Türk Dostu Diaspora Ermenileri

Bilindiği gibi Osmanlı Devleti farklı etnik köken ve dini inanca sahip unsurların bir arada yaşadığı bir devletti, Önceleri etnik kökenleriyle anılmayan bu unsurlar dini ve mezhebi anlamda millet olarak nitelendirilirlerdi. Bu sistem 1789 Fransız Devrimi’nin getirdiği milliyetçilik, eşitlik ve özgürlük akımlarının etkisiyle etnik temele dayanır hale geldi. Bu akımlardan ilk etkilenen kendi din, dil ve kültürlerini koruyan Hıristiyan azınlıklar olmuştur. Batılıların da desteği ile Balkanlarda başlayan isyanlar sonunda Osmanlı, Avrupa topraklarını kaybetmeye başlamıştı. Bu ayrılıkçı harekete XIX. Yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı topraklarında devlete sadık, Türklerle dostluk içerisinde yaşayan Ermeniler de katılmıştır. Bunlar 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında İngiltere ve Rusya gibi ülkelerin birbirleriyle olan rekabeti ve Osmanlı üzerindeki emellerini harekete geçirmek maksadıyla kışkırtılmışlardır. Bu savaşta Ruslara yenilen Osmanlı, 1878’de imzaladığı Ayastefanos Anlaşması’nın 16. maddesi ve İngilizlerin müdahalesiyle daha sonra imzalanan Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi gereği Ermeniler için ıslahat yapmayı kabul etmiştir. Bu gelişme Ermeni konusuna uluslar arası bir boyut kazandırmıştır. Pek çoğu Türkçe isimler taşıyan bu topluluk mensuplarından özellikle yabancı ülkelere eğitim için gidenler ve içerde yabancı misyonerlerin çalışmalarından etkilenenler, Osmanlı topraklarında eylemler yapmaya başlamışlardır.

Bu amaçla Osmanlı toprakları dışında kurulan ve içeride de örgütlenen ihtilalci Hınçak ve Taşnak gibi örgütler ile teşkilatlanan Ermeniler; Van, Erzurum, Adana, Maraş gibi değişik şehirlerde isyanlar çıkararak eylemlere girişmişlerdir.

Birinci Dünya Savaşını fırsat bilen bir kısım Ermeni, düşman ordusuna katıldığı ve cephe gerisindeki masum vatandaşları katlettiği için 1915’te zorunlu göçe tabi tutulmuştur. 1915’ten beri Türkiye’ye karşı mücadele halinde olan ve dünyanın dört bir yanına göç ederek yerleşen diaspora Ermenileri 1915’te yaşanan olayları soykırım olarak nitelendirmişlerdir. Siyasi teşkilatlar, dernekler, gazeteler, radyo ve televizyon yayınları ile 24 Nisan’ı soykırım günü olarak ilen etmişlerdir. Her yıl 24 Nisan’da çeşitli etkinlikler düzenlenerek Türkiye suçlanmakta ve toprak, tazminat gibi taleplerde bulunulmaktadır.

Bu tepkiler, Batılıların da dikkatini çekmek için yerini şiddet olaylarına bırakmıştır. 1973’te 77 yaşındaki Mıgırdıç Yanıkyan adlı Ermeni tarafından Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir’in öldürülmesi ile başlayan cinayetler devam etmiş ve 1980’lere gelindiğinde öldürülen kişi sayısı 50’ye ulaşmıştır.

Halen dünya üzerindeki Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı üç bölge vardır. Bunlardan bir kısmı Ermenistan’da yaşayanlar, diğeri Türkiye Cumhuriyeti ve üçüncüsü de başta Amerika, Fransa ve Kanada olmak üzere dünyanın değişik bölgeleridir. Göka’ya göre Türk aleyhtarlığını ve dolayısıyla soykırım görüşünü destekleyen ve körükleyenler bu diaspora Ermenileridir. Bunda her birinin toplumsal psikolojisinin farklı olmasının ve ciddi kimlik krizi yaşamalarının etkili olduğu, dolayısıyla milli kimlik oluşturabilmek için bu yola başvurmalarının payı vardır. Bununla beraber diaspora Ermenileri arasında böyle düşünmeyen sağduyu sahibi Ermenilerin bulunduğu da görülmektedir.

Bu bildiride Emniyet Arşivlerine ve basına yansıyan bilgi ve belgeler ışığında Türkiye dışında yaşayan ve diaspora Ermenileri de olarak adlandırılan örnek kişi ve grupların Türkiye hakkındaki olumlu yaklaşımları ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Geçmişte bir arada yaşayan Türkler ile Ermeniler birbirlerinden etkilenmişler ve birbirlerine güvenmişlerdir. Bu durumu Osmanlı Devleti’nde nazırlık yapmış olan Ermeni Hallacyan’ın, Bir Türk, evinden uzunca zaman ayrılırken –mesela Hacca giderken- anahtarını komşusu Ermeni’ye bırakırdı; o da Kudüs’e giderken öyle… Dedemin İncil’i sizin harflerinizle okuduğunu bilirim. En büyük yemini “Kur’an çarpsın!”dı. İki taraf birbirinin cenazesine giderdi. Sultan Mahmud’un dediği gibi, hakikaten millet-i sadıka idi şeklindeki sözleri en açık şekliyle ortaya koymaktadır. Benzer görüşler Kazım Karabekir ve Cemal Paşalar’ın Osmanlı dönemine ait hatıralarında da yer almış ve Türklerle Ermeniler arasındaki dostluğun çok ileri olduğu, bir yere gidecekleri zaman evlerini, barklarını, ailesini ve namusunu birbirlerine emanet ettikleri belirtilmiştir.

Yine bazı Ermeniler, gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet Türkiye’sinde yaşayan Ermenilerin iyi durumda olduklarını, Türkiye ile iyi geçinilmesi gerektiğini belirterek, Taşnak, Hınçak ve Ramgavar gibi örgütlerin yaptıkları faaliyetleri onaylamamakta ve kendilerini Türklere ve Türkiye’ye daha yakın hissetmektedirler.

Bu yakınlığı Göyünç, eserinde 1995’te bir grup öğretmenle gittikleri ABD’nde Santa Barbara’da kaldıklarını öğrenen Ermeni karı-kocanın otele gelerek kendilerine çok içten davrandıklarını, evlerine götürerek bol ikramda bulunduklarını yazarak ortaya koymuştur.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye aleyhindeki faaliyetlerin devam ettiği bir dönemde Fransız işgalindeki Suriye’de yaşayan bazı Ermeniler, Türkiye karşıtı Ermeni örgütlerine karşı yeni bir örgütlenme içine girmişlerdir. Bu konuda Suriye’den alınan istihbarat raporunda şu bilgilere yer verilmiştir. Bölgede 5–10 Ermeni’den oluşan Hür Ermeniler Partisi kurulmuştur. Bunlar Taşnak, Hınçak ve Ramgavarların başarılı olamadıklarını düşünmektedirler. Katil, suikast, tehdit, palavra ile büyük Ermenistan kuracaklarını söyleyen Taşnaklar ne Erivan’da ne de Kilikya’da hatta Kürtlerle ortak Hoybun harekâtında da başarılı olamamışlardır. Hatay’da Türklere karşı hazırlanmış adamları Fransızlar tarafından terk edilmiş ve Türklerden yüz bulamayarak göç etmek zorunda kalmışlardır. Suriye’de 1936’da vatanperver Araplarla birleşerek, kendilerine sözler veren Fransızlara bile sırt çeviren Taşnakların bu planı da tutmamıştır. Hınçaklar da benlik gösterememiştir. Büyük emeller peşinde koşan Ermeniler enternasyonal serseriler halinde hiçbir yerde tutunamamışlardır. Hür Ermeniler bu şekilde büyük Ermenistan kurulamayacağını belirtmişlerdir. Çünkü onlara göre; bugünkü Türkiye dar bir sahaya tıkılmıştır. Kimseye verecek toprağı yoktur. Büyük bir inkılapla gençleşmiş ve kuvvetlenmiştir. Türkiye’den bir Ermenistan çıkarmak abesle iştigaldir. Birinci Dünya Savaşı’nın galibi bile Türkiye’yi parçalamayı başaramamıştır. Onlara göre yapılacak iş hayalidir. Bunu bırakıp Türklerle anlaşalım. Türkiye Cumhuriyeti rejimini kabul ederek hür Türk Ermenisi olmak gerekir. Türkiye’ye döner, bir Türk gibi bütün haklardan yararlanır, yabancı diyarlarda sürünmekten kurtuluruz demektedirler. Dişçi Artin Çamcıyan ve Hınçak liderlerinden Ropen Yağsızyan ise aynen şunları söylemişlerdir: Biz, şahsen ne açız ne işsiziz, ne de Fransızlardan müşteki ve muğberiz. Fakat Araplardan mütenafir mutazarrırız. Gayemiz milletimizin müstakbel saadetine hizmettir. Bu ise milletimizin Türklerle bir arada yaşamasına bağlıdır. Dilimiz, duygumuz emelimiz ve yurdumuz onlarla bir olmalıdır. 20 senelik hüsran kâfidir… Muhalefetten ne kazandık? Bizi Türkler aleyhine çevirenler bize ne gibi hizmetler ettiler?... Artık yeter… Biz Türklerden başka kimse ile anlaşamayız…

Söz konusu raporda, partinin henüz resmen tanınmadığı ve oluşturulmadığı, hatta gayrı resmi olarak da bilinmediği belirtilmekte ve ayrıca, Halep şehri içinde 200’e yakın üyesi vardır ve bunların büyük kısmı Gaziantepli, Kilisli ve Maraşlı’dır. Diğer Ermeniler ise muhaliftir… Bunların faaliyeti Halep’in her iki semtindedir. Halep’in batısında yeni kurulan Ermeni kasabalarından Davudiye ağırlıklıdır. Bu kasaba iki sene evvel Halep’teki Fransız delegesi David namına kurulmuştur. Bu kasabada Hınçak ve Taşnak Ermenileri otururlar, birbirleriyle anlaşamazlar, onun için bu parti doğmuştur denilmektedir.

Haber gazetesinde 04.04.1965 tarihinde çıkan Valâ Nureddin imzalı Türkler ve Ermeniler başlıklı makalede Matmazel Bagdasaryan; Ya benim amcalarımın, dayılarımın Türk köylülerine ettikleri? Takas… dedi. Bu bir iç savaştı. Birinci Umumi Harp’te Prusya emperyalizminin kışkırtmacasıydı. Kimi has Ermeni, kimi Ermeni dinini kabullenmiş Hıristiyan Türklerin felaketini doğurdu dediği yazılmıştır.

Yine 9 Nisan 1965’te Arşav gazetesinde çıkan yazıda Lübnan’da ve yabancı memleketlerde Ermenilerin matem töreninin 50. yılını anmaya hazırlandıkları, bu nedenle Ermenilerin yabancıların, Makarios ve Kipriyanu gibi adamların teşviki ile Türkiye’ye karşı gösteriler düzenleyecekleri haberi yer almıştır. Bu haber üzerine Yervant Aslanyan, Makarios’un ve Kipriyanu’nun Birleşmiş Milletler’de Ermeniler adına tek bir söz söylemeye yetkileri yoktur… Tarihte onların dedeleri Hıristiyanlık maskesi altında defalarca Ermeni ırkını imha etmeye teşebbüs etmişlerdi. Bu gün onlar tekrar Kıbrıs’taki Türk kardeşlerimizi imha etmek teşebbüsüne girişmişlerdir… Tarih boyunca Türk ve Ermeni vatandaşları, vatanın yükselmesi ve ilerlemesi için kardeşçe bir arada çalışarak beraberce yaşamışlardır… Birinci Dünya Savaşı, Atatürk’ün adil Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini kurmasına yol açmıştır yorumunu yapmıştır.

Türkiye aleyhinde çalışan Ermenilerin Rumlarla işbirliği yaptıkları, daha doğrusu Rumların Ermeni meselesini Türklere karşı kullandıkları bilinmektedir. Bu konuda Kıbrıs’ta yaşayan bazı Ermenilerin Rumların kendilerine yaptıkları baskılar sonucunda Türklerle olan yakınlıklarını gerçekleştiremedikleri Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği’nin 09.05.1968 tarihli Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği yazısından anlaşılmaktadır. Yazıda;

1.Kıbrıs’taki Türkler aleyhindeki Ermeni faaliyetlerinin içerik ve sebepleri itibarıyla iki şekilde kendini gösterdiğine dikkat çekilmektedir.

A-Bunlardan birincisi uluslar arası Ermeni faaliyetlerine paralel faaliyetlerdir. Her ülkede olduğu gibi Kıbrıs’ta da sayısı az olmakla beraber Ermenistan davası taraftarlarının bulunduğu, ayrıca Ermeni davasının gerçekleşmesine belirli bir devletin imkân vereceğine inandığı için o memleketle sıkı ilişkide bulunan ve verilen emre göre hareket eden kimselerin var olduğu bildirilmektedir. Ermeni cemaati liderinin sol eğilimli olduğu, ayrıca bir kültür kurumu olan Melkonian Enstitüsü’nün de özellikle geçmişte bazı Sovyet faaliyetlerine merkezlik ettiği İngiliz Intelligence servisinde Philby’nin yayınladığı hatıratından anlaşıldığı belirtilmiştir.

B-İkinci sınıfa giren Ermeniler ise mevcut durum dolayısıyla kaderlerini Rumlara bağlamışlardır. Aslında Ermenilerin Rumları sevmedikleri ve kendilerini Türklere daha yakın hissettikleri bilinmektedir. Nitekim yaşanan olaylardan önce Ermenilerin hemen tamamının Türk kesimlerinde yaşadıkları ve ticaretlerini de Türk kesimleriyle yapmakta oldukları bilinmektedir ve Rum kesimine geçmeleri tamamen olayların zoruyla olmuştur. Bunlar Türk kesiminde kalsaydık Rumlar Türklere yaptıkları muamelenin aynısını bizlere de yapacaktı demişlerdir. Böyle düşünmekle beraber gündelik hayatlarını devam ettirebilmek için bu Ermeniler, Rumların kendilerinden talep ettiği her türlü Türkiye aleyhtarı faaliyeti geçmişte yaptıkları gibi bundan sonra da yapacaklardır denilmektedir. Bir vesile ile kendisi ile yapılan görüşmede Ermeni cemaati reisi Rumların bize yaptıkları tazyiki tahmin edemezsiniz. Buna boyun eğmezsek maddeten zarar göreceğiz. Rumlar on istiyorsa biz ancak iki yapıyoruz. Mukavemete kudretimiz yoktur. Esas yakınlığımız Türklerle olmakla beraber Ada’da hâkim ve mukadderatımızı tayin eden unsur Rum olduğu için ona karşı gelme imkânlarımız mahduttur demiştir.

2.Bu durum karşısında Kıbrıs’taki Ermenilerin maddi çıkarı dolayısıyla Rumların isteklerine boyun eğecekleri ve Türkiye aleyhinde faaliyetlerde bulunmaları istendiği takdirde ister istemez bu yola gidecekleri doğaldır denilmektedir. Esasında Ermeniler Rumlarla bir arada bulunmayı kendi çıkarları bakımından uygun görmemekteler, adet ve örf bakımından kendilerini Türklere daha yakın hissetmeleri bir yana, Türk kesiminde ticaret yapmayı, ticari alanda kendileri kadar tecrübeli olan Rumların bulunduğu Rum kesiminde ticaret yapmaya maddi menfaat yönünden de tercih etmektedirler.

3.Sonuç olarak, Kıbrıs’taki Ermenilerin kendi çıkarları bakımından mevcut şartlar içinde Rumların Türkiye aleyhindeki her türlü isteklerine boyun eğmekten başka çareleri yoktur. Görüşülen Ermenilere, Türk cemaatinin arkasında Türkiye’nin bulunduğunu unutmamak lazım geldiğini ve ileride bu uygun olmayan şartların düzelip Türk cemaatinin de Ada’da söz sahibi olacağını, dolayısıyla tutumlarını geçici şartları esas alıp tespit ederlerse ileride Türklerle tekrar işbirliği yapmak fırsatını göz önünde bulundurmalarına dikkat çekildiği, yazılmıştır.

Yurt dışında yaşayan Türkiye ve Türkler hakkında olumlu düşünen bir kısım Ermenilerin terör taraftarı Ermeniler tarafından tehdit edildiklerine dair basında bilgilere rastlanmaktadır. Bunlardan Türk dostu ünlü mücevherci Vahe Tosunyan’a gönderilen imzasız bir mektupta Köpek gibi sokakta öleceksin! denilmiştir.

Türk-Ermeni dostluğuna yaptığı hizmetlerden dolayı şeref madalyası alan Jan Vahe Tosunyan, 1907 İstanbul doğumlu olup, elmas yontucusudur. 1925’te meslek eğitimi için Paris’e oradan da elmas madeni aramak için Afrika’ya giden Tosunyan, Türkiye sevgisi hakkında, …Ben Türkiye’nin malıyım. Orada doğmuşum. Memleketi sevmemek olur mu? Ama beni Hıristiyan yapmışlar, papaz dua okumuş başımda, sizin de imam. Kabahat benim mi? Aynı dinden olmak şart mı? O memleket hepimizin değil mi? Din başka, millet başka. Dinle milleti birbirine karıştırmamak gerekir… Fransa’ya gelen her Türk işçisine, her Türk’e yardım etmeye çalıştım demiştir.

Gerek Türkiye sevgisi, gerekse Tosunyan isminden dolayı kendisinin ve Türkçe isimler taşıyan Ermenilerin Türk olduğunu ifade etmesinden dolayı Ermeniler tarafından tehdit edildiğini sözlerine ilave etmiştir .

Türkiye’nin Tahran büyükelçiliği müsteşarı ile görüşen İran Kounomi gazetesi müdürü Eğikyan kendisine Türkiye hükümetinin Ermeniler hakkında gösterdiği alicenaplıktan dolayı Tahran’daki Türkiye Ermenileri adına teşekküre geldiğini söylemiştir. İstanbul’da çıkan Jamanak gazetesi muhabirinin Türk Dışişleri Bakanı ile yaptığı mülakatta, Cumhuriyetin 25. yıldönümü dolayısıyla bir af kanunu hazırlanmakta olduğunu, bu aftan vaktiyle Türkiye dışına çıkmış olan Ermenilerin de yararlanıp yararlanamayacaklarını sormuştur. Kendisine bu konuda hiçbir bilgilerinin olmadığının söylenmesi üzerine Eğikyan şunları söylemiştir: Ben Sivaslıyım. 19 yaşında iken tahsil için Türkiye’den çıktım. Meşrutiyet’te Türkiye’ye döndüm. Sonunda işte vatan dışında kaldık. Kabahatimiz malum. Vaktiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk unsuruna en yakın tebaası Ermeniler idi. Maalesef bazı emperyalist devletlerin emellerine alçakça ve aptalca alet edildik. Başımıza bu işler geldi. Bugün Türkiye haricindeki Ermenilerin pek azı müstesna, artık bu vaziyeti anlamayan kalmamıştır. Kalmışsa bile Kars ve Ardahan hakkındaki son Rus beyanatından sonra gözlerinin açılması gerektir. Tahran’daki Amerikan sefiri Mr. Allen Ankara’ya seyahatinden evvel beni Amerika sefaretine çağırtarak şu suali sordu;
-Eğer herhangi bir yerde Türkiye himayesinde bir Ermeni muhtariyeti teşkil edilirse Ermeniler buraya hicret ederler mi? Yoksa Türklerden korkup gelmezler mi? Ben İran Ermenilerinin hakiki Ermeni yurdu olacak olan böyle bir yere seve seve koşacaklarından şüphe edilmemesi gerektiğini, bizim Türklerden hiçbir korkumuz olmadığını, onlardan uzakta Türkiye’nin kadrini anladığımızı, Bugün Rusya’da 3 milyon Ermeni bulunduğu halde sözde müstakil Ermenistan’da ancak 800.000 Ermeni bırakmış olduklarını söyledim. Türkiye’ye en büyük fenalıkları yapmış ve Türk milletinin hayatına kast etmiş olan Yunanistan’a onu mağlup ettikten sonra el uzatmakla ne kadar kamil bir millet olduklarını gösterdiklerini ilave ettim. İnanıyorum ki sizlerin idaresinde hakiki refaha kavuşacağız.

dedikten sonra Eğikyan devamla: Her millette olduğu gibi Ermeniler arasında da milletimiz aleyhine çalışan birtakım alçaklar çıkmıştır. Fakat emin olunuz ki bu bile % 15 değildir. Bizim baş düşmanımız Ruslardır. 93 Harbi’nde müstakil Ermenistan vaadiyle bizi ön safta kırıdırp sonra en büyük istibdat altına kendileri almışlardır. Bu hakikatleri yazdığım için beni Ruslar Tahran’a şikâyet ettiler. Ölümden zor kurtuldum. Fakat bunları yazmaktan ve milletimin gözünü açmaya uğraşmaktan hiçbir zaman geri kalmıyorum diye ilave etmiştir.

Paris’teki Ermeni Kilikya Cemiyeti tarafından kendi kulübünde Türk-Ermeni ilişkileri hakkında tartışma yapılmıştır. Burada Kilikya Cemiyeti’nin yayın organı olan ve Paris’te haftada bir çıkan Arevmudk gazetesinin 05.12.1948 tarihli sayısında; dışarıda kalan Ermeniler olarak Ermenistan’daki Ermenilerin işine karışamayız. Zira onlar Sovyetlere bağlıdır… Türkiye Ermenileri 100 bin kadardır. Yarısı İstanbul’da, yarısı Anadolu’dadır. Onlarla ilgilenmeyiz. Türkiye’nin dâhili işine karışamayız. Hariçteki Ermeniler Türkiye’ye küfretmekten vazgeçmeliyiz. Yaşadığımız ülkeler kendi menfaatleri gereği, Türkiye ile iyi geçiniyorlar, realist olmalıyız görüşlerine yer verilmiştir.

Bu cümleler de göstermektedir ki, iki ülkenin iyi geçinmesi emperyalistlerin oyununa gelmemesi kendi menfaatleri gereğidir.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Rusya’daki bir kısım Ermeni açlık, sefalet ve yerli Ermenilerin baskısından Suriye’ye kaçmaya çalışmışlardır. Kars’tan alınan haberlere göre, perişan bir Ermeni kafilesi Türkiye’nin sınır kasabasına sığınmış ve bunlar gerekirse öldürülmelerini fakat Rusya’ya gönderilmemelerini istemişlerdir. Türk resmi makamları ise mevzuatın buna izin vermediğini söylemiş ve yakarmalarına rağmen Rusya’ya iade etmiştir .

Türkiye aleyhinde çalışan yurtdışındaki Ermeniler yaşadıkları şehirlerde pek çok soykırım anıtı yaptırmışlardır. Beyrut’ta böyle bir öç anıtının açılışında Ermeniler Türkiye’den tazminat talebinde bulunmuşlardır. Dünya üzerindeki beş milyon Ermeni’nin faaliyetini yöneten öç partisinin en ilericisi sayılan Taşnak’ın liderleri Türkiye’de yaşayan Ermenilerin durumlarının gayet iyi olduğunu, her hangi bir baskı bulunmadığını ancak dışarıdaki Ermenilerin Türkiye’deki ırkdaşlarından yardım görmese dahi mücadelelerine devam edeceklerini açıklamışlardır .

Türkiye’nin Halep Başkonsolosu Nureddin Karaköylü’nün bildirdiğine göre, Halep’te çoğu Anadolu’dan göç etmiş 60 ile 80 bin Ermeni vardır. Bunların sayısı daha fazlaymış, İkinci Dünya Savaşı’nı müteakip yaklaşık 20 bin kişi Sovyet Ermenistan’ına göç etmiştir. Türk inkılaplarını Taşnaklar, İttihat Terakki’den farklı görmüşler ve Esir Milletlerin Kurtarıcılarına Örnek kabul ettikleri Atatürk’e karşı hayranlık duymaya başlamışlardır. Asırlardır Türklerle beraber yaşayan Ermeniler hala Halep’te evlerinde ve iş yerlerinde Türkçe konuşmakta, Türk yemekleri yemekte ve eğlence yerlerinde Türk müziği dinlemektedirler. Anadolu’daki Türk örf ve adetlerine bağlıdırlar. Halep’te geniş bir şekilde Türkçe konuşulmakta ise bunu Ermenilere borçlu olduğumuz belirtilmektedir. Zira Türk kolonisi Arapça konuşma eğilimindedir. Türkiye’nin vize ile Türkiye’den giden Ermenilerin orada saygıyla karşılandıkları belirtilmiştir. Türkçe hayranı, örf ve adetlerini benimseyen Ermeniler Araplarla kaynaşamamışlardır. İstanbul, Ankara ve Çukurova radyolarını dinlemektedirler. 1960’lı yıllarda tespit edilen bu izlenimler 2000’li yıllarda da benzerlik göstermektedir.

Bu konuda bir gazetecinin 1915’te yaşanan acı olaylar sonucu Anadolu’dan Lübnan’a göç eden ve Beyrut’ta yaşayan bazı Ermenilerle yaptığı görüşmesinde, bunların diasporanın aksine Türkiye’ye kin beslemedikleri, geçmişin tarihçilere bırakılması gerektiği ve 90 yıl önce bırakıp geldikleri Anadolu kültürü ile birlikte Türkçeyi de Beyrut’ta nesilden nesile yaşattıkları fikrine varılmıştır .

Görüşülen kişilerden biri Lübnan’da, tehcirin en son tanığı olan 105 yaşındaki Yeghisapet Kesabyan’dır. Kendisi 1915’te Hatay’dan Suriye üzerinden Lübnan’a gelirken 15 yaşındaymış. Yolculuk sırasında çok zorluk çektiklerini: Günlerce yürüdük. Askerler hep başımızdaydı. Bize kimse aldırmasın diye bizi koruyorlardı; ama kendileri de yürüyemediğimiz için bazen bizi dövüyorlardı. Çok zor bir yolculuktu şeklinde anlatan Kesabyan, yaklaşık üç ay süren yolculuktan sonra akrabalarıyla birlikte geldiği Beka vadisinin Ancar (Anjar) bölgesinde yaşayan Ermenilerden. Torununun 8yaşındaki oğlu Mardiros’a Türkçe türküler öğretmiş, Lübnan’a geldikten bir yıl sonra Hatay Samandağı’na geri dönmüş ve burada evlenmiş, kendi isteği ile tekrar Lübnan’a dönmüştür. Türkiye’yi çok özlediğini belirten Kesabyan, kızından ve torunlarından kendisini ölmeden önce Hatay’a götürüp gezdirmelerini istiyormuş.

Yazar, Beyrut’un güney semtlerinden Borj Hammoud’da mahalle isimlerinin Türkiye’deki gibi Maraş, Antep, Adana olduğunu, Yeni Maraş’ın Kahramanmaraş’ın herhangi bir mahallesinden farklı olmadığını, dar sokakları, çocuk bağırmaları ve dükkânlarından yükselen baharat kokularının bulunduğunu belirterek, Adana, Mersin ve Kilis’ten getirtilen inci boncuklar, üzerinde Maşallah, Allah Korusun yazılı nazarlıklar, dut kurusu, üzüm pekmezi sattıklarını yazmıştır… Borj Hammoud’da Türk televizyon kanallarının seyredildiği Ermeni mahallelerinde Türkiye’den getirtilen yiyecekler ile kıyafetlerin satıldığı Ermeni esnafların Türkiye ile sürekli ticaret halinde olduklarını anlatmaktadır.

Kuru gıda ve süs eşyası ticareti yapan Mano Lenbelian’ın alışveriş için sürekli Türkiye’ye gidip geldiği, dedesinden öğrendiği Türkçeyi çocuklarına öğrettiği, soykırım ve tehcir gibi kavramların kendisini ilgilendirmediğini söyleyen Lenbelian’ın: Türkiye ile benim bir problemim yok. Artık barış, diyalog olmalı. Bu hatalar geride kalsın, tarihçiler tartışsın. Halk bu işten zarar görüyor. Ben Türklerle çok iyi anlaşıyorum. Bir problemimiz yok. Problem oluşturmasınlar… dediği ifade edilmektedir. Beyrut’ta Ermeni nüfusunun yoğun olarak yaşadığı Yeni Maraş’ta bir Ermeni ailesinin oğlu olan Levon Restokyan ise 1915’te Lübnan’a göç etmiştir. Anlaşılır bir Türkçe konuşan ve bir Urfalı kadar iyi lahmacun yapan Levon Restokyan’ın dışarıdan gelen Türklerden para almadığı ve Türklerle olan dostluğumuzun arasına para giremez dediği hala Türkiye ile çok ilgili olduğu ve kendi çocuklarına Türkiye’yi anlatıp, Türkçe öğrettiği yazılmıştır. Kısacası bütün bunlar bazı Ermenilerin Türkçe konuştuğu, Türkiye ile ilgili olduğu ve tarihte olanları tarihçilere bırakmayı tercih ettiklerini göstermektedir.

Sonuç olarak denilebilir ki uzun yıllar Türklerle Ermenilerin beraber yaşamasının getirdiği huzur, güven ve iyi ilişkiler çeşitli nedenlerle xıx. Yüzyılın sonlarına doğru bozulmuştur. Batılı ülkelerin müdahalesiyle Ermeniler lehine reformlar yapılması istenmiş, kökü dışarıda ihtilalci örgütler tarafından ülkenin değişik bölgelerinde isyanlar çıkarılmıştı. Osmanlının isyanları bastırması içerde ve dışarıda katliam gibi gösterilmiş ve iki toplum arasındaki güven ve işbirliği bozulmaya çalışılmıştır. Devletin önemli makamlarında görev alan ve devlete bağlılıkları ile bilinen Ermeniler, yeni bir devlet kurma hayali ve aldatmacasıyla batılı ülkelerden destek görmüş, onlarla işbirliği yapmış, hatta Birinci Dünya Savaşını fırsat bilerek Osmanlıya ihanet etmiştir. Bunun üzerine 1915’te alınan önlemleri ve zorunlu göçü soykırım olarak tanıtmışlardır. Dünyanın değişik bölgelerine göç eden Ermenilerden bazısı ise bunu bu şekilde tanımlamayıp, yaşanan iyi ilişkiler ile dostluğu devam ettirmek istemektedirler. Bu tutum, her iki toplum için de gerçekçi olmak ve emperyalizmin oyununa gelmemek bakımından doğru bir yaklaşım olarak görülmektedir.

Ayten Sezer
27 Temmuz 2007,
Hoşgörü Toplumunda Ermeniler Cilt I
ERAREN

Hiç yorum yok: