Bugün Anneler Günü. Annenizi Kutlamaya Gidecek Misiniz?

 © pix
Bugün anneler günü. Annenizi kutlamaya gidecek misiniz?

-Tabii göreceğim annemi.

-Bu ruhani giysilerle mi gidiyorsunuz annenize?

-Evet.

-Mari Hanım kapıyı açtığında karşısında biricik oğlunu mu görüyor, Patrik hazretlerini mi?

-(Gülüyor) zor bir soru. Sanıyorum ikisini bir arada görüyor. .

-Dolayısıyla Patrik Hazretlerinin elini öpüyor mu?

-Yok canım. Ben öperim annemin elini. Rahip olacağım zaman yakın çevremde birçok insan başka işin mi yok diye tepki gösterdi. İlk anlayışla karşılayan annem oldu. “Önemli olan senin ne yapmak istediğin. Neyi seve seve yapacaksan onu yap. Bir işi zorla yapacaksan yapma daha iyi” dedi.

-Hayatınızdaki en önemli kadın kim?

-Annem tabii. Kişiliğimin oluşmasında onun şefkati çok etkili olmuştur. Bizim çocukluğumuz yazları Kırklareli’nin Kıyıköy’ünde geçti. Köydeki bütün anneler bizim annemizdi. Annem de bütün çocuklara yakındı. Hanımlar arasındaki o diyalog bize de sirayet ederdi. Annem, en sıkıntılı dönemlerimde hep yanı başımda olmuştur. Mesela çocukken kabakulak olduğumda, başımda nöbet bekleyerek devamlı başımı okşayarak dua etmesi, sınavlara girerken beni yüreklendirmesi, belki de her annenin yaptığı şeylerdir. Ancak bir olay var ki, ailemizin hemen hemen tüm üyeleri devamlı anlatır dururlar. Dayım Sıvas’ın Zara köyünden Nişan Zaralı’ydı. Ona babalık eden, Sabri Acun adlı bir bey vardı. Sabri Dedem, Türk Müslüman, ancak eşi Meryem Ninem, Ermeni asıllıydı. Ümraniye’de bir çiftlikleri vardı. Bir keresinde, ben daha 2-3 yaşındaki bir bebekken, bizimkiler, dayılarım, teyzelerim, annemle babam, Ümraniye’deki çiftliğe pikniğe gitmişler. Beni bir ara, hem güneşten korumak, hem de uyutmak için dayımın arabasının ön bölümüne yatırmışlar. Ben rahat durmamış, arabanın vitesiyle oynamışım. Bunun üzerine araba yokuş aşağı gitmeye başlamış. Annem hayatını tehlikeye atarak, giderek hızlanan arabanın camından içeriye uzanarak, yokuş aşağı giden arabanın içinden beni çıkarmayı başarmış. Kim bilir? Belki de arabanın içinde kalmış olsaydım, bugün hiç olmayabilirdim. Bir yerde hayatımı annemin cesaretine borçluyum, diyebilirim.

-Daha sonra hayatınızın akışını yine bir kaza değiştirdi, değil mi?

-Evet. Amerika’da geçirdiğim feci bir trafik kazası ve bu kazada en sevdiğim arkadaşım Petro Maraşoğlu’nu yitirmem, sıfırdan yeniden başladığım hayatımı Allah’a adamama vesile oldu. Akrabalarımızdan birçok kişi rahip olmama karşı çıkarken, gerek rahmetli babam, gerekse annem, Allah’a adanma arzumu saygıyla karşıladılar ve bana destek verdiler. Hayatımdaki en önemli kadın annemdir, çünkü tüm insanî duygularımın, doğruluğun ve dürüstlüğün benim hayatımdaki ilk öğretmeni odur. Rahmetli anneannem de beni çok etkilemiştir. Güçlü ve imanına sıkı sıkıya bağlı bir kadındı. Mesela, onunla birlikte, Haç bayramlarında, Balat’taki Surp Hreşdagabed Kilisesi’ne ziyaretlere gidişimi unutamam, Balat Kilisesi’nin önündeki meydanda o zaman boş bir arsa vardı, şimdilerde oraya bir okul yapılmış, eskiden orada sabaha kadar süren şenlikler düzenlenirdi. Bunlar unutulamayacak çocukluk anılarım.

-Hz. Musa’nın annesi Asiye, Hz. İsa’nın annesi Meryem, Hz. Muhammed’in ilk eşi ve çocukların annesi Hatice ile kızı Fatıma, Müslüman kadınlar için rol model olan kutsal kadınlar. Hz. Meryem’in dışında Hıristiyanlığın bunlara denk mübarek kadınları var mı?

-Azizeler arasında mesela Gayane adlı İtalyan bir baş rahibe var. Kendisiyle evlenmek isteyen Roma imparatorundan kaçmak için ilk önce Mısır’a, oradan Kudüs’e, Kudüs’ten de Van’a gelir ve orada inzivaya çekilir. Ve ondan sonra da kendisi çok müşfik bir baş rahibe olarak tanınır. İffet ve iman abidesi bir rol modeli olarak Ermeni Kilisesinin tarihinde çok önemli bir şahsiyettir.

-Azizelerin karşılığı bizde de kadın evliyalar var. Sizden öğrenmek istediğim İncil’de adı geçen, daha yüksek mertebede dini kadın motifleri?

-Şefkat abidesi Meryem ananın yerini hiç kimse tutamaz tabii. Onun yanı sıra, Allah’ın Ruhu’yla dolmuş olan Vaftizci Hz. Yahya’nın annesi Hz. Elizabet, tüm inanan kadınlar için mühim bir örnek. Ayrıca Ermeni Kilisesi’nin kurucusu Aziz Gregor’un dadısı ve süt annesi, azizi hayatı pahasına koruyan Kayseri-Kapadokyalı Sofia var. 301 yılında Aziz Gregor’un babasının ailesi tamamen ortadan kaldırıldı Ermeni kralı tarafından. Bu Kayserili hanım, dadılık yaptığı bebeği mutlak bir kıyımdan kaçırdı. Kayseri’ye getirdi ve ona annelik yaptı. O çocuk oradaki okullarda okuyarak büyüdü.

-Meryem ana iki dinin ortak kutsal kadın figürü Arada çok önemli bir fark var.

Hazreti Meryem’in Hıristiyanlıktaki lakabı, Theotokos yani Tanrının annesi. Anlamadığım şu. Madem ki İsa’yı doğuran odur. Madem ki size göre İsa, Tanrı’nın oğludur. O zaman Meryem’in Tanrının eşi olması gerekmez mi?

-Hıristiyanlığa göre İsa mesih Allah’ın kelamıdır. Kelamullah olduğuna göre kendisinde ilahi bir tabiat varsa o zaman onun annesine Theotokos deniyor.

-O zaman iki tane Tanrı olmuş olmuyor mu? Biri Meryem’i gebe bırakan, diğeri Meryem’in doğurduğu. Meryem de hem Tanrı’nın eşi, hem de annesi?

-Yok. O anlamda değil. Bizim inancımıza göre Meryem kutsal ruhtan gebe kalmıştır. Öyle ki O’ndan doğan da kutsaldır.

-Yine anlayamadım. Kutsal demek başka, doğan da Tanrı’dır demek başka.

-Bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Hristiyan öğretisine göre, Meryem Ana’dan doğmuş olan İsa Mesih, Allah’ın Oğlu’dur. Diğer tüm dinlerin öğretilerine olduğu gibi, Hristiyanlık’taki bu inanca da saygı duymak gerekir.

-Annelerden bahsederken, yavrularına da bakalım biraz. Papalık geçenlerde ilginç bir karara imza attı. Bildiğiniz gibi 1870 birinci Vatikan Konsilinden beri vaftiz edilmeden ölen bebeklerin cennetle cehennem arasındaki limbo denilen bir yere gideceklerine inanılıyordu. Artık vaftiz edilmeden ölen bebeklerin de cennete gideceğine inanılacak. Ermeni Kilisesi, Katolik Kilisesinin bu kararını nasıl karşılıyor?

- Papalık makamının vaftiz edilmemiş bebeklerin cennete gideceğine karar vermesi daha çok onların velilerini rahatlatmaya yönelik bir düşünce. Çocuğun istenmeyen bir yerde olması hoş bir şey değil veli için. Çocukları vaftiz olmamışsa, ne olacak bu çocuğun diğer yaşamdaki hali diye akıllarında bir soru işareti olur. Katolik Kilisesi’nin kararının Ermeni Kilisesi tarafından uygulanması söz konusu değil. Ayrıca Mesih İsa’nın bu konudaki öğretisi kesindir: «Sana doğrusunu söyleyeyim, bir kimse sudan ve Ruh'tan doğmadıkça Allah’ın melekutuna giremez. Bedenden doğan bedendir, Ruh'tan doğan ruhtur. Sana, `Yeniden doğmalısınız' dediğime şaşma. Yel dilediği yerde eser; sesini işitirsin, ama nereden gelip nereye gittiğini bilemezsin. Ruh'tan doğan her adam da böyledir.» (Yuhanna 3: 5-8). Biz her çocuğun vaftiz olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu nedenle çocuklar ya sekiz günlükken ya da ilk yaz genelde vaftiz oluyorlar.

Peki, ya ilk sekiz günde, ya da ilk yaza girmeden vaftiz edilmeyip ölen çocuklar size göre nereye gidiyor?

-Bana göre diye bir şey yok. Dinin kurallarını ben yazacak değilim. Vaftiz olmamış olan masum çocukların durumu müşfik ve merhametli Rabb’imizin takdirine kalır. Buna teolojide İlahî Ekonomi diyoruz.

-Bu limbo kavramı, bizdeki Araf’a benziyor. “Araf’da kalmak” dini jargonun dışında da çok kullanılan bir tabir Türkçede. Bazen kendinizi Türklerin ve Ermenilerin fanatikleri arasında Araf’ta kalmış gibi hissettiğiniz oluyor mu?

-Bu deyimin kullanılma yöntemine baktığımda, evet, bazen Türk ve Ermeni fanatikleri arasında kalma duygusunu yaşadığımızı söyleyebilirim. Bu, bana bazen iki ateş, bazen de iki sevgi arasında sıkışma duygusu gibi geliyor. İki ateş, çünkü, iki tarafın milliyetçileri de iflah olmaz bir şekilde birbirlerine ateş püskürüyorlar, dolayısıyla biz Türkiye Ermenileri de arada kalıyoruz. İki sevgi, çünkü, her iki tarafın dilini, kültürlerini, gelenek ve göreneklerini benimsiyor ve seviyoruz. Bu nedenle, hep derim ya, bu iki halkın arasında huzurun ve barışın tesisi herkesten önce Türkiye Ermenilerini sevindirir.

-Müslüman topraklarda yaşayagelmek sizlere nasıl yansıyor?

-Müslüman bir ülkede yaşayagelmenin başlıca yansıması dinlerarasındaki hoşgörü ortamıdır. Ezan ve çan sesleri özellikle İstanbulumuz’da birbirine karışır ve mistik bir ortam yaratır. Sonuçta, ezan da çan da aynı Allah’ı yüceltmekte ve inananları duaya çağırmaktadır. Bu hoşgörü ortamını bozacak her türlü oluşumun karşısında olmalıyız. Çocukluğumu geçirdiğim mahallede Türkler, Ermeniler, Rumlar, Museviler bir arada yaşar, birlikte oynardık. Mahallede herkes kimin bayramı ne zaman çok iyi bilir, karşılıklı bayramlaşmalar olurdu. Bunun için bazen hayıflanıyorum ya zaten. Şu son yaşadığımız acı olaylara bakıyorum da, canım gibi sevdiğim ülkemi şimdilerde tanıyamaz oluyorum.

-Seçim arefesindeyiz. Türk ve Ermeni milletlerin kardeşliğinin korunması adına kimden ne beklersiniz?

-Bizler burada zaten kardeşiz. Aynı suyu içiyor, aynı havayı soluyoruz. Ancak, Ermenistan ve Diaspora’yla da ilişkileri geliştirmenin zamanı geldi artık. Türkiye’ye ve Ermenistan’a karşılıklı olarak gazeteciler, gençler, akademisyenler, Sivil Toplum Kuruluşları ziyaretler düzenlemeli, beşerî ilişkilerin gelişmesi sağlanmalı. Zor konulara daha sonra girilir. Önce karşılıklı güven ve anlayış tesis edilmeli. Bunu sağlamak adına, sanatsal yarışmaların düzenlenerek, karşılıklı güvenin ve anlayışın pekiştirilebileceğini düşünüyorum. Ayrıca, Türkiye Ermenileri’nin TBMM’de temsil edilmesini de isterim. Romanya’da, hatta İslamî bir cumhuriyet olan İran’da bile Ermeni kökenli milletvekilleri var. Vatandaşlık, hoşgörü gibi kavramlar soyut ifadelerdir. Siyasî partilerimiz politikaya ilgi duyabilecek Ermeni vatandaşlarımıza biraz daha ilgi gösterebilirlerse daha somut bir adım atmış olurlar.

-Sizce Hıristiyan ve İslam mistisizminin temas noktaları var mı?

-Olmaz olur mu? Mistisizm zaten dogmayı aşmak demektir. Meselâ Mevlana Celaleddin-i Rumî ile bir çok noktada anlaşamamak mümkün mü? Bu nedenle Mevlana Hazretlerinin cenaze törenine birçok gayrı-Müslim din görevlisi katılmıştır.

-Mevlana’da sizi etkileyen tek şey cenazesine gayri Müslimlerin katılması mı?

-Hayır, kendi o sufi felsefesi, insanları ayırt etmemesi. Ve herkese ne olursan gel demesi. Bu çok önemli. Özellikle bugünkü zamanda bizim ihtiyacımız olan öğreti.

-Gel dediği yer neresi sizce?

-Allah’ın kapısı. Orayı hepimiz dualarımızla aşındırmalıyız.

-Mevlana ve İbnül Arabi İslam mistisizminin tepe noktaları. Sizin dininizde bunların muadili olarak kimler var?

-Çok var. Mevlana Hazretlerinin Ermeni Kilisesi’nde tekabül eden kişi Van Gölü’nün güneydoğusunda Nareg Köyü’ndeki manastırda yaşamış olan Aziz Krikor Naregatsi’dir. O da dogmayı aşmıştır. Ve büyük bir insani sevgiyle dolmuş olan büyük bir mistiktir. Van’ın çıkardığı en önemli insandır bana göre. Aziz Krikor Naregatsi de aynı Mevlana Celaleddin-i Rumî gibi evrensel insandan söz ederek, “Ben herkesim” der. İnsanın duasının, Allah’ın nezdinde hoş kokulu bir günnük gibi kabul olunacağından bahseder.

-Herhangi bir İslam mistiğini okudunuz mu?

-Biraz Said-i Nursi okudum. Özellikle Türk ve Ermeni halklarının karşılıklı ilişkileri hakkında önemli düşünceler beyan etmiştir. Hatırlayabildiğim kadarıyla bizim bu kavimle dost olmamız gerekir. Bizim mutluluğumuz onlarla olan dostluğumuzda gibi şeyler var.

-Geçen yıl Ramazanda oruç tuttuğunuzu söylemiştiniz…Tecrübenizi paylaşır mısınız?

Aslında bu konunun medyaya yansımasına ben üzüldüm. Oruç gizli bir ibadettir. Hristiyanlık’ta da hemen hemen aynı anlamda tutulmaktadır. İşte bu konu gerek İslamiyet’e, gerekse Hristiyanlığa ortak olan bir öğretidir. Ramazan ayında oruç tutmamın ardındaki başlıca düşünce şu: Ben insanların bütün bir gün oruç tuttuktan sonra gittikleri iftar sofralarında eğer ben de oruçlu olmazsam, kendimi suçluymuş gibi hissediyorum. Her şeyden önce o manevî ortamı Müslüman kardeşlerimizle paylaşabilmek güzel. Meselâ bir anımı anlatabilirim. 82. Patriğimizin adı Şınorhk Kalustyan’dı, Yozgat’ın İğdeli köyündendi. Çok ruhanî bir kişiliği vardı. Aynı katta kalırdık. Sabah ezanından hemen önce gelir, kapımı tıklatır, yanı başımızdaki caminin imamının az sonra sabah ezanını söyleyeceğini anımsatırdı. “Oğlum bizim neyimiz eksik? Hadi duaya” derdi. Bu oruç da bunun gibi bir şey işte.

-Kuran’ın sizin için anlamı ne?

-Kuran, İslamiyet’in yani, dünyada gittikçe yayılan ve birçok ortak noktalarımızın da bulunduğu bir dinin Kutsal Kitab’ı. Saygı besliyorum. Tanıdığım birçok Müslüman müminin hayatında gördüğüm Kuran’dan dolayı yaşanan değişikliğe saygı duyuyorum.

-Hz İsa’nın Allah’ın elçisi olduğunu kabul etmenin Müslüman olmak için zorunlu olmasını nasıl karşılıyorsunuz?

-Tabii önemli bir şey. Biz de Eski Ahit’teki bütün peygamberleri kabul ediyoruz.

-Ama Hz Muhammet’i kabul etmiyorsunuz değil mi?

-Şahsi görüşüm olarak söyleyebilirim. Hz. Muhammed İslam aleminin peygamberi. Vahiy almış. Büyük bir medeniyetin kurucusu. Saygı besliyorum.

-Allah Kuran’da İslamın son din olduğunu söylüyor. Ben dinimi tamamladım, diyor. Son peygamber olarak Muhammed’i seçtim diyor. Kuran’ı Allah kelamı kabul eden, nasıl hala Hıristiyan kalabilir? Bu çelişkiyi nasıl açıklarsınız?

-İslamiyet için Kuran vahiy kitabıdır, kelamdır. Hıristiyanlık için ise en son peygamber Hz. İsa olduğuna göre bu durum her zaman yaşanacak.

- Nicolas Sarkozy Fransa’da Cumhurbaşkanı seçildi. İzleyeceği politika konusunda öngörüleriniz neler?

-Nicolas Sarkozy seçim propagandasını sürdürürken, bildiğiniz gibi Türkiye’ye epey yüklendi. Ben de Sayın Başbakanımız Recep Tayip Erdoğan ve Avrupa Birliği Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Sayın Olli Rehn gibi, Sayın Sarkozy’nin Cumhurbaşkanlığı makamına oturduktan sonra durulacağını ümit ediyorum. Fransa ile ülkemiz arasında ticarî faaliyetler gayet üst düzeyde. Soykırım yasasının yeniden gündeme getirilmesi bu ilişkileri zorlayacaktır. Aslında Fransız tarihçilerinin de katılabilecekleri, Türk ve Ermeni tarihçilerinden oluşan üç taraflı bir oluşumun Türk-Ermeni ilişkileri tarihini birlikte incelemeleri çok iyi olurdu. Bildiğiniz gibi, Sayın Başbakanımız, bu öneriyi daha önce getirmiş ancak Ermeni asıllı tarihçiler bu öneriye imtina ile yaklaşmışlardı. Halbuki, 5. yüzyıldan bu yana süregelen Türk-Ermeni ilişkileri tarihinde çok olumlu ve iftihar edilecek olaylar da vardır. İttihat ve Terakki Hükümeti döneminde çok acı olayların yaşanmış olduğu bir gerçek, ancak dediğim gibi, 5. yüzyıldan bu yana tüm tarihi de o acı olayların gölgesine terk etmenin de Türk ve Ermeni halklarının ilişkileri ve dostluğu adına bir o kadar yanlış olacağını düşünüyorum.

-Günah çıkartma ve affetme; Katoliklerde var, Protestanlarda yok. Sizde durum nedir? Papaların Allah adına günahları affetme yetkisi, Patrikler için de geçerli mi?

-Bir kişinin günahlarını sadece Allah affedebilir. Allah’ın, yürekten tövbe eden her kulunun günahını affettiğine inanıyoruz. Papa’nın, Patrik’in, rahibin veya papazın yaptığı sadece Allah’ın yürekten edilen tövbeyi kabul ettiğine dair tövbe eden şahsa güvence vermektir. Günah çıkartma diye bir şey yok. Kimse kimsenin günahını çıkartamaz.

-Böyle söylüyorsunuz ama yanılmıyorsam Yuhanna İncil’inde Hz İsa’nın ağzından havarilere “günahlarını af edeceğinizin kimselerin günahları af olunacaktır. Günahlarını af etmeyeceğinizin kişilerin ise günahları af olunmayacaktır” deniyor.

-Ama bu her Hıristiyan için. Özel olarak rahipler için değil. Yani insanların birbirini affetmesini teşviktir. Helalleşme gibi bir şey. Mesela rabbani dua dediğiniz duada da var. Bize karşı işlenen günahlar affettiğimiz gibi sen de bizim günahlarımızı affet, diyoruz Allah’a.

-O halde Papalık bunu yanlış mı yorumladı?

-Hayır. Bu tamamıyla İslamiyetteki yanlış algılamalarla ilgili bir şey. Rahipler Allah adına affetmiyor bir şeyi. Orada kendisi sadece bir memur görevini yapıyor. Ve Allah senin günahlarını affetti diyor.

-Nereden biliyor?

-Allah’ın tövbe edildiğinde günahları affedeceğinden eminiz çünkü. Değil miyiz?

-Peki ya Papaların asla yanılmazlığı, dolayısıyla daimi günahsızlığı? Patrikler de böyle midir?

-Papalar’ın günahsız olduklarına inanmıyorum. Her ayinden önce isteyerek veya istemeyerek işledikleri her günah için tüm rahipler gibi, Patrikler de tövbe duaları okurlar.

-Siz İncil’i hangi sıklıkta ve nasıl okursunuz? En çok hangi bölümü sizi etkiler?

-İncil, Allah’ın Kelamı’dır. Bedenin suya ihtiyacı olduğu gibi, ruhun da her gün Allah’ın Kelamı’yla beslenmeye ihtiyacı vardır. Her Hristiyan’ın her gün İncil okuması gerekir. Bunun Ermenice olmasına da gerek yok. Artık çok şükür her lisanda İncil bulmak mümkün. İncil’de beni en çok İsa Mesih’in çarmıhın üzerindeyken, kendisine işkence ve zulüm edenler için sarfettiği «Baba, onları bağışla. Çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar.» (Luka 23:34) demesi beni her zaman atkiler. Yani sadece birbirimizi bağışlamamızı demekle kalmayıp, en zor anında bile kendi öğrettiğini uygulamıştır.

NURİYE AKMAN
13 Mayıs 2007

Hiç yorum yok: