Türkiye'de Ermeniler: Harflerinin Heykelini Diken Halk

Harflerinin Heykelini Diken Halk

Ermenistan’ın üçüncü büyük kenti Vanadzor’a giderken bir tepenin üzerinde Ermenice harflerin heykellerini görüyorsunuz... Bir resim müzesinde gezerken Gomidas’ın yüzüne oturmuş hüzünle resimleri çıkıyor karşınıza... Güzel bir klüpte Ermeni sanatçılarının seslendirdiği ‘arya’da Anadolu’ya gidip, ‘viran olmuş illerden’ habersiz dönen bir turnaya sistemi dinliyorsunuz... Erivan’daki taş binaların mimarisi hem tanıdık geliyor, hem yabancı...

 © This content Mirrored From TurkishArmenians  Site turkiye-ermenileri.blogspot.com/

Ermenistan’da sadece insanların değil, resimlerin, müziklerin, heykellerin hikâyelerini biraz deşince altından bir Anadolu izi çıkıyor. Ermenistan’da yaşayan Ermeniler Anadolu’ya özlemlerini her fırsatta dile getiriyor. Van’a, Muş’a, Malatya’ya uzanan hikâyelerini kimi kızgınlıkla kimi acıyla anlatıyor. İstanbul, Malatya, Erzurum, Van’ın onlar için çoğunlukla masalsı bir anlamı var... Tarihlerini böyle okuyor, müziklerini böyle dinliyorlar...

Peki sınırın öte yanından ‘hasret’le bakılan topraklarda yani Türkiye’de yaşayan Ermeniler için bir tepenin üzerindeki harf heykelleri, Gomidas’ın muhteşem ezgileri, taş binalar, hasret dolu türküler ne ifade ediyor? Ermenistan’da ‘diaspora’ diye anılan, Türkiye’de ‘kapalı bir cemaat’ olarak bilinen Türkiyeli Ermenileri anlamanın yolu aslında Ermeni tarihini, dilini, dinini, sanatını bilmekten geçiyor.

Hrant’a ithaf edilen..

Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel, Karin Karakaşlı ve Ferhat Kentel’in 2001 yılında TESEV’in öncülüğünde başladıkları sağlam bir araştırmadan sonra kaleme aldığı Türkiye’de Ermeniler-Cemaat-Birey-Yurttaş kitabı geçmişin ve bugünün sorularına yanıt veriyor. Kitap Anadolu izleri taşıyan Ermeni tarihine geniş bir pencere açarak başlıyor. Ermeni tarihi, dili, dini, toplumsal yaşama sıkıcılıktan uzak akıcı bir dille, görsellerle beslenerek ve örneklerle anlatılıyor. Ardından yeni bir sayfa açılıyor ve bundan sonrasında bugün sokakta annesine ‘mama’ demesi yasaklanan çocuğun duygularını, bir Ermenice bir Türçe isminin yazılı olduğu iki kartvizit kullanan tüccarın ikilemini, ilkokulda tarih dersinde Ermeni çeteleri anlatılırken gözüne bakan ilkokul öğretmenini anımsadıkça ‘canı acıyan’ gencin üzüntüsünü onların ağzından anlatıyor. Araştırmada Ermeni cemaatinden 258 kişiyle anket yapılmış, Ermeni cemaatin yoğun olarak yaşadığı mahallelerdeki insanlarla konuşulmuş ve derinlemesine görüşmelerin yapıldığı toplantılar düzenlenmiş. Ve sonuçta ‘kapı komşumuz Türkiye Ermenileri’ her yönüyle tanıtan ve bir araştırma kitabı olmasına karşın keyifle de okunan bir eser ortaya çıkmış. Ve Kitap 2007’de gazetesinin önünde öldürülen AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’e şu sözlerle ithaf edilmiş:

“.. Evet Hrant, sen bu kitabın en önemli ilham kaynağıydın. Ama sen yaşarken, bu kitabı bitiremedik. Kitap yazmanın sancısı, yerini seni kaybetmenin verdiği acıya ve seninle bu kitabı paylaşamamanın getirdiği suçluluğa bıraktı. Açıkçası bu kitabı eline alıp koca avuçlarında şöyle bir tarttığını ve gülümseyerek bizlere takıldığını görememenin acısı her şeye baskın çıkıyor. Ama işte bitirdik ve karşındayız... Bu kitabı verdiğin ilhama ve varlığına minnetle sana ithaf ediyoruz Hrant... Hrant Dink ‘e diyemeyeceğimiz denli canımız olmanın acılı gururuyla..”

Birbirinden koparılan halk

Ermeniler, Anadolu’nun en eski halklarından biri. Herodot’a göre, Ermenilerin ataları olarak görünen Armenlerin Anadolu’ya göçü İÖ 5. yüzyıldan önce gerçekleşmiş. Bir başka yoruma göre ise Ermenilerin Doğu Anadolu’ya yerleşmeleri Hıristiyanlık öncesi bin yıla kadar geri gidiyor. Ermeniler kendilerine ‘Hay’ diyor. Anadolu’da İÖ 6. yüzyıl ile Osmanlı hâkimiyetinin kesinleşmeye başladığı 15. yüzyıl arasında çeşitli aralıklarla birkaç Ermeni hanedan ve devletinin hüküm sürdüğü biliniyor.

Ermenilerin Anadolu topraklarındaki varlıkları Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı devletinin aldığı ‘tehcir’ kararıyla büyük bir kayba uğruyor. Göçe zorlanan binlerce Ermeni yaşamını yitiriyor. Geriyeyse bugün en iyi ihtimalle 80 bin Ermeni kaldı. Onlarsa geçmişten gelen acı hikâyeler ve günlük yaşamda karşılaştıkları sıkıntılarla yaşamlarını sürdürüyor.

Heykeli dikilen alfabe, kaybolan dil

Ermeni tarihi, birbirinden yüzyıllardır ayrı düşmüş bir halkın da üzücü hikâyesi aslında. İşte heykeli dikilen Ermeni alfabesi de böyle bir bölünmüşlüğün içinde ortaya çıkmış. Aydın bir din adamı olan Mesrob Maştotz tarafından 405 yılında yaratılan alfabe, bir anlamda Ermeni halkının yeniden doğuşunun simgesi olarak da kabul ediliyor. Alfabenin doğuşundan sonra sonra yaşanan ‘Altın Çağ’ dönemindeki çevirmenlerin anısına her yıl Türkiye’de, Ermenistan’da ve diaspora Ermenileri arasında Tarkmançats (Çevirmenler) Bayramı kutlanıyor. Ancak bugün Ermenice Türkiye’de ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ kampanyalarıyla evlere saklanmış durumda. Birçok Ermeni ana dilini kullanmayarak unutmuş, kimileriyse hiç öğrenememiş bile.

Birbirinden ayrı düşme hali Ermeni alfabesi ve dili gibi kilisesiyi de kendilerine özgü hale getirmiş. Ermeni Kilisesi, Kral III. Drtad’ın 301 yılında Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra kurulmuş ve Hıristiyanlık da devlet dini haline gelmiş. Bu gelişme Hıristiyanlığı Bizans’tan önce ilk devlet dini olarak kabul eden halkın Ermeniler olduğu iddiasını doğurmuş. ‘Ermeni Kilisesi’ kuruluşundan beri yalnız Ermenileri temsil ediyor. Kitapta, bu durumla ilgili “Bunun ardında, etnisite ile dinin birleşmiş olmasının dışında, Ermeni Kilisesi’nin Hıristiyan dünyasında giderek artan özerkliği ve yalıtılmışlığı kadar, Doğu Hıristiyanlığıyla Ermeni Hıristiyanlığının geçirdiği evreler gibi tarihsel etmenlerin de rolü vardır. Kilise, inançtan öte kültür ve geleneğin devamlılığı açısından da önemli bir işlev yüklenmiştir. .. Hatta Hıristiyanlığın Ermeniler için sadece bir inanç ve dinsel öğreti olmadığı, ulusal kimlik algısını pekiştiren çok yönlü bir dayanak noktası işlevini gördüğü, bu bağlamda Ermenilerin aslında Hıristiyanlığı ulusallaştırdıkları da ifade edilmektedir” yorumu yapılıyor. Günümüzde de Türkiyeli Ermeniler için din aynı işlevi görmeyi sürdürüyor. İnsanlar kiliseye sadece ‘din hizmetini’ yerine getirmek için değil, kültürlerini yaşatmak, sosyal dayanışmayı devam ettirmek için gidiyor.

Diasporanın doğuşu

Diasporanın doğuşu 12. yüzyıla kadar uzanıyor. Malazgirt Savaşı’ndan sonra Ermeniler üç yüzyıl boyunca (1073-1375) Anadolu topraklarının bir başka bölgesi Kilikya’da başkenti Sis (Kozan) olan bir prenslik ve krallık ilan ediyor. Ancak Kilikya Ermeni Devleti 1375’te Memluklar tarafından yıkılıyor. Yüzyıllar süren siyasal çekişmeler Ermenilerin Bizans, Gürcistan, Rusya ve Kırım topraklarına göç etmesine neden oluyor ve böylece Ermeni diasporasının ilk tohumları atılıyor. 17. yüzyıla gelindiğinde Ermeni halkının çok büyük bir kısmı Osmanlı hâkimiyeti altında toplanıyor. Ancak bu kez de Rusya’nın Osmanlı topraklarına doğru genişleme siyaseti Ermenileri yerinden ediyor. Bu süreçte Ermeniler Polonya, Kırım, Transilvanya, Macaristan ‘dan Yunanistan, Kıbrıs, Rodos, İtalyan kentleri ve Fransa ‘ya, diğer yandan İran üzerinden Hindistan ve Çin ‘e kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada ticaret kolonileri kuruyor. Bugün Ermenistan’ın nüfusunun yaklaşık 3 milyon. Ancak Fransa’dan Amerika’ya İngiltere’den Suriye’ye kadar birçok ülkede Ermeni halk bulunuyor.

Her alanda usta

Ermeni edebiyatı, müziği ve resimi de Anadolu’yla iç içe. Köy köy dolaşarak yaptığı derlemelerle Ermeni halk müziğine büyük hizmeti geçmiş Gomidas, uzun yıllar saray ressamlığı yapan Manas ailesi, başta Dolmabahçe olmak üzere Beylerbeyi ve Çırağan gibi sarayların mimarı Balyan ailesi Ermeni sanatının güzel eserlerini günümüze bırakan sanatçılar.. Ancak bunu günümüzde çok az kişi biliyor, hatta bilmiyor bile...

Cemaatten birey-yurttaşa

Kitapta, “Ermeniler arasında var olan ‘genel’ tedirginlik ve dışlanma duygusu toplumda var olan ‘genel’ önyargılı duruma tekabül etmektedir. Büyük toplumda varolan derin önyargılar Ermeniler arasında tedirginlik düzeyini arttırıp, örneğin sokakta Türkçe isim kullanmak, görünmez olmaya çalışmak gibi pratiklere neden olurken, diğer yanda, Ermeniler hakkında var olan olumlu değerlendirmeler ve yorumlar, Ermeniler arasında belli bir rahatlama ve kendini toplumun parçası hissetme gibi sonuçları da doğurmaktadır” deniliyor ve son olarak şu değerlendirme yapılıyor:

“Son dönemde, özellikle eğitimli, meslek sahibi genç kuşaklarla birlikte Türkiye Ermenilerinin önemli bir değişim ve dönüşümden geçtiğine kuşku yok. Bu değişim ve dönüşümün en önemli göstergesi ise, yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen Türkiye Ermenilerinin kimliklerini koruma yönünde çaba göstermeleri oranında Türkiye toplumuyla daha çok bütünleşmeleri, bütünleşme oranında bireyleşmeleri ve ‘yurttaşlaşma’larıdır. Kısacası, Türkiye Ermenileri, Anadolu toprakları üzerindeki iki bin yılı aşkın tarihlerinde, bugün farklı hayat tarzları, değerler sistemi ve siyasal duruşları ile ‘cemaat’ten ‘talep eden birey-yurttaş’a giden yolu katetmekle meşguller.

Çoğul pratikleriyle Ermenilerin aslında Türkiye toplumunun kendi üzerine düşünmesi için de ayna tuttuğunu söylemek mümkün görünüyor. Ermenilerin yaşamaya çalıştığı hayat, ‘bütünleşmiş bir insan’ hayatıdır ve bu sadece Ermenilerin meselesi değildir. Sonuç olarak, uzun süren bu araştırmaya başlarken Türkiye toplumunun yeniden sağlıklı bir biçimde bütünleşmesi yönündeki yüksek umutlara rağmen, gelinen aşamada hâlâ çok büyük sorunların olduğunu söyleyebiliriz. Fakat aynı şekilde, bugünkü sürecin olumluluk ve olumsuzlukları birarada taşıyan, önü açık, dinamik bir süreç olduğunu; umutların gerçekleşmesinin ise demokratikleşme çabalarına bağlı olduğunu söyleyebiliriz.”

Türkiyeli Ermeniler konuşuyor

Kitap Türkiyeli Ermenilerin Ermenice konuşmaktan diasporaya, askere gitmekten Türkçe isim kullanmaya kadar her konuda düşüncelerini, korkularını ve yaşanmışlıklarını gün yüzüne çıkarıyor. Her konu başlığının altında araştırmacıların değerlendirmeleri ve Ermenilerin (isimlerinin baş harfleriyle) dile getirdiği görüşler yer alıyor:

Ermenice önemli ama

• “Ermeniceyi unuttum. Konuşabiliyorum elbette, ama Ermeni ilkokulunda okuduğum halde yazamıyorum. ... Ermenice gazeteleri okuyamıyorum. Agos’u izliyorum. Bir de Ermeni yazarların Türkçe kitaplarını falan okudum. (J)

• İlkokulda Ermenice alırdık tüm dersleri. Geometri sorusu çıktı sınavda. Sınavı kazanamadım. Çemberi, Ermenice öğrenmiştik çünkü... (N)

• Ermeniceyi öğrenmek çok önemli değil. Bazen de bilseydim, fena olmazdı diyorum. Ama ‘x’ bir dünya dili bilmeyi tercih ederdim. (A)

• Evet, Ermenice önemli. Ama salt Ermeni olduğum için değil; her şeyden önce bir kültürün ifadesi olduğu için. Bu bağlamda Kızılderili işaret dilinin bile yok olmasını istemem. Bu, o kültürün yok olması demek... (D)

Cemaati din temsil ediyor

• Ermenilerde din ve milliyet -etnik kimlik- kolaylıkla ayrılamaz. (Ermeni Katolik Başepiskoposu Çolakyan)

• Din siyasete alet edilmezse, ulvi yerde kalsa, Hıristiyan-Müslüman karşı karşıya kalmaz. Müslümanlığın dayandığı temel prensip ‘La ilahe illallah’... Hıristiyanlığın da Yahudiliğin de temel prensibi bu... Kavramların alet edilmemesi gerekir. Dua ederken, herkes aynı şeyleri diliyor: ‘çocuğa sağlık, istikbal, iyi şeyler’... (H.)

• Patrik sadece dinî lider olmalıdır. Dindar olmasam da Patrikhane kurumuna saygım var; bu kurumun tarihî ve kültürel geçmişi ile bağlantılı olarak sembolik bir üstünlüğü var; ancak bu Patrik ‘cemaatbaşı’ (etnark) gibi davranıyor; bizim iddiamız okulların yönetiminin bile tamamen kiliseden ayrı olması gerektiğidir. Patrik ise buna karşı; bizim tepkimizden memnun değil; eski genelgeleri yayınlatıp, bize hatırlatma yapıyor. (S)

• Son dönem Patrik sivil işlere daha çok karışıyor. Renkli bir kişi; dışa açık ama gençliğinden ötürü, dik gidiyor cemaat işlerinde de. Kalustyan öyle değildi. (D.)
• Dine inanan bir adam değilim. Ama beni temsil eden başka biri yok. Ben temsil edilme ihtiyacındayım. Ben kendimi temsil ediyorum ama cemaatimi temsil edecek başka biri yok. Kiliseler beni şahsen çok ilgilendirmiyor. Ama Ermeni kültürünü taşıyan kiliseler bu anlamda önemliler. Ermeni kimliğiyle ilgili kaynak, kiliselerdir. Kimliği kiliseler korumuştur. (A.)

• Apo’ya ‘Ermeni köpeği’ dendiğinde Patriğin temsiline ihtiyacımız var. Sivil inisiyatifi geliştiremi-yoruz. Sınırlarımızı ne kadar zorlayabileceğimizi bilmiyoruz. Başa çıkamıyoruz. Sorunu gidermek anlamında sivil örgütlenme de yetmez; çok daha yaygın sorunlar var. (A.)

• Cemaatin temsilcisinin sivil olması çok önemli ama Mutafyan bu şansı vermez, Türkiye hükümeti de vermez. Cemaat böyle bir önder çıkaramaz. ” (M2)

Türk gibi yaşamak...

• Anneannem Âşık Veysel ‘le beşik kertmesiymiş. Ölüm döşeğinde bir tek Âşık Veysel’in plağıyla gözlerini açtı. (B.)

• Yaptığımız her şey Türk gibi. Ortak yemekler falan... Kafada biraz var Ermenilik. Çoğumuz Ermenice müzik dinlemeyiz, kitap okumayız. Din hariç Türk gibiyiz. (K.)

• Ben övünüyorum Ermeniliğimle. Fazla dil biliyoruz. Vaftiz oluyoruz; evlenirken farklıyız. O kadar Müslümanın arasında sağlam duruyoruz. Kuyumculukta, el sanatlarında iyiyiz. Müslümanlar genellikle savaşıyor ama biz hep çalışmışız. (K.)

• “Türk müsünüz diye sormanız abes. Dayım askerde şehit oldu ” (N)

• “Ne tam Türksün, ne tam Ermeni.” (T)

• “Türkiyeli olmak bence önemli olan. Bu ülkeyi seviyorum. Türkiye’nin AB’ye girmesini, kalkınmasını istiyorum. İyi bir Türkiye istiyorum. ” (K)

• “Türk toplumunun ananeleriyle büyüdük. Bu durumu Türkten daha çok benimsiyoruz” (A)

Birlikte yaşam kolay olmadı

• ... Üniversitede yolumu kesiyorlardı. ‘Gel yol yakınken seni Müslüman yapalım’ dediler. ‘Yok’ dedim. Dört yıl boyunca takip edilmeler, laf atmalar peşimi bırakmadı. Okulu bitirinceye kadar devam etti bu oyunlar... (A.)

• Bir komşumun kızı benden çok küçüktü bir gün bana “Bir kere seninle benim Allah’ımız bir değil ” diye bir şey söyledi. O yaştaki bir insanın düşüneceği şeyler değil bu; aileden empoze ediliyor. (N.)

• Bayramlar kaçırılmazdı. Annem Paskalya’da bizi tanısınlar diye eve çağırıp komşulara çörek ikram ederdi. Ramazanda da büyük diye anneme el öpmeye gelirlerdi. Komşuluk ilişkilerimiz çok hoştu. Ama ilkokul öğretmenim canımı çok acıttı. 1960 ‘lı yıllarda Ermeniler şöyle böyle yapmış derken bana bakardı. Babam korkardı ve bu konuları konuşmazdı. Ama annem öğretmene gidip konuştu. Annemin cenazesi kiliseden kalktı. Babamın cenazesinde ise Yedikule ‘de evde kendi aramızda tören yapıldı.

Sonra Bafra ‘da Bafralı gibi gömülmek istediğinden camiden cenazesi kalktı ve Müslüman mezarlığına gömüldü. (A2.)

• Askerliğimi Amasya ‘da yaptım. Orada çok Ermeni vardı. Bazıları bu durumu gizliyor, Türk isimleri taşıyorlardı tabii... Sami Hazinses de Ermeniydi mesela; ama Ermeniliğini hiç yaşamamıştı... (J.)

• Ermeni cemaati içinde 35 yıldır faal olarak çalışan B., ‘sakıncalı’ bir durumda ‘Oğuz’ adını kullandığını ve iki kartviziti bulunduğunu ifade ediyor.

• Kapalıçarşı ‘da çalışan 23 yaşındaki A. “Bir ortamda ülkücüler varsa, E.. (Türk ismi) oluyorum bir anda” diye açıklıyor.

• Devlet, prosedür olarak saygı gösteriyor olabilir; ama ben öyle hissetmiyorum. Örneğin Balyan ailesini İtalyan olarak gösterirlerse ben bunu bana saygısızlık olarak algılıyorum. ... (B)

• Devlet dairesine gidiyorsunuz, ‘İsmin niye öyle’ diye soruyorlar. Nüfus kâğıdını kaybedip yeniden çıkardığımda otomatik olarak ‘Müslüman’ yazmışlar. (T)

• Diyarbakır ‘da komşu hacı çocuklarıyla büyüdük. Hiçbir problem yaşamadık... (İ)

Ermenistan ve diasporaya bakış

• Buradaki Ermeniler farklı. Diasporada özlem, intikam gibi duygular var.. Buraya ait olmadığını hissediyorsun. Ama Fransa’dakiler de kendilerini Türk gibi hissediyorlar, burayı özlüyorlar. (D)

• Ermenistan benim için herhangi bir ülke. Benim için vatan burası... ” (T)

• “Ben ait olduğum topraklar üzerinde yaşamak isteyen bir insanım. Bunun için Ermenistan ‘ı komşu bir ülke olarak değerlendiriyorum. ” (Y)

• ... Diasporadaki Ermenilerin Ermenistan’a bakışı pragmatik, işlerine geldiği zaman... Bu konuda da biraz Yahudileri örnek alsınlar bence. (E)

• “Biz içimize çok kapanmışız, eziklik var. Örneğin Yahudiler daha iyi bir pozisyondalar, bu konuda daha açıklar. Biz daha kapalıyız. ” (R)

• Türkiye’den gidenleri dışarıda Ermeni kabul etmiyorlar. Rusya ‘dayken Taşnaklar bana “Sen Türkleşmişsin. dediler. “Benim çocuğumun adı Armen ” dedim, sizinkiler Violet. (Y)

• Abim Fransa’da yaşıyor. Ona “Sen Türkleşmişsin ” diyorlar. Bizi sevmezler. (A.)

1915 ve suskunluk...

• Çocukluğumda bayağı konuşulmazdı. Ara sıra ‘olaylar’ veya ‘tehcir’/aksor (örneğin ‘tehcir görmüş adamdır’/’aksor desadz mart e’) diye bazı nahoş, fakat esrarengiz vukuattan söz edildiğini duyar, ama bu ‘olaylar’ veya ‘tehcir’ nedir, diye sorduğumda, annem hep ‘sana göre konular değil’ diye cevap verirdi.

• Tarihsel bir dram yaşandı ve kalan Ermeniler kuşak kuşak farklı duygular yaşadı. Birinci kuşağın derdi canını kurtarmak ve yaşam alanı yaratmaktı. İkinci kuşak olayın tanıklarıydı. Birinci, ikinci ve üçüncü kuşaklar için ‘hiç konuşmamak’ temel reçeteydi. (H)

• Ninem bu olayları bize anlattığı zaman babam kızar, ‘çocukları yaşadıkları, doğdukları topraklardan soğutma’ derdi. Fakat babam yaşlanınca kendi de anlatmaya başladı. (D.)

• Ailem 1915 ‘i yaşamış. Bana anlatıldı. Çocuklarıma nasıl anlatacağımı bilmediğim için hiç anlatmadım. Anlatmak istiyorum, çünkü malvarlığımızı da yitirdik o zaman. ... Haksız rekabete uğradığımızı düşünüyorum. (G.)

• Olmasaydı daha iyiymiş. Olmuş bitmiş, şimdi ne yapılabilir ki? Yürekte acıyı büyütmedim. Şimdi bir masal gibi geliyor. (V)

• ‘1915 olayları’ (ve Cumhuriyet döneminde ‘on senede bir gelen tokatlar’) insanlarda bir meyve ağacı bile dikme şevkini kırdı. Meyvesini yemek kısmet olmaz korkusuyla, artık mevsimlik domates, patlıcan ekiliyor. (S)

• Bu konuda başkaları, bize avukatlık yapmasın; biz burada kendi devletimizle kendimiz halledelim. ... Devleti ele geçirmek, büyük Ermenistan kurmak gibi hayallerimiz yok, ama 1915 olmadı demeyin. (S)

• Bunları düşünerek yaşayamazsın. Aklında olursa sürekli, yaşayamazsın... (K.)

• (6-7 Eylül sırasında) Aramızın pek de iyi olmadığı Müslüman komşular, kendilerine de zarar gelmesin diye, bizim eve bayrak astılar. (K.)

TÜRKİYE’DE ERMENİLER
Cemaat-Birey-Yurttaş
Günay Göksu Özdoğan,
Füsun Üstel, Karin Karakaşlı, Ferhat Kentel
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009, 640 sayfa, 55 TL.





RADİKAL KİTAP / 12/06/2009
www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=940416


Okur Yorumları

Manüpülasyon - 18/6/2009

Devlet ve basın Ermeni meselesini manüpüle ediyor. Hiç kimse biz bu insanlarla 800 yıl birlikte yaşadık, neden her şey bu noktaya taşındıdan bahsetmiyor. Sadece Ermenilerin Osmanlı'dan ayrılmak istemi sorunun kaynağı olarak gösteriliyor.Peki Osmanlı hiçmi yanlış yapmadı ?.Tıpkı Kürt meselesi gibi. ABD On beş bin km. mesefaden enerji oyunu için gelip Irak'ı işgal ediyor. Biz komşumuz olan Irak'ta yokuz. Kürt petrollerinin önemli bir kısmı yabancılar tarafından paylaşılıyor. Biz hamaset yapıyoruz, Sözde kürt devleti vs. bildiğiniz şeyler. Oysa Barzani ve Talabani bize çok yakındı. Hatta Barzani TSK ile birlikte PKK ile savaşımda 200 Peşmergesini kaybetti. Peki sonra ne oldu, Diplamatik beceriksizliğimizin faturası yine Kürtlere kesildi.Tıpkı Ermenilere yapıldığı gibi. Ermeni meselesinde Şimdi birileri salyalarını akıtarak ırkçılık yapacaklardır. Dağlık Karabağ falan diyeceklerdir. Orta Asyaya'ya Turanı aramaya giden Enver paşayı Azerilerin sıkılmış patates gibi kaderiyle başbaşa bıraktığı unutulmamalı.(Bkz. Şevket Süreyya Aydemir)Son zamanlardada Rusyayı kullanarak Türkiye'yi tehdit ettikleri gibi. Birazda kendimizi sorgularsak sorunlarımızı daha kolay çözeriz. Türkiye yeni dünya düzeni dedikleri Kapitalizmin yeni örgütlenme biçiminde komşularıyla olan sorunlarını çözüp enerjisini ülkenin ekonomik kalkınmasına harcamalı.


celalatalay
Turkiye'nin mozaigini seviyorum - 17/6/2009

Cocuklugum ve genc kizligimin bir bolumu Yesilkoy'de gecti. O yillarda Yesilkoy sokaklarinda bircok Ermeni,Rum vatandasimizi carsida,pazarda,bakkalda gorurduk.Kimisi semtimizin esnafiydi.Babam Kapalicarsi'da kuyumculuk yapti. Yaninda Turk elemandan cok,Ermeni elemanlar calisirdi.Bizim bayramlarimizda Ermeni komsularimiz kutlamaya gelirdi,onlarin bayramlarinda da biz onlarinkini kutlamaya giderdik.Paskalya bayramlarini iple cekerdik.Cunku renk renk boyanmis yurmurtalarla ilk bu gayrimuslim komsularimiz sayesinde tanistik.Yine bu bayramlarda komsularimiz tarafindan pisirilen ve evlerimize yollanan mis kokulu paskalya coreklerinin de tadi hala damagimda.Noel bayrami ile de yine bu komsularimizin susledigi cam agaclari sayesinde tanistik.Musluman ve hristiyan komsularin dayanisma ile oturdugu,cogunun gayrimuslim oldugu 15 dairelik bir apartmanda buyudum.Bizim bayramlarimizda da onlarin evleri annemin yaptigi kavurma ile senlenirdi.

Ne guzel komsuluklar,dostluklar yasadik biz.En yakin arkadasimin annesi Rum,babasi Ermeniydi.Ilk sevgilim de yine yakisikli bir Ermeni genciydi. Yedigim en guzel manti Kayserili yayanin yaptigi mantiydi.Ermeni arkadaslarimizin babalari daydayimiz, agabeyleri ahparigimiz idi. Teni,Talin,Feride,Serdar,Ozan,Nazeni,Ani,Gunes,Yeprem hep beraber buyuduk biz.Ne oldugumuz degil,sadece dost oldugumuz onemliydi.Ailem bizi cevremizdeki insanlari sevmeyi ogreterek buyuttu.Agabeyim Ermeni komsumuzun kizini sevdi ve sirf Turk oldugumuz icin kizin babasi agabeyimle evlenmesine izin vermedi.Kizin halasi da bir Turku sevmisti ve kizin babasi yillardir kendi kizkardesi ile gorusmuyordu. Ben yine de sevdim bu komsularimizi.Ayni cografyada yasadiginiz insanlar dinleri,irklari sizden farkli olsa da kardesiniz oluyor. Nasil kardesinizin sac,goz rengi,boyu sizden farkli olsa da yine seviyorsaniz yine oyle seviyorsunuz dini,dili farkli olan bu insanlari.Hicbir kirginlik tek tarafli olmuyor, hicbir sevgi de.Turk bayragi altinda toplanmis, bu ulkeyi seven,koruyan tum Turkiyeliler'i seviyorum.

Tüm yazıyı Oku Tüm Yazıyı Oku !

Ermeniler Kendini Türk Hissediyor

Yapılan araştırmada Ermeniler kendilerini din hariç Türk olarak görüyor. Araştırma Türk-Ermeni evliliğini ise yüzde 50 olarak açıklıyor.

İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınlarından çıkan `Türkiye`de Ermeniler` araştırması, Ermeni cemaati üyeleri kendilerini `din hariç Türk gibi hissettiklerini` ortaya çıkardı. Araştırma gündelik hayatta `Allah`a şükür` ve `inşallah` gibi İslamı kavramları sık sık kullanan Ermeni azınlıkların Ramazan`da Müslüman komşularını iftara çağırmak, cenaze namazlarına katılmak gibi Müslüman ritüellerine katıldıkları belirtildi. . .
Siyaset bilimciler Doç. Dr. Günay Göksu Özdoğan, Prof. Dr. Füsun Üstel, sosyolog Ferhat Kentel ve yazar Karin Karakaşlı`nın katledilen gazeteci Hrant Dink`in anısına hazırlanan `Türkiye`de Ermeniler Cemaat-Birey-Yurttaş` adlı araştırmada, Türkiye`de yaşayan Ermenilerin yaşamı ve Türklerle ilişkileri mercek altına alındı.

MÜSLÜMANLIĞI BİLMEK NORMALDİR

Türkiye Ermenileri`nin bilinmeyen birçok yönünü göz önüne seren araştırmada İstanbul başta olmak üzere Anadolu`nun birçok yerindeki Ermenliler`le görüşüldü. Araştırma kapsamında görüşülen kişilerin kimliklerinin saklı tutulduğu çalışmada Ermenilerin ve Müslümanların gündelik hayatta sık sık ilişki kurdukları ve bu ilişkinin derecesinin kullanılan dilde kendini ortaya koyduğu belirtildi. Araştırmada gündelik hayatta `Allah`a şükür` ve `inşallah` gibi deyimleri sık kullandıkları vurgulanan Ermenilerin, Ramazan ayında komşularını iftara çağırdıkları anlatıldı. Araştırmada `Cenaze namazında camiye gitmek ve Müslümanlığı bilmek normaldir` şeklindeki görüşlere sahip olan Ermeniler`in çoğunluğuna dikkat çekildi.

Bazı kişilerin şu görüşlerine yer verildi: `Yaptığımız her şey Türk gibi. Ortak yemekler. Kafada biraz var Ermenilik. Çoğumuz Ermenice müzik dinlemeyiz, kitap okumayız. Din hariç Türk gibiyiz. Din, mezhep, ırk ayrımı anlamsız. Düşmalığı körükleyen anlamsız şeyler.`

DAYIM ASKERDE ŞEHİT OLDU

Araştırmanın en dikkat çeken bölümlerinden biri de Ermenilerin `Türk gibi olmak-Türkiyeli olmak` sorusuna verdiği cevaplar: `Türk toplumunun ananeleriyle büyüdük. Bu durumu Türk`ten daha çok benimsiyoruz.

Dayım askerde şehit oldu. Ben buranın sorunlarını önemsiyorsam Türküm. Türk kelimesini Müslümanlar bile çok farklı görüyor. Müslüman olmayan Türk olamazmış gibi. Atatürk milliyetçiliği yurdu kapsıyor. Önemli olan Türkiyeli olmak. Bu ülkeyi seviyorum.

Türkiye`nin AB`ye girmesini ve kalkınmasını istiyorum.`` Araştırmaya göre, Ermenilerin yüzde 82`si kendini `Ermeni` diye tanımlarken, yüzde 64`ü `Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı` olarak kendini tanımlıyor.

Aşık Veysel`in Ermeni beşik kertmesi

Araştırma kapsamında görüşülen ve kimliği gizli tutulan B. kodlu kişi, Ermeni ve Türklerin tarih içinde nasıl kaynaştıklarını ilginç bir anıyla aktarıyor:`Anneannem Aşık Veysel`in beşik kertmesiymiş. Ölüm döşeğinde tek Aşık Veysel`in plağıyla gözlerini açtı.`

Kültürlerini yaşıyorlar

Araştırmada dikkat çeken bir başka nokta ise Ermeni vatandaşların sosyal ve kültürel yaşantıları. Türkiye`de birçok Ermeni sivil toplum kuruluşu ve kültür merkezinin hizmet verdiği belirtilen araştırmada, bu tür yerlere gidenlerin oranının yüzde 84 olduğu vurgulandı.

Türk-Ermeni evliliği yüzde 50

`Grup içi evlilik-karma evlilik` başlığı altında, Türkiye Ermenileri için Ermeni kimliğinin korunması ve sürdürülmesinde grup içi evliliğin özel bir yere sahip olduğunun altı çizildi. Araştırmada, ailelerin çocuklarının Ermeni olmayanlarla evlenmelerine karşı olduğu anlatıldı. Ancak, buna rağmen karma evlilik oranının yüzde 50 olduğu kaydedildi. Cemaat içinde sosyal olarak onaylanan tek evlilik biçiminin Ermeniler`le olduğunu ve bunu isteyenlerin oranının yüzde 95,7 olduğu tespit edildi. Karma evlilikler konusunda ifade edilen en temel sorunun `çocuğun dini ne olacak` sorusu olduğunun vurgulandığı araştırmada, şu tespitler dikkat çekti: `Ankete katılan 898 kişinin yüzde 3`ü `erkeğin dini olmalı`, yüzde 43`ü `Hristiyan olmalı`, yüzde 26`sı `Müslüman olmalı`, yüzde 2`si `farketmez`, yüzde 23`ü ise `kendisi karar vermeli` diyor.` Bu sonuç şöyle yarumlandı: `İnsanlar ırkçı söylemlerden azade hayatlarını birleştirebiliyorlarsa helal süt emmiş insanla evleniyorsa neden olmasın. Mühim olan mutsuz olmasın ve Ermeniceyi unutmasın.``

Dinamik ve önü açık bir süreç

Araştırmanın son bölümünde şu görüşlere yer verildi: `Son dönemde, özellikle eğitimli, meslek sahibi genç kuşaklarla birlikte Türkiye Ermenilerinin önemli bir değişim ve dönüşümden geçtiğine kuşku yok. Bunun göstergesi ise olumsuzluklara rağmen Türkiye Ermenileri`nin Türkiye toplumuyla daha çok bütünleşmeleri ve `yurttaşlaşma`larıdır. Bugünkü sürecin önü açık, dinamik bir süreç olduğunu söyleyebiliriz.``

Türkçe`yi kullanıyorlar

Araştırmada Türkçe`nin Ermenice`den daha iyi bilindiği ve kullanıldığı belirtildi. 19-24 yaş grubunun yüzde 90`ı Türkçe`yi Ermenice`den daha iyi konuşuyor. Yüzde 83`ünün düzenli Türkçe gazete ve dergi okuduğu belirtilen çalışmada Ermenice kitap okuyanların ise yüzde 30`da kaldığı kaydedildi..


tumgazeteler.com
15.6.2009

Tüm yazıyı Oku Tüm Yazıyı Oku !

XIX. Yüzyılda Osmanlı Ermeni Basını Ve Devletin Rejim Üzerine Çarpıcı Bir Polemik

Yrd. Doç. Dr. Ali BUDAK
Yeditepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Üsküdar / İstanbul-TÜRKİYE

ÖZET

Tanzimat’tan sonra İstanbul’da Ermeni harfleriyle Türkçe birçok gazete ve dergi yayımlanmıştır. Bunlar içinde, Mecmua-i Havadis gibi çok ünlenmiş, Türkler arasında bile okuyucu kitlesi oluşturmuş olanlar da vardır. Mecmua-i Havadis ile devrin ilk günlük gazetesi Ruzname-i Ceride-i Havadis arasında, 1860 yılının Aralık ayında bir kalem kavgası cereyan etmiştir. Bu polemik, hem devrin sosyal hayatına ve gazetecilik anlayışına ışık tutmakta, hem de imparatorluğun sadık tebaası Ermenilerin kafasında bazı kimlik sorularının uyanmaya başladığının işaretlerini vermektedir. Kamuoyu önünde ilk defa millet-i hâkime ve millet-i mahkûme sınıflaması yapılarak, açıkça devletin sistemi tartışılmıştır. Tarafları ise, devrin iki önemli devlet adamı; Mecmua-i Havadis’te Vartan Paşa, Ruzname-i Ceride-i Havadis’te Münif Paşa temsil etmiştir.



Bildiride, ilk Ermeni kıpırdanmalarının başlamasından yaklaşık çeyrek yüzyıl önce yapılmış bu kalem kavgası ayrıntılı olarak işlenirken, Ermeni basınına da panoramik bir bakış atfedilecektir.


GİRİŞ

Ermeniler, yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun en uyumlu unsurlarından biri olmuşlardır. Türklerle en küçük bir geçimsizlikleri, sözkonusu bile değildir. Aksine, günlük hayatın akışında hep önemli roller üstlenmişlerdir.

Şüphesiz bu durum, başlangıçtan itibaren kendilerine gösterilen ihtimam ve tanınan özgürlüklerle yakından ilgili olmalıdır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra Rum Patrikliği’nin yanında bir de Ermeni Patrikliği kurulması na izin vermiş, Bursa Piskoposu Hovakim’i de Türkiye Ermenileri Patriği sıfatıyla başına geçirmiştir.

Samatya’daki Sulumanastır Kilisesi patrikhaneye dönüştürülürken, kuruma bütün Ermenilerin dinî ve sosyal işlerini görme, şikâyetlerini inceleme, mallarını idare etme hakları verilmiştir. Ayrıca Fatih, zanaatkâr, mimar, tüccar olarak, bağ lılıklarına çok güvendiği Ermenileri İstanbul’a getirterek Samatya, Topkapı, Kumkapı, Edirnekapı gibi önemli semtlere yerleştirmiştir.


Daha sonra, Sultan II. Bayazıd’ın, Suluma nastır Kilisesi’nin cemaate ait ol duğunu bir fermanla resmileştirmesiyle Ermeniler daha da rahatlamıştır.

Bu arada Anadolu’dan payitahta akın sürmektedir. Özellikle Kanunî Sultan Süleyman’ın Van ve çevresini Osmanlı topraklarına katmasından sonra, kuyumculuk ve taş ustalığı yapan birçok ünlü Ermeni zanaatkâr da İstanbul’un yolunu tutmuştur. Daha sonra Gürcistan’ın fethini müteakip de benzer bir durum yaşanacaktır. Böylece İstanbul’da sayıları giderek çoğalan Ermeni lerin nüfuzları da artmıştır. Aralarından saraya kapılananlar ve hızla yükselenler çıkmış; işçi, usta, kalfa ve mimar olarak çalışanlar ise, saray, cami, medrese, çeşme gibi yeni yapılara emek ve alın teri dökmüşlerdir.

Denilebilir ki, Osmanlı Devleti’nde diğer Hıristiyan unsurlarla birlikte Ermeniler, Müslüman halkın kullanamadığı birçok hakka sahip olmuşlardır. Fatih zamanından itibaren kendi okullarını açma, kitaplarını ve programlarını hazırlayıp seçme, tayin etme, diploma verme hakları vardır. Dinî ve sosyal işlerine, Sultan II. Mahmut’a kadar 350 yıl hiç karışılmamıştır. Patrikhanelerin kendi mahkemeleri, hastaneleri, okulları ve hatta hapishaneleri bile olmuştur. Bu yüzden Türkiye Ermenileri Rusya’dakilere göre, hem daha özgür hem daha kültürlü bir topluluk olarak şekillenmişlerdir1.

Millet-i sâdıka olarak kendilerini tanınmış özel imtiyazlarla2 Ermeniler, XVII. yüzyılda İran, Türkiye ve İtalya arasında ipek ticaretini ele geçirmişler; birçokları iltizam ve bankacılık yoluyla zengin olmuşlardır.

Öyle ki, XIX. yüzyılın ilk yıllarından itibaren darphaneyi yönetmeye ve devletin maliyesini kontrol etmeye başlamışlardır3. Daha sonra, 1850’li ve 1860’lı yıllarda, imparatorluğun yaşadığı büyük değişim ve dönüşüm hareketlerinin estirdiği rüzgârı da arkalarına alarak sosyoekonomik bakımdan daha da güçleneceklerdir. Artık, zengin Ermeni aileleri İstanbul’da, edebiyattan tiyatroya ve matbuata, ekonomiden sivil toplum örgütçülüğüne, Tanzimat’tan sonra çizgileri artık iyice

1 Abdülkadir Yuvalı, “Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatının Tarihi Temelleri”, Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, Cilt I, Erciyes Üniversitesi I. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu, Erciyes Üniversitesi Yayını, Kayseri 2007, s.85-87.
2 Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, Cilt 7, Ötüken Yayınları, İstanbul 1978, s.178.
3 Halil İnalcık, “İstanbul (Türk Devri)”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 23, İstanbul 2001, s.235.



belirginleşmeye başlayan batı kültürünün hemen bütün alanlarında öncüdürler4. Adetleri, yaşantıları ve dilleriyle yaşadıkları mekâna sahiplenişleridir ki, Helmuth von Moltke’ye, kendilerine Sanki Hıristiyan Türkler dedirtmiştir5.

Gerçekten, XVI. yüzyıl başlarından itibaren, gayr-i Müslimler, özellikle de Anadolu Ermenileri önemli ölçüde Türk kültürünü benimsemişlerdir. Her cemaat kendi dilini konuşmakla birlikte İstanbul’da konuşulan ortak dil Türkçe’dir. Siyasî ve sosyal prestij sağladığından gayr-i Müslimler, Türkler gibi giyinmeye ve yaşamaya özen göstermişlerdir6.

Ne var ki, yüzyılın son çeyreğinde, Rusya ve Avrupa devletlerinin Osmanlıya dair politikalarını, Ermeniler üzerinden yürütmeleri büyüyü bozmuş, Türklerle Ermenilerin bu harika birlikteliği çözülme sürecine girmiştir.

OSMANLI ERMENİLERİ BASINI

Daha XIV.-XV. yüzyıllardan itibaren Ermeni harfleriyle Türkçe metinler meydana getirdikleri bilinen Ermeniler arasında da, Türk Halk Edebiyatı’nın Köroğlu, Aşık Garip, Kerem ile Aslı gibi geniş kitlelere mâl olmuş hikâyeleri nesilden nesile aktarıla gelmiştir. Aşuğ adı verilen gezgin veya yerleşik halk şairleri, tıpkı Türk âşıkları gibi halkın içinden, halkın dilinden söyleyerek sosyal bir işlevi yerine getirmişlerdir7. Boğos Arabyan ve Canik Aramyan gibi isimlerle XIX. yüzyılın başından itibaren Osmanlı matbaacılığına ağırlığını koyan Ermeni ustalar8, giderek bu

4 Bu konuda daha ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. Ali Budak, “Ermenilerin XIX. Yüzyılda Yeni Bir Hayatın ve Edebiyatın Oluşum Sürecine Katkıları”, İstanbul Akademik Araştırmalar Dergisi, Ağustos – Ekim 2006, Yıl 8, Sayı 30, s.137-156.
5 Helmuth von Moltke, Türkiye’deki Durum ve Olaylar Üzerine Mektuplar (1835-1839), Çev. Hayrullah Örs, TTK Yayınları, Ankara 1960, s.25.
6 Halil İnalcık, “İstanbul ...”, s.235.
7 Ayrıntı için bkz. Fikret Türkmen, Türk Halk Edebiyatı’nın Ermeni Kültürüne Tesiri, Akademi Kitabevi, İzmir 1992.
8 Araboğlu adıyla anılan nesih ve talik karakterlerini icat eden Boğos Arabyan, Osmanlı Devleti’ne ve matbaacılığına yaptığı katkılar nedeniyle bir berat ve nişanla onurlandırılmış, 1816’da Hassa Matbaası yöneticiliğine getirilmiştir. Boğos Arabyan, Vak’anüvis Asım Efendi’nin Kamus tercümesinin 1814 yılında Mühendishane Matbaası’ndaki basımına da nezaret etmiş ve bu amaçla, Asvador ve Klaust adlarındaki iki oğlu ile beraber Tabhane’ye taşınmıştır.



alanda yaygın bir üstünlüğe ulaşmışlardır9. Bu yoğun ilgi matbaadan matbuata ve gazeteciliğe de yansımıştır.

Esasen süreçte, gazetecilik Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün unsurları için özel bir konumdadır. Gazeteler adeta, ulusların, tarih, coğrafya, edebiyat ve hatta iktisat, içtimaiyat gibi disiplinlerde popüler öğretmenleri olmuştur. Sanki haber organı değil, birer eğitim ve öğretim aracıdırlar. Aslında bu da tabiidir. Çünkü Osmanlılar okumaya kitapla değil, gazete ve dergiyle başlamışlardır. Gerçi, matbaayı gayr-i Müslim cemaatler Türklerden evvel kullanmışlardır, ancak yayınları din kitaplarının dışına taşamadığı için gazeteler, onlar için de aynı işlevi görmüştür10.

Zaten, daha en başta, devletin politikası da bu temel üzerine oturtulmuştur. II. Mahmud’un batılılaşma adımlarının en önemlilerinden biri olan Takvim-i Vekâyi, bir gazete olmanın ötesinde, Avrupai kültüre açılmış bir pencere gibidir. Türkçe nüshanın hemen ardından imparatorluğu oluşturan unsurların dillerinde de yayım yapılması, bu anlayışın göstergesidir. Takvim-i Vekâyi’nin 1 Kasım 1831’de yayımlanan Türkçe nüshasını, 5 Kasım’dan itibaren Fransızca’sı, yani Le Moniteur Ottoman, 5 Ocak 1832’den itibaren Rumca, 13 Ocak’tan itibaren Ermenice ve aynı senenin Nisan’ından itibaren de Arapça ve Farsça nüshaları izlemiştir11.

Türk olmayan imparatorluk tebaası için özel gazetelerin çıkarılmasının devlet tarafından planlana geldiği, sonraki uygulamalarda da açık bir şekilde görülmektedir. Sözgelimi, Ceride-i Havadis’in sahibi Çörçil (William Churchill) Efendi’ye gazetesinin Arapça’ya çevrilip basılması için ruhsat itası emredilmiştir12. Yine çok daha erken bir tarihte 1840’ta

9 1899 yılında yayımlanan Maarif Nezareti yıllık istatistiklerinde İstanbul’daki 90 matbaanın 32’sinin Ermeniler, 23’ünün Türkler, 15’inin Rumlar, 5’inin Yahudiler, 5’inin Levanten veya Avrupalılar, 2’sinin İranlılar tarafından yönetildiği görülmektedir.
10 İlber Ortaylı, “Tanzimat Devri Basını Üzerine Notlar”, Batılılaşma Yolunda, Merkez Kitaplar, İstanbul 2007, s.38.
11 Nesimi Yazıcı, “Osmanlı Basınının Başlangıcı Üzerine Bazı Düşünceler”, Osmanlı Basın Yaşamı Sempozyumu, 6-7 Aralık 1999, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayını, Ankara 1999, s.12.
12 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), İrade M.V., Belge No:15183, 12 C 1272 / 17 Şubat 1856.


hükümet Ermenice bir gazete çıkarmak için teşebbüse geçmiştir13. Nihayet, 19 Mayıs 1852 tarihinde tercüme odası memurlarından ve Takvim-i Vekâyi’nin Fransızca’sını çıkarmakla görevli Sahhak Abro ve Krikon Beylere Ermenice bir gazete çıkarma izni verilmiştir14.

Diğer yandan, Takvim-i Vekâyi’nin Ermeni harfleriyle Türkçe baskısı 1840 yılından itibaren yayımlanmaya başlamıştır. Yazı işleri müdürlüğünü Galust Arabyan’ın yaptığı gazetenin redaktörü ise Kevork Krikoryan’dır. 1840-1841 yılları arasında yayımlanan haftalık bir başka yayın organı ise Azdarar Byuzandyan (Bizans Habercisi)’dır. Haçadur Oskanyan’ın sahibi olduğu Ermenice siyaset, filoloji ve ticaret dergisi, 1841 yılından 1843 yılına kadar yayınını Ermeni harfleriyle Türkçe olarak sürdürmüştür. Haçadur Oskanyan, 1843-1847 yılları arasında ise William Churchill’in sahibi olduğu Ceride-i Havadis’in Ermeni harfli Türkçe versiyonunun redaksiyonunda görev yapmıştır.

Sonraki yıllarda İstanbul’da Ermenice ve Ermeni harfleriyle Türkçe yayımlanmış gazete ve dergilerin sayısı hızla çoğalmıştır. 1840-1900 yılları arasında yalnızca İstanbul’da, Ermeniler tarafından çıkarılmış yüzden fazla süreli yayın sayılmaktadır ve yarıdan fazlası kısmen ya da tamamen Ermeni harfleriyle Türkçe basılmıştır15. Bunlar içinde; Mecmua-i Havadis (1852-1877), Ahbâr-ı Konstantaniye (1855-1858), Zvarçakhos (1855-1856), Zohal ( 1855-1856), Ceride-i Ticaret ( 1857-1858), Münâdi-i Erciyas ( 1859-1862), Seyhan ( 1860-1864), Mecmua-i Havadis (1861-1866), Mecmua-i Fünûn ( 1863), Vard Kesaryo–Gülzâr-ı Kayseriyye ( 1863), Orakir Hayrenyats (1863-1866), Varaka-i Havadis (1864-1870), Rûznâme (1865), Manzume-i Efkâr (1866-1896, 1901-1917), Ararad (1869-1872, 1876), Müşveret (1870), Sedâ-yi Hakiket (1870-1873), Ser (1870), Avetaber (1872-1911), Heyal (1873-1875), Mimos (1875-1877), Moda (1875-1876), Mevsim (1874), Mamul (1876-1878), Şarivari (1876), Ruzname-i Masis (1876-1877), Terceman-ı Efkâr (1877-1885), Felek (1882-1887), Tohafi (1884-1885), Mecmua-yı Ahbar (1884-1907), Ceride-i Şarkıyye (1885-1913, 1919-1921), Musavver Cihan (1885), Ayine-i Litayif

13 BOA, Dâhiliye, Belge No:1113, 21 Ş 1256 / 18 Ekim 1840.
14 BOA, İrade M.V., Belge No:8257, 29 B 1268 / 19 Mayıs 1852.
15 Ermeni harfleriyle Türkçe yayımlanmış kitap ve süreli yayınlar için bkz. Hasmik A. Stepanyan, Ermeni Harfli Türkçe Kitaplar ve Süreli Yayınlar Bibliyografyası (1727-1968), Turkuaz Yayınları, İstanbul 2005.


(1897), Drakhd (1909-1910) gibi gazete ve dergiler16 önemli yansımalar uyandırmışlardır. Öyle ki, o günlerde çok ünlenmiş ve uzun süre yayın hayatını devam ettirmiş Mecmua-i Havadis ve Manzume-i Efkâr gibi bazılarını izlemek için Türk okuyucuları Ermeni harflerini bile öğrenmişlerdir17. Mecmua-i Havadis, Osmanlı aydınlarının batı bilim ve kültürünü yaymak için, kendi aralarında, 1861 yılında kurmuş oldukları Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’nin18 kıraathanesinde de muntazam olarak okunan süreli yayınlar arasında yer almıştır. Ayrıca, haftada iki kere yayımlanan Varaka-i Havadis ile aylık Avidaper ile Jamanak da kıraathanede okuyucu önüne konulan yayınlar arasında yer almışlardır19.

İLGİNÇ POLEMİK

Ermeni harfli Türkçe gazetelerin sayısının fazlalığında ve Türk okurları tarafından izlenmesinde, büyük ölçüde, pervasız, daha doğrusu kontrolsüz yayıncılıklarının rol oynadığı anlaşılmaktadır. Mecmua-i Havadis’in devrin önde gelen gazetesi Ruzname-i Ceride-i Havadis’le giriştiği bir kalem kavgası bu konuda açık ipuçları vermektedir. Polemiğe, Ceride-i Havadis’in bir ilavesi iken, Tercüman-ı Ahval’le rekabet için ayrı bir gazete olarak çıkarılmaya başlanan Ruzname-i Ceride-i Havadis’in yirmi dokuzuncu sayısında yer alan Cerideci ile Bazı Müşterisi Beyninde Vuku Bulan Muhavere başlıklı bir yazı sebep olmuştur. Cerideci ile Müşteri, yani gazeteci ile okuyucu arasındaki konuşma, hem gazetenin idarecisi Münif Efendi (Paşa)’nin gazetecilik anlayışını hem de devrin gazetelerinin bir analizini ortaya koyması bakımından çarpıcıdır.

Müşteri sormaktadır; gazeteler neden havadis değil de ulûm ve fünûn ağırlıklı olarak çıkmaktadır?

Cerideci son derece pragmatiktir. Amaç okuyucuya bilvesile faideli şeyler öğretmektir. Bu belki sınırlı gazete sayfalarında gereği gibi olmayacaktır, ama her şeyden bir nebze sunmak, okumaya vakitleri ve hâlleri

16 Hasmik A. Stepanyan, Ermeni Harfli Türkçe Kitaplar ..., s.553-593.
17 Metin And, Tanzimat ve İstibdât Döneminde Türk Tiyatrosu ( 1839-1908), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1972, s.36.
18 Osmanlı İmparatorluğu’nda resmî ilk sivil bilimsel örgütlenme olan Cemiyet-i İlmiye-i Osmâniye ile ilgili ayrıntı için bkz. Ali Budak, Batılılaşma Sürecinde Çok Yönlü bir Osmanlı Aydını: Münif Paşa, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2004, s.171-220.
19 “Cemiyet Merkezinde Kıraathâne Küşâdı”, Mecmua-i Fünûn, Cilt II, No:22, Şevval 1280/Mart 1864, s.426-427. (Tam makale 423-427).



müsait olmayanlara eğlence kabilinden bir takım malûmat vermek mümkündür. Böylece, hiç olmazsa kafalarda bir merak uyandırılacak, birçok kişi için hazâin-i fünûna dühûl kapısı aralanmış olacaktır. Yalnız bu noktada dile özellikle dikkat edilecektir. Yazılar, okuyucunun anlatılanı anlayabilmesi için mümkün mertebe açık ibare yazılacaktır.

Müşterinin, niçin hep Avrupaî yeniliklerin öne çıkarılıp sunulduğu şeklindeki sorusunu ise gazeteci şu yolda cevaplamıştır: Amaç okuyucuya bir şeyler öğretmektir. Ama bunlar, hiç şüphesiz bilinenlerin tekrarı olmayacaktır. Herkes kabul ve teslim etmektedir ki; bir vakitten beri Avrupalılar fünûn ve sanayide ilerleyerek lisanları üzere pek çok kütüb-i nefise te’lif ve tedvin etmişlerdir. Ne var ki bunlar henüz yeterince Türkçe’ye nakil ve tercüme olunmadıkları için çoğunlukça bilinmemektedir. İşte bunun için bu yeniliklerle okuyucuyu tanıştırmak, gazeteciler için fâideli bir iş olarak görülmektedir.

Peki, öyleyse, dışarıdaki olay ve gelişmelere gazetelerde daha fazla yer verilmesi gerekmez mi? Gazeteci, yani Münif Efendi, bu soruyu cevaplandırırken, Avrupa gazetelerinden söz etmek ve haberin ne olup olmadığına kısaca değinmek durumunda kalmıştır. İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupa’da yüzlerce gazete yayımlanmaktadır, ama söylenegeldiği gibi bunlardan birer ikişer haber seçerek dolu dolu gazete çıkarılabileceği fikri pek doğru değildir. Gazete denilen şey bir büyük pazar gibi olup içinde her sınıf insanın istek ve mizacına uygun şeyler bulunmalıdır. Avrupa gazetelerinde yer alan yazıların çoğu bizce anlamları olmayan, hatta saçma gelebilen yerel nitelikli konulardan oluşmaktadır. İçerikleri de farklıdır. Sözgelimi Times gazetesinin yarısı ilânlardan ve bir miktarı ticarî işler ve zaptiye davalarından ibarettir; haber denilmeye değer, içinde ancak birkaç satır bulunmaktadır. Fransız gazeteleri ise, bir maddeyi her biri bir kalıba ifrağ ederek tabirat-ı muhtelife ile beyan etmektedirler. Bir sahifeleri tamamen ilân, diğer sahifeleri ise cinayet ve ticaret haberleriyle doludur. Münif Efendi bu noktada sözü Tercüman-ı Ahval’de tefrika edilmekte olan Şinasi’nin Şair Evlenmesi oyununa getirmiştir. Eseri, koca karılara mahsus bir mesel olarak nitelendirmiş ve açıkça hafife almıştır. Rus gazetelerinde serbestiyet olmadığı için istifade edilir bir şey bulunmaz. İtalyan gazetelerinde ise,


Garibaldi’nin ve Napolyon’un durumları ve bir takım askerî harekât haberleri başlıca konulardır20.

Cerideci ile Müşteri arasındaki konuşma, son bölümde politik bir zemine kaymıştır. Gazeteler üzerinde Babıâli’nin bir baskısı mı vardır? Eğer öyleyse; İstanbul’da Fransızca, İngilizce ve hatta Rumca ve Ermenice yayımlanan gazeteler, Türk gazetelerinin yazmadığı şeyleri nasıl yazabilmektedir?

Okuyucunun sorusu gerçekten zorludur. Aynı şekilde gazetecinin cevabı da çarpıcı olur. Uzun bir süre sadece iki Türkçe gazete yayımlanmıştır; biri Takvim-i Vekâyi, diğeri Ceride-i Havadis. Takvim-i Vekâyi çoğu kez zamanında çıkmadığı için devlete dair birçok haberin Ceride’de çıkması, onu giderek resmî nitelikli bir gazete hüviyetine sokmuştur. O yüzden Ceride çok dikkatli davranmakta, olur olmaz her haberi kullanamamaktadır. Ceride’nin sair gazeteler gibi siyasî bir tavrı da bulunmamaktadır. Devlet ve millet hakkında spekülatif haber yapmayı da edebe aykırı bulmaktadır. Zaten bu zamanda bunun kimseye bir faydası da yoktur.

İmparatorluğun diğer ulusları tarafından çıkarılan gazeteler içinse, böyle bir sorumluluk bilincinden söz etmek mümkün değildir. İnce eleyip sık dokumadan her haberi yayımlayabilmektedirler.

MİLLET-İ HÂKİME- MİLEL-İ MAHKÛME

Cerideci ile müşterisi arasındaki bu konuşma ciddi polemiklere sebep olacaktır. İlk tepki, Şair Evlenmesi oyununa koca karılara mahsus bir mesel sataşmasından dolayı Tercüman-ı Ahval’den gelmiştir21. Fakat siyasal içeriği ve sonuçları itibariyle daha önemli karşı çıkış, Mecmua-i Havadis’e aittir. Mecmua-i Havadis, Hovsep Vartan Paşa22 tarafından çıkarılmakta-

20 Ruzname-i Ceride-i Havadis, No:29, 25 Cemaziyülevvel 1277 / 9 Aralık 1860.
21 Türk basınındaki bu ilk polemikle ilgili ayrıntı için bkz. Ali Budak, Batılılaşma Sürecinde Çok Yönlü Bir Osmanlı Aydını: Münif Paşa, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2004, s.160-164.

22 Hovsep Vartan Paşa (1816-1879): Ermeni katoliklerinden olan Vartan Paşa, İstanbul’da 1231/26 Eylül 1816’da doğdu. Kumkapı Bezciyan mektebini bitirdikten sonra, annesi tarafından Viyana’ya katolik Ermeni Mıkhitarist ra hiplerinin yanına gönderildi. Burada kısa sürede öğrenimini tamamlayıp İstanbul’a döndü. 1836’da Hasköy, Nersesyan Mektebi’ne muallim oldu. Ayrıca Barutçubaşı Ohannes Bey Dadyan’ın çocuklarına özel ders verdi. Yirmi iki ya şında 1254/1838 de Tersane’ye tercüman olarak girdi. Bahriye baş tercümanlığına kadar yükseldi.



dır. Ahkâm-ı Adliye ve Encümen-i Dâniş azalıklarında bulunmuş ve Akabi Hikâyesi adlı Ermeni harfli Türkçe romanıyla bizde bu türün ilk örneğini vermiş olan Vartan Paşa23, aynı zamanda ateşli, polemikçi bir gazetecidir. XIX. yüzyılın ortalarında Ermeniler arasında anlaşmazlıklar doğuran Katolik-Gregoryen mezhep meselelerine karışmış, kavgalara tutuşmuştur. Ermeni harfleriyle Türkçe olarak Mecmua-i Havadis’i çıkarmanın ve başyazarlığını yapmanın yanı sıra, Tercüman-ı Efkâr, Manzume-i Efkâr, Sada-yı Hakikat gibi yine Ermeni harfli Türkçe olan gazetelerde yazılar yazmıştır. Ayrıca, Ermenice çıkan Mamul (Basın) adlı mizahî mecmuayı daha sonra siyasî bir muhtevayla Türkçe yayımlamıştır24.

Münif Efendi, Mecmua-i Havadis’in itirazını virgülüne bile dokunmadan gazetesine taşımıştır. Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis’in 3 Cemaziyülahır 1277 tarihli otuzdördüncü nüshasında yer alan karşı yazıdan; cerideci ile müşteri arasındaki konuşmada geçen; Memâlik-i Mahrûsa-i Şâhâne’de millet-i hâkime olan ehl-i İslâm milel-i mahkûme hakkında sezavar buyrulan müsaadattan mahrum tutulması ma’dalet-i Seniye’ye mügâyir ve öteden beri tebaa–i gayr-i Müslime müsavat taleb ve istidâsında bulunduğu hâlde şimdi bu babda ehl-i İslâm teb’a-i sâire ile müsavat talebinde olmaları lazım gelir sözlerine tepki duyulduğu anlaşılmaktadır.

Muhtemelen Vartan Paşa’nın kaleminden çıkmış olan yazıda, Mecmua-i Havadis’in tepkisi şu cümlelerle dile getirilmiştir: İşbu muhaverede Ermeni ağzı zikrolunmuş olmağla bizim dahî bir şey dememiz lazım gelir ve bu diyeceğimizin esasını yine bir tarz ile müşterinin lisânında buluruz. Müşteri, İslâm milletine millet-i hâkimedir der ve milel-i sâireye millet-i mahkûme yani İslâm milleti 2. sınıf ula rütbesi, Osmanî ve Mecidî nişanla rını aldı. Yirmi beş yıl Bahriye’ye hizmet ettikten sonra 1277/1860 da Mülkî sınıfa intisab etti. 1293/1876 yılı Devlet Salnamesi’ne göre (s.37) Daire-i Teftişiye aza-yı daimîsi mütemaizi-i evveli görünmekte ve 3. Me cidî nişanını haizdir. Ahkâm-ı Adliye azalığına seçildi. Çeşitli layiha ve nizamnamelerin hazırlanmasına yardımcı oldu. Encümen-i Daniş’in aza-yı haricisi olan Vartan Paşa, 4 Rebiyülahir/28 Mart 1879’da uzun süredir çektiği göğüs hastalığından İstanbul’da öldü.

23 Akabi Hikâyesi ile ilgili bir değerlendirme için bkz; Ali Budak, “Ermenilerin XIX. Yüzyılda Yeni Bir Hayatın ve Edebiyatın Oluşum Sürecine Katkıları”, Akademik Araştırmalar Dergisi, İstanbul Ağustos – Ekim 2006, Yıl: 8, Sayı: 30, s. 137- 156.
24 A. Turgut Kut, “Ermeni Harfli Türkçe Telif ve Tercüme Konuları; Victor Hugo’nun Mağdûrîn Hikâyesinin Kısalmış Nüshası”, Beşinci Milletlerarası Türkoloji Kongresi, İstanbul, 23-28 Ekim 1985, Tebliğler, Cilt I, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1985, s.200. (Tam makale 195-214).


hükmeden millettir ve tebaadan olan sâir milletler dahî hükmolunan milletlerdir ve hakikat-i hâl dahi böyledir mâdemki İslâm olamayan milletlerin hükümette hissesi bu kadar ve hükümet nezdinde söz sahibi değillerdir onların gazeteler vasıtasıyla şu efkâra veya bu efkâra zâhib olmasında bir beis yoktur.

Mecmua-i Havadis’e göre, tebaa gazeteleri kendi milletlerine, Osmanlı gazeteleri ise bütün topluma hitap etmektedir. Bu çerçevede aslolan onların ne yazdığıdır, diğerlerinin önemi yoktur. Milel-i mahkûmenin fikirlerini serbestçe beyan edip açıklaması, onun mahkumluğunun bir sonucu değil midir:

Velhasıl milel-i mahkûmenin efkârı hiç bir vakit millet-i hâkimeye galip gelemez lâkin millet-i hâkimenin efkârı buna kıyas olunamaz bu millete mahsus olan gazeteler hükümetin efkârından çıkamazlar ve çıkmamalıdırlar millet-i hâkimede her kaç gazete olsa ve her kimler yazsa cümlesi resmî makamında tutulur çünkü millet-i hâkime gazetesidir onun için bunlarda olan mes’uliyet milel-i mahkume gazetelerinde yoktur ve olamaz Rum ve Ermeni ve Bulgar ve Yahudi gazeteleri kendi milletine ve Osmanlı gazetesi ise umuma söyler ve mahkûmun hükmü olamaz bu hâkim ve mahkûm bahsinde her şey böyledir mesela zabitin muamelesi başka ve neferin başka ağanın başka hocanın başka şakirdin başka onun için ceride müşterisinin canı sıkılmasın milel-i mahkûmenin serbestane beyân-ı efkâr etmesi mücerred mahkûmluk sayesindedir.

Mecmua-i Havadis’teki yazının hemen ardından Münif Efendi’nin cevabı yer almıştır. Münif Efendi, özellikle, Mecmua-i Havadis yazarının Milel-i mahkûmenin serbestane beyan-ı efkâr eylemesi mücerred mahkûmluk sayesindedir cümlesine takılmıştır. İddia pek gariptir. Bunun son derece itibarlı ve güvenilir bir kişiliğe sahip olan bir kişi tarafından (Vartan Paşa kastediliyor) seslendirilmesi daha da gariptir. Elbette bunun kabul edilmesi mümkün değildir:

Mecmua-i Havâdis’in şu müddeası pek garip olup bunun muharriri gibi hakkında kemal ü şevk ve itimadımız olan bir zat lisânından işitilmesi daha ağrebtir. ‘Milel-i mahkûmenin serbestane beyan-ı efkâr eylemesi mücerred mahkûmluk sayesindedir’ demesine nazaran teb’a-i gayr-i Müslimenin yazdıkları şeyi ehl-i İslâm gazeteleri lisana alamazlar ve almamalılar imiş ve bunun sebebi dahi mahkûmluk münasebetiyle sözlerinde te’sir olmaması imiş şu kazıyyenin suğarası yani teb’a-i gayr-i Müslime sözlerinin te’sirsiz bulunması maddesi teslim olunsa bile iddia olunan neticenin bundan istintaç olunamayacağı edna mertebe mülahaza ile anlaşılır. Mecmua-i Havâdis bir kat daha izah-ı meram kastıyla şu kıyasının fesat ve butlanını izhar edip der ki; ‘Rum ve Ermeni ve Bulgar ve Yahudi gazeteleri kendi milletlerine söyler ve Osmanlı gazetesi umûma söyler ve mahkumun hâkime hükmü olamaz ve o hâkim ve mahkum bahsinde her şey böyledir mesela zabitin muamelesi başkadır neferin başka ilâahire’ ....

Münif Efendi için mahkûmun hâkime, neferin zabite hiçbir hükmünün olmaması anlaşılabilir bir durum değildir ve böyle bir yaklaşım hiçbir memleket ve zamanda görülüp işitilmiş değildir: Şu kıyasa göre mahkûm sözünün şâyân-i itibar olmaması cihetiyle her istediği şeyi söylemeye mezun olmalı ve bir uşak bulunduğu daire umûr ve husûsâtına müteallik efendisinin kâle alamadığı şeyleri bi-hesaben söylemeli imiş bu surette tâbiin akvâli metbûun niyyât ve efkârına düşse bile beis yok demek olur hiç bir memleket ve zamanda böyle bir kaide-i garibe ittihaz olunduğu görülmüş ve işitilmiş değildir....

Apaçık bir gerçektir ki; düşünce ve ifade özgürlüğü, hâkim olsun mahkûm olsun, zabit olsun nefer olsun her insanın tabiatının bir gereğidir. Bunun yasaklanması düşünce sahibinin bile kudretini aşan bir durumsa da düşünceler ortaya konurken toplum menfaati de göz önünde tutulmalıdır. Çünkü insanın önce Allah’a sonra hükümete ve topluma karşı vazifeleri vardır:

İnsanın tab’ ve neşir vasıtasıyle efkâr ve melhuzatını ilân ve işâa eylemesi hakkında cümlenin ma’lûmu olan ve akl-i selime dahi mutabık bulunan usul şudur ki serbestiyet-i tefekkür ve mülahaza mukteza-yı tabiat-ı insaniyye olup bunun men’i sâhib-i tefekkürün bile kudretinden hariç ise de efkârımızın beyan ve işâası hey’et-i içtimaiyye menafiinin icabına göre olmak iktiza eder. Çünkü Cenab-ı Hakka ve hükümete ve hey’et-i içtimaiyyeye karşı bazı vezayifin icrası üzerimize ve efkârımızın izhar ve işâasını ona tatbik eylemek muktazîdir ve işbu vezâif cemî-i memâlikte her bir devletin derece-i mâlûmât ve istidâdına ve zaman-ı maziden istihsal olunan ibret ve intibaha ve vakit ve hâlin iktizasına ve zaman-ı atî için riayet olunacak levazım-ı ihtiyat ve basırete nazaran taraf-ı hükümetten ve vaz’ ve te’sis olunan nizamat ve kavanin vasıtasıyle tayin ve tahdid kılındığından niyyat ve efkârımızdan dolayı ancak ındellah mes’ul olup fakat kâlen veyahut kalemen ve tıbâaten bizden sudur ettikte ber-mukteza-yı nizam hey’et-i içtimaiyye tarafından muaf oluruz işbu usule riayette millet-i hâkime ve mahkume beyninde bir fark olamayıp bil-farz olsa bile beyân-ı efkâr-ı serbesti emrinde bi’t-tariku’l-ula millet-i hâkime mazhâr-ı imtiyaz olması lazım gelir.

Kaldı ki Osmanlı İmparatorluğu’nda bütün unsurlar ve sınıflar arasında eşitlik esastır. Hindistan ve başka ülkelerde İngilizlerin, Cezayir’de Fransızların yaptıkları gibi ayrımcı tutumlar söz konusu bile değildir.

Esasen kendilerinin de milel-i mahkûmeye, yani devletin Türkler dışındaki unsurlarına aşağılayıcı nazarlarla bakmak, hakaret etmek, ayrımcılık yapmak gibi bir niyetleri asla bulunmamaktadır. Sadece, okuyucu tarafından ülkenin bir gerçeğinin altı çizilmiştir:

Hindistan ve mahall-i sâirede İngiliz ve Cezayir’de Fransız devletlerinin taht-ı tabiiyetlerinde bulunan bunca mahall-i milel-i mahkûme millet-i hâkimelerinin nail oldukları pek çok imtiyazat ve muafiyattan mahrum tutuldukları hâlde Memalik-i Mahrûsa-i Şahane’de bulunan kâffe-i sunûf-ı teb’a hakkında i’taf ve müsâadat-ı aliyye-i Hazret-i Padişahî heman derece-i müsavatta meşmûl olduğundan muradımız hâşâ milel-i mahkûmeye bir nazâr-ı hakaretle bakmak veyahut tarafeyn beynine tefrika bırakmak olmayıp muhavere-i mezkûrede müşterimizin vâki olan itirazı teb’a-i gayr-i Müslimenin şu babda temeyyüzü muvafık-ı ma’dilet-i seniyye olmasından ibarettir. Zaten Mecmua-i Havadis de bunu onaylamaktadır. Ancak, bu serbestiyeti mahkûmluğun bir sonucu olarak nitelendirmektedir ki, tartışma buradan çıkmaktadır:

Mecmua-i Havadis dahi şu temeyyüzü tasdik ve ikrar eylediğinden ikisi beyninde hiç ihtilaf yoktur. Fakat mahall-i münazaa mecmuanın şu serbestiyeti mahkûmluk sıfatına nispet eylemesidir ve bu davanın ne derece bî-esas olduğunu isbatı şu istidlâlâtımız kâfidir zannederiz25.

25 Ruzname-i Ceride-i Havadis, No:34, 2 Cemaziyülâhır 1277 / 16 Aralık 1860.

SONUÇ:

XIX. yüzyıl siyasal tarihine bakıldığında, 1870’lere kadar ne Rusya’nın ne de öteki batı devletlerinin politikalarında Ermenilerin bir yeri ve rolü görülmemektedir. Rusların Ermeniler ile ilgisi Os manlılar ile savaşlarında onlardan yarar lanmaktan öteye geçmemiştir. Rus-Ermeni iş birliği Türkmençay Antlaşması ile sonuç lanan İran-Rus savaşında başlamış, 1828-1829 Osmanlı-Rus ve bir ölçüde de Kı rım Savaşı’nda (1853-1856) sürmüştür. Ermeniler, 1870’ten itibaren, Avrupa devletlerinin ilgisini çekme çabalarına gi rişmiş, bunlar da Patrikhane ve ruhban sınıfı tarafından yürütülmüştür. Yani, Avrupa devletlerini kendi davaları ile ilgilendirebilmek için din öğesini geniş ölçüde kullanmışlardır. Osmanlı Devleti’nin Ermenilerin yoğun olduğu bölgelerde düzen ve güvenliğin sağlan ması için aldığı önlemleri, Müslümanların Hıristiyanlar üzerindeki baskısı diye çarpıtarak yansıtmışlardır. Özellikle, Hersek ve Bulgaristan ayaklanmaları başladığı sıralarda bu yoldaki propagandalar son derece artmıştır. Sonuçta, Osmanlıların yenilgisiyle sonuçlanan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından, Ayastefanos Antlaşması’na Doğu Anadolu’da Ermenilerin oturduğu vi layetlerde ıslahat yapılması hükmü de konulmuştur. Bu hüküm Berlin Ant laşması’nda da yer alacak ve böylece Ermeni sorunu uluslararası siyaset alanına girecektir. Rusya, Berlin Kongresi’nden sonra sıcak denizlere inmek için Balkanlar’ın kendisine geçit olamayacağını, bağımsız lıklarını sağladığı yeni devletlerin kendine hiç de minnet duygularıyla bağlı olmadı ğını anlamıştır.

Sıcak denizlere inmek için önünde sadece Erzurum-İskenderun hattı kalmıştır ve bu hattı ele geçirmek için Ermenilerden yararlanması gerekmektedir. Bu nedenle Berlin Kongresi’nin ardından Ermeni ıslahatını diline dolayacaktır. Bu arada, İngiltere de, Berlin Kongresi’nden sonra Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü korumak biçi mindeki geleneksel politikasını terk etmiş, imparatorluğu parçalamak ve onun toprakları üzerinde kendine bağlı ulusal devletler kurma po litikasını izlemeye başlamıştır. Eğer bağımsız bir Ermeni devleti kurulacaksa, bunun kendisine bağlı ve Rusya’nın güneye in mesini önleyecek tampon bir ülke olma sını istemektedir. Nitekim 1880’de İngiltere’nin girişimiyle Berlin Antlaşması’nda imzaları bulunan devletler; İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avus turya, Rusya, Osmanlı Devleti’ne verdik leri bir ortak nota ile antlaşmanın öngör düğü ıslahatın yapılmasını istemişlerdir.

Gerçi bu girişimden bir sonuç çıkmamıştır, ancak, içeride Ermenilerin bağımsızlık yolundaki faaliyetleri artmış; yerel Ermeni örgütlerinin ye rini siyasal partiler almaya başlamıştır. Van’da kurulan Armenikan, Cenevre’de kurulan Hıncak ve Tiflis’te kurulan Marksist Taşnaksutyun adlı komiteler, batılı devletlerin ilgisini çekebilmek için kanlı tedhiş eylemlerine girişmişler, böylece durdurulamaz bir süreç başlamıştır. Mecmua-i Havadis ile Ruzname-i Ceride-i Havadis arasındaki millet-i hâkime - millet-i mahkûme polemiği, henüz, Rusya ve İngiltere’nin politik oyunları gündemde değilken, Osmanlı İmparatorluğu içindeki Ermenilerin bazı kimlik sorunları üzerinde düşünmeye başladıklarını apaçık göstermektedir. İşte bu hazır zemindir ki, kışkırtıcı dış politikaların kısa sürede içeride karşılık bulmasını sağlamış, yüzyıllar boyu kardeşçe yaşamış iki toplumu, kanlı bir trajedinin acemi aktörleri haline getirmiştir.

KAYNAKÇA

BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİvİ (BOA)
İrade M.V. :15183/12 C 1272, 8257/29 B 1268.
Dâhiliye :1113/21 Ş 1256.
TETKİK ESERLER
AND, Metin, Tanzimat ve İstibdât Döneminde Türk Tiyatrosu (1839-1908), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1972.
BUDAK, Ali, Batılılaşma Sürecinde Çok Yönlü bir Osmanlı Aydını: Münif Paşa, Kitabevi, İstanbul 2004.
__________, “Ermenilerin XIX. Yüzyılda Yeni Bir Hayatın ve Edebiyatın Oluşum Sürecine Katkıları”, İstanbul Akademik Araştırmalar Dergisi, Ağustos – Ekim 2006, Yıl 8, Sayı 30, s.137- 156.
İNALCIK, Halil, “İstanbul (Türk Devri)”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 23, İstanbul 2001.
KUT, A. Turgut, Ermeni Harfli Türkçe Telif ve Tercüme Konuları; Victor Hugo’nun Mağdûrîn Hikâyesinin Kısalmış Nüshası, Beşinci Milletlerarası Türkoloji Kongresi, İstanbul, 23-28 Ekim 1985, Tebliğler, Cilt I, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1985, s.195-214.
MOLTKE, Helmuth von, Türkiye’deki Durum ve Olaylar Üzerine Mektuplar (1835-1839), Çev. Hayrullah Örs, TTK Yayını, Ankara 1960.
ORTAYLI, İlber, “Tanzimat Devri Basını Üzerine Notlar”, Batılılaşma Yolunda, Merkez Kitaplar, İstanbul 2007, s.37-45.
ÖZTUNA, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, Cilt 7, Ötüken Yayınları, İstanbul 1978.
STEPANYAN, Hasmik A., Ermeni Harfli Türkçe Kitaplar ve Süreli Yayınlar Bibliyografyası (1727-1968), Turkuaz Yayınları, İstanbul 2005.
TÜRKMEN, Fikret, Türk Halk Edebiyatı’nın Ermeni Kültürüne Tesiri, Akademi Kitabevi, İzmir 1992.
YAZICI, Nesimi, “Osmanlı Basınının Başlangıcı Üzerine Bazı Düşünceler”, Osmanlı Basın Yaşamı Sempozyumu, 6-7 Aralık 1999, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayını, Ankara 1999, s.7-14.
YUVALI, Abdülkadir, Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatının Tarihi Temelleri, Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, Cilt I, Erciyes Üniversitesi I. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu, Erciyes Üniversitesi Yayını, Kayseri 2007, s.81-87.



next: BÜYÜK GÜÇLER, ERMENİ MESELESİ vE 1890’LI YILLAR: BİR ULUSLAR ARASI
İLİŞKİLER [IR] PERSPEKTİFİ, Prof. Dr. Ali Fuat BOROvALI

Tüm yazıyı Oku Tüm Yazıyı Oku !

Meşrutiyet’in Ermeni Milliyetçiliğinin Doğmasına Etkisi Ve Bu Dönemde Türk-Ermeni İlişkileri Ve Bu İlişkilerin Basına Yansıması

Yrd. Doç. Dr. Ahmet OĞUZ
Ahi Evran Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Kırşehir-TÜRKİYE

ÖZET

Osmanlı Devleti’ni kurtarmak için girişilen reform hareketlerinin en önde gelenlerinden birisi de hiç şüphe yok ki Meşrutiyet’in ilanıdır. Burada beklenen devletin kurtarılmasıdır. Hedef çizildikten sonra çare olarak üretilen fikir Osmanlıcılık idi. Yenileşmenin öncüsü olan Yeni Osmanlılar Osmanlı Devleti sınırları içerisindeki bütün etnik unsurları yönetime katmak amacıyla Kanun-ı Esasî’yi ilan etmesi için yönetimi zorladılar ve bunda da başarılı oldular. Ardından I. Meclis-i Mebusan’ın açılmasıyla Osmanlıcılık fikri gerçekleştirilmiş oldu. Bu ilk denemenin her safhasında Kanun-ı Esasî’nin hazırlanmasından başlayarak mecliste ve Meclis-i Ayan’da da etnik unsurlara nüfusları nispetinde temsil hakkı verildi. Ermeniler de bunların içerisinde fazlasıyla yer aldı.

II. Meşrutiyet’in ilanı ise birincisinden çok daha farklı oldu. Jön Türk olarak nitelendirilen muhalefet, Meşrutiyet’in devletin zararına olduğunu düşünen Sultan Abdülhamit’e karşı amansız bir savaş verdi. Her türlü savaş unsurlarına yer verildi. Sürgünden suikasta bütün yollar denendi. Hatta vatanı bölmek isteyen guruplarla bile çalışıldı. Sonuç olarak başarıya ulaşıldı. Bu başarıya giden yolda Jön Türler ve Ermeniler Meşrutiyet’i ilan ettirmek için büyük çaba sarf ettiler. Ortak düşman belledikleri Sultan Abdülhamit saltanatını devirmek için kullandıkları araçların birisi de basın oldu. Jön Türklerin yayın organı olan Osmanlı Gazetesi’nde (1897–1904) Türk-Ermeni işbirliğinin örnekleri verilmiştir. Bu örneklerin bir kısmı da bizim çalışmamızda yer almaktadır.

Türk-Ermeni ilişkileri, sorunun başladığı 1878 Berlin Anlaşması’ndan öncesi dönem hariç geriye doğru gidildiğinde hep iyi olarak nitelendirilir. Ermeni sorununun başlangıcını da 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı olarak ele alınmaktadır. Biz de bu tarihi başlangıç olarak ele aldık. Daha önceleri kiliselerdeki Ermeni uyanışına yeri geldikçe değinilecektir. Bizim konumuz ise Meşrutiyet sürecinde Ermeni milliyetçiliğidir. Meşrutiyet yönetimi Osmanlı Devleti’nde Meclis-i Mebusan’ın açılmasıyla tatbik edilmiş, Osmanlıcılık prensibi üzerine ve etnik unsurların bir çatı altında toplanması düşüncesinden doğmuştur. İlk mecliste örnekleri aşağıda görüleceği üzere mebuslar, milliyetçilik tartışmalarının yapılmasına doğrudan izin vermemiştir. Ancak değişik görüşler altında bunlar bazen gündeme gelmiştir1. İkinci Meşrutiyet’in ilanı sürecinde ise Osmanlıcılık prensibine daha çok bağlı olan taraf Türkler olmuş, Ermeniler ise özellikle istedikleri Doğu Anadolu bölgesinde köklü bir ıslahat yapmayan, daha açıkça Ermenilerin vatan oluşturmada isteklerine set çeken Sultan Abdülhamit’i tahtan indirerek isteklerine kavuşmak istekleri görülmüş-

1 Meclis-i Mebusan’da yaşanan tartışmalar için bkz. Ahmet Oğuz, I. Meşrutiyet Meclis-i Umumi’sinin Açılışı, İşleyişi ve Kapanması, Ankara 2004.

tür. Nitekim İttihatçılarla Ermenilerin 1908 tarihinden sonra araları iyice açılmış, sonra da düşman iki taraf haline gelmiştir. Milliyetçilik Ermenilerde Türklerden daha hızlı şekilde cereyan etmiş ve kimliklerini kazanarak Meşrutiyet’i Osmanlı Devleti’nden ayrılmanın yollarından biri olarak görmüştür. İttihatçılar ise bu süreci çok daha geç fark etmiştir2.

Jön Türklerle diğer gurupların aynı zeminde uzun süre kalamayacakları açıktı. Jön Türklerden Ahmet Rıza gurubu zaten Türkçü bir çizgide ilerlerken, Prens Sabahattin gurubu ise gayr-i Müslimlerin hiçbir yerde çoğunluk olmadığını3 dolayısıyla bağımsızlığa gidemeyecekleri gibi yanlış bir inanca sahipti. Osmanlıcılık zemininde ve Sultan Abdülhamit’e karşı ortak yürütülen mücadele 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanına kadar değişik aşamalar kaydetmiştir. Biz bu aşamaları Ermeni milliyetçiliğinin gelişimi ve Türk Ermeni ilişkileri bağlamında Ermenilerin faaliyetleri doğrultusunda ele alacağız.

İlk Meşrutiyet denemesi olan Kanun-ı Esasî’nin gereği olarak açılan Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında da Ermeni mebuslar bulunmaktadır. Ancak Osmanlı Devleti’nde Ermenilerle beraber daha pek çok gayr-i Müslim Osmanlı tebaası anılan mecliste temsil edilmiştir. Meclisin açılma gerekçesine uygun olarak Türk, Müslüman ve etnik azınlığa mensup diğer mebuslar hep Osmanlıcılık prensibini öne çıkarmıştır. Ancak zaman zaman mecliste yaşanan tartışmalar esnasında Ermeni kimliğinin bu mebuslarca öne çıkarıldığı da görülmektedir. Örneğin Erzurum mebusu Hamazasb Efendi, Ermenilerin beş yüz yıldır Osmanlı Devleti içinde mutlu yaşadıklarını bildirmişti4.

Buna benzer dolaylı açıklamalar nadir de olsa diğer etnik unsurların içindeden de çıkmıştır. Meclis-i Mebusan, Osmanlı kimliği altında toplandığı için bireysel kimliklerin vurgulanmasına oto kontrol sistemiyle izin verilmemiştir. Özellikle İntihab-ı Mebusan kanunu ve Vilayet Meclisleri ile ilgili kanun tasarıları görüşülürken milliyetçilik temelli olmasa da din ve bölgesel temelli çetin tartışmalar yaşanmıştır. Daha çok üzerinde durulan ise dinî yapı ağırlıklı bir toplumun beklentileri söz konusu olmuştur. Mesela, vilayet meclislerinde müftünün veya diğer dinlere ait din adamlarının bulunup bulunmaması gibi.

2 Erdal Aydoğan, İttihat ve Terakki’nin Doğu Politikası (1908–1918), s.50.
3 Selçuk Akşin Somel, “Osmanlı Reform Çağında Osmanlıcılık Düşüncesi”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cumhuriyete Devreden Düşünce Mirası Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, Cilt 1, İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s.108.
4 Meclis Zabıt Ceridesi, Cilt I, s.175.



Ermenilerle ilgili bu dönemde en kayda değer tartışma meclise verilen bir soru önergesinde yaşanmıştır. Ermenilerin Edirne’ye yaklaşan Rus generalinden bağımsızlık talebi üzerine görüşme yapılmıştır. Aydın mebusu Mina Efendi, İstanbul gazetelerinde, Ermenilerin yabancı devletlere istiklâliyet istidasına dair bir haber olduğunu bunun araştırılmasını istediyse de durumun nezaketi bakımından konu görüşülmeden kapatılır5. Anlaşılıyor ki konu her iki tarafın da malumudur.

Yine aynı dönem içinde İngiltere’ye giden bir Ermeni heyeti, 1878 Mart ayında II. Alexander’e başvurarak Lübnan’da otonom bir devlet kurmak istediklerini bildirmişti. Berlin Anlaşması’ndan hemen önce aynı heyet, Rusları ve Fransız Dışişleri Bakanı Waddington’u ziyaret etmiş, ancak kesin cevap alamamıştı6. Ruslar İstanbul yakınlarına gelince Ermeni patriği Nerses, Trakya’ya kadar gelen Rus komutan Grandük Nikola’ya üç kişilik bir heyet göndererek bağlılıklarını bildirmişti7. Rusların görünürde Ermenileri desteklemesi tamamen bir aldatmaydı. Kendi ülkelerindeki Ermenilerin de bağımsızlık mücadelesi vereceklerinden korkarak sürekli onları baskı altında tutuyordu. Hatta bu baskıdan kaçmak için Ermeniler Müslümanların Girit’ten boşalttıkları yerlere göçmek istiyordu8. Bu durum bir noktayı daha ortaya çıkarmaktadır. Ermenilerin Rusya sınırında da milliyetçilik hususunda boş durmayıp faaliyette bulunduğudur. Osmanlı Gazetesi’ne (1897-1904) göre Ermeniler, Avrupalı devletlerin özellikle İngiltere’nin koruması altında olan Girit’e gitmek ve onlardan yardım bulmayı ummaktadır. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki Ermeni istekleri artık içerde ve dış kamuoyunda bilinen bir gerçekti. Ermenilerin bu istekleri ve günümüz itibariyle geldikleri nokta, Ermeni milletinin iç dinamikleri ya da Osmanlı Devleti’nin kötü idaresine bağlı saymak arabayı atın önüne koşmak gibidir.

Ermenilerin gerek Rusya’da gerekse Osmanlı Devleti’nde yaptıkları çete faaliyetleri şartlarının iyileştirilmesi değil bağımsızlık mücadelesinin aşaması olduğu sonraki olaylardan anlaşılmaktadır. Özellikle 1878 tarihinden sonra

5 Meclis Zabıt Ceridesi, Cilt II, s.248.
6 Musa Şaşmaz, British Policy and the Application of Reform for the Armenians in Eastern Anatolia 1878–1897, Ankara, TTK Yayını, Ankara 2000, s.8.
7 Ermenilerin Ayastefanos (Yeşilköy) Anlaşması’na Ermeniler lehine madde koydurmak için yaptıkları girişimler için bkz. Cevdet Küçük, Osmanlı Diplomasisinde
Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı 1878–1897, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1986, s.2 vd.
8 Osmanlı Gazetesi, No:41,s.7.


Ermeni olaylarının başlaması ve Ermeni faaliyetleri göz önüne alınırsa Osmanlı Devleti içindeki en korumasız ve yardıma muhtaç kesimin Müslüman Türkler olduğu açıktır. Tanzimat’tan bu tarafa ıslahatların hemen tamamı gayrimüslim merkezli yapılıyordu.

Sultan II. Abdülhamit (1876–1909) döneminin en ilginç olaylarından biri olarak niteleyebileceğimiz, bir dönem ortak çalışan ve sonra da tabii olarak birbirlerinin amansız düşmanı olan İttihatçılarla Ermeni milliyetçileri aynı safta mücadele etmiştir. Bu mücadelenin ortak zemini Abdülhamit yönetimine karşı olmak ve onu devirmek üzerine kurulmuştur.

I. Meşrutiyet’in ilanında büyük hisse sahibi olan Yeni Osmanlılar da Ermenilerle zaman zaman ilişki kurmuşlardı. Hatta anayasa hazırlama komisyonuna bazı Ermeni ileri gelenleri de seçilmişti. Mithat Paşa’nın yakın arkadaşı Oydan Efendi anayasa hazırlama komisyonunda görev almıştı9. Daha başka Ermeniler de vardı. II. Meşrutiyet döneminde de bu ilişki bir süreliğine de olsa ittifaka dönüşecektir. Bu ittifakı Ermenilerin büyük devletleri de arkalarına alarak İstanbul ve Doğu Anadolu başta olmak üzere birçok olay çıkarması da Jön Türkleri Ermenilerle olan işbirliğinden çevirememiştir. Doğuda çıkan olayları İttihatçılar, Ermeni milliyetçiliğinin uyanışı olarak değil Abdülhamit’in herkese yaptığı zülüm olarak vermiştir. Bu ittifakın sergilendiği en belirgin yerlerden birisi de basın olmuştur. Abdülhamit’e karşı eylemlerini yurt dışında sürdüren muhalifler, ortak düşman belledikleri Sultan’a karşı benzer ifadeleri kullanmıştır. İttihatçılar, haksız olarak nitelendirdikleri Ermeniler değil de olayları önlemekte yetersiz kalan Abdülhamit olarak değerlendirmiştir10.

İttihatçılar ve geniş anlamda da Abdülhamit’e muhalif olan tüm guruplar, yani Jön Türkler, yükselen Ermeni milliyetçiliğinin sonuç itibariyle Türk milliyetçiliği ile bir süre sonra çelişeceğinin farkına varmadan bu birlikteliği sürdürmüştür. O gün için düşünülen Abdülhamit rejiminin yıkılmasıydı. Türk ya da geniş anlamıyla Müslümanlar, devletin kötü durumunu görüyorlar ve kurtuluş için Osmanlıcılığı esas alarak devleti toprak bütünlüğü çerçevesinde kurtarmayı amaçlıyordu. Gayrimüslim-

9 Kirkor Odyan Efendi (1834-1887), Midhat Paşa’nın ikinci sadrazamlığında danışmanlık yapmış, 1876 Anayasası’nın hazırlanmasına katılmış, Ermeni Milleti Nizamnamesi’ni hazırlayanlardan biri olmuştur.
10 Osmanlı Gazetesi, No:69, s.6; No:88, s.8.


ler ise Ermeniler de dâhil olmak üzere ıslahat adı altında bağımsızlığa doğru gidişin uluslar arası zeminini hazırlamaya çalışıyordu11. Gerçekte Ermenilerle ilgili ister Doğu Anadolu bölgesinde isterse yurdun başkent yahut başka bir tarafında, Avrupa devletlerinden özellikle İngiltere’den Doğu Anadolu’da ıslahat isteklerini ve çıkar sağlama araçları olarak gördükleri için Sultan Abdülhamit’e baskılar artıyordu12.

Sultan Abdülhamit, Ermeni isteklerine karşı hem iç hem de dış baskılara direniyordu. İçeride İttihatçılar, rejimi değiştirmeyi amaçlarken Ermeniler ise İttihatçılarla rejim ve Abdülhamit üzerinden ortaklık kuruyorlardı. Asıl olarak ise Ermeniler, bağımsız Ermenistan hayallerini gerçekleştirmek için çaba harcıyordu. Rusya da Ermenilere karşı yoğun bir baskı uyguluyor, göç ettirmek için ve Ermeni çetelerinin Rusya’ya geçmesini önlemek amacıyla sınır güvenliğini artırmıştı. Bu tavsiyeyi Osmanlıya da öneriyordu13. Buradan da anlaşılıyor ki, Ermeni faaliyetleri hem Rusya’da hem de Osmanlıda bağımsızlık niyetiyle ve Ermeni milliyetçilerinin öncülüğünde yapılıyordu. Bunu gerçekleştirmek ve yurt dışından özellikle İngiltere’den destek bulmak için ayaklanma vb. her türlü yola başvuruyordu. Bütün Ermenileri bu fikre ikna etmek için de çaba harcanıyordu. Bu çabada kuşkusuz Ermeni kiliselerinin büyük desteği olmuştur14.

Fransız İhtilali’yle başlayan milliyetçilik akımı Ermeni kilisesinin öncülüğü ile başlamıştır. Milliyetçiliğinin kökeninde batılı anlamda millet/nation kavramı kiliseler öncülüğü ile yayılmıştır. İngiltere’nin Ermeni Protestan kilisesi kurmak için giriştiği faaliyetler Ermeni milliyetçiliğinin de çekirdeğini meydana getirmiştir. Daha sonra bu yolda devam edilerek Ermeni edebiyatı, dili ve kültürü üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Ancak Ermeni olaylarının aktivite kazanması Rus ve İngiliz isteklerinin Doğu Anadolu’da çelişmesi ve Ermenilerin kışkırtılmasıyla başlar. Berlin Anlaşması’nın 61. maddesiyle Ermeniler lehine ıslahat istekleri ve bu ıslahatlardan hiçbir tarafın memnun olmaması Osmanlı Devleti’yle Ermenileri karşı karşıya getirmiştir. Ermenilerle geçmişte

11 Stefanos Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye Tanzimat’tan I. Dünya Savaşı’na, Çeviren Babür Kuzucu, Belge Yayınları, İstanbul 1987, s.461.
12 Hikmet Bayur, XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası Üzerindeki Etkileri, TTK Yayınları, Ankara 1989, s.58.
13 Osmanlı Gazetesi, No:111, s.6.
14 Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ocak Yayınları, Ankara 1997, s.110.



sorun yaşamayan Osmanlı Devleti artık onlarla karşı karşıya gelmeye başlamıştır. Hiç şüphe yok ki tüm Ermenileri bu çizgide görmek doğru olmaz. Bu fikre karşı gelenler de saf dışı edilmiştir. Ermeni sorununu Ermeni milliyetçiliğinden ayrı görmek mümkün değildir. Zaten Ermeni görüşünü de bağımsızlık yanlısı Ermeniler tayin etmiştir.

Ermenilerin faaliyete geçip aktivite kazanmaları Jön Türklerin faaliyete geçtiği zamanla aşağı yukarı aynıdır. O tarihe kadar teşkilatsız Ermeniler, teşkilatlanıp olaylar çıkarmak ve batılı devletlerin bilhassa İngiltere’nin dikkatini çekmek amacıyla 1887 tarihinde Hınçak, iki yıl sonra da Taşnak kurulmuştu. Bunların amacı başlangıçta Berlin Anlaşması’yla kendilerine söz verilen Doğu Anadolu’da ıslahat yapılmasını sağlamaktı. Bununla beraber Ermeni milliyetçiliğini de uyandırmaktı15.

Zira önlerinde Bulgaristan gibi bir örnek vardı. Bulgarların yolundan giden Ermeniler İstanbul’da ve taşra da seslerini duyurmak amacıyla eylemlere başladılar. Bunlara pek çok örnek vardır. Sasun’da çıkan ayaklanma Batılı devletlerin dikkatini çekmek bakımından iyi bir örnektir. Ancak bu ayaklanma Sultan Abdülhamit’in emriyle sert bir şekilde bastırıldı. Bunun üzerine Avrupa’nın büyük şehirlerinde gösteriler yapıldı ve Türkler kınandı16. Ermenilerin bekledikleri yavaş yavaş gerçekleşecekti.

Ermenilerle ilgili bir diğer gelişme 30 Eylül 1895 tarihinde Babıâli Baskınıdır. Kumkapı Kilisesi’nde toplanan Ermeniler, Babıâli’ye baskın yaparak Avrupa kamuoyunun dikkatini çekmek istediler. Toplanan kalabalığı dağıtmakla görevli subay Servet Bey’i şehit ettiler17. İstanbul’da üç gün kanlı olaylar oldu. Halk müdahale etti, iki taraftan çok sayıda insan kaybedildi ve üstelik olaylar İstanbul dışına yayıldı. Sultan Abdülhamit bu olaylardan ürktüğü için önceden karar verilen ıslahatların yapılacağı taahhüdünde bulundu. Bundan yaklaşık bir yıl sonra 26 Ağustos 1896 tarihide Osmanlı Bankası baskını gerçekleştirildi. Bunlarla beraber artık Ermeni davası uluslar arası bir dava olmuştu. İttihatçıların da Ermenilere karşı sempatileri artmıştı. Ermenilerin olaylar çıkararak Abdülhamit’i 15 Anahide Ter Minassian, “1876-1923 Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğunun Rolü”, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik 1876-1923, Derleyen Mete Tunçay-Erik Jan Zürcher, İletişim Yayınları, İstanbul 1995, s.167.

16 Kâmuran Gürün, Ermeni Dosyası, Remzi Kitabevi, İstanbul 2005, s.212 vd.
17 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.VIII, TTK Yayınları, Ankara 1988, s.142.


zor durumda bırakmaları İttihatçıları fazlasıyla memnun ediyordu. Hatta doğudaki olayların sebeplerini Abdülhamit’in kötü idaresi ve Ruslar olduğunu söyleyerek zavallı Ermenilere destek olunuyordu18.

İstanbul’da da Ermenilere yönelik takibin artması ve birkaç Ermeni’nin İstanbul’da tutuklanması üzerine Patrik, Babıâli’ye protesto notası vermişti. Bunun üzerine İttihatçılar basın yoluyla Abdülhamit’i hem eleştiriyorlar hem de Ermenilere destek vermek için özellikle doğuda bulunan Ermenilerin kötü durumda olduğunu haber veriyordu19. Bunun üzerine de patrik Ermenilerin şartlarının düzeltilmesi için bir layiha vermiştir20.

Hem I. Meşrutiyet’in ilanı sürecinde Yeni Osmanlılar II. Meşrutiyet’in ilanı sürecinde de İttihatçılar Meşrutiyet’i ilan etmeyen iktidara karşı tam bir birlik içinde hareket edememişlerdi. İşte bu amaçla İttihatçılar 4 Şubat 1902 tarihinde Paris’te İngiltere’nin de desteğiyle bir kongre yaparak özlenen birliği sağlamak istediler21. Mahmut Celalettin Paşa’nın oğulları Prens Sabahattin ve Lütfullah’ın önderliğinde Ahmet Rıza ve diğer ileri gelen İttihatçıların da katılımıyla bir kongre yapıldı. Kongre amacının tam aksine netice verdi ve Ahmet Rıza yanlılarıyla Prens Sabahattin yanlıları ayrıldılar. Etnik unsurlara özelliklede Ermenilere daha yakın gelen Prens Sabahattin gurubu olmuştu22. Bu guruba yakın olan Osmanlı Gazetesi adı geçen kongreden az önce bir Ermeninin ağzından yayımladığı bir makalede, Ermenilerin kendilerini nerede gördüklerine yanıt veriliyor ve İttihatçıların görüşü aktarılıyordu. Aynı makalede Ermenilerin isyan etmelerinden dolayı asi sayılmaması gerektiğini dile getirerek, Ermenilerin Türklere asırlardır hizmet ettiklerini ve olaylara karışanların memleketlerinin değerlerini bilmeyen genç, tecrübesiz kimseler olduğu anlatılmıştır23.

Ermenilerin artık bu tarihlerde kendilerini tamamen farklı olduklarının da işaretlerini vermiştir. Yine gazetenin aynı sayısında Ermeniler,

18 Osmanlı Gazetesi, No:66, s.8.
19 Osmanlı Gazetesi, No:4, s.8.
20 Osmanlı Gazetesi, No:8, s.8.
21 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İmge Kitabevi, Ankara 2001, s.61-64.
22 Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasî Fikirleri 1895-1908, İletişim Yayınları, İstanbul 1992, s.282.
23 Osmanlı Gazetesi, No:99, s.6.



Cenevre’de yaptıkları bir oyun sırasında Millî Marş söylemiştir. Türklerin de katıldığı bu oyunda Ermenilerin kimliklerini ifade ediş şekillerini hayretle karşılamıştır. Gazetenin iddiasına göre civardaki halk ise millî marş ne demek bilmediği için marşı padişahım çok yaşa anlamına gelen bir şeyler söylediklerini sanmıştır. Millî marşın ne demek olduğunu bilmeyen halkın durumu İttihatçılar tarafından eleştirilmiştir24.

Bu yakınlaşmanın işaretlerini Osmanlı Gazetesi’nde25 benzer makalelerde de görüyoruz. Jön Türklerin yayın organlarından biri olan gazete genel olarak Prens Sabahattin taraftarlarının elinde kalmıştır. Ahmet Rıza gurubunun Türkçü bir çizgi takip etmesi sebebiyle Ermeniler daha çok birinci olarak zikrettiğimiz gurubun içinde kalmayı tercih etmiştir.

Çünkü Ahmet Rıza taraftarları ve devam eden dönem içinde Türkçülük akımını başlatan kimseleri bu gurup bünyesinde toplamıştır26. O tarihten bir süre sonra Osmanlı Gazetesi’nde Nuyorık adlı bir Ermeninin mektubuna verilen cevapta Türk ve Ermenilerin birlik olmalarına atıfta bulunarak Ermenilerin Meşrutiyet idaresi altında Türkler ve diğer unsurlarla eşit yaşayabileceği, ancak kendi idarelerini kuramayacakları belirtiliyor. Hatta ileri gidilerek ortak parti bile kurabilecekleri vurgulanıyor27. Buna karşılık bir Ermeniden gelen cevapta, bu fikirlere karşı çıkılarak imtiyaz isteklerine dikkat çekiliyor28. 17 Temmuz 1902 tarihinde Brüksel’de toplanan Ermeni kongresi ise, Rusların Ermeni isteklerine ilgisiz kaldığını belirtilerek, kendilerince Ermenistan olarak adlandırılan bölgede geniş çaplı ıslahat yapılmasını istiyordu29. Türkler aleyhine eylemlere geçilmesi hem bu kongrenin hem de Paris’te İttihatçılarla yapılan kongrenin ortak temasıydı. Paris Kongresi’nin hedefini Ermeniler ve İttihatçılar Abdülhamit’i tahtan indirmek veya ortak muhalefet belirlemek olarak kararlaştırmıştı.

24 Osmanlı Gazetesi, No:89, s.8.
25 Osmanlı Gazetesi hakkında bkz. Gülser Oğuz, Osmanlı Gazetesi (1897–1904), Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2006.
26 Örneğin Yusuf Akçura Paris’e gelince Ahmet Rıza’nın da yazdığı Meşveret gazetesinde yazılar yazmıştı. Ahmet Temir, Yusuf Akçura, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1987, s.29.
27 Osmanlı Gazetesi, No:108, s.4-5.
28 Osmanlı Gazetesi, No:111, s.5.
29 Esat Uras, The Armenians in History and the Armenian Question, Documentary Publications, İstanbul 1988, s.805.


Ermeni kimliğinin ortaya konmasında en belirleyici olaylardan birisi de Mısır’da yapılan Ermeni kongresidir. Kahire’de 300 Ermeni’nin katıldığı toplantıda, Ermeni, ihtilal ve hürriyet yazılı kırmızı bayraklar ile millî marşlar çalmışlar ve Osmanlılıktan hiç bahsedilmemiştir30. Bütün bunlar gösteriyor ki, Ermenilerin İttihatçılara belli etmedikleri ya da İttihatçıların göremedikleri/ görmek istemedikleri bir Ermeni kitlesi bağımsız bir Ermenistan oluşturma çabası içindedir. Bayrak ve millî marş gibi semboller edinmiş durumdadır. Buradan anlaşılıyor ki Ermenileri temsil eden veya öne çıkan bu guruplar, emellerini gerçekleştirmek için Meşrutiyet’i ve İttihatçıları araç olarak kullanıyordu. Ermenilerin olay çıkarmakla sorumlu gurupları eylemlerine Osmanlı Devleti’nin her tarafında devam ediyorlardı. Üstelik bu eylemler öncekilere oranla Avrupalı devletlerin daha çok dikkatini çekecek çaptaydı.

Ermeni ihtilâlcilerinin bu türden ses getiren önemli eylemlerinden birisi de Yıldız Suikastı’dır. Ermeniler son çare olarak emellerine ulaşmada en büyük engel olarak gördükleri Sultan Abdülhamit’i ortadan kaldırmak amacıyla bir suikast düzenlediler. Sultanın Cuma namazından döneceği saate ayarlı olarak arabasına saatli bomba yerleştiren Ermeniler, burada da emellerine ulaşamadılar. Ancak Avrupalıların bölgeye dikkatlerini çekmelerine ve ıslahat isteklerinin artmasına zemin hazırlamışlardır31.

Ancak Türklerin Osmanlıcılık olarak gördüğü Ermenilerin ise bağımsızlık mücadelesi olarak baktıkları dava birlikte devam ediyordu. Hatta Amerika’da çıkan Hayranin adlı Ermeni gazetesine atfen İttihatçılar da Ermeni vatandaşlarca teklif edilen birlikte hareket edilmesi fikrini hala destekliyor, diğer unsurların da katılarak Abdülhamit zulmüne birlikte son verilmesini öneriyordu32. Dışarıda bu ve benzer fikirler üretilirken, Doğu Anadolu’da Ermeniler ile Kürtlerin arası iyice açılmıştı. Karşılıklı olarak yapılan savaşlar ileride olacakların da zeminini hazırlıyordu33. Bunda elbette ki 1897 tarihinden beri Sultan Abdülhamit’in düzene koyduğu ve kendisine değişik şekillerle bağladığı Hamidiye Alayları’nın da etkisi vardır. Abdülhamit’in savunduğu İslâm Birliği politikasını

30 Osmanlı Gazetesi, No:121, s.5.
31 Nejat Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Gültepe Yayınları, İstanbul 1983, s.66.
32 Osmanlı Gazetesi, No:61, s.3.
33 Stefanos Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde…, s. 390.



Ermenilere karşı bu şekilde kullanmıştı. Avrupalıların bölgedeki azınlık Ermenilere karşı ıslahat istekleri de halkı ve Kürt aşiretleri Sultan’a yaklaştırmıştı34.

Ermenilerle ilgili devletlerarası çatışmaya bir örnek de Amerika’dır. Amerika, Osmanlı vatandaşlığından Amerikan vatandaşlığına geçen Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu’nda bulundukları süre içerisinde Amerikan vatandaşıymış gibi muamele edilmesini istemiştir35. Bu olay hemen Fransa ve İngiltere’nin tepkisini çekti ve bundan yararlanan Osmanlı yönetimi Amerika’nın teklifini reddetti36. Bu örnek, misyonerlik faaliyetlerinde bir devletin diğerine oranla güç kazanmasına bile tahammüllerinin olmamasını göstermesi bakımından önemlidir.

Ermeniler, Osmanlı Devleti içerisindeki şartlarının düzeltilmesi değil, farklı emellerinin olduğunu da göstermektedir. Bu davranışlar bağlılığın değil kopuşun göstergeleridir.

İmparatorluktan buna benzer kopuşların önlenememesi, Osmanlıcılık fikrini savunan Jön Türkler arasında paniğe ve yeni fikrî cereyanlar arayışına sebep olmuştur37. Bu fikrî cereyan da Türkçülüktür38. Türkçülüğün39 özünü Osmanlıcılıkta olduğu gibi imparatorluğu kurtarmak amacı oluşturmaktadır40. Türkçülük fikrinin gelişmesini sağlayan en önemli etken, milliyetçilik akımının Türkler üzerinde etkili olması ve bu bağlamda yapılan çalışmalardır41. İmparatorluktaki diğer etnik unsurlara oranla daha kötü durumda olan Türklerin durumu da Jön Türklerin bu fikrî cereyan üzerinde düşünmelerine sebep olmuştur42.

34 Bayram Kodaman, Şark Meselesi Işığı Altında Sultan II. Abdülhamit’in Doğu Anadolu Politikası, Orkun Yayınları, İstanbul 1983, s.82.
35 Osmanlı Gazetesi, “Havadis”, 12 Ağustos 1904, No:137, s.4.
36 Osmanlı Gazetesi, “Havadis”, 15 Eylül 1904, No:138, s.4.
37 Yusuf Akçura, Türkçülük, Türkçülüğün Tarihî Gelişimi, Türk Kültür Yayını, İstanbul 1978, s.81.
38 Türkçülük fikri Osmanlı Gazetesi’nin yayın hayatında olmadığı yıllarda da işlenmiştir. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Akçura, Türkçülük, s.33–80.
39 Osmanlı Gazetesi’nde Türk milleti, Türkiye memleketi gibi terimlerin kullanıldığı görülmüştür. Bkz. Mustafa Refik, “Abdülhamid ve …. (?) Meselesi”, Osmanlı Gazetesi, No:43, s.3.
40 Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal Neşriyat, İstanbul Tarihsiz, s.69-72.
41 David Kushner, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu (1876–1908), Çev. Şevket Serdar Türet-Rekin Erdem, Kervan Yayınları, İstanbul 1979, s.8.
42 Osmanlı Gazetesi, No:1, s.2-3.


Zira diğer etnik guruplarda olduğu gibi yukarıda belirttiğimiz üzere Ermenilerin faaliyetlerinin hedefi bağımsızlıktı.

Tanzimat devlet adamlarının vazgeçilmezi olan Osmanlıcılık temelinde imparatorluğu bir arada tutma fikri İttihatçılarda da kendini göstermiştir. O dönemde kullanılan klasik deyimle İttihad-ı Anasır fikri hiçbir azınlık için müspet netice vermemişti. Ermenilerin de bu fikre sıcak bakmayacakları tabiidir. Hatta her iki gurup da hedefleri gibi görünen Meşrutiyet’in ilanı ve Abdülhamit’in iktidarına son verilmesi gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Dolayısıyla İttihatçılar da özellikle 1913 tarihinden başlayarak Türkçülüğe daha çok sarılmıştır43.

43 Erik Jan Zürchher, Millî Mücadelede İttihatçılık, Çev. Nüzhet Salihoğlu, Bağlam Yayınları, İstanbul 1987, s.50.

BİBLİYOGRAFYA

AKÇURA, Yusuf, Türkçülük, Türkçülüğün Tarihi Gelişimi, Türk Kültür Yayını, İstanbul, 1978.
AKŞİN, Sina, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İmge Kitabevi, Ankara 2001.
BAYUR, Yusuf Hikmet, XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası Üzerindeki Etkileri, TTK Yayını, Ankara 1989.
AYDOğAN, Erdal, İttihat ve Terakki’nin Doğu Politikası (1908–1918),
ESAT URAS, The Armenians in History And The Armenian Question, Documentary Publıcatıons, İstanbul 1988.
GÖYÜNÇ, Nejat, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Gültepe Yayını, İstanbul 1983.
GÜRÜN, Kâmuran, Ermeni Dosyası, Remzi Kitabevi, İstanbul 2005.
HANİOğLU, Şükrü, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal Neşriyat, İstanbul Tarihsiz.
KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C.VIII, TTK Yayını, Ankara 1988.
KODAMAN, Bayram, Şark Meselesi Işığı Altında Sultan II. Abdülhamit’in Doğu Anadolu Politikası, Orkun Yayınları, İstanbul 1983.
KUSHNER, David, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu (1876–1908), Çev. Şevket Serdar Türet-Rekin Erdem, Kervan Yayınları, İstanbul 1979.
KÜÇÜK, Abdurrahman, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ocak Yayınları, Ankara 1997.
KÜÇÜK, Cevdet, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı 1878–1897, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul 1986.
MARDİN, Şerif, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri, 1895- 1908, İletişim Yayını, İstanbul 1992. Meclis Zabıt Cerideleri, Cilt I, II.
MİNASSİAN, Anahide Ter, “1876-1923 Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğunun Rolü”, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik 1876-1923, Derleyen Mete Tunçay-Erik Jan Zürcher, İlitişim Yayınları, İstanbul 1995. Osmanlı Gazetesi, “Havadis”, 12 Ağustos 1904, No:137; 15 Eylül 1904, No:138.
OğUZ, Ahmet, I. Meşrutiyet Meclis-i Umumi’sinin Açılışı, İşleyişi ve Kapanması, Ankara 2004.
OğUZ, Gülser, Osmanlı Gazetesi (1897–1904), Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2006.
Osmanlı Gazetesi, No:1, 4, 8, 41, 43, 61, 66, 69, 88, 89, 99, 108, 111, 121.
SELÇUK AKŞİN SOMEL, Osmanlı Reform Çağında Osmanlıcılık Düşüncesi Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cumhuriyete Devreden Düşünce Mirası Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, Cilt 1, İletişim Yayınları, İstanbul 2001.
ŞAŞMAZ, Musa, British Policy and the Aplication of Reform for the Armenians in Eastern Anatolia 1878–1897, Ankara, TTK Yayınları, Ankara 2000.
TEMİR, Ahmet, Yusuf Akçura, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1987.
YERASİMOS, Stefanos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye Tanzimat’tan I. Dünya Savaşına, Çeviren Babür Kuzucu, Belge Yayınları, İstanbul 1987.
ZÜRCHHER, Erik Jan, Millî Mücadelede İttihatçılık, Çeviren Nüzhet Salihoğlu, Bağlam Yayınları, İstanbul 1987.

Tüm yazıyı Oku Tüm Yazıyı Oku !

Ermeni Edebî Eserlerine Yansıması Bağlamında Ermenilerde Milliyetçilik Hareketleri

Prof. Dr. Ahmet KANKAL
Nevşehir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Nevşehir-TÜRKİYE

ÖZET

Bu çalışma, esas olarak, bugüne kadar Türkçe yayımlanmış olan Ermeni roman, öykü, anı, günce, deneme, inceleme ve tanıklık türünden eserlere dayanmaktadır. Kısacası, ister Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olsun ister olmasın, Ermeniler tarafından kaleme alınan eserlerde öncelikle Ermeni cemaatinde milliyetçilik fikrinin olup olmadığı yönündeki bilgiler değerlendirilecektir. Sıradan bir öykü, roman veya diğer türden eserlerde milliyetçilik konusunun ve milliyetçilik hareketlerinin nasıl işlendiği vurgulanacaktır.

Daha sonra şayet Ermenilerde milliyetçilik fikri oluşmuşsa bu fikrin ortaya çıkışına Ermenilerin bizzat kendileri mi, Osmanlı yönetimi mi veya emperyalist devletler mi sebep olmuştur konusu irdelenecektir. Bu konuda Ermeni yazarların veya halkın düşünceleri nelerdir, şayet bir suçlama varsa suçlu olarak kim veya kimler görülmektedir? Milliyetçilik hareketlerinin başlayışı ve bu süreç içerisinde yaşananlar nasıl değerlendirilmekte ve okuyucuya ne şekilde sunulmaktadır konusu üzerinde durulacaktır. Türkiye Ermenileri ile diaspora Ermenilerinin konuya bakışları arasında farkın olup olmadığı incelenecektir. Çalışmanın devamında Ermeni milliyetçilik hareketleri ve bu hareketlere karşı alınan önlemler, mukabil hareketler ve sonuçları bir bütün halinde değerlendirilip araştırıcıların dikkatine arz olunacaktır.

Bir kısım Ermeniler, özellikle diaspora Ermenileri tarafından öne sürülen ve bazı devletlerce de kabul gören 1915-1922 yılları arasında Türklerin Ermenilere yönelik soykırım uyguladığı yönündeki görüşler ve kabuller sürekliliğini devam ettirmekle birlikte, bu söylemlerin dünya kamuoyunun dikkatine sunulması konusunda farklı tempolar gözlenmektedir. Bu süreçte gözlenen tek şey sadece Türkleri suçlama konusundaki faaliyetlerin hızı, yani suçlamalardaki göreceli yavaşlama/yavaşlatılma veya artış/arttırma ile ilgili değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yöneticileri ve Türk halkının çoğunluğu tarafından benimsenen tarihî olayları politikacılara değil, tarihçilere bırakalım görüşü ve çağrısı Ermeni diasporası ile soykırımı kabul etmiş ülkelerin parlamentoları tarafından kabul görmemektedir. Buna mukabil arşiv belgelerinin (resmi belgeler oldukları ve resmi görüşü yansıttıkları gerekçesiyle) yok sayılarak veya daha yumuşak bir tabirle göz ardı edilerek soykırım meselesini asıl sözü edilen o tarihi olayların doğrudan tesiri altında kalan ve soykırımdan kurtulan görgü tanıklarının anlattığı anılar ve aktardığı halk şarkılarına indirgeme çabaları diaspora Ermenilerince daha çok benimsenmektedir. Bu iddia ve faaliyetlere göre bu hatıra ve şarkılar tarihin kavranması açısından ve olayları kanıtlayan belgeler ve birincil başvuru kaynakları olarak büyük önem taşımaktadırlar. Elbette bu iddia birçok açıdan tartışmaya açıktır, hatta dikkate alınmasına ve tartışılmasına dahi gerek yoktur görüşünü savunanlar bulunacaktır. Bazen her öne sürülen iddiaya cevap vermek de gerekmeyebilir. Konu siyasî açıdan ele alındığında yukarıdaki her iki kesime ilişkin iddia veya savunmalar doğru da kabul edilebilir, ancak konu bilimsel açıdan ele alındığında durum farklıdır. Tarihçilerin ortak kanaati; belge olmadan ortaya atılan her fikir tartışmaya açıktır, hatta belge olmadan konuşmak doğru değildir.

Gerçi belge olduğunda onun içeriğinde bulunan bilgilerin değerlendirmesi de neticede bir yorumdur ve burada kişiler kendi görüşlerini/hissiyatlarını bu yoruma katacaklarından kişilerin objektifliği de tartışmalıdır, sübjektif olmaları çok daha muhtemeldir türünden görüşler akademisyenlerin sık sık dile getirdiği konulardandır.

Hatıra ve şarkıların birinci elden kaynak olduğu, arşiv belgelerinin ise önemli olmadığı görüşü ve iddiası aklı başında tarihçilerce kabul edilebilir değildir. Bununla beraber arşiv belgelerinin yanı sıra, hatıra türünden eserlerin dönemin diğer eserleri (bunlar belgeler de olabilir, yine hatıra türünden eserler de olabilir) ile karşılaştırılması ve kritiğinin yapılması kaydıyla belge olarak kullanılabileceğine tarihçilerin itiraz etmeyeceği de açıktır.

Epey bir süredir Türkçe yayımlanan Ermeni edebî eserleri üzerine ilgisi olan ve bunlara dayalı çalışmalar yapan bir tarihçi olarak1 bu eserler

1 Ermeni edebî eserleri üzerine tarafımızdan yapılan çalışmalar şunlardır: Ahmet Kankal, “Ermeni Öykülerinden Türkçe Yayınlananlar Üzerine”, Millî Eğitim, Sayı 157, Ankara 2003, s.213-225; Kankal, “Ermeni Toplumunda ve Aile Hayatında Kadın”, Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi (SBArD), Sayı 4, Diyarbakır Eylül 2004, s.105-135; Kankal, “Ermeni Edebî Eserlerinde Ermenilerin Türk Devletine ve Türk Toplumuna Bakışları”, Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi (SBArD), Sayı 5, Diyarbakır Mart 2005, s.1-22; Kankal, “Türkçe Yayınlanan Ermeni Öykülerinde Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletleri İle Toplumuna Bakış”, XIV. Türk Tarih Kongresi (9-13 Eylül 2002 Ankara) Kongreye Sunulan Bildiriler, Ankara 2005, C.III, s.255-274; Kankal, “Ermeni Edebiyatında Türk ve Ermeni Toplumları Arasındaki Komşuluk İlişkilerine Bakış”, Erciyes Üniversitesi Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu (EUSAS-I), Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri Örneği, 20-22 Nisan 2006 Kayseri.), Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, C.I, Kayseri 2007, s. 221-235; Kankal, “Ermeni Öykülerine Göre Osmanlı-Türk Toplumunda Ermeniler”, Ermeni Araştırmaları 1. Türkiye Kongresi (20-21 Nisan 2002 Ankara) Bildirileri, C. III, Ankara 2003, s.97-120; Kankal, “Türk Okurları Açısından Ermeni Öykülerinin Oluşturabileceği Sakıncalar Hakkında Bir Değerlendirme”,


dikkatimizi hep çekmiştir. Özellikle de köy hayatına, sosyal olaylara, örf-adetlere, eğitime ve inançla ilgili konulara yönelik anlatılanlar, Anadolu’da yaşayan Türk ve Ermeniler arasında yaşayış ve inanış bakımından büyük farklılıkların olmadığını ortaya koymaktadır.

Bu çalışmada herhangi bir iddianın ne sahibi ne de savunucusu olma amacı bulunmaktadır. Ermeni edebî eserleri genel hatlarıyla ele alınıp değerlendirilecek, tek tek eserler ve içerikleri konusunda teferruat sayılabilecek bilgiler verilmeyecektir. Konu ile ilgili Ermeni edebî eserleri, çalışmanın sonunda kaynakça kısmında zikredilecektir.

Türkçe yayımlanan Ermeni edebî eserleri içerisinde siyasî içerikli olanların yanında Ermenilerin gündelik hayatı (ister kırsalda isterse şehirde olsun), hayatta karşılaşılan güçlükler, sosyal, kültürel, ekonomik, dinî ve ahlakî değişimler, diğer etnik unsurlarla olan ilişkilerini konu edenler çoğunluğu oluşturmaktadır. Dikkati çeken bir başka nokta da Türkiye’de yaşayan Ermenilerle diasporada yaşayan Ermenilerin ele aldıkları konular ve bu konuları işleyişleri yönündeki farklılıklardır.

Örneğin Türkiye’de yaşayan Ermeniler daha çok sosyal içerikli konuları işlerken, diasporada yaşayan Ermenilerin siyasî içerikli konulara eğilmeleri gibi. Bunun çok değişik sebepleri olabilir. Her iki gurubun tehcire bakışı, olayları değerlendirme biçimi, yaşadığı ortam, ilişkide bulunduğu guruplar birbirinden farklıdır. Nitekim ister tehcire tabi tutulmuş ister tutulmamış olsun sonuçta Türkiye’de yaşayan Ermeniler hayatlarının geçtiği ve kendilerine ait topraklarda yaşamaktadırlar. Her ne kadar bulundukları köylerden şehirlere göçmüş olsalar veya yaşadıkları şehirlerden İstanbul’a gitmiş bulunsalar da sonuçta devlet onların da devletidir, ilişkide bulundukları topluluklar da o devletin vatandaşıdır. Fakat diasporada yaşayanlar açısından durum farklıdır, çünkü bir defa ister tehciri yaşamış olanlar isterse onların çocukları veya torunları olsunlar,

IV. Türkiye’nin Güvenliği Sempozyumu (Tarihten Günümüze Dış Tehditler) (16-17 Ekim 2003 Elazığ) Bildirileri, Elazığ 2004, s.415-422; Kankal, “Ermeni Yayınlarıyla Yapılan Tanıtım mı Propaganda mı? (Öykü ve Romanlar Bağlamında)”, I. Kahramanmaraş Sempozyumu (6-8 Mayıs 2004 Kahramanmaraş) Bildirileri, C.II, İstanbul 2005, s.669-676; Kankal, “Türk Halk İnanışları İle Anadolu Ermeni Halk İnanışları Arasındaki Benzerlikler”, VII. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü-Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı, 27 Haziran-1 Temmuz 2006 Gaziantep (kongre bildirileri henüz basılmadığından bu tebliğ yayımlanmamıştır).


bunlar yaşadıkları yerlerden kopmuş (tabii ki onlara göre işin aslı kopma değil koparılma, terk etme değil sürülmedir) kimselerdir. Bu sebeple kendilerini Türklerin tehcire/sürgüne gönderdiğini düşünerek Türklere karşı büyük bir kin ve nefret besleyen, hatta oluşan ortak kin ve nefret sayesinde diasporada birlikteliğini devam ettiren, kin ve nefretten bir millet oluşturan, yine ayrıldıkları yerlere karşı büyük bir özlem içinde olan, oralara ilişkin hatıraları bulunan ve bu hatıraları sürekli tekrar ede gelen bir kesim söz konusudur. Ayrıca bunların ilişkide bulunduğu kesimler de farklıdır. Onlar, Türkiye’de yaşayan Ermeniler gibi Türklerle birlikte yaşamaya veya onlarla her an ilişkide olmaya mecbur değillerdir.

Türkiye’de yaşayan Ermeniler sonuçta suçlu olarak kimi veya kimleri görmüş ve görüyor olsalar da bu durumu ileriye taşınması gereken bir dava olarak görmeyebilir veya bunun her iki tarafa bir faydası olmadığını da düşünebilirler. Mesela onların, diasporadakiler gibi, Türk milletini suçladıkları düşünülecek olsa da neticede devir değiştiği ve muhatap oldukları Türklerin tarihte yaşanan olaylarla ilgisi bulunmadığı için daha sağlıklı düşünmeleri söz konusu olabilecektir. Hâlbuki diasporada yaşayanlarda neslin değişmesine rağmen bugünkü Türklerin iddia ettikleri olaylarla uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı halde suçlu olarak yine Türkleri görme eğilimi mevcudiyetini muhafaza edecektir, çünkü onlara göre bu hale gelmelerine ve bütün olanlara sebep Türklerdir ve bu düşünce atadan evlada, hatta toruna daha da artarak, şiddetlenerek devam etmelidir, devam ettiği takdirde Ermeniler arasındaki birlik ve beraberlik korunacaktır. Bunun aksini düşünenler sayıca azınlıkta kaldığı için ya susturulacak veya dışlanacak ya da kendileri selametleri açısından susmayı tercih edeceklerdir. Bu konuda her iki toplumun sağlıklı kararlar vermesini ve bir anda bütün yaşananları unutmasını beklemek de mümkün değildir. Toplumsal hafıza her ne kadar bazı şeyleri unutsa da izlerin tamamen ortadan kalkması veya silinmesi gerçekçi değildir.

Tıpkı nasıl ki hafızasız insan yoksa hafızasız millet de yoktur, zira hafıza insanın ya da halkın yaşadığı yıllardan ibaret olan hayatıdır; onun geçmişi, onun tarihidir sözü ve bu sözün gerçekliği gibi.

Ermeni edebî eserlerinde zikredilen mekânlar, İstanbul, İzmit, İzmir, Afyon, Gümüşhane, Van, Ağrı, Iğdır, Erzincan, Sivas, Tokat, Malatya, Harput, Bitlis, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Urfa, Adana, Gümrü, Erivan, Halep, Paris, Fresno (Amerika Birleşik Devletleri California eyaletine bağlı) şehirleri ile onlara bağlı bazı kaza, kasaba ve köyler159 dir. Hemen hemen bütün Osmanlı şehir ve kasabalarında az veya çok Ermeni nüfus bulunmasına rağmen henüz Ermenilerin diğer yerleşim yerlerine ilişkin yayınları bulunmamakta veya varsa da tarafımızdan bilinmemektedir. Bu şu açıdan önemlidir: Ermeni toplumu, incelenen eserlerde görüldüğü kadarıyla, gerek düşünüş ve gerekse yaşayış tarzı itibarıyla bir bütünlük arz etmemektedir. Bu durum, toplumun içinden çıkan ve çoğunlukla toplumun düşüncelerini aksettiren yazarlara ve onların eserlerine de yansımaktadır. Bu sebeple, tek tip Ermeni toplumundan, düşüncesinden, kültüründen ve dolayısıyla hareket tarzından bahsetmek zordur.

Bir defa bütün Ermeni edebî eserleri için geçerli olan şu konuyu belirtmekte fayda vardır: O da kimlik, milliyet duygusunun Ermenilerin tamamında var olduğu gerçeğidir. Ermeni inancı, bu kimliğin ve aidiyet duygusunun gelişmesi ve devamında en önemli etkendir. Onlardaki bu inanç sistemi, onların hem diğer Hıristiyan topluklular hem de Müslümanlar arasında mevcudiyetlerini devam ettirmelerinin, kendilerini asimilasyona karşı korumalarının en kısa ve etkili yoludur. Ermeniler arasında zaman zaman mezhep ayrılıkları ve çekişmeleri olsa da bu durum ortak kimliğin ve milliyet duygusunun yozlaşmasına müsaade etmez. Dolayısıyla Ermeniler, inancı sayesinde millî duygularını, kimliğini koruyabilen ve yaşatabilen bir toplumdur. Hal böyle olunca kilisenin ve din adamlarının Ermeni toplumu üzerindeki etkilerini gündeme getirmenin de bir anlamı yoktur. Millî duyguların yanında Ermenilerde milliyetçilik fikrinin oluşması ve bunun fiiliyata dönüşmesi hususunda kilisenin rolünü göz ardı eden her çalışma eksik kalacaktır, ancak bu çalışmada bu konuya girilmeyecektir.

Anadolu’da yaşayan Ermenilerle Anadolu dışında ve özellikle de diasporada yaşayan Ermenilerin ele aldıkları konuların ve olaylara bakışları ile yorumlarının birbirinden farklı olduğu daha önce zikredilmişti. Anadolu’da yaşamış veya hala yaşayan yazarlar, Ermenilerdeki ayrılıkçı milliyetçilik fikrinden, onların Birinci Dünya Savaşı yıllarında bu fikirlerini gerçekleştirmek için özellikle de Ruslarla işbirliği yaparak harekete geçtiklerinden hiç bahsetmezler. Konuyu tehcir kararının alınması, uygulanması ve sonucu ölçeğinde işlerler, tehcir öncesi olaylardan bahsetmemeye özen gösterirler, gerek Türk gerekse Ermeni toplumu arasındaki ahenge vurgu yaparlar. Böylelikle okuyucuda, bir manada bu ahengi bozanın Türkler olduğu düşüncesi oluşur, oluşturulur. Hâlbuki diasporada yaşayanlar ise Ermenilerin öteden beri milliyetçilik fikrine sahip olduklarından, bunu gerçekleştirmek için uygun ortamı bulduklarında da faaliyete geçtiklerinden söz ederler. Bu yazarlar eserlerinde, Rusların Doğu Anadolu bölgesini Türklerden alarak kendilerine bırakacaklarını düşündüklerinden, sonuç hiç de bekledikleri gibi olmayınca, hayal kırıklığına uğradıklarından bahsederler. Anadolu’da yaşayanlar, tehcir yıllarını anlatırken, bunun aslında Almanların bir projesi olduğundan, Almanların Rusya’ya doğru ilerlerken önlerinde bulunan ve Ruslara yardımları muhtemel olan Ermenileri Osmanlı Devleti vasıtasıyla uzaklaştırma isteğinden kaynaklandığı görüşüne vurgu yaparlar. Bu eserlerde daha çok dramatik konular işlenmektedir, ancak bunlarda devlet dolaylı olarak suçlanırken yerli halk (Türkler, Kürtler, Araplar) ise Ermenilerin muhatap oldukları bu duruma üzülen, hatta devletin almış olduğu kararın hilafına Ermeni ailelere yardım eden, onları yanlarında saklayan kimseler olarak gösterilmektedir.

Anadolu dışında yaşamış (tehcir sonrası Anadolu’dan ayrılmış veya diasporada doğmuş) yazarların eserlerinde tek suçlu vardır o da Türklerdir. Onlara göre başka milletler birer birer Osmanlıdan ayrılıp istiklallerini kazanırken bu hak Ermenilere çok görülmüştür. İttihat ve Terakki Partisi ileri gelenleri olayın baş aktörleridir, ancak bu durum sadece onlarla sınırlı değildir. Türk milleti bir bütün olarak iradesiyle ve faaliyetleriyle bu projenin, bütün olup bitenlerin arkasındadır, o sebeple de suçludur görüşü bu eserlerin ana fikri ve ana söylemidir. Hatta onlara göre Türkler bu uğurda sadece Ermenilere zulmetmemişler Kürtler de bundan nasibini almışlardır. Oysa Anadolu’da yaşayan yazarların eserlerinde Ermenilere zulmedenlerin çoğunlukla Kürtler ve zaman zaman da Çerkezler olduğu, Türklerin bunu engellemek istedikleri, ancak başarılı olamadıkları görüşü egemendir.

Diasporada yaşayan yazarların Türk devleti ve toplumu aleyhine söylemleri dikkat çekecek düzeydedir. Yalnız bu yazarların eserlerinde yer alan bilgiler arasında da bir birliktelik bulunmamakta, birliktelik sadece Türk devletine ve devlet görevlilerine yönelik eleştirilerde kendini göstermektedir. Anadolu dışında bulunan yazarların eserlerinde, Anadolu’dakilerin aleyhine, Türk halkının da tehcir esnasında Ermenilere zulmettikleri konusu vurgulanmaktadır. Bu eserlerde tehcire sebep olarak gösterilen olaylar isyan biçiminde değil de kahramanlık destanı şeklinde işlenmektedir. Olaylar bu şekilde incelendiğinden bağımsız Ermeni devleti kurma isteği ve çabası içinde olan Ermeniler birer kahraman gibi gösterilmekte, Ermeni isyanlarına karşı önlem alan, mukabil hareketlerde bulunan Osmanlı Devleti ve onun idarecilerinin katliam yaptıkları dile getirilmektedir. Bu durum halk söz konusu olduğunda da aynıdır. Ermeni halkın Müslümanlara karşı yaptığı katliamlar dile getirilmez veya getirildiğinde de hak arama şeklinde verilirken, Müslümanların Ermenilere karşı hareketleri soykırım olarak nitelendirilmektedir.

Millî duyguların kabartılması ve ayrılıkçı hareketlerin teşviki açısından özellikle de Osmanlı zabitleri ve Hamidiye Alayı mensuplarının Ermeni kadın ve kızlarına tecavüzde bulundukları, onları haremlerine kattıkları konuları yoğunlukla işlenmektedir. Bu duruma direnen kızların namussuz bir şekilde yaşamaktansa ölümü tercih edişleri dramatik bir biçimde anlatılmaktadır. Özellikle genç Ermeni erkeklerinin bu duruma kayıtsız kalmadıkları vurgulanmakta, yine Ermeni kadınların kendilerine karşı yapılan haksız muamelelere boyun eğmedikleri, kadınların mücadele azimleri ve silahlı Ermeni çetelerine yardımları söz konusu edilmektedir. Osmanlı yanında yer alan ve böylelikle soyuna ihanet ettiği vurgulanan Ermenilerin aşırı milliyetçi Ermeniler tarafından çok kötü muamelelere maruz bırakıldığı açık bir şekilde aktarılmaktadır. Din adamlarına yapıldığı söylenen hakaretlerle Ermenilerdeki dinî duygular harekete geçirilmek istenmektedir.

Sonuç olarak, son yıllarda görebildiğimiz ve inceleyebildiğimiz kadarıyla beş ayrı yayınevi tarafından yayımlanmış olan Ermeni edebî eserlerinden bazıları, edebî ürünler olmanın yanında siyasî konuları da içine alan bir özellik taşımaktadırlar. XIX. yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan farklı etnik unsurlardaki hareketlilik Ermeni toplumunda da görülmektedir. Ancak Ermeni toplumundaki bu hareketlilik, mahiyeti itibarıyla Ermeni edebî eserlerine değişik şekilde yansımaktadır. Bazı eserlerde bu hareketlilikten bahsedilirken bazılarında bu durum göz ardı edilmektedir. Eserlerin bir kısmında Ermenilerdeki milliyetçilik fikrinden ve hareketlerinden övgüyle söz edilirken, bir kısmında bu fikir ve hareketlilik yokmuş gibi gösterilmektedir. Bağımsız bir Ermeni devletinin kurulması için isyan eden, bu uğurda devlet görevlileri ile masum insanları katletmekten çekinmeyen Ermeni asiler birer kahraman gibi gösterilmekte, buna müdahale eden devlet görevlilerinin hareketleri ise soykırım olarak adlandırılmaktadır. Devlete bağlı ve onun koymuş olduğu kanunlara uyan Ermeni halkının haksız yere tehcire tabi tutulduğu, Ermeni ailelerin parçalandığı, savunmasız halkın sürgün esnasında eşkıya ve yol üzerindeki insanlarca soyulup öldürüldüğü konusu sıklıkla işlenmektedir. Olayı soğukkanlılıkla ele almadıkça, doğruyu açık yüreklilikle söylemedikçe, hatasıyla sevabıyla toplumları ve onların hareketlerini değerlendirmedikçe, ister edebî ve kültürel isterse siyasî ve tarihi olsun hiçbir eser tarih bilimi açısından bir değer ifade etmeyecektir.


KAYNAKÇA

AHARONYAN, Avetis, Fedailer Özgürlük Yolunda, Çeviren Figen Yılmaz, İstanbul 2001, Belge Yayınları.
ARMEN, Mıgırdiç, Hegnar Çeşmesi, Çeviren Hasan Polat, İstanbul 1988 (2. baskı), Belge Yayınları.
ARSLANYAN, Agop, Adım Agop Memleketim Tokat, Aras Yayıncılık, İstanbul 2005.
BİBERYAN, Zaven, Babam Aşkale’ye Gitmedi, Çeviren Sirvart Malhasyan, Aras Yayıncılık, İstanbul 1998.
BİBERYAN, Zaven, Yalnızlar, Aras Yayıncılık, İstanbul 2000.
CEYHAN, Kirkor, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, İstanbul 1999, Aras Yayıncılık.
CEYHAN, Kirkor, Kapıyı Kimler Çalıyor, İstanbul 1999, Belge Yayınları.
CEYHAN, Kirkor, Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, İstanbul 1998 (2. baskı), Aras Yayıncılık.
ÇELİK, Jaklin, Kum Saatinde Kumkapı, İstanbul 2000, Aras Yayıncılık.
ÇELİK, Jaklin, Yılanın Yolu, İstanbul 2003, Aras Yayıncılık.
ÇERKEZYAN, Sarkis, Dünya Hepimize Yeter, haz. Yasemin Gedik, İstanbul 2003 (2. baskı), Belge Yayınları.
DAVID, Kherdian, Hilâlin Gölgesinde Bir Ermeni Kızın Yazgısı, Çeviren Haydar Işık, İstanbul 2001, Pêrî Yayınları.
GELENYAN (HAMASDEğ), Hampartsum, Güvercinim Harput’ta Kaldı, Çeviren Sarkis Seropyan, İstanbul 1998 (2. baskı), Aras Yayıncılık.
GOBELYAN, Yervant, Memleketini Özleyen Yengeç, Çeviren Hagop Gobelyan, İstanbul 1998. Aras Yayıncılık.
GÜLER, Ara, Babil’den Sonra Yaşayacağız, Çeviren Sirvart Malhasyan, İstanbul 1996, Aras Yayıncılık.
KEBABCIYAN, Raffi, Konuş Halil Bey Konuş, İstanbul 2000, Aras Yayıncılık.
KOÇAR (KAPRIYELYAN), Hraçya, Özlem (Garod), İstanbul 1996 (2. baskı), Nûjen Yayınları.
MARGOSYAN, Mıgırdiç, Gâvur Mahallesi, İstanbul 1999 (7. baskı), Aras Yayıncılık.
MARGOSYAN, Mıgırdiç, Söyle Margos Nerelisen?, İstanbul 2000 (6. baskı), Aras Yayıncılık.
MARGOSYAN, Mıgırdiç, Biletimiz İstanbul’a Kesildi, İstanbul 1998 (4. baskı.), Aras Yayıncılık.
MAVYAN, Vahram, Her Yerde Ermeni Var, Çeviren Klemans Çelik (Zakaryan), İstanbul 2003. Aras Yayıncılık.
MINTZURİ, Hagop, Armıdan Fırat’ın Öte Yanı, Çeviren Silva Kuyumcuyan, İstanbul 1998 (2. baskı), Aras Yayıncılık.
MINTZURİ, Hagop, Atina, Tuzun Var Mı?, Çeviren Silva Kuyumcuyan, İstanbul 2000, Aras Yayıncılık.
MINTZURİ, Hagop, Kapandı Kirve Kapıları, Çeviren Nurhan Büyük Kürkciyan, İstanbul 2001, Aras Yayıncılık.
MINTZURİ, Hagop, İstanbul Anıları 1897-1940, Çeviren Silva Kuyumcuyan, (notlarla basıma hazırlayan Necdet Sakaoğlu), İstanbul 2002, Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
NAJARİAN, Peter, Son Ermeni, Çeviren Ece Eroğlu, İstanbul 2004, Aras Yayıncılık.
ÖZER, Antan, Yaşamı Beklerken, Çeviren Klemans Çelik (Zakaryan), İstanbul 1997, Aras Yayıncılık.
SAROYAN, William, Aram Derler Adıma, Çeviren Türkkaya Ataöv, İstanbul 1991. (3. baskı), Varlık Yayınları.
SAROYAN, William, Yoksul İnsanlar, Çeviren Memet Fuat, İstanbul 1990, Adam Yayınları.
SAROYAN, William, Paris-Fresno Güncesi 1967-68 Ölüm, Dirim Ve Aya Kaçış, Çeviren Beril Eyüboğlu, İstanbul 2001, Aras Yayıncılık.
SIRMAKEŞHANLIYAN, Yervant, Balıkçı Sevdası, Çeviren Ani Baronyan, İstanbul 2000. Aras Yayıncılık,
TOTOVENTS, Vahan, Yitik Evin Vârisleri, Çeviren Najda Demircioğlu, Aras Yayıncılık, İstanbul 2002.
ZOHRAB, Krikor, Öyküler, Çeviren Hermon Araks, İstanbul 2001, Aras Yayıncılık.
ZOHRAB, Krikor, Hayat, Olduğu Gibi, Çeviren Kudret Emiroğlu, Ankara 2000, Ayraç Yayınevi.

Tüm yazıyı Oku Tüm Yazıyı Oku !