Millet Sistemi İçinde Ermeniler

Nurdan İPEK*

Özet

İslâm Hukuku içindeki dinde zorlama yoktur esasına sıkı sıkıya sahip çıkmış olan Osmanlı Devleti ele geçirdiği topraklarda yaşayan gayrimüslimlerle bir zimmet anlaşması imzalayarak onların can ve mal güvenliklerinin koruyucusu olmuştur. Ermeniler de bu şekilde 1461 yılından itibaren Osmanlı Devleti’ndeki diğer topluluklar gibi millet statüsünün içine dahil edilmiş ve yine tıpkı diğer milletler gibi, hatta zaman zaman onlardan daha fazla olmak üzere, bazı ayrıcalıklara sahip olmuşlardır. İdarî alanda Rumlardan sonra protokol sıralamasında ikinci sırayı alan Ermeniler de yüzyıllar boyunca kendilerine sağlanan yaşam şartlarından oldukça hoşnut kalmışlar ve hatta bunun için sık sık Padişahın Ermeni milletine olan lütuflarından dolayı kiliselerde yapılan dualarda Padişaha şükranlarını sunmuşlardır. Bunlara karşılık Padişah tarafından da tebaanın sadakatine bağlı olarak bu imtiyazların devamı güvencesi verilmiştir. Bu imtiyazlar dahilinde dinî ve özel hukuk konularında karar mekânizması Ermeni cemaatine verilmişse de, Osmanlı yönetimi tebaasına karşı üstlendiği baba rolünün bir gereği olarak cemaatin sıkıntıya düştüğü konularda daima yardım elini uzatmaktan kaçınmamıştır. Bütçe açıklarının kapatılması, emlâk vergilerinin affedilmesi gibi maddî yardımlar daima Ermeni cemaati tarafından büyük bir ihsan olarak kabul edilmiş, bunun karşılığı da yönetime karşı sadakat olmuştur. Tebaa-i sâdıka olmanın bir ödülü olarak Saraya çok yakın bir statü kazanan Ermeniler, hukukî alanda yapılan düzenlemelerle beraber hayatî olarak adlandırılacak makamlarda görev sahibi olmuşlardır.

I- Millet Tanımı ve Statüsü

İslâm Hukuku içindeki dinde zorlama yoktur esasına sıkı sıkıya sahip çıkmış olan Osmanlı Devleti ele geçirdiği topraklarda yaşayan gayrimüslimlerle bir zimmet anlaşması imzalayarak onları Allah ve Peygamber’in zimmesi altına almıştır[1]. Böylece gayrimüslimlerin devletin egemenliğini kabul ettikleri ve kurallarına uydukları sürece can ve mal güvenlikleri, İslâm devleti ile aralarında yapmış oldukları zimmet anlaşması gereğince koruma altına alınmıştır. Bu anlaşma ile gayrimüslimlerin yükümlülükleri cizye ve haraç vergileri ödemek, İslâm devletinin yükümlülüğü ise bunların her türlü asayiş, huzur ve güvenliğini sağlamak olmuştur. Bir İslâm devleti niteliğini taşıyan Osmanlı Devleti de bu görevi, uygulamış olduğu Millet Sistemi ile gerçekleştirmiştir.

Osmanlı egemenliği altındaki gayrimüslimler din ve mezheplerine göre gruplara ayrılarak millet satüsünü oluşturmuşlardır. Buradaki millet kavramı elbette ki bugünkü anlamının dışında bir anlam ihtiva ediyordu ki, kastedilen sadece aynı din veya mezhepten olan insanların oluşturduğu topluluklardı. Yani kıstas milliyet ya da etnisite değil, din veya mezhepti. Zira Arapça’da millet sözcüğü din veya mezhebin karşılığıydı. Toplumsal hayatta şer’î hukukun uygulanmasıyla birlikte Osmanlı Devleti’nde doğal olarak meydana gelen bu sistemle birlikte ehl-i kitap sahibi olan her cemaate kendi din ve özel hukuk işlerinde özerklik tanınmıştı. Bu durum kısmen İslâm Hukuku’ndan, kısmen de ekonomik nedenlerden kaynaklanıyordu[2]. Böylece bir yandan İslâm Hukuku’nun yalnızca Müslümanlara uygulanabilir olması esası yerine getiriliyor, diğer yandan da can ve mal güvenliğinin karşılığı olarak alınan cizye ve haraç vergileri Osmanlı Devleti’nin önemli ekonomik gelirlerinden birini oluşturuyordu. Cemaatlerin bu şekilde, devlete karşı sorumlu liderlerin kabul edilmiş yetkileri altında kendi yasalarını uygulamaları Romalılar, Avrupa’nın Ortaçağ imparatorlukları, halifelerinkiler de içinde olmak üzere bütün Ön Asya imparatorluklarında gelenekselleşmişti. Şüphesiz Osmanlılar bu sisteme çeşitli ayrıntılar getirerek sistemi örgütleştirip düzene sokmayı başarmışlardır[3].

İşte bu şartlar altında, tartışmalı olmakla birlikte, Ermenilerin millet statüsüne girmeleri Fatih Sultan Mehmet döneminde 1461 yılında Bursa metropoliti Ovakim’in İstanbul Ermeni Patrikliği’ne getirilmesiyle olmuştur. Süryanî, Yakubî ve Nasturîlere ait din ve mezhep işlerinin de Ermeni Patrikhanesi’ne bağlanmasıyla birlikte, ayrı bir millet statüsü kazanacak kadar yeterliliğe sahip olmayan bazı cemaatlerin de her türlü sosyal ve dinî işleri Ermeni Patriği’ne emanet edilmiştir[4].

II- Patrik Nerses’in Genelgesi ve Osmanlı Arşiv Belgeleri Işığında Ermeni Milletinin Genel Durumu

A- Patrik Nerses’in Ermeni Cematine Sunduğu Genelge

1874-1884 tarihleri arasında İstanbul Ermeni Patrikliği görevini sürdürmüş olan Nerses Varjabedyan’ın Patrikliği sırasında Ermeni topluluğuna hitaben sunduğu genelge Ermeni milletinin cemaat yapısını ve örgütlenişini göstermesi açısından önemli bir belgedir. Ermenice olarak bulunan genelgenin kısaca özeti şöyledir;

29 Aralık 1882 tarihli bu genelgenin giriş kısmında Patrik Nerses öncelikle İstanbul ve Anadolu genelindeki tüm dinsel önderleri, sivil topluluk kuruluşları, okullar ve tüm insanları selamlıyor. Tanrı’nın isteği ve Sultan Hamid Han’ın izinleriyle Patriklik görevini üstlendiğini, bu görevin oldukça ağır olduğunu, Tanrı’nın kendisine güç vereceği kadar Ermenilerin de destek olacağını bildirirken, Ermeni toplumunun her zaman yüce Osmanlı Devleti’ne bağlı kaldığının birçok kez altını çiziyor. Bunun için de varlık sebepleri olarak Osmanlı Padişahına duaların esirgenmemesini, Ermeni toplumunun karşı karşıya kaldığı zorlukların üstesinden gelebilmesi için yüce Osmanlı Devleti’nin yardımına daima gereksinim duyulduğunu ve bundan sonra da devletin yardımlarının devam edeceğine dair duyduğu inancı dile getiriyor. Bu konuda gerek Ermeni toplumunun devlete karşı, gerekse de devletin Ermenilere karşı üzerine düşen görev konusunda hassas davranacağını hatırlatarak Ermeni toplumundan bizzat buna riayet edilmesini istiyor.

Osmanlı Devleti’ne duyulan bağlılık ve sadakatin sık sık belirtildiği ilk bölümden sonra, devlet genelindeki tüm yüksek dinsel makamlarla sivil kuruluşların görevlerinin ne çizgide olacağı konusu ele alınıyor. Bunların kutsal kitap, kilise yasaları ve Ermeni topluluğunun iç tüzüğü gereklerine uygun bir şekilde yürütüleceği hususu vurgulanırken, hemen ardından bu görevlerin bir sıralaması yapılıyor. Buna göre:

1- Kilise önderleri topluluk adına yapacakları tüm dinsel eylemlerini kutsal kitap ve ruhanî önderlerin yazılarından yararlanarak yapacaklar ve bu eğitim okullarda da verilecektir. Topluluğa öğretilen gerçekler bizzat din adamlarının üzerinde somut olarak görülecek ve bunlar topluluğa örnek teşkil edeceklerdir. Tüm bu Ermeni Gregorian Kilisesi içi davranış ve eylemlerin temeli İsa’nın İncili’dir, buradan kaynaklanan ahlâksal öğretilerin toplumun her kesimi tarafından yaşama geçirildiği taktirde, ahlâklı ve iyi yetişmiş bir toplum ortaya çıkacaktır.

2- Vaiz konumundaki dinsel önderler konuşmaları sırasında her türlü gereksiz, dikkatsiz ve tartışma yaratacak sözlerden kaçınacaklardır. Zira bunlar hem topluluk üzerinde kötü bir tesir bırakabilecek hem de din görevlilerinin itibar ve değerini düşürebilecektir.

3- Dindar kişilerin dinsel ihtiyaçları en iyi şekilde giderilecek, kilisenin öğretilerine bağlılık gösterilecek, ayrıca tüm ibadet ve âyinler eksiksizce ve geleneksel kurallara uygun olarak yapılacak, son zamanlarda görülen geleneksel inançlardan sapmalara karşı gelinecektir. Her türdeki geleneksel inanç ve değerlere saygı gösterilecek, kilise içinde ve okullarda geleneksel dinsel kurallar en iyi şekilde öğretilecek, çocuk ve gençler Pazar günleri kilise âyinlerine katılma konusunda özendirilerek yönlendirileceklerdir.

4- İstanbul ve Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde kalan diğer yerlerde özel okullar ya da cemaat okulları içinde kutsal kitap, Hıristiyanlık, kilise tarihi ve ahlâksal dersler zorunlu olarak okutulacak, özellikle bunların vurgulanması için tedbirler alınacak ve bu konudaki ders kitapları titizlikle seçilerek diplomalı öğretmenlerce eğitim sağlanacaktır. Anadolu genelinde dinsel görev üstlenmiş kişiler de görev çerçeveleri içinde okullar açacaklardır. Ancak bunlar için özel bina veya aylık gelir ihtiyacı belirdiğinden, bunların karşılanamaması durumunda, kilise önderleri kilise yapısı içinde bir oda ayıracaklar ve ilköğretim dersleri buralarda okutulacaktır. Ayrıca tüm din adamları kendi dinsel alanı kapsamında bulunan okullara sıkça ziyarete gideceklerdir.

5- Bunun temel amacı kilise ve topluluğun bütünselliğini sağlamak ve gerekli bağı oluşturmaktır. Yine birbirlerine sevgi ve saygı, yoksulları koruma hususlarında duyarlı davranılacak, eski Ermenice klasik dilini, kilise tarihini, idaresi altında bulunulan hükümetin dilini ve yasalarını, ayrıca bilinmesi gerekli yabancı diğer dilleri öğrenmeye özen gösterilecektir. Tüm bunlar topluluğun gelişimini sağlamak için şarttır. Bu şartları yerine getiren kişi topluluk ve kilise için yararlı bir birey haline gelecektir.

6- Tüm aşamalarda görevli din adamları çevre kurumlar ve yöneticileriyle iyi ilişkiler sürdürerek Patrikhane’nin istekleri doğrultusunda hareket edecekler, yerel yönetimlerle aralarını iyi tutarak yasalara uygun işler yapacaklar, her türlü ilişkilerinde tatlı dil kullanarak topluluğa her hangi bir leke getirmeyeceklerdir.

7- Kilise yöneticileri Sultanın hükümetinin koruyuculuğunun bilincinde olarak sadakatini eksik etmeyecekler, her türlü istekleri için önce yerel idarelere başvurarak işlerini yasalar çerçevesinde halledecekler, istedikleri sonucu alamazlarsa Patrikhane’nin aracılığıyla üst makamlara resmî başvuruda bulunabileceklerdir.

8- Çevrede görevli tüm aşamalardaki dinî önderler kendi bölgeleri içinde çalışanlara karşı iyi niyetli ve etkin davranacaklar, onların günlük çalışmalarına dinsel destek verecekler, gerektiğinde borç para alabilmeleri için sandıklar da kuracaklardır. Böylece onları tefecilerin ağır baskılarından kurtarmış olacaklardır. Yine topluluk üyeleri bu dinî önderler tarafından, ticarî şirketler kurmaları, tarımsal ve sanatsal atılımlarda bulunmaları doğrultusunda özendirilecektir. Kilise kürsülerinden, kişilerin kilise yönetimiyle aralarında kavga yaratmamaları, bu tür davranışların toplumun ilerlemesinin önünde büyük bir engel teşkil edeceği doğrultusunda uyarıcı konuşmalar yapılarak topluluk yönlendirilecektir.

9- Manastır önderleri tümü topluluk yasalarına ve Patrikhane’nin kararlarına uygun bir şekilde davranacaklar, her manastır önderi görevini lâyıkıyla yerine getirecek ve yönettiği manastırı ihya edecektir. Bunun için manastır kompleksi içinde okul, basımevi, müzeler kurarak orada saklanan tüm el yazması yapıtların bir çizelgesini çıkartıp Patrikhane’ye gönderecektir.

10- Manastırların tüm üyeleri önderleriyle birlik içinde bulunacaklar, manastırlar tüzüğüne uygun davranışlar sergileyeceklerdir. Bu doğrultuda, kendilerine emanet edilen bu kuruluşların yıllık bütçe hesaplarını dikkatli bir şekilde tutarak istenilen zamanda Patrikhane’ye gönderecekler, her türlü gereksiz harcamadan kaçınacaklardır.

11- Tüm manastır önderleri ve üyelerinin birinci derecedeki görevleri, manastırın ahlâksal, eğitimsel ve maddî gidişatlarını tam olarak denetleme ve kontrol altında bulundurmak olacaktır.

12- Dinsel görevliler arasından evli rahipler[5] görevlerini eksiksiz yerine getirecekler, 12 Aralık 1879, 26 Mart 1880 ve 12 Kasım 1881 günlü, konuyla ilgili genelgelere uygun hareket ederek, herkesin önünde iyi bir örnek yaşantı oluşturarak saygınlıklarını arttıracaklardır.

13- Evli rahipler topluluk üyelerinin evlerine sıkça ziyarete giderek yoksulları tespit edecekler ve onlara çeşitli yardımlarda bulunarak, kendileri topluluğun dinsel babaları olmalarından dolayı yoksul ve umutsuzlar için bir umut kaynağı olacaklardır. Bu şekilde topluluğa Tanrı’yı, kiliseyi ve birbirlerini sevmeyi öğreteceklerdir.

14- Gençlere özel genelgeler vererek onların sadece paraya bağımlı olmalarını engelleme yolunda öğütlerde bulunulacaktır. Ayrıca yaygın olan başlık parasından vazgeçilmesini, bunun evliliğin kutsallığını bozduğunu, evlenmenin doğal bir olgu olduğunu ve bu şekilde toplumsal bazı sıkıntıların aşılabileceğini topluluğa anlatacaklardır.

15- Ayrıca ailelere, her türlü kötü toplumsal davranışlardan uzak durulması konusunda özel uyarılar yapacaklardır. Çünkü bu kötü alışkanlıklar ve sürdürülen aykırı davranışlarla nice tanınmış aileler yıkılmış, kavgalar sonucu nice aileler dağılmışlardır. Bu şartlar altında gençler evlenmek istemeyerek bekârlığı tercih etmekte ve bunun sonucunda yaşamlarını kötü alışkanlıklar ve umutsuzluklar içinde anlamsız bir şekilde geçirmektedirler. Bunun için din görevlilileri bu konuda tüm gençlere bir baba gibi uyarılarda bulunup bilgiler vereceklerdir.

16- Topluluğun kız üyeleri alçakgönüllü bir yaşam sürerek ahlâkî kurallara uygun davranışlar sergileyeceklerdir.

17- Göçmen durumunda olan topluluk üyeleri çok daha zor koşullarla karşı karşıya kalabileceklerinden, onlar için en güzel yaşam biçimi doğdukları yerdedir ve bir an önce doğum yerlerine dönmeleri onlar açısından daha iyi olacaktır.

18- Din adamları, görevlerinden memnun bir şekilde yükümlülüklerini yerine getirecekler, zenginler kilise, okul ve hayır kurumlarına cömertçe yardımda bulunacaklar ve böylece bu zenginliği tüm topluluk üyeleriyle paylaşacaklardır. Bu halde artık zenginliklerinin hesabı İsa tarafından tutulacaktır.

19- Bir kilise inşa eden kişi Tanrı katında en üst mertebeye ulaşacak ve kutsanacaktır. Bu kişi böylece hem bu yüceliğin hem de orada eğitim gören çocukların Tanrı bilgisinde ilerlemelerinin yaratacağı manevî hazzı tadacaktır.

20- Yoksullara yardım da benzer bir şekilde bağış yapanı iç huzura götürecek, bir ticaret yeri ya da sanat atölyesi açıldığı taktirde pek çok kişiye ekmek kapısı olacak, bunun sonucunda da bir taraftan yoksulların sayısı azalırken, diğer yandan da sosyal dayanışma ve yardımlaşma sağlanarak toplanan parasal yardımlar çoğalacaktır.

21- Öğrenciler öğretmenlerine son derece saygılı olacaklar, ancak onların çalışmaları karşılığında iyi Ermeniler, iyi Hıristiyanlar yetişebilecek, onlar sayesinde örnek aileler kurularak gelecek nesillerin sağlıklı yetişmesi sağlanabilecektir. Bu yüzden öğrencilere her türlü maddî ve manevî destek tam olarak sağlanmalı, iyi eğitimli gençler yetiştirilmelidir.

22- Evli çiftler arasında ilk derecede önemli ve kutsal olan şey sevgi, saydı ve sadakattir. Evliliklerin uzun sürmesi için bu şartlar mutlaka gereklidir, ufak anlaşmazlıkların boşanmaya kadar götürülmeden dinsel önderlerce çözümlenmesine izin verilmelidir.

23- Genç erkek ve kızlar, çocuklar büyüklerine karşı son derece saygılı olacaklar, kilise sevgisi kazanmış, alçak gönüllü, eğitimli, dingin kişilikleriyle Ermeni topluluğunun saygınlığını arttıracaklardır.

24- Kiliseye karşı yükümlülüklerini yerine getirmeyerek kötü örnek teşkil eden kişiler ve topluluğu parçalamak isteyenler en üst düzeyde cezalandırılacak, buna karşılık tersi davranışlar gösterenler de ödüllendirilecektir.

Patrik Nerses bu görevleri teker teker sıraladıktan sonra genelgenin son bölümünde tüm aşamalardaki din görevlilerine, toplumun her kesiminden insanlara ve ailelere son söz olarak Tanrı’ya, kiliseye ve topluluğa karşı görevlerini eksiksiz yerine getirmelerini, tek yürek ve tek düşünce ile bu isteklere sarılmalarını istemektedir. En son olarak da sözlerini İncil’den alıntı yaparak tamamlıyor:

Özetle kardeşlerim, aklınızı erdemli ve övgüye değer ne varsa, gerçek, saygılı, doğru, güzel, onurlu olan ne varsa ona yorun. Benden öğrendiğiniz, aldığınız, duyurduğunuz ve gördüğünüz şeyleri uygulayın. Barış Tanrısı sizlerle birlikte olacaktır. Rab İsa Mesih’in kayrası, Tanrı’nın sevgisi ve Kutsal Ruh sizlerle birlikte olsun[6].

Genelgeden anlaşıldığı gibi, Ermeni milletinin bir arada tutulması için özellikle kiliseler ve en üst düzeyde Patrikhane etrafında güçlü bir örgütlenmenin olmasına çok dikkat edilmektedir ve bu konuda en büyük görev din adamlarına yüklenmektedir. Bu da Ermeni milletinin tıpkı diğer milletlerde olduğu gibi milliyet esasının dışında dinsel bir örgütlenme bağıyla oluşmuş olduğunu ispatlar durumdadır. Yine birbirleri arasındaki sevgi, saygı, sadakat bağlarının önemi sık sık vurgulanarak dayanışmanın kopmaması yolunda önlemlerin alınması zorunlu kılınmaktadır. Burada dikkat çeken bir diğer önemli husus özellikle belli bölgelerde Müslümanlar arasında gelenekselleşmiş olan başlık parası sorununun Ermeniler arasında da görülüyor olmasıdır ki, bu durum bize kültürel alışverişi göstermesi açısından önemlidir.

B- Osmanlı Arşivleri Işığında Ermeni Milleti

Başbakanlık Osmanlı Arşivi kayıtları içerisinde gayrimüslimlerle ilgili düzenlenmiş olan pek çok defter ve belgeye rastlamak mümkündür. Divân-ı Hümayun ve Bâb-ı Âsâfi Defterleri Kataloğu içinde bulunan Gayrımüslim Cemaatlere Ait Defterler bu konuda önemli kaynaklardır. H.1236-1337 (M.1820-1918) yılları arasını kapsayan, gayrimüslim cemaatlerle ilgili konuları içeren onsekiz adet defter bulunmaktadır. Bundan başka Kilise Defterleri tasnifi altında, gayrimüslim cemaatlere ait kilise, sinagog, havra, mezarlık, okul ve yetimhane inşasına, tamirine veya buraların genişletilmesine dair olan fermanları kapsayan defterler de mevcuttur[7]. Buradaki dinî kurumlar bulundukları yere göre gruplandırılmıştır.

Defterlerin dışında, Divan-ı Hümayun’a bağlı Beylikçi Kalemine ait belgeler içinde bulunan Gayrımüslimler Dinî ve Hayrî İşler Kalemi Belgeleri, özellikle dinî ve yetimhane, okul gibi kurumların yapımı, tamiri, ruhsatı ile ilgili konuları içermektedir. Bâb-ı Âsâfî Evrakı içinde yer alan iradeler de milletlerle ilgili, son döneme ilişkin önemli kaynaklardandır.

Bu defter ve belgelerin dışında hemen hemen bütün fonlarda gayrimüslimlerle ve Ermenilerle ilgili belgelere rastlamak mümkündür. Konumuz kısıtlı olduğundan biz burada çeşitli fonlardan seçilmiş olan birtakım belgelerden yola çıkarak Ermeni milletinin Osmanlı Devleti’ndeki hakları ve statülerinden bahsedeceğiz. Burada elbette ki bu hakların hepsine değinmek mümkün olamayacağı için yalnızca belgelerin muhteviyatına dayanarak sadece bazılarını inceleme altına alabileceğiz.

1- Cemaat Liderlerinin Durumu

Her milletin başında cemaati tarafından seçilmiş bir dinî şef bulunurdu. Bu dinî lider aynı zamanda cemaatinin temsilcisi sıfatıyla millet başı ünvanını da taşımaktaydı. Millet başı cemaatinin yalnızca dinî lideri değil, aynı zamanda hukukî temsilcisiydi. Cemaatin her türlü adalet, eğitim, nüfus, vakıf işlemleri, evlenme-boşanma, miras gibi işleri millet başının idaresine verilmiş, Osmanlı Devleti genel yönetim, maliye ve askerî alanlardaki yetkileri ise kendi elinde tutmuştur. Her ne kadar millet başları pek çok konuda kendi içinde serbest bırakılsa da Engelhardt’ın yaptığı hükümet içinde hükümet gibi hareket ediyorlardı[8] tespiti bu durum için abartılı olacaktır. Çünkü tüm bu yetkilere rağmen Osmanlı yönetimi tamamen kontrolü elden bırakmamıştı. Öncelikle kendi özel hukuklarıyla ilgili olarak uygulanan esaslardan memnun kalmayan millet üyeleri Osmanlı Devleti’nden yardım istedikleri taktirde müdahil olarak devlet olaya el atabiliyordu. Millet başları seçimi millet rüesâsına bırakılır, ancak seçildikten sonra bir beratla Padişah tarafından onaylanırdı[9]. Her ne kadar Patriklik görevi ömür boyu olsa da, patriğin herhangi bir şekilde devletin güvenlik ve asayişini bozucu bir hareketi görüldüğünde azledilerek idam cezasına çarptırılması da mümkündü. Kısacası buradan da anlaşılacağı gibi aslında Patrikler devletin maaşlı memurları[10] durumundaydı. Patrikler vezirlik rütbesiyle eşdeğer tutulmuşlardı. Zaman zaman görevini iyi yapan sadakatli Patriklere teşvik amacıyla birinci rütbe nişan taktim edilmişti[11].

2- Mezhep İmtiyazları ve Korunması

Bizzat Padişah II. Abdülhamit’in ifadesiyle, Osmanlı Devleti’nin başlangıcından beri Tatarların tecavüz ve esaretinden kurtarılan Ermeniler Osmanlı yönetiminde birçok ayrıcalıklar elde etmişler, hatta Müslümanlar savaşlarda cenk edip sadece savaşlar dışında istirahat ve biraz ziraat imkânı bulurlarken, Ermeniler sanayi ve ticarette oldukça gelişmişlerdi[12]. Ermeniler bu yüzden sosyal ve kültürel alanda olsun ekonomik alanda olsun Müslümanlardan kalan boşlukları doldurmayı başarmışlardı. En basit örneğiyle İstanbul’da ancak XIX. yüzyılın başlarında Müslümanlardan dişçiler yetişmeye başlamış, o zamana kadar bu işi Ermeniler üstlenmişlerdi[13].

Osmanlı yönetimi, idaresi altındaki milletlere sadece mezhep ayrıcalıkları tanımakla kalmamış, bunların devamı ve ihlâl edilmemesi için de gerekli tedbirleri almış, zaman zaman çeşitli ferman ve iradelerle bunun üzerinde durmuştur. Ayrıca bu imtiyazlara riayet etmeyerek kanunsuz davranan memurlarını cezalandırmaktan da çekinmemiştir. Örneğin Amasya’ya bağlı Gümüşhacıköy kazasının daha önceki yıllarda müdürü olup uygunsuz davranışlarından ve zalimane muamelelerinden dolayı görevinden alınan Mehmed Ağa, her nasılsa kazaya yeniden müdür olmuş ve aynı zalimane davranışlarından dolayı Ermeni milletini mağdur etmiştir. Durumdan rahatsız olan Ermenilerin şikâyeti üzerine hükümet derhal önce olayı araştırıp sonra da sorumluları cezalandırma yoluna gitmiştir[14]. Yine bir başka şikâyet Kürdistan eyaleti dahilinde Muş, Diyarbakır, Hakkari, Van, Adana, Harput bölgelerinde bir heyetin manastır murahhaslarıyla din adamlarına boş bir kâğıda hileyle imza attırıp altına istediklerini yazarak Ermeni milletini zor duruma düşürmüşler, durumun Patrikhane tarafından bildirilmesi üzerine gerekli tedbirler alınmıştır[15]. Bu durum tabii ki sadece Osmanlı memurları için geçerli değildi. Yasak olduğu halde Acem Ermenilerinden bir cariye satın alan Acem Sahak’ın çarptırıldığı 6 500 kuruş cezayı sâlyane adı altında Ermeni halkından toplamaya kalkışmasının karşılığı da aynı olmuştu[16]. Ancak elbette ki bunların yanında Türk-Ermeni birlikteliğinin güzel örnekleri de veriliyordu. Örneğin Sivas eyaleti müşiri Feyzullah Paşa Ermeni milletine karşı himaye gösterdiği, fukarayı koruduğu ve Tanzimat’ın kararlarına uygun davrandığı için kendisine millet tarafından teşekkür edilmişti[17].

Ermenilere sağlanan haklardan birisi de ticaret serbestliğiydi. Tanzimat ve Islahat Fermanları’yla genişletilecek olsa da, bu tarihten önce de örneğin 1797’de, yine bu durumu görmek mümkündür. İzmit’te iki boyacı Ermeniye diğer boyahaneden iki para aşağı boyaması şartıyla birer boyacı dükkânı açma izninin verilmesi[18] bunun bir göstergesidir. Bazen bu serbestiyet çeşitli şekillerde engellendiği taktirde de devlet tarafından gerekli müdahale yapılmış, bununla ilgili bir örnek Merzifon’da yaşanmıştır. Sermayesi az olduğu için ancak mahalle arasında bir mensucat dükkânı açmış olan bir Ermeninin dükkânı kadınlarla alış veriş ettiği gerekçesiyle mahallî idare tarafından kapatılmış, mağdurun verdiği dilekçe üzerine gerek kadınlarla gerek erkeklerle alışveriş etmeye mani hiçbir kanunun bulunmadığı ve ticaret serbestliğinin olduğu hatırlatılarak dükkânın derhal açılması ve Ermeninin serbestçe ticaret yapmasına izin verilmesi sağlanmıştır[19].

Yapılan zimmet anlaşmasına göre gayrimüslimlerin ırz, namus, can ve mal güvenliğini koruma altına alan devlet, gayrimüslimlerin müşkül duruma düşmelerini de engellemek durumundaydı. Bu doğrultudaki uygulamalardan biri Maraş’ta bulunan Protestan ve Ermenilerin sağlık taramasından geçirilip hasta olan fukaraya çeşitli yardımların toplanması olmuştu. Hatta bu durumdan büyük bir memnuniyet duyan Ermeni ve Protestan dinî liderleri Padişaha teşekkürlerini sunmuşlardı[20].

Osmanlı Padişahının bu ihsanlarına karşı millet durumdan memnuniyetini teşekkürleri ve kiliselerde yaptıkları dualarıyla bildiriyordu. Erzurum’da sahip olunan asayişten ve himayeden dolayı kilise âyinlerinde Padişaha yapılan şükran duası bunlardan sadece birisidir. Hatta bu himaye ve asayişi duyan ve daha önceleri Revan taraflarına giden reaya bile azar azar Erzurum’a gelmeye başlamışlardır[21].

Bunun yanında zaman zaman Padişah tarafından, bu imtiyazların devamının ancak tebaanın sadakati karşılığında devam edebileceği de hatırlatılmıştır. Örneğin İstanbul Ermeni Patriği Agop Bogos’a gönderilen bir tahriratta bu durum belirtilmiş, Padişah tarafından kendilerine bahşedilen ihsanlar, din adamları, kilise ve manastırlarla bunlara ait arazi ve emlâkla ilgili tanınan imtiyazlar vurgulanmıştır. Bazı ihmallerden dolayı meydana gelmiş olan suistimallerin bir daha tekrarı durumunda kilise def’i ve izalesinin Padişahın a’mal-i şâhanesinde bulunduğunun ısrarla üzerinde durulmuş, bu duruma uygun hareket edilmesi istenmiştir[22].

3- Dinî İbadet ve Âyin Serbestliği

İslâm dininde zorlama olmadığı temellerine oturtulan zimmet kurumunun dayandığı esaslar gereği zımmîlere din ve ibadet özgürlüğü tanınmış ve diğer hakları gibi bu da koruma altına alınmıştır. Ermenilerin Müslümanlarla birlikte karma yaşadıkları yerlerde bazı Müslümanlar bunu ihlâl etmeye kalktıklarında Ermeni milleti üzerindeki devlet himayesi devreye girmiştir. Şumnu kazasında Ermeni milletinin Paskalya günleri kiliseye gittiklerinde İslâm ahalisinin çarşıda ot ve odun yakarak kâfirleri yakıyoruz şeklinde rencide edici davranışlarına karşılık Padişah tarafından her çeşit tebaaya ibadet özgürlüğü tanındığı, her tebaanın mezhepleri gereğince yaptığı âyinlere kimsenin karışamayacağı hatırlatılmıştır. Tabii bunun yanında Paskalya günlerini çoğu yerde Müslümanlar Ermenilerle birlikte kutlamışlardır.

Dinî ibadetlerin iç içe birlikte yaşandığı, Türklerle Ermenilerin birlikte yaşama sanatını gösterdikleri en güzel örneklerden biri İzmit’e bağlı Armaş Ermeni köyüydü. Burada yer alan manastır nedeniyle Ermeniler için dinsel bir merkez niteliği taşıyan Armaş, sadece Ermeni hacı adaylarının değil, aynı zamanda bakire Meryem’e saygı duyan Müslümanların da bir uğrak yeriydi. Hac zamanında burada düzenlenen panayırlar Müslüman-Ermeni birlikteliğinin güzel bir manzarasını oluşturmaktaydı. Gerek İstanbullu hacıların hindi (kel) yemezlerse dileklerinin gerçekleşmeyeceği inancına karşılık hindi satmak için dört gözle Ermenileri bekleyen, gerekse de yine burada bulundukları sürece hacı adaylarının ihtiyacını karşılamak için burada bulunan Müslümanlarla Ermeniler arasında sıkı ilişkiler doğuyordu. Devlet himayesini burada da hissettiriyor, herhangi bir olumsuzluğun yaşanmaması, hacı adaylarının rahat bir şekilde dinî vazifelerini yapıp memleketlerine geri dönmeleri için her türlü asayiş önlemini alıyor, hatta çoğunlukla güneş çarpması görülmesi tehlikesi için bir de doktor bulunduruluyordu. Asakir-i Şahane’nin Padişahım çok yaşa duası da çoğunlukla bu yüzden hep birlikte yapılıyordu[23].

Zımmîler kendi dinî inançlarında hürdüler, aynı zamanda kendi istekleri doğrultusunda, hiçbir baskı altında kalmaksızın Müslümanlığa geçebilirlerdi. Ancak Müslüman olduktan sonra tekrar eski dinine dönme müsaadesi yoktur. Müslüman olmak koşuluyla din değiştirmeye izin verildiği halde gayrimüslimlerin mezhep değiştirmelerine de pek olumlu bakılmamıştır. Bu durum aslında Osmanlı yönetiminden çok gayrimüslim cemaatlerin isteğiyle oluşmuştur. Bir taraftan özellikle misyoner faaliyetlerin önlenmesi için devlet bu yasakla tedbir alırken, diğer taraftan cemaatler de sahip oldukları üstünlükleri yitirmemek adına devletin bu politikasına destek vermişlerdir. Rum ve Ermeni Patrikhaneleri tarafından bununla ilgili sert cezalar verilmiş ve şiddetli yaptırımlar uygulanmıştır. Bununla ilgili olarak, Ermeni mezhebini bırakıp Protestanlığa girmiş olan Kayserili bazı Ermeniler Patrik tarafından aforoz edilerek cezalandırılmışlardır[24].

Ancak Müslüman olarak din değiştirme elbette ki kişiye her türlü hukukî üstünlüğü sağlamıyordu. Ermeni milletinden olup da Müslümanlığ’a geçen Kıdaroğlu’nun karısı ve kızını zorla yanına alıp götürmek istemesine karşı kadının isteği doğrultusunda bırakılması kararı bunun küçük bir örneğidir[25]. Din değiştiren kişiler, çoğunlukla yaşadıkları bölgede kalmaları sakıncalı olduğundan başka yerlere gönderilirdi. Tabii din değiştirme olayı her iki taraf açısından da hassas bir konu olduğu için zaman zaman bazı sıkıntılar yaşanabiliyordu. Örneğin Müslüman bir adamla evlenip İslâmiyet’i kabul ettikten sonra Yozgat’ta bıraktığı çocuğunu görmek için geri gelen kadın mecburen papazın evine gitmiş, burada zorla alıkoyulmuş, Müslüman ahalinin bunu bildirmesi üzerine de zaptiyeyle papazın evine gelinmişti. Ancak eve girilmesi uygun olmayacağından muhtar aracılığıyla kadın çıkarılıp müftünün evine nakledilmiş, sonra da kocasına teslim edilmişti. Yozgat’taki Ermenilerden bazılarının muhtedi kadının kendilerine teslim edilmeyişini heyecanlı telgrafla protesto etmesine karşılık, kendi isteğiyle bir Müslümanın nikâhında bulunup da İslâmiyet’i seçen bir muhtediyenin Ermenilere tesliminin mümkün olamayacağı belirtilmişti[26].

4- Osmanlı Himayesi

Daha önceki örneklerde de belirtildiği gibi Osmanlı Devleti tüm tebaa üzerindeki koruyuculuğunu çeşitli şekillerde gösteriyordu. Ermeniler de bu yardımlara mazhar olan toplulukların içindeydi. Bazen mahsulün iyi olmadığı zamanlarda[27], bazen manastırların biriken emlâk vergisinin ödenemediği durumlarda[28], yangın, deprem gibi afetlerde yıkılan binalar ve kiliselerin tamiratında aflar ilân ediliyor, bazen de manastır dahilindeki okullardaki öğrencilerin ihtiyacı olan Avrupa malı eşyaların gümrük muafiyeti[29], okul ve manastırların gider açıklarının kapatılması ve paskalya zamanlarında artan zarurî ihtiyaçların karşılanması için Patrikhane’ye verilen paralar gibi yapılan yardımlar[30] Ermenilerin en büyük yardımcıları oluyordu. Yine Padişahların cülus-ı hümayun ya da doğum günleri de bu aflar için birer fırsattı. Tabi bu büyük günlerde Patrikhane tarafından istenen aflar da büyük oluyordu. Örneğin 27 Mart (16 Şaban Perşembe) gününe denk gelen Padişah II. Abdülhamit’in doğum günü şerefine, İstanbul Ermeni Patriği Padişahın adalet ve merhametine sığınarak, evlâtları ve akrabaları için gözyaşları döken fukara Ermenilerin hatırına, tutuklu bulunan altı Ermeninin affını istemişti[31]. Yine mahbuslar için bir başka af isteğinin bahanesi ise Padişahın cülusuydu. Trablusgarp, Kudüs ve Konya’da sürgünde bulunan, suçunu itiraf etmiş ve pişman olan suçluların affedilmesi isteği üzerine bir inceleme başlatılmış, bu incelemenin sonucunda Trablusgarp’taki sürgünlerin birinci dereceden erbab-ı fesadkâraneden oldukları için aflarının mümkün olmadığı, Konya ve Kudüs’tekilerin ikinci derece suçlu oldukları, ancak bu kez de devlet hatalı olduğunu anladı şeklindeki söylemlere mahal vermemek için tereddütte kalındığı bildirilmişti. Bu arada Patrikten suçluların arzuhalleri istenmiş ancak bir cevap gelmediği halde bir komisyon teşkil edilerek suçluların arzuhalleri teker teker incelenmiş ve nihayet Konya’da bulunan üç sürgünün bir daha aynı kusuru işlemeyecekleri ve sadakatten ayrılmayacakları hususlarında söz vermeleri üzerine aflarına karar verilmişti[32]. Ermeni milletinin Padişahın bu ihsan-ı şahanelerine karşılığı ise Hz. İsa yortusunda çeşitli vilâyet ve kazalardaki kiliselerde Padişah adına yapılan dualar olmuştur[33]. Padişah da bundan dolayı duyduğu memnuniyeti patriğe bildirmiştir[34].

Elbette ki sadece Osmanlı hükümetinin Ermenilere değil, aynı zamanda Ermenilerin de hükümete yardımları görülüyor, yine bu da karşılıksız kalmıyordu. Sason olayları üzerine hükümete karşı gösterdiği hizmet ve sadakatten dolayı Patrikhane’ce kabahatli sayılıp görev ve maaşlarından olan iki rahibin mağdur olmaması için önce 150’şer, ancak bir daha görevlerine dönemeyecekleri ve başka bir gelirleri de olmadığı için bunun yetersiz görülmesi üzerine paranın 300’er kuruşa çıkarılmasına karar veriliyordu[35]. Yine Kayseri kocabaşısı ve meclis azası olan Serkis’in gösterdiği hizmet ve sadaketten dolayı fesinin üzerine imtiyazlı bir sembol takmak istemesine karşılık, istediği şey devlet tarafından hazırlanıp takmasına izin verilmiş ayrıca, kendisine verilen müsaadeyi herkes bilemeyeceği için uğrayabileceği zararlara karşı korunup himaye edilmesi de sağlanmıştır[36].

Sonuç

Sonuç olarak, Osmanlı Devleti içinde yaşayan Ermeniler dinde zorlama yoktur esasından dolayı dinî, İslâm Hukuku’nun dışında tutulduklarından da hukukî ve sosyal yaşantılarında serbest bırakılmışlar, kendi dinî, hukukî ve sosyal düzenlerini oluşturabilmişlerdir. Bu anlamda hem Osmanlı bütününün bir parçası, hem de cemaatlerinin bir üyesi olarak kalmayı başarabilmişlerdir. Millet kavramının henüz etnisiteyi ifade etmediği dönemlerde cemaat olarak kendi kimliklerine sahip çıkmışlar, kendi içlerinde ayrı bir statüye kavuşmuşlardır. Ancak bunun yanında Osmanlı Devleti, Millet Sistemi içinde tamamen dışarıya kapalı bir yapının oluşmasına da müsaade etmemiş, bunun için de kontrolü elden bırakmamıştır. Örneğin millet başı durumundaki Patriklerin Osmanlı Devleti’ne bağlı maaşlı bir memur statüsünde olmaları, yine Ermenilerden haksızlığa uğradıkları taktirde isteyenlerin şer’î kanunlardan yararlanabilecekleri gibi esaslar bunların göstergesidir. Millet Sistemi Osmanlı Devleti’nin siyasî ve ekonomik koşullarının bozulmaya başlamasına kadar düzenli bir işleyiş göstermiş, ancak millet kavramının anlam değiştirmesiyle birlikte sistem de parçalanmıştır.

Kaynakça

Arşiv Belgeleri

Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA):

Cevdet Tasnifi Dahiliye (CDH), Belge No: 1713/1

Cevdet Tasnifi İktisat (C.İKT.), Belge No: 966Hariciye Mektubî Kalemi (HR.MKT.), Belge No: 32/64, 33/6, 46/80, 32/64, 32/64, 94/17, 7/34Hatt-ı Hümayun (HH), Belge No: 315/18545-Aİrade Meclis-i Valâ (İ.MV.), Belge No: 1109

İrade Dahiliye (İ.DH.), Belge No: 987/77929, 1213/95018

İrade Hariciye (İ.HR.), Belge No: 236/13975Meclis-i Vükelâ Mazbataları (MV), Belge No: 63/87Yıldız Resmî Maruzat (YA. Res.), Belge No: 51/5Yıldız Esas Evrakı (Y.EE.), Belge No: 38/69, 134/6, 33/1, 81/28, 81/28, 47/169, 3/73Yıldız Mütenevvi Maruzat, (Y.MTV.), Belge No: 50/57, 49/40Yıldız Perakende Evrakı Adliye ve Mezahib Nezareti Maruzatı (Y.PRK.AZN.), Belge No: 1/64, 11/58, 19/35Yıldız Perakende Evrakı Arzuhal ve Jurnaller (Y.PRK.AZJ.), Belge No: 49/116Maarif Nezareti Mekâtib-i Gayrımüslime ve Ecnebiye Müfettişliği (MF.MGM.), Belge No: 3/28 TetkiklerAktaş, Necati, Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayını, Ankara 2000 Bozkurt, Gülnihal, Gayrımüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu, TTK Yayınları, Ankara 1996

Engelhardt, Edouard, Tanzimat ve Türkiye, Çeviren Ali Reşad, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1328.

İpek, Nurdan, Armaş ve Ermeniler, IQ Yayınları, İstanbul 2006Küçük, Cevdet, “Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi”, Ermeni Sorunu Özel Sayısı, Yeni Türkiye Yayınları, Sayı 38, Mart-Nisan 2001Shaw, Stanford, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, e-Yayınları, İstanbul 1994


* İstanbul Üniversitesi Doktora Öğrencisi; E-mail: nurdanipek77@hotmail.com; Tel: 0 216 352 98 55

[1] Cevdet Küçük, “Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi”, Ermeni Sorunu Özel Sayısı, Yeni Türkiye Yayınları, Sayı 38, Mart-Nisan 2001, s.692.
[2] Gülnihal Bozkurt, Gayrımüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu, TTK Yayınları, Ankara 1996, s.1
[3] Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, e-Yayınları, İstanbul 1994, s.215.
[4] Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Y.EE., Belge No: 38/69.
[5] Burada evli ve bekâr rahiplik kavramları üzerinde biraz durmak gerekirse, bu iki ünvan için ast-üst benzetmesi yapmak yanlış olmayacaktır. Bekâr kalmayı tercih eden rahipler en üst makam ve ünvanlara kadar yükseltilirken evli rahipler ancak belli aşamalara kadar çıkabilirler. Bu anlamda evli rahipler bekârların daima astını oluştururlar. Örneğin bekâr bir rahip konuşma için kürsüye çıkarken evli rahipler önden giderek yol açmakla yükümlüdürler. Kısacası, evli rahipler ancak özel ünvanlar alma hakkına sahipken, bekârlar öğretmen veya episkopos olabilirler hatta Patrikliğe kadar yükselebilirler.
[6] BOA, Y.PRK.AZN., Belge No: 1/64.
[7] Necati Aktaş, Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayını, Ankara 2000, s.39.
[8] Edouart Engelhardt, Türkiye ve Tanzimat, Çeviren Ali Reşat, İstanbul 1328, s.119.
[9] BOA, İ.DH., Belge No: 987/77929.
[10] BOA, İ.HR., Belge No: 236/13975.
[11] BOA, Y.PRK.AZJ., Belge No: 49/116.
[12] BOA, Y.EE., Belge No: 3/73.
[13] BOA, HH, Belge No: 315/18545-A.
[14] BOA, HR.MKT., Belge No: 32/64.
[15] BOA, HR.MKT., Belge No: 41/57.
[16] BOA, CDH, Belge No: 1713/1.
[17] BOA, HR.MKT., Belge No: 94/17.
[18] BOA, C.İKT., Belge No: 966.
[19] BOA, Y.EE., Belge No: 134/6.
[20] BOA, Y.PRK.AZN., Belge No: 11/58
[21] BOA, İ.MV., Belge No: 1109.
[22] BOA, Y.EE., Belge No: 33/1.
[23] Nurdan İpek, Armaş ve Ermeniler, IQ Yayınları, İstanbul 2006, s.35-40.
[24] BOA, HR.MKT., Belge No: 33/6.
[25] BOA, HR.MKT., Belge No: 46/80.
[26] BOA, Y.MTV., Belge No: 50/57.
[27] BOA, Y.PRK.AZN., Belge No: 19/35.
[28] BOA, İ.MV., Belge No: 163/87.
[29] BOA, MF.MGM., Belge No: 3/28.
[30] BOA, YA.Res., Belge No: 51/5.
[31] BOA, Y.MTV., Belge No: 49/40.
[32] BOA, Y.EE., Belge No: 81/28.
[33] BOA, Y.EE., Belge No: 47/169.
[34] BOA, İ.DH., 1213/95018.
[35] BOA, Y.EE., 81/28.
[36] BOA, HR.MKT., Belge No: 7/34.





Kaynak: © Erciyes Üniversitesi 2006


Hiç yorum yok: