da meydana gelecek kargaşaların bizzat tertipçisi haline gelmişti20. Osmanlı hükümeti İzmirliyan’ın bu durumunu bilmekle beraber onu Osmanlı tarafına çekebilmek için çeşitli nişanlar vermekten de geri durmuyordu. İzmirliyan’a 26 Temmuz 1893 (12 Muharrem 1311)’te Üçüncü Rütbe Mecidî Nişanı takdim edilmişti21.

Hem Eçmiyazin’in hem de İstanbul Patrikhanesi’nin benzer görüşleri paylaşır hale gelmesi, Osmanlı Devleti’nin Ermeni kaynaklı faaliyetlere daha dikkat ve hassasiyetle yaklaşmasına neden oldu. Bu çerçevede 18 Haziran 1895 (24 Zilhicce 1312) tarihli bir Sadaret tezkeresinde Eçmiyazin Katogigosu tarafından silah almak için toplanan 100 bin rubleden bahsediliyordu. Bu para ile alınan silahların Anadolu’ya gönderileceğine dikkat çekilerek bunu önlemek için çalışılması gerektiği vurgulanıyordu. Yani bu tarihlerde Eçmiyazin Katogigosluğu şerrinden emin olunması gereken bir kurumdu22.

Eski patriğin isyancılara destek vermemesi, Ermenilerin bir kısmının patrik yanında yer alarak olaylara karışmamasına neden olmuştu. İşte bundan dolayı Londra Hınçak Komitesi’nın suikastı üzerine patrik istifa etmek zorunda kalmıştı. Ancak, İzmirliyan döneminde Patrikhane’de Osmanlı taraftarı olan memurların görevlerine tek tek son verilerek yerlerine komiteciler atanmıştı. Ayrıca, Patrikhane’de daha önce olmayan yabancılarla haberleşme bürosu kurdurarak, bu büroya Diksan Kelekyan ve Tilyan gibi komitecileri getirmişti. Galata Ermeni Okulu müdürü Artin Mirselciyan’ı da yabancı elçiliklerle sözlü haberleşmelere memur etmişti. Patrik bütün bunların yanında hükümet uygulama-

19 Arslan, Ermeni Papalığı..., s.56-90.
20 Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla..., s.160.
21 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), İ.Tal., Belge No:473/1329 B 17, 19 B 1329. Cevdet Paşa, padişahlarının kendi tebaasından pek çok Ermeni muteberanına rütbe ve nişanlar vererek siyasî menfaatlerine zarar verdiklerini söylemektedir. Cevdet Paşa, Tezakir, s.237.
22 BOA, Y.A.Hus., Belge No:330/124.



larını açıktan açığa eleştirmeye başlamıştı. İzmirliyan İstanbul’da bu faaliyetleri yaparken Anadolu Ermenilerini de ihmal etmemiş; daha önce Patrikhaneye bağlı olmayıp daha yüksek bir dinî makam olan Sis Katogigosluğu’na da komiteci papaz Kirkos Aletcivan’ı atayarak orayı da emrine almıştı. Bu patrik aracılığıyla Adana ve Halep civarlarını da karıştırmaya başlamıştı23.

Krimyan’ın 1907’de ölmesinden sonra yerine seçilecek katogigosun tartışıldığı bir dönemde II. Meşrutiyet ilan edilmişti. İttihad ve Terakki Partisi’nin yönetimde etkili olduğu bu dönemde II. Abdülhamit’in Kudüs’e sürgüne gönderdiği eski İstanbul Ermeni Patriği İzmirliyan, yeniden İstanbul’a geldi. İzmirliyan önce 4 Kasım 1908’de İstanbul Ermeni Patriği daha sonra 14 Kasım 1908’de de Eçmiyazin Katogigosu seçildi. Böylece Ermeni komiteleriyle doğrudan ilgisi olan bir kişi Ermenileri etkileyebilecek bir makama gelmiş oldu24. Osmanlı padişahı İzmirliyan bu göreve geldikten sonra, onu Osmanî Nişan-ı Zişanı takdim etmeyi belki de Eçmiyazin’i menfaatleri doğrultusunda kullanabilme ümidinin bir göstergesi olarak gerçekleştirdi25.

İzmirliyan’ın 1912’de ölümü üzerine, Kevork Sürenyan Eçmiyazın Katogigosu oldu. V. Kevork adıyla bilinen Sürenyan, Rusya ile tam bir mutabakat halinde çalıştı. Hatta V. Kevork, Rus Çarı II. Nikola’ya 2 Ekim 1912’de gönderdiği bir dilekçede; Türkiye Ermenilerini himayesine alarak kendilerini yüzyıllardır devam eden zulümlerden kurtarmasını istedi. V. Kevork, Rusya ile kurduğu bu ilişkilerle de yetinmeyerek Batı ülkelerinde Eçmiyazin Katogigosluğu’nu temsil edecek bir makam ihdas etti.

Bogos Nubar Paşa’yı da bu makama getirerek katogigosluğun menfaatlerinin batı ülkelerinde savunulmasını sağladı26. Katogigos Kevork, bütün Ermenilerin Rusya’ya bağlılığını Eçmiyazin Katoğikosluğu’nun resmi dergisi olan Ararat’ın 1914 tarihli Ağustos sayısında şu cümlelerle naklediyordu:... Şimdi, Ermeni milletinin, geçmişte, tarihte, yüzyıllardır bilinen bağlılığını, Rus İmparatorluğu tahtına karşı olan sadakatini en yüksek inanç ve istekle

23 Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla..., s.217.
24 Arslan, Ermeni Papalığı..., s.92-97.
25 BOA, İ.Tal., Belge No:473/1329 B 17, 19 B 1329.
26 Arslan, Ermeni Papalığı…, s.105.


göstermesi zamanı gelmiştir. Manevî evladımızın kendinden öncekiler gibi vazifelerini kahramanca ve en büyük fedakârlıklarla yapacaklarından emin bulunarak, bu Katogigos emirnamemizle, bu büyük ve haklı harekete en kısa zamanda manevî ve maddî yönden yardım etmelerini ve vatanımız olan büyük Rusya’nın şerefi ve iyiliği için savaşa gitmeye hazır bulunanların bırakacakları yardımsız ailelere yardım etmelerini herkese tavsiye ederiz27.

V. Kevork, Rus Çarını Ermenilerin hamisi unvanıyla kutsamasından sonra Ermenilerin madden ve manen Ruslara yardıma zorunlu olduğuna dair bir emirname-i ruhanî yayınladı. Bundan sonra Osmanlı Devleti’nden kaçan Ermeniler ya Rus ordusuna katılarak Rusya’ya destek sağladı ya da sınır bölgelerinde gönüllü birlikleri oluşturarak Müslüman köylere saldırmaya başladılar28.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde Eçmiyazin Katogigosu V. Kevork’un yanında diğer Ermeni çete ve kuruluşları da niyetlerini ortaya koymuşlardı. İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi’nde yapılan bir görüşmede Patrikhane ve çeteler savaşta Rusya’nın yanında yer alacakları kararını aldılar. 1914 yılından itibaren şubelere konuyla ilgili talimatnameler göndermeye başladılar. Ayrıca 30 Kasım 1914’te Tiflis’teki Ermeni Bürosu, yayınladığı bir bildiri ile Ermenilerin kesin olarak Rusya saflarında savaşa girdiğini duyurdu29. Bu kararlar üzerine Ermeni gençleri akın akın Rusya’ya göç etmeye başladı. Osmanlı Devleti’nin sınırları içinden kaçarak Rus ordularına katılanlar olduğu gibi, Osmanlı topraklarının dışındaki yerlerden de Rusya’ya giderek gönüllü olarak orduya katılanlar da oldu. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Ermeniler Rusya’nın yanında Osmanlının diğer düşmanları İngiltere ve Fransa ordusuna da katılıyorlardı. Sadece katılmakla da kalmıyorlar; aynı zamanda İtilaf Devletleri’nin Osmanlı üzerine saldırıya geçtiği 18 Mart 1915 tarihiyle eş zamanlı olarak Anadolu’nun muhtelif yerlerinde isyanlar çıkarıyorlardı30. Bu çerçevede, Osmanlının elinden henüz yeni çıkmış kentlerdeki Osmanlı sefirleri İstanbul’a gönderdikleri yazılar ile gruplar halinde Ermenilerin Rus ordusuna katılmak için bölgeden ayrıldığını ve bunların

27 Kılıç, “Rusya’nın Doğu Anadolu …”, s.60.
28 Kemal Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü 1915-1917, TTK Yayını, Ankara 2005, s.28.
29 Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü…, s.25-26.
30 Hikmet Özdemir vd., Ermeniler: Sürgün ve Göç, TTK Yayını, Ankara 2005, s.58.


gidişine bölgedeki Rus konsoloslarının yardımcı olduğunu belirtiyordu. Hatta normal şartlarda Rusya’ya gitmek için gerekli olan evrakın Ermeniler için aranmadığı onların kolaylıkla Rusya’ya gidebildiklerini belirtiyorlardı. Bu çerçevedeki yazılar Bükreş, Sofya, Köstence gibi yerlerden yoğunca geliyordu31. Bunların yanında Washington Sefarethanesi gibi uzak bölgelerden de konuyla ilgili yazılar geliyordu32. Böylece binlerce Ermeni Rus ve diğer İtilaf Devletleri birliklerine katılmak için hareket ettiler. Ermeni tarihçiler, Rus ordularında savaşan Ermeni askerlerinin 20.000 ile 250.000 kişi arasında olduğunu yazarlar. Bogos Nubar Paşa’ya göre, 200 bin gönüllü ve düzenli Ermeni, İtilaf Devletleri safında savaşa katılmıştı33. Milletler Cemiyeti’nin Mülteciler Komisyonu, Büyük Savaş sırasında Türkiye’den Rusya’ya göç eden Ermenilerin sayısını 400.000 olarak gösterdi34. 26 Şubat 1918 günü Paris’te yapılan müttefikler arası müzakerelerin öğleden sonraki oturumunda söz alan Ermenistan Cumhuriyeti delegasyonu başkanı Aharonian, 1914, 1915, 1916 ve 1917 yıllarında dünyanın her yerinden Ermeni gönüllüler, Rus ordusunda düzenli asker olan kendi soydaşlarıyla birlikte omuz omuza savaşa katılmışlardır; milletlerin özgürlüğü için savaşa katılan bu Ermenilerin sayısı 180.000’den daha fazladır demiştir. Ayrıca Alman istihbarat kaynaklarına göre, Şubat 1915 itibariyle 592’si Osmanlı ve 11.854 diğer devlet uyruğundaki Ermenilerden olmak üzere toplam 12.446 Ermeni Fransız ordusuna alınmıştı35. Dzadour Aghayan ise Birinci Dünya Savaşı esnasında Rus ordularında görev alan 5.000 Ermeni gönüllü ile 200.000 Ermeni’nin varlığından bahsetmektedir36.

Ermenilerin burada görüldüğü gibi Ruslarla birlikte hareket etmesi Osmanlı hükümetini tedbir almaya itti. Önce başvurulan Ermenilerin tarafsız kalması gerektiği politikasını zorunlu olarak terk edilerek iki ateş arasında kalmamak için Ermenileri savaş bölgesinden uzaklaştırmayı tercih etti37.

31 BOA, HR.SYS., 2871/1-1, 4, 7.
32 BOA, HR.SYS., 2871/1-97.
33 Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü…, s.26.
34 Burada verilen bilgiler, her ne kadar sığınmacı olarak geçse de bunların içinde Rus ordusuna katılmak için göç edenlerin de olduğu muhakkaktır. Justin McCarthy, Müslümanlar ve Azınlıklar, İnkılâp Yayınları, İstanbul 1998, s.132.
35 Özdemir vd., Ermeniler..., s.65.
36 Özdemir vd., Ermeniler..., s.66.
37 Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü…, s.31.


Osmanlı Devleti savaş sırasında, sınırları dışında bulunan Eçmiyazin Katogigosluğu’nun kendi vatandaşlarını aleyhine kışkırtmasının fizikî tedbirini savaş bölgesinden uzaklaştırmak şeklinde alırken, kalıcı tedbir olarak da Osmanlı Birleşik Katogigosluğu’nu kurdu. 10 Ağustos 1916’da padişahın onayı ile yürürlüğe geren Ermeni Katogigos ve Patrikliği Nizamnamesi ile Osmanlı vatandaşı olan Ermenilerin Eçmiyazin Katogigosluğu ile alakasının kesilmesi amaçlandı38. Bu uygulama ile Osmanlı Ermenileri, ruhanî ve idarî olarak bir merkezden yönetilmeye başlandı. Artık Van’daki, Adana’daki ve İstanbul’daki Ermenilerin hepsi, merkezi Kudüs’teki Mar Yakup Manastırı olan Osmanlı Katogiosluğu’na bağlıydı. Osmanlı Katogigosları hem katogigos hem de patrik ünvanını taşımaya başladı. İstanbul’daki Ermeni Patriği’ne de patrik vekili ünvanı verildi. Ancak Osmanlı Katogigosluğu uzun ömürlü olmadı. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda 17 Kasım 1918’de İngilizleri memnun etmek düşüncesiyle lağvedildi. Böylece, yeniden 1915’deki statükoya dönülmüş oldu39.

SONUÇ

Ermenilerin en önemli ruhanî merkezi olan Eçmiyazin Katogigosluğu ve İstanbul Ermeni Patrikhanesi, yukarıda bahsedildiği gibi Ermeni olaylarında sürekli merkezî bir konumda yer almıştır. Rusya ve diğer Avrupa devletleri Ermenilerin dinî merkezlerinin kendi siyasî menfaatleri için ne kadar önemli olduğunu bildiklerinden sürekli siyasetlerinde bu kurumları dikkate alarak plan yapmışlardır. Başlangıçta Ermenilerin tek ruhanî temsilciliği olan Eçmiyazin Kotogigosluğu, Moğol istilasından sonra kısmen önemini yitirmişse de daha sonra yeniden eski önemine kavuşmuştur. Osmanlı Devleti’nin zayıflama ve Rusya’nın yükselme döneminde bu kilise iki devlet arasında sürekli rekabete neden olmuştur. 1585’de Eçmiyazin’in Osmanlı hâkimiyetine girmesinden sonra, 1828’de Eçmiyazin’in Rusya tarafından işgal edilmesine kadar Kilise’nin tasarrufu Osmanlı padişahları denetiminde kaldı. 1828’den sonra da Kilise üzerinde Rusya’nın açık bir etkisi görüldü. Bunun sonucu olarak, 19. yüzyılda Rusya, Ermenilerden politik olarak yararlanmaya başladı. Rus-İran Savaşı’ndan sonra, 100.000 Ermeni Rusya tarafında göç ettirildi. 1828’de Rusya, İranlılarla yaptığı Türk-

38 Erdal İlter, Ermeni Kilisesi ve Terör, Sitem Ofset, Ankara 1999, s.56.
39 Arslan, Ermeni Papalığı..., s.109-117.


mençay Antlaşması ile Ermeni Kilisesi’ni tamamen kontrolüne aldı. 1828’den sonra Rusya, Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenileri kendi devletlerine karşı kışkırttı. Böylece Ermeni Kilisesi ile Rusya’nın bağlantısı Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni karışıklıklarını artırdı. Rusya Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da Eçmiyazin Kilisesi’nin desteğini aldı. Bu çerçevede Ermeniler Ruslarla birlikte Osmanlı Devleti’ne karşı savaştı.

Bu yıllarda Osmanlı Devleti’nde yaşayan binlerce Ermeni Rusya’ya göç ederek Rus ordusunda görev aldı.

BİBLİYOGRAFYA

BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİvİ (BOA)
HR.SYS. :2871/1-97.
İ.Tal. : 473/1329 B 17, 19 B 1329.
Y.A.Hus. :330/124.

TETKİK ESERLER
ARSLAN, Ali, “Eçmiyazin Katogigosluğu’nda Statü Değişimi ve Türk-Rus-Ermeni
İlişkilerindeki Rolü”, Uluslararası Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu (24-25 Mayıs 2001), Üniversite Yayını, İstanbul 2001.
__________, Kutsal Ermeni Papalığı Eçmiyazin Kilisesi’nde Stratejik Savaşlalar, Truva Yayınları, İstanbul 2005.
BEYDİLLİ, Kemal, “1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşında Doğu Anadolu’dan Rusya’ya Göçürülen Ermeniler”, Türk Tarih Belgeleri Dergisi, C.XIII, S.17, TTK Yayını, Ankara 1988, s.365-468.

CEVDET PAŞA, Tezakir (21-39), TTK Yayını, Ankara 1991.
ÇİÇEK, Kemal, Ermenilerin Zorunlu Göçü 1915-1917, TTK Yayını, Ankara 2005.
GENCER, Ali İhsan, “Ermeni Sorununda Dış Etkenlerin Rolü”, Uluslar arası Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu, (24-25 Mayıs 2001), Üniversite Yayını, İstanbul 2001, s.67-75.

GÜLSOY, Ufuk, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Rumeli’den Rusya’ya Göçürülen Reaya, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü (TKAE) Yayınları, İstanbul 1993.
HOCAOğLU, Mehmed, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, Anda Yayını, İstanbul 1976.

İLTER, Erdal, Ermeni Kilisesi ve Terör, Sitem Ofset, Ankara 1999.
KAROğLU HANÇER, Elmon, “Ermeni Minyatür Sanatı”, Toplumsal Tarih, S.92, Ağustos-2001, s.36-42.

KILIÇ, Davut, “Rusya’nın Doğu Anadolu Siyasetinde Eçmiyazin Kilisesi’nin Rolü (1828-1915)”, Ermeni Araştırmaları, S.2, Haziran-Temmuz-Ağustos 2001, s.49-65.
MCCARTHY, Justin, Müslümanlar ve Azınlıklar, İnkılap Yayınları, İstanbul 1998.
ÖZDEMİR, Hikmet, Kemal Çiçek, Ömer Turan, Ramazan Çalık, Yusuf Halaçoğlu, Ermeniler: Göç ve Sürgün, TTK Yayını, Ankara 2005.
URAS, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, 2. Baskı, Bilge Yayınları, İstanbul 1987.

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, C.IV, I. Bölüm, TTK Yayını, Ankara 1982.

Tüm yazıyı Oku Tüm Yazıyı Oku !