XIX. Yüzyılda Osmanlı Ermeni Basını Ve Devletin Rejim Üzerine Çarpıcı Bir Polemik

Yrd. Doç. Dr. Ali BUDAK
Yeditepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Üsküdar / İstanbul-TÜRKİYE

ÖZET

Tanzimat’tan sonra İstanbul’da Ermeni harfleriyle Türkçe birçok gazete ve dergi yayımlanmıştır. Bunlar içinde, Mecmua-i Havadis gibi çok ünlenmiş, Türkler arasında bile okuyucu kitlesi oluşturmuş olanlar da vardır. Mecmua-i Havadis ile devrin ilk günlük gazetesi Ruzname-i Ceride-i Havadis arasında, 1860 yılının Aralık ayında bir kalem kavgası cereyan etmiştir. Bu polemik, hem devrin sosyal hayatına ve gazetecilik anlayışına ışık tutmakta, hem de imparatorluğun sadık tebaası Ermenilerin kafasında bazı kimlik sorularının uyanmaya başladığının işaretlerini vermektedir. Kamuoyu önünde ilk defa millet-i hâkime ve millet-i mahkûme sınıflaması yapılarak, açıkça devletin sistemi tartışılmıştır. Tarafları ise, devrin iki önemli devlet adamı; Mecmua-i Havadis’te Vartan Paşa, Ruzname-i Ceride-i Havadis’te Münif Paşa temsil etmiştir.



Bildiride, ilk Ermeni kıpırdanmalarının başlamasından yaklaşık çeyrek yüzyıl önce yapılmış bu kalem kavgası ayrıntılı olarak işlenirken, Ermeni basınına da panoramik bir bakış atfedilecektir.


GİRİŞ

Ermeniler, yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun en uyumlu unsurlarından biri olmuşlardır. Türklerle en küçük bir geçimsizlikleri, sözkonusu bile değildir. Aksine, günlük hayatın akışında hep önemli roller üstlenmişlerdir.

Şüphesiz bu durum, başlangıçtan itibaren kendilerine gösterilen ihtimam ve tanınan özgürlüklerle yakından ilgili olmalıdır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra Rum Patrikliği’nin yanında bir de Ermeni Patrikliği kurulması na izin vermiş, Bursa Piskoposu Hovakim’i de Türkiye Ermenileri Patriği sıfatıyla başına geçirmiştir.

Samatya’daki Sulumanastır Kilisesi patrikhaneye dönüştürülürken, kuruma bütün Ermenilerin dinî ve sosyal işlerini görme, şikâyetlerini inceleme, mallarını idare etme hakları verilmiştir. Ayrıca Fatih, zanaatkâr, mimar, tüccar olarak, bağ lılıklarına çok güvendiği Ermenileri İstanbul’a getirterek Samatya, Topkapı, Kumkapı, Edirnekapı gibi önemli semtlere yerleştirmiştir.


Daha sonra, Sultan II. Bayazıd’ın, Suluma nastır Kilisesi’nin cemaate ait ol duğunu bir fermanla resmileştirmesiyle Ermeniler daha da rahatlamıştır.

Bu arada Anadolu’dan payitahta akın sürmektedir. Özellikle Kanunî Sultan Süleyman’ın Van ve çevresini Osmanlı topraklarına katmasından sonra, kuyumculuk ve taş ustalığı yapan birçok ünlü Ermeni zanaatkâr da İstanbul’un yolunu tutmuştur. Daha sonra Gürcistan’ın fethini müteakip de benzer bir durum yaşanacaktır. Böylece İstanbul’da sayıları giderek çoğalan Ermeni lerin nüfuzları da artmıştır. Aralarından saraya kapılananlar ve hızla yükselenler çıkmış; işçi, usta, kalfa ve mimar olarak çalışanlar ise, saray, cami, medrese, çeşme gibi yeni yapılara emek ve alın teri dökmüşlerdir.

Denilebilir ki, Osmanlı Devleti’nde diğer Hıristiyan unsurlarla birlikte Ermeniler, Müslüman halkın kullanamadığı birçok hakka sahip olmuşlardır. Fatih zamanından itibaren kendi okullarını açma, kitaplarını ve programlarını hazırlayıp seçme, tayin etme, diploma verme hakları vardır. Dinî ve sosyal işlerine, Sultan II. Mahmut’a kadar 350 yıl hiç karışılmamıştır. Patrikhanelerin kendi mahkemeleri, hastaneleri, okulları ve hatta hapishaneleri bile olmuştur. Bu yüzden Türkiye Ermenileri Rusya’dakilere göre, hem daha özgür hem daha kültürlü bir topluluk olarak şekillenmişlerdir1.

Millet-i sâdıka olarak kendilerini tanınmış özel imtiyazlarla2 Ermeniler, XVII. yüzyılda İran, Türkiye ve İtalya arasında ipek ticaretini ele geçirmişler; birçokları iltizam ve bankacılık yoluyla zengin olmuşlardır.

Öyle ki, XIX. yüzyılın ilk yıllarından itibaren darphaneyi yönetmeye ve devletin maliyesini kontrol etmeye başlamışlardır3. Daha sonra, 1850’li ve 1860’lı yıllarda, imparatorluğun yaşadığı büyük değişim ve dönüşüm hareketlerinin estirdiği rüzgârı da arkalarına alarak sosyoekonomik bakımdan daha da güçleneceklerdir. Artık, zengin Ermeni aileleri İstanbul’da, edebiyattan tiyatroya ve matbuata, ekonomiden sivil toplum örgütçülüğüne, Tanzimat’tan sonra çizgileri artık iyice

1 Abdülkadir Yuvalı, “Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatının Tarihi Temelleri”, Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, Cilt I, Erciyes Üniversitesi I. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu, Erciyes Üniversitesi Yayını, Kayseri 2007, s.85-87.
2 Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, Cilt 7, Ötüken Yayınları, İstanbul 1978, s.178.
3 Halil İnalcık, “İstanbul (Türk Devri)”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 23, İstanbul 2001, s.235.



belirginleşmeye başlayan batı kültürünün hemen bütün alanlarında öncüdürler4. Adetleri, yaşantıları ve dilleriyle yaşadıkları mekâna sahiplenişleridir ki, Helmuth von Moltke’ye, kendilerine Sanki Hıristiyan Türkler dedirtmiştir5.

Gerçekten, XVI. yüzyıl başlarından itibaren, gayr-i Müslimler, özellikle de Anadolu Ermenileri önemli ölçüde Türk kültürünü benimsemişlerdir. Her cemaat kendi dilini konuşmakla birlikte İstanbul’da konuşulan ortak dil Türkçe’dir. Siyasî ve sosyal prestij sağladığından gayr-i Müslimler, Türkler gibi giyinmeye ve yaşamaya özen göstermişlerdir6.

Ne var ki, yüzyılın son çeyreğinde, Rusya ve Avrupa devletlerinin Osmanlıya dair politikalarını, Ermeniler üzerinden yürütmeleri büyüyü bozmuş, Türklerle Ermenilerin bu harika birlikteliği çözülme sürecine girmiştir.

OSMANLI ERMENİLERİ BASINI

Daha XIV.-XV. yüzyıllardan itibaren Ermeni harfleriyle Türkçe metinler meydana getirdikleri bilinen Ermeniler arasında da, Türk Halk Edebiyatı’nın Köroğlu, Aşık Garip, Kerem ile Aslı gibi geniş kitlelere mâl olmuş hikâyeleri nesilden nesile aktarıla gelmiştir. Aşuğ adı verilen gezgin veya yerleşik halk şairleri, tıpkı Türk âşıkları gibi halkın içinden, halkın dilinden söyleyerek sosyal bir işlevi yerine getirmişlerdir7. Boğos Arabyan ve Canik Aramyan gibi isimlerle XIX. yüzyılın başından itibaren Osmanlı matbaacılığına ağırlığını koyan Ermeni ustalar8, giderek bu

4 Bu konuda daha ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. Ali Budak, “Ermenilerin XIX. Yüzyılda Yeni Bir Hayatın ve Edebiyatın Oluşum Sürecine Katkıları”, İstanbul Akademik Araştırmalar Dergisi, Ağustos – Ekim 2006, Yıl 8, Sayı 30, s.137-156.
5 Helmuth von Moltke, Türkiye’deki Durum ve Olaylar Üzerine Mektuplar (1835-1839), Çev. Hayrullah Örs, TTK Yayınları, Ankara 1960, s.25.
6 Halil İnalcık, “İstanbul ...”, s.235.
7 Ayrıntı için bkz. Fikret Türkmen, Türk Halk Edebiyatı’nın Ermeni Kültürüne Tesiri, Akademi Kitabevi, İzmir 1992.
8 Araboğlu adıyla anılan nesih ve talik karakterlerini icat eden Boğos Arabyan, Osmanlı Devleti’ne ve matbaacılığına yaptığı katkılar nedeniyle bir berat ve nişanla onurlandırılmış, 1816’da Hassa Matbaası yöneticiliğine getirilmiştir. Boğos Arabyan, Vak’anüvis Asım Efendi’nin Kamus tercümesinin 1814 yılında Mühendishane Matbaası’ndaki basımına da nezaret etmiş ve bu amaçla, Asvador ve Klaust adlarındaki iki oğlu ile beraber Tabhane’ye taşınmıştır.



alanda yaygın bir üstünlüğe ulaşmışlardır9. Bu yoğun ilgi matbaadan matbuata ve gazeteciliğe de yansımıştır.

Esasen süreçte, gazetecilik Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün unsurları için özel bir konumdadır. Gazeteler adeta, ulusların, tarih, coğrafya, edebiyat ve hatta iktisat, içtimaiyat gibi disiplinlerde popüler öğretmenleri olmuştur. Sanki haber organı değil, birer eğitim ve öğretim aracıdırlar. Aslında bu da tabiidir. Çünkü Osmanlılar okumaya kitapla değil, gazete ve dergiyle başlamışlardır. Gerçi, matbaayı gayr-i Müslim cemaatler Türklerden evvel kullanmışlardır, ancak yayınları din kitaplarının dışına taşamadığı için gazeteler, onlar için de aynı işlevi görmüştür10.

Zaten, daha en başta, devletin politikası da bu temel üzerine oturtulmuştur. II. Mahmud’un batılılaşma adımlarının en önemlilerinden biri olan Takvim-i Vekâyi, bir gazete olmanın ötesinde, Avrupai kültüre açılmış bir pencere gibidir. Türkçe nüshanın hemen ardından imparatorluğu oluşturan unsurların dillerinde de yayım yapılması, bu anlayışın göstergesidir. Takvim-i Vekâyi’nin 1 Kasım 1831’de yayımlanan Türkçe nüshasını, 5 Kasım’dan itibaren Fransızca’sı, yani Le Moniteur Ottoman, 5 Ocak 1832’den itibaren Rumca, 13 Ocak’tan itibaren Ermenice ve aynı senenin Nisan’ından itibaren de Arapça ve Farsça nüshaları izlemiştir11.

Türk olmayan imparatorluk tebaası için özel gazetelerin çıkarılmasının devlet tarafından planlana geldiği, sonraki uygulamalarda da açık bir şekilde görülmektedir. Sözgelimi, Ceride-i Havadis’in sahibi Çörçil (William Churchill) Efendi’ye gazetesinin Arapça’ya çevrilip basılması için ruhsat itası emredilmiştir12. Yine çok daha erken bir tarihte 1840’ta

9 1899 yılında yayımlanan Maarif Nezareti yıllık istatistiklerinde İstanbul’daki 90 matbaanın 32’sinin Ermeniler, 23’ünün Türkler, 15’inin Rumlar, 5’inin Yahudiler, 5’inin Levanten veya Avrupalılar, 2’sinin İranlılar tarafından yönetildiği görülmektedir.
10 İlber Ortaylı, “Tanzimat Devri Basını Üzerine Notlar”, Batılılaşma Yolunda, Merkez Kitaplar, İstanbul 2007, s.38.
11 Nesimi Yazıcı, “Osmanlı Basınının Başlangıcı Üzerine Bazı Düşünceler”, Osmanlı Basın Yaşamı Sempozyumu, 6-7 Aralık 1999, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayını, Ankara 1999, s.12.
12 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), İrade M.V., Belge No:15183, 12 C 1272 / 17 Şubat 1856.


hükümet Ermenice bir gazete çıkarmak için teşebbüse geçmiştir13. Nihayet, 19 Mayıs 1852 tarihinde tercüme odası memurlarından ve Takvim-i Vekâyi’nin Fransızca’sını çıkarmakla görevli Sahhak Abro ve Krikon Beylere Ermenice bir gazete çıkarma izni verilmiştir14.

Diğer yandan, Takvim-i Vekâyi’nin Ermeni harfleriyle Türkçe baskısı 1840 yılından itibaren yayımlanmaya başlamıştır. Yazı işleri müdürlüğünü Galust Arabyan’ın yaptığı gazetenin redaktörü ise Kevork Krikoryan’dır. 1840-1841 yılları arasında yayımlanan haftalık bir başka yayın organı ise Azdarar Byuzandyan (Bizans Habercisi)’dır. Haçadur Oskanyan’ın sahibi olduğu Ermenice siyaset, filoloji ve ticaret dergisi, 1841 yılından 1843 yılına kadar yayınını Ermeni harfleriyle Türkçe olarak sürdürmüştür. Haçadur Oskanyan, 1843-1847 yılları arasında ise William Churchill’in sahibi olduğu Ceride-i Havadis’in Ermeni harfli Türkçe versiyonunun redaksiyonunda görev yapmıştır.

Sonraki yıllarda İstanbul’da Ermenice ve Ermeni harfleriyle Türkçe yayımlanmış gazete ve dergilerin sayısı hızla çoğalmıştır. 1840-1900 yılları arasında yalnızca İstanbul’da, Ermeniler tarafından çıkarılmış yüzden fazla süreli yayın sayılmaktadır ve yarıdan fazlası kısmen ya da tamamen Ermeni harfleriyle Türkçe basılmıştır15. Bunlar içinde; Mecmua-i Havadis (1852-1877), Ahbâr-ı Konstantaniye (1855-1858), Zvarçakhos (1855-1856), Zohal ( 1855-1856), Ceride-i Ticaret ( 1857-1858), Münâdi-i Erciyas ( 1859-1862), Seyhan ( 1860-1864), Mecmua-i Havadis (1861-1866), Mecmua-i Fünûn ( 1863), Vard Kesaryo–Gülzâr-ı Kayseriyye ( 1863), Orakir Hayrenyats (1863-1866), Varaka-i Havadis (1864-1870), Rûznâme (1865), Manzume-i Efkâr (1866-1896, 1901-1917), Ararad (1869-1872, 1876), Müşveret (1870), Sedâ-yi Hakiket (1870-1873), Ser (1870), Avetaber (1872-1911), Heyal (1873-1875), Mimos (1875-1877), Moda (1875-1876), Mevsim (1874), Mamul (1876-1878), Şarivari (1876), Ruzname-i Masis (1876-1877), Terceman-ı Efkâr (1877-1885), Felek (1882-1887), Tohafi (1884-1885), Mecmua-yı Ahbar (1884-1907), Ceride-i Şarkıyye (1885-1913, 1919-1921), Musavver Cihan (1885), Ayine-i Litayif

13 BOA, Dâhiliye, Belge No:1113, 21 Ş 1256 / 18 Ekim 1840.
14 BOA, İrade M.V., Belge No:8257, 29 B 1268 / 19 Mayıs 1852.
15 Ermeni harfleriyle Türkçe yayımlanmış kitap ve süreli yayınlar için bkz. Hasmik A. Stepanyan, Ermeni Harfli Türkçe Kitaplar ve Süreli Yayınlar Bibliyografyası (1727-1968), Turkuaz Yayınları, İstanbul 2005.


(1897), Drakhd (1909-1910) gibi gazete ve dergiler16 önemli yansımalar uyandırmışlardır. Öyle ki, o günlerde çok ünlenmiş ve uzun süre yayın hayatını devam ettirmiş Mecmua-i Havadis ve Manzume-i Efkâr gibi bazılarını izlemek için Türk okuyucuları Ermeni harflerini bile öğrenmişlerdir17. Mecmua-i Havadis, Osmanlı aydınlarının batı bilim ve kültürünü yaymak için, kendi aralarında, 1861 yılında kurmuş oldukları Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’nin18 kıraathanesinde de muntazam olarak okunan süreli yayınlar arasında yer almıştır. Ayrıca, haftada iki kere yayımlanan Varaka-i Havadis ile aylık Avidaper ile Jamanak da kıraathanede okuyucu önüne konulan yayınlar arasında yer almışlardır19.

İLGİNÇ POLEMİK

Ermeni harfli Türkçe gazetelerin sayısının fazlalığında ve Türk okurları tarafından izlenmesinde, büyük ölçüde, pervasız, daha doğrusu kontrolsüz yayıncılıklarının rol oynadığı anlaşılmaktadır. Mecmua-i Havadis’in devrin önde gelen gazetesi Ruzname-i Ceride-i Havadis’le giriştiği bir kalem kavgası bu konuda açık ipuçları vermektedir. Polemiğe, Ceride-i Havadis’in bir ilavesi iken, Tercüman-ı Ahval’le rekabet için ayrı bir gazete olarak çıkarılmaya başlanan Ruzname-i Ceride-i Havadis’in yirmi dokuzuncu sayısında yer alan Cerideci ile Bazı Müşterisi Beyninde Vuku Bulan Muhavere başlıklı bir yazı sebep olmuştur. Cerideci ile Müşteri, yani gazeteci ile okuyucu arasındaki konuşma, hem gazetenin idarecisi Münif Efendi (Paşa)’nin gazetecilik anlayışını hem de devrin gazetelerinin bir analizini ortaya koyması bakımından çarpıcıdır.

Müşteri sormaktadır; gazeteler neden havadis değil de ulûm ve fünûn ağırlıklı olarak çıkmaktadır?

Cerideci son derece pragmatiktir. Amaç okuyucuya bilvesile faideli şeyler öğretmektir. Bu belki sınırlı gazete sayfalarında gereği gibi olmayacaktır, ama her şeyden bir nebze sunmak, okumaya vakitleri ve hâlleri

16 Hasmik A. Stepanyan, Ermeni Harfli Türkçe Kitaplar ..., s.553-593.
17 Metin And, Tanzimat ve İstibdât Döneminde Türk Tiyatrosu ( 1839-1908), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1972, s.36.
18 Osmanlı İmparatorluğu’nda resmî ilk sivil bilimsel örgütlenme olan Cemiyet-i İlmiye-i Osmâniye ile ilgili ayrıntı için bkz. Ali Budak, Batılılaşma Sürecinde Çok Yönlü bir Osmanlı Aydını: Münif Paşa, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2004, s.171-220.
19 “Cemiyet Merkezinde Kıraathâne Küşâdı”, Mecmua-i Fünûn, Cilt II, No:22, Şevval 1280/Mart 1864, s.426-427. (Tam makale 423-427).



müsait olmayanlara eğlence kabilinden bir takım malûmat vermek mümkündür. Böylece, hiç olmazsa kafalarda bir merak uyandırılacak, birçok kişi için hazâin-i fünûna dühûl kapısı aralanmış olacaktır. Yalnız bu noktada dile özellikle dikkat edilecektir. Yazılar, okuyucunun anlatılanı anlayabilmesi için mümkün mertebe açık ibare yazılacaktır.

Müşterinin, niçin hep Avrupaî yeniliklerin öne çıkarılıp sunulduğu şeklindeki sorusunu ise gazeteci şu yolda cevaplamıştır: Amaç okuyucuya bir şeyler öğretmektir. Ama bunlar, hiç şüphesiz bilinenlerin tekrarı olmayacaktır. Herkes kabul ve teslim etmektedir ki; bir vakitten beri Avrupalılar fünûn ve sanayide ilerleyerek lisanları üzere pek çok kütüb-i nefise te’lif ve tedvin etmişlerdir. Ne var ki bunlar henüz yeterince Türkçe’ye nakil ve tercüme olunmadıkları için çoğunlukça bilinmemektedir. İşte bunun için bu yeniliklerle okuyucuyu tanıştırmak, gazeteciler için fâideli bir iş olarak görülmektedir.

Peki, öyleyse, dışarıdaki olay ve gelişmelere gazetelerde daha fazla yer verilmesi gerekmez mi? Gazeteci, yani Münif Efendi, bu soruyu cevaplandırırken, Avrupa gazetelerinden söz etmek ve haberin ne olup olmadığına kısaca değinmek durumunda kalmıştır. İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupa’da yüzlerce gazete yayımlanmaktadır, ama söylenegeldiği gibi bunlardan birer ikişer haber seçerek dolu dolu gazete çıkarılabileceği fikri pek doğru değildir. Gazete denilen şey bir büyük pazar gibi olup içinde her sınıf insanın istek ve mizacına uygun şeyler bulunmalıdır. Avrupa gazetelerinde yer alan yazıların çoğu bizce anlamları olmayan, hatta saçma gelebilen yerel nitelikli konulardan oluşmaktadır. İçerikleri de farklıdır. Sözgelimi Times gazetesinin yarısı ilânlardan ve bir miktarı ticarî işler ve zaptiye davalarından ibarettir; haber denilmeye değer, içinde ancak birkaç satır bulunmaktadır. Fransız gazeteleri ise, bir maddeyi her biri bir kalıba ifrağ ederek tabirat-ı muhtelife ile beyan etmektedirler. Bir sahifeleri tamamen ilân, diğer sahifeleri ise cinayet ve ticaret haberleriyle doludur. Münif Efendi bu noktada sözü Tercüman-ı Ahval’de tefrika edilmekte olan Şinasi’nin Şair Evlenmesi oyununa getirmiştir. Eseri, koca karılara mahsus bir mesel olarak nitelendirmiş ve açıkça hafife almıştır. Rus gazetelerinde serbestiyet olmadığı için istifade edilir bir şey bulunmaz. İtalyan gazetelerinde ise,


Garibaldi’nin ve Napolyon’un durumları ve bir takım askerî harekât haberleri başlıca konulardır20.

Cerideci ile Müşteri arasındaki konuşma, son bölümde politik bir zemine kaymıştır. Gazeteler üzerinde Babıâli’nin bir baskısı mı vardır? Eğer öyleyse; İstanbul’da Fransızca, İngilizce ve hatta Rumca ve Ermenice yayımlanan gazeteler, Türk gazetelerinin yazmadığı şeyleri nasıl yazabilmektedir?

Okuyucunun sorusu gerçekten zorludur. Aynı şekilde gazetecinin cevabı da çarpıcı olur. Uzun bir süre sadece iki Türkçe gazete yayımlanmıştır; biri Takvim-i Vekâyi, diğeri Ceride-i Havadis. Takvim-i Vekâyi çoğu kez zamanında çıkmadığı için devlete dair birçok haberin Ceride’de çıkması, onu giderek resmî nitelikli bir gazete hüviyetine sokmuştur. O yüzden Ceride çok dikkatli davranmakta, olur olmaz her haberi kullanamamaktadır. Ceride’nin sair gazeteler gibi siyasî bir tavrı da bulunmamaktadır. Devlet ve millet hakkında spekülatif haber yapmayı da edebe aykırı bulmaktadır. Zaten bu zamanda bunun kimseye bir faydası da yoktur.

İmparatorluğun diğer ulusları tarafından çıkarılan gazeteler içinse, böyle bir sorumluluk bilincinden söz etmek mümkün değildir. İnce eleyip sık dokumadan her haberi yayımlayabilmektedirler.

MİLLET-İ HÂKİME- MİLEL-İ MAHKÛME

Cerideci ile müşterisi arasındaki bu konuşma ciddi polemiklere sebep olacaktır. İlk tepki, Şair Evlenmesi oyununa koca karılara mahsus bir mesel sataşmasından dolayı Tercüman-ı Ahval’den gelmiştir21. Fakat siyasal içeriği ve sonuçları itibariyle daha önemli karşı çıkış, Mecmua-i Havadis’e aittir. Mecmua-i Havadis, Hovsep Vartan Paşa22 tarafından çıkarılmakta-

20 Ruzname-i Ceride-i Havadis, No:29, 25 Cemaziyülevvel 1277 / 9 Aralık 1860.
21 Türk basınındaki bu ilk polemikle ilgili ayrıntı için bkz. Ali Budak, Batılılaşma Sürecinde Çok Yönlü Bir Osmanlı Aydını: Münif Paşa, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2004, s.160-164.

22 Hovsep Vartan Paşa (1816-1879): Ermeni katoliklerinden olan Vartan Paşa, İstanbul’da 1231/26 Eylül 1816’da doğdu. Kumkapı Bezciyan mektebini bitirdikten sonra, annesi tarafından Viyana’ya katolik Ermeni Mıkhitarist ra hiplerinin yanına gönderildi. Burada kısa sürede öğrenimini tamamlayıp İstanbul’a döndü. 1836’da Hasköy, Nersesyan Mektebi’ne muallim oldu. Ayrıca Barutçubaşı Ohannes Bey Dadyan’ın çocuklarına özel ders verdi. Yirmi iki ya şında 1254/1838 de Tersane’ye tercüman olarak girdi. Bahriye baş tercümanlığına kadar yükseldi.



dır. Ahkâm-ı Adliye ve Encümen-i Dâniş azalıklarında bulunmuş ve Akabi Hikâyesi adlı Ermeni harfli Türkçe romanıyla bizde bu türün ilk örneğini vermiş olan Vartan Paşa23, aynı zamanda ateşli, polemikçi bir gazetecidir. XIX. yüzyılın ortalarında Ermeniler arasında anlaşmazlıklar doğuran Katolik-Gregoryen mezhep meselelerine karışmış, kavgalara tutuşmuştur. Ermeni harfleriyle Türkçe olarak Mecmua-i Havadis’i çıkarmanın ve başyazarlığını yapmanın yanı sıra, Tercüman-ı Efkâr, Manzume-i Efkâr, Sada-yı Hakikat gibi yine Ermeni harfli Türkçe olan gazetelerde yazılar yazmıştır. Ayrıca, Ermenice çıkan Mamul (Basın) adlı mizahî mecmuayı daha sonra siyasî bir muhtevayla Türkçe yayımlamıştır24.

Münif Efendi, Mecmua-i Havadis’in itirazını virgülüne bile dokunmadan gazetesine taşımıştır. Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis’in 3 Cemaziyülahır 1277 tarihli otuzdördüncü nüshasında yer alan karşı yazıdan; cerideci ile müşteri arasındaki konuşmada geçen; Memâlik-i Mahrûsa-i Şâhâne’de millet-i hâkime olan ehl-i İslâm milel-i mahkûme hakkında sezavar buyrulan müsaadattan mahrum tutulması ma’dalet-i Seniye’ye mügâyir ve öteden beri tebaa–i gayr-i Müslime müsavat taleb ve istidâsında bulunduğu hâlde şimdi bu babda ehl-i İslâm teb’a-i sâire ile müsavat talebinde olmaları lazım gelir sözlerine tepki duyulduğu anlaşılmaktadır.

Muhtemelen Vartan Paşa’nın kaleminden çıkmış olan yazıda, Mecmua-i Havadis’in tepkisi şu cümlelerle dile getirilmiştir: İşbu muhaverede Ermeni ağzı zikrolunmuş olmağla bizim dahî bir şey dememiz lazım gelir ve bu diyeceğimizin esasını yine bir tarz ile müşterinin lisânında buluruz. Müşteri, İslâm milletine millet-i hâkimedir der ve milel-i sâireye millet-i mahkûme yani İslâm milleti 2. sınıf ula rütbesi, Osmanî ve Mecidî nişanla rını aldı. Yirmi beş yıl Bahriye’ye hizmet ettikten sonra 1277/1860 da Mülkî sınıfa intisab etti. 1293/1876 yılı Devlet Salnamesi’ne göre (s.37) Daire-i Teftişiye aza-yı daimîsi mütemaizi-i evveli görünmekte ve 3. Me cidî nişanını haizdir. Ahkâm-ı Adliye azalığına seçildi. Çeşitli layiha ve nizamnamelerin hazırlanmasına yardımcı oldu. Encümen-i Daniş’in aza-yı haricisi olan Vartan Paşa, 4 Rebiyülahir/28 Mart 1879’da uzun süredir çektiği göğüs hastalığından İstanbul’da öldü.

23 Akabi Hikâyesi ile ilgili bir değerlendirme için bkz; Ali Budak, “Ermenilerin XIX. Yüzyılda Yeni Bir Hayatın ve Edebiyatın Oluşum Sürecine Katkıları”, Akademik Araştırmalar Dergisi, İstanbul Ağustos – Ekim 2006, Yıl: 8, Sayı: 30, s. 137- 156.
24 A. Turgut Kut, “Ermeni Harfli Türkçe Telif ve Tercüme Konuları; Victor Hugo’nun Mağdûrîn Hikâyesinin Kısalmış Nüshası”, Beşinci Milletlerarası Türkoloji Kongresi, İstanbul, 23-28 Ekim 1985, Tebliğler, Cilt I, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1985, s.200. (Tam makale 195-214).


hükmeden millettir ve tebaadan olan sâir milletler dahî hükmolunan milletlerdir ve hakikat-i hâl dahi böyledir mâdemki İslâm olamayan milletlerin hükümette hissesi bu kadar ve hükümet nezdinde söz sahibi değillerdir onların gazeteler vasıtasıyla şu efkâra veya bu efkâra zâhib olmasında bir beis yoktur.

Mecmua-i Havadis’e göre, tebaa gazeteleri kendi milletlerine, Osmanlı gazeteleri ise bütün topluma hitap etmektedir. Bu çerçevede aslolan onların ne yazdığıdır, diğerlerinin önemi yoktur. Milel-i mahkûmenin fikirlerini serbestçe beyan edip açıklaması, onun mahkumluğunun bir sonucu değil midir:

Velhasıl milel-i mahkûmenin efkârı hiç bir vakit millet-i hâkimeye galip gelemez lâkin millet-i hâkimenin efkârı buna kıyas olunamaz bu millete mahsus olan gazeteler hükümetin efkârından çıkamazlar ve çıkmamalıdırlar millet-i hâkimede her kaç gazete olsa ve her kimler yazsa cümlesi resmî makamında tutulur çünkü millet-i hâkime gazetesidir onun için bunlarda olan mes’uliyet milel-i mahkume gazetelerinde yoktur ve olamaz Rum ve Ermeni ve Bulgar ve Yahudi gazeteleri kendi milletine ve Osmanlı gazetesi ise umuma söyler ve mahkûmun hükmü olamaz bu hâkim ve mahkûm bahsinde her şey böyledir mesela zabitin muamelesi başka ve neferin başka ağanın başka hocanın başka şakirdin başka onun için ceride müşterisinin canı sıkılmasın milel-i mahkûmenin serbestane beyân-ı efkâr etmesi mücerred mahkûmluk sayesindedir.

Mecmua-i Havadis’teki yazının hemen ardından Münif Efendi’nin cevabı yer almıştır. Münif Efendi, özellikle, Mecmua-i Havadis yazarının Milel-i mahkûmenin serbestane beyan-ı efkâr eylemesi mücerred mahkûmluk sayesindedir cümlesine takılmıştır. İddia pek gariptir. Bunun son derece itibarlı ve güvenilir bir kişiliğe sahip olan bir kişi tarafından (Vartan Paşa kastediliyor) seslendirilmesi daha da gariptir. Elbette bunun kabul edilmesi mümkün değildir:

Mecmua-i Havâdis’in şu müddeası pek garip olup bunun muharriri gibi hakkında kemal ü şevk ve itimadımız olan bir zat lisânından işitilmesi daha ağrebtir. ‘Milel-i mahkûmenin serbestane beyan-ı efkâr eylemesi mücerred mahkûmluk sayesindedir’ demesine nazaran teb’a-i gayr-i Müslimenin yazdıkları şeyi ehl-i İslâm gazeteleri lisana alamazlar ve almamalılar imiş ve bunun sebebi dahi mahkûmluk münasebetiyle sözlerinde te’sir olmaması imiş şu kazıyyenin suğarası yani teb’a-i gayr-i Müslime sözlerinin te’sirsiz bulunması maddesi teslim olunsa bile iddia olunan neticenin bundan istintaç olunamayacağı edna mertebe mülahaza ile anlaşılır. Mecmua-i Havâdis bir kat daha izah-ı meram kastıyla şu kıyasının fesat ve butlanını izhar edip der ki; ‘Rum ve Ermeni ve Bulgar ve Yahudi gazeteleri kendi milletlerine söyler ve Osmanlı gazetesi umûma söyler ve mahkumun hâkime hükmü olamaz ve o hâkim ve mahkum bahsinde her şey böyledir mesela zabitin muamelesi başkadır neferin başka ilâahire’ ....

Münif Efendi için mahkûmun hâkime, neferin zabite hiçbir hükmünün olmaması anlaşılabilir bir durum değildir ve böyle bir yaklaşım hiçbir memleket ve zamanda görülüp işitilmiş değildir: Şu kıyasa göre mahkûm sözünün şâyân-i itibar olmaması cihetiyle her istediği şeyi söylemeye mezun olmalı ve bir uşak bulunduğu daire umûr ve husûsâtına müteallik efendisinin kâle alamadığı şeyleri bi-hesaben söylemeli imiş bu surette tâbiin akvâli metbûun niyyât ve efkârına düşse bile beis yok demek olur hiç bir memleket ve zamanda böyle bir kaide-i garibe ittihaz olunduğu görülmüş ve işitilmiş değildir....

Apaçık bir gerçektir ki; düşünce ve ifade özgürlüğü, hâkim olsun mahkûm olsun, zabit olsun nefer olsun her insanın tabiatının bir gereğidir. Bunun yasaklanması düşünce sahibinin bile kudretini aşan bir durumsa da düşünceler ortaya konurken toplum menfaati de göz önünde tutulmalıdır. Çünkü insanın önce Allah’a sonra hükümete ve topluma karşı vazifeleri vardır:

İnsanın tab’ ve neşir vasıtasıyle efkâr ve melhuzatını ilân ve işâa eylemesi hakkında cümlenin ma’lûmu olan ve akl-i selime dahi mutabık bulunan usul şudur ki serbestiyet-i tefekkür ve mülahaza mukteza-yı tabiat-ı insaniyye olup bunun men’i sâhib-i tefekkürün bile kudretinden hariç ise de efkârımızın beyan ve işâası hey’et-i içtimaiyye menafiinin icabına göre olmak iktiza eder. Çünkü Cenab-ı Hakka ve hükümete ve hey’et-i içtimaiyyeye karşı bazı vezayifin icrası üzerimize ve efkârımızın izhar ve işâasını ona tatbik eylemek muktazîdir ve işbu vezâif cemî-i memâlikte her bir devletin derece-i mâlûmât ve istidâdına ve zaman-ı maziden istihsal olunan ibret ve intibaha ve vakit ve hâlin iktizasına ve zaman-ı atî için riayet olunacak levazım-ı ihtiyat ve basırete nazaran taraf-ı hükümetten ve vaz’ ve te’sis olunan nizamat ve kavanin vasıtasıyle tayin ve tahdid kılındığından niyyat ve efkârımızdan dolayı ancak ındellah mes’ul olup fakat kâlen veyahut kalemen ve tıbâaten bizden sudur ettikte ber-mukteza-yı nizam hey’et-i içtimaiyye tarafından muaf oluruz işbu usule riayette millet-i hâkime ve mahkume beyninde bir fark olamayıp bil-farz olsa bile beyân-ı efkâr-ı serbesti emrinde bi’t-tariku’l-ula millet-i hâkime mazhâr-ı imtiyaz olması lazım gelir.

Kaldı ki Osmanlı İmparatorluğu’nda bütün unsurlar ve sınıflar arasında eşitlik esastır. Hindistan ve başka ülkelerde İngilizlerin, Cezayir’de Fransızların yaptıkları gibi ayrımcı tutumlar söz konusu bile değildir.

Esasen kendilerinin de milel-i mahkûmeye, yani devletin Türkler dışındaki unsurlarına aşağılayıcı nazarlarla bakmak, hakaret etmek, ayrımcılık yapmak gibi bir niyetleri asla bulunmamaktadır. Sadece, okuyucu tarafından ülkenin bir gerçeğinin altı çizilmiştir:

Hindistan ve mahall-i sâirede İngiliz ve Cezayir’de Fransız devletlerinin taht-ı tabiiyetlerinde bulunan bunca mahall-i milel-i mahkûme millet-i hâkimelerinin nail oldukları pek çok imtiyazat ve muafiyattan mahrum tutuldukları hâlde Memalik-i Mahrûsa-i Şahane’de bulunan kâffe-i sunûf-ı teb’a hakkında i’taf ve müsâadat-ı aliyye-i Hazret-i Padişahî heman derece-i müsavatta meşmûl olduğundan muradımız hâşâ milel-i mahkûmeye bir nazâr-ı hakaretle bakmak veyahut tarafeyn beynine tefrika bırakmak olmayıp muhavere-i mezkûrede müşterimizin vâki olan itirazı teb’a-i gayr-i Müslimenin şu babda temeyyüzü muvafık-ı ma’dilet-i seniyye olmasından ibarettir. Zaten Mecmua-i Havadis de bunu onaylamaktadır. Ancak, bu serbestiyeti mahkûmluğun bir sonucu olarak nitelendirmektedir ki, tartışma buradan çıkmaktadır:

Mecmua-i Havadis dahi şu temeyyüzü tasdik ve ikrar eylediğinden ikisi beyninde hiç ihtilaf yoktur. Fakat mahall-i münazaa mecmuanın şu serbestiyeti mahkûmluk sıfatına nispet eylemesidir ve bu davanın ne derece bî-esas olduğunu isbatı şu istidlâlâtımız kâfidir zannederiz25.

25 Ruzname-i Ceride-i Havadis, No:34, 2 Cemaziyülâhır 1277 / 16 Aralık 1860.

SONUÇ:

XIX. yüzyıl siyasal tarihine bakıldığında, 1870’lere kadar ne Rusya’nın ne de öteki batı devletlerinin politikalarında Ermenilerin bir yeri ve rolü görülmemektedir. Rusların Ermeniler ile ilgisi Os manlılar ile savaşlarında onlardan yarar lanmaktan öteye geçmemiştir. Rus-Ermeni iş birliği Türkmençay Antlaşması ile sonuç lanan İran-Rus savaşında başlamış, 1828-1829 Osmanlı-Rus ve bir ölçüde de Kı rım Savaşı’nda (1853-1856) sürmüştür. Ermeniler, 1870’ten itibaren, Avrupa devletlerinin ilgisini çekme çabalarına gi rişmiş, bunlar da Patrikhane ve ruhban sınıfı tarafından yürütülmüştür. Yani, Avrupa devletlerini kendi davaları ile ilgilendirebilmek için din öğesini geniş ölçüde kullanmışlardır. Osmanlı Devleti’nin Ermenilerin yoğun olduğu bölgelerde düzen ve güvenliğin sağlan ması için aldığı önlemleri, Müslümanların Hıristiyanlar üzerindeki baskısı diye çarpıtarak yansıtmışlardır. Özellikle, Hersek ve Bulgaristan ayaklanmaları başladığı sıralarda bu yoldaki propagandalar son derece artmıştır. Sonuçta, Osmanlıların yenilgisiyle sonuçlanan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından, Ayastefanos Antlaşması’na Doğu Anadolu’da Ermenilerin oturduğu vi layetlerde ıslahat yapılması hükmü de konulmuştur. Bu hüküm Berlin Ant laşması’nda da yer alacak ve böylece Ermeni sorunu uluslararası siyaset alanına girecektir. Rusya, Berlin Kongresi’nden sonra sıcak denizlere inmek için Balkanlar’ın kendisine geçit olamayacağını, bağımsız lıklarını sağladığı yeni devletlerin kendine hiç de minnet duygularıyla bağlı olmadı ğını anlamıştır.

Sıcak denizlere inmek için önünde sadece Erzurum-İskenderun hattı kalmıştır ve bu hattı ele geçirmek için Ermenilerden yararlanması gerekmektedir. Bu nedenle Berlin Kongresi’nin ardından Ermeni ıslahatını diline dolayacaktır. Bu arada, İngiltere de, Berlin Kongresi’nden sonra Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü korumak biçi mindeki geleneksel politikasını terk etmiş, imparatorluğu parçalamak ve onun toprakları üzerinde kendine bağlı ulusal devletler kurma po litikasını izlemeye başlamıştır. Eğer bağımsız bir Ermeni devleti kurulacaksa, bunun kendisine bağlı ve Rusya’nın güneye in mesini önleyecek tampon bir ülke olma sını istemektedir. Nitekim 1880’de İngiltere’nin girişimiyle Berlin Antlaşması’nda imzaları bulunan devletler; İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avus turya, Rusya, Osmanlı Devleti’ne verdik leri bir ortak nota ile antlaşmanın öngör düğü ıslahatın yapılmasını istemişlerdir.

Gerçi bu girişimden bir sonuç çıkmamıştır, ancak, içeride Ermenilerin bağımsızlık yolundaki faaliyetleri artmış; yerel Ermeni örgütlerinin ye rini siyasal partiler almaya başlamıştır. Van’da kurulan Armenikan, Cenevre’de kurulan Hıncak ve Tiflis’te kurulan Marksist Taşnaksutyun adlı komiteler, batılı devletlerin ilgisini çekebilmek için kanlı tedhiş eylemlerine girişmişler, böylece durdurulamaz bir süreç başlamıştır. Mecmua-i Havadis ile Ruzname-i Ceride-i Havadis arasındaki millet-i hâkime - millet-i mahkûme polemiği, henüz, Rusya ve İngiltere’nin politik oyunları gündemde değilken, Osmanlı İmparatorluğu içindeki Ermenilerin bazı kimlik sorunları üzerinde düşünmeye başladıklarını apaçık göstermektedir. İşte bu hazır zemindir ki, kışkırtıcı dış politikaların kısa sürede içeride karşılık bulmasını sağlamış, yüzyıllar boyu kardeşçe yaşamış iki toplumu, kanlı bir trajedinin acemi aktörleri haline getirmiştir.

KAYNAKÇA

BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİvİ (BOA)
İrade M.V. :15183/12 C 1272, 8257/29 B 1268.
Dâhiliye :1113/21 Ş 1256.
TETKİK ESERLER
AND, Metin, Tanzimat ve İstibdât Döneminde Türk Tiyatrosu (1839-1908), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1972.
BUDAK, Ali, Batılılaşma Sürecinde Çok Yönlü bir Osmanlı Aydını: Münif Paşa, Kitabevi, İstanbul 2004.
__________, “Ermenilerin XIX. Yüzyılda Yeni Bir Hayatın ve Edebiyatın Oluşum Sürecine Katkıları”, İstanbul Akademik Araştırmalar Dergisi, Ağustos – Ekim 2006, Yıl 8, Sayı 30, s.137- 156.
İNALCIK, Halil, “İstanbul (Türk Devri)”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 23, İstanbul 2001.
KUT, A. Turgut, Ermeni Harfli Türkçe Telif ve Tercüme Konuları; Victor Hugo’nun Mağdûrîn Hikâyesinin Kısalmış Nüshası, Beşinci Milletlerarası Türkoloji Kongresi, İstanbul, 23-28 Ekim 1985, Tebliğler, Cilt I, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1985, s.195-214.
MOLTKE, Helmuth von, Türkiye’deki Durum ve Olaylar Üzerine Mektuplar (1835-1839), Çev. Hayrullah Örs, TTK Yayını, Ankara 1960.
ORTAYLI, İlber, “Tanzimat Devri Basını Üzerine Notlar”, Batılılaşma Yolunda, Merkez Kitaplar, İstanbul 2007, s.37-45.
ÖZTUNA, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, Cilt 7, Ötüken Yayınları, İstanbul 1978.
STEPANYAN, Hasmik A., Ermeni Harfli Türkçe Kitaplar ve Süreli Yayınlar Bibliyografyası (1727-1968), Turkuaz Yayınları, İstanbul 2005.
TÜRKMEN, Fikret, Türk Halk Edebiyatı’nın Ermeni Kültürüne Tesiri, Akademi Kitabevi, İzmir 1992.
YAZICI, Nesimi, “Osmanlı Basınının Başlangıcı Üzerine Bazı Düşünceler”, Osmanlı Basın Yaşamı Sempozyumu, 6-7 Aralık 1999, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayını, Ankara 1999, s.7-14.
YUVALI, Abdülkadir, Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatının Tarihi Temelleri, Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, Cilt I, Erciyes Üniversitesi I. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu, Erciyes Üniversitesi Yayını, Kayseri 2007, s.81-87.



next: BÜYÜK GÜÇLER, ERMENİ MESELESİ vE 1890’LI YILLAR: BİR ULUSLAR ARASI
İLİŞKİLER [IR] PERSPEKTİFİ, Prof. Dr. Ali Fuat BOROvALI

Hiç yorum yok: