Ermeni Milliyetçiliğinin Doğuşunda Şark Meselesi Faktörü

Prof. Dr. Abdulkadir YUvALI

Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Talas / Kayseri-TÜRKİYE


ÖZET

Tarihî süreçte hiçbir konu tek bir boyut veya faktörle izah edilemez. Ermeni milliyetçiliğinin doğuşunda da birçok faktör etkili olmuştur. Bunların tamamını bir tebliğ içersinde ele almayı düşünmüyoruz. Zira bu mümkün de değildir. Bunlar içerisinde Şark Meselesi oldukça etkin bir faktör olarak ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde Şark Meselesi de doğrudan Ermenilerle ilgili bir konu olmayıp, genel olarak Türklerin Anadolu’yu fethinden başlayıp, günümüze kadar devam eden ilişkilerin bir neticesi olarak ortaya çıkmıştır. Tebliğimizin konusu doğrudan doğruya da Şark Meselesi değildir.

Batı Dünyası’nda başta din, düşünce, bilim ve sanat olmak üzere insanoğlunun hayatını ilgilendiren hemen bütün konularda başlatılmış olan değişimin ortak adı olan Rönesans aslında kelimenin tam anlamıyla bir çağdaşlaşma olayıdır. Zira Batı Dünyası antik çağdaki bilim, sanat ve düşünceyi XVI. yüzyıl insanının ihtiyacına cevap verecek biçimde yeniden yaşanır konuma getirirken yaklaşık 800 yıl bütün bu değerlerin üzerinde etkili olan Hıristiyanlık konusunda da reform hareketini başlatmıştır. Böylece Hıristiyanlık bilim, düşünce, sanat vb. değerler için ince ayar unsuru olmaktan çıkartılmış ve aslî mecrasına yöneltilmişti. İşte Batı’da başlatılmış olan bu hareketin doğurmuş olduğu yeni ve son derece de etkili ve birbirini takip etmiş olan atılımların sonucunda Batı Dünyası’ndaki bu çok yönlü değişmeler Şark Dünyası’nı zaman zaman olumsuz yönde etkilemiştir.

Tebliğimizde, Ermenilerin Osmanlı Devleti’nin maddî bakımdan varlıklı ve devlet hayatının hemen bütün kesimlerinde etkin bir toplum iken, Batılı ülkelerin resmî veya gayri resmî yollardan yapmış olduğu müdahalelerle isyancı ve katliamcı konuma getirilmesi konusu üzerinde duracağız.



Batı dünyası, hemen bütün konuları Avrupa merkezli kabul ettiği için Çin vb. ülkeler için Uzakdoğu, Avrupa sınırının bittiği coğrafya için de Yakındoğu kavramlarını kullanırken Türkler için Doğu veya Şark tanımı yapılmıştır. M.Ö.’ki devirlerden başlayacak olursak Avrupa coğrafyasına yönelik olarak İskitleri (Saka) takiben Hunlar, Avarlar, Oğuzlar, Peçenekler, Kumanlar (Kıpçaklar) ve Moğollar Avrupa’yı kısmen veya büyük oranda ilgilendirmiştir. Hun Türklerinin Hazar Denizi’nin kuzeyinde görünmesiyle Avrupa tarihi için son derece önem arz eden Kavimler Göçü hareketinin sonucu olarak hemen bütün Avrupa’nın yerli halkları yerlerini yurtlarını terk etmişlerdir. Kavimler Göçü sonunda Doğu Gotlar İtalya, Batı Gotlar İspanya, Vandallar Kuzey Afrika’yı yurt edinmişlerdir. Aynı şekilde Avrupa Hunları olarak adlandırılmış olan Türkler ise bugünkü Fransa topraklarında 450 yılında Orleans şehri yakınlarında Roma ordusu ile büyük bir meydan savaşı yapmışlardır. Bu hadiselere bağlı olarak; bütün yollar Roma’dan geçer, Romalılar asil, Romalı olmayanlar esir anlayışının sahibi olan Roma İmparatorluğu söz konusu Kavimler Göçü’nün sonucunda önce ikiye ayrılmış (395), takiben de Batı Roma İmparatorluğu aynı sebeplerden dolayı siyasî varlığını kaybetmiştir. Avrupa Hun hükümdarı Atilla, her iki Roma devletini vergiye bağlamıştır.

Batı dünyası, kilisenin doğmaları merkezinde yüzlerce yıl yönetildiği süreçte Avrupa’da harici ve dâhili meselelerin tespiti ve çözümünde Kilise ve dolayısıyla Papalık belirleyici ve yönlendirici rol üstlenmiştir. Avrupa için Uzak ve Yakındoğu kavramları yanında kullanmış olduğu Doğu / Şark kavramı Türkler için kullanılmıştır. Nitekim Atilla için kullanılmış olan; Tanrının Kılıcı, Atilla’nın geçtiği yerde ot bitmez vb. tabirler kilise merkezlidir. Öyle ki, Kavimler Göçü’nün öncüleri yanında takip eden yüzyıllarda doğudan gelen değişik adları taşımalarına rağmen Türk kavimlerini takiben Müslüman Türklerin Avrupa’ya yönelik tehdit ve tehlikeleri için de sadece ve sadece Türk adı kullanılmıştır. Bir Fransız öğretim elemanı Güney Fransa yani Akdeniz sahillerindeki yerleşim merkezlerindeki bazı kiliselerde görülen İslamî motifler için barbar Türklerin eseri ifadesini kullanabilmektedir. Bize göre, söz konusu İslamî motifler Endülüs Emevi veya Kuzey Afrika’daki Müslüman Araplarla ilgili olmalıdır. Avrupalılar için Şark Meselesi’nin başlangıcı, Kavimler Göçü’nün sonucunda önce Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılması, takiben de Doğu Roma İmparatorluğu’nun siyasî varlığına son verilmesine kadar götürülebilir. Bu dönemde, Avrupa kilise ve feodal sistemin baskısı altında insanların köle misali yaşamaya zorlandığı bir konumda idi. Hun hareketi, kilisenin etkin olduğu Roma imparatorluğunun düzen ve dengelerini alt-üst etmiştir. Bu yüzden olmalı ki, Avrupalıların nazarında kendilerine yabancı ve bütün işlerini bozan Türklerden nefret etmişler, Avrupa kıtasına ayak bastıkları günden itibaren bu yeni kavmi yani Türkleri geldikleri yere geri göndermek için politikalar üretmişlerdir. Şu halde Şark Meselesi İslam-Hıristiyan çatışması olmaktan öte ve önce bir Türk-Avrupa mücadelesidir.

İskit (Saka) ve Hun Türklerinin öncülüğünü yapmış olduğu Türk akınlarına gelinceye kadar birbirleriyle mücadele etmiş olan Avrupalılar, kilisenin öncülüğünde Türklere karşı ortak bir cephe oluşturmuşlardır. Atilla’nın ölümünden sonra Hun Türkleri, Avrupa’daki güçlerini kaybetmişler sonunda, doğu ve batı yönünde iki büyük gruba ayrılmışlardır.

Tuna boylarında yaşayanlara İtriğurlar, daha doğudaki İtil boyalarındaki Hun Türklerine de Kutriğurlar adı verilmiştir. Avrupa coğrafyası X. yüzyıl başlarında önce Peçenek ve daha sonra da Oğuz ve Kumanlar (Kıpçaklar) ile tanışmıştır. Hazar Denizi’nin kuzeyinden geçerek, Doğu Avrupa ve Balkanlar’a hâkim olan Peçenek ve Kumanlar dinî ve millî kaygıları olmasa da Balkanlar ve Tuna boylarına hâkim olduktan sonra Bizans’ın entrikalarına maruz kalarak, birbirleriyle mücadele etmişlerdir XI. yüzyılın başlarında Hazar’ın güneyinden Orta Doğu’ya gelmiş olan Oğuzlar (Türkmenler), Müslümanlığı benimsemiş oldukları için kendilerini Türkün evrensel hâkimiyet anlayışı yanında Allah kelamını yeni topraklara taşıma gibi yüce bir görev üstlenmişlerdir. İşte bu dönemden itibaren Batı dünyası için Şark Meselesi yeni bir boyut kazanmıştır. Zaten X. yüzyılda İslâm dünyası Abbasi, Fatımi ve Endülüs olmak üzere üç dinî ve siyasî merkezce temsil edilmekteydi. Arapların fütuhat faaliyetleri durmuş, Bizans’ın şahsında Hıristiyan dünyası üstünlüğü ele geçirmişti. Müslüman Oğuz Türkleri Selçuk oğullarının yönetiminde Anadolu kapılarını zorlamış ve Malazgirt Zaferi ile de bu kapıyı açmış, Türk akıncıları için artık Peygamber Efendimizin müjdesine mazhar olmak için Anadolu üzerinden İstanbul’a yönelmişlerdir. Böylece Abbasi halifelerinin yaklaşık üç asır süren Anadolu akınları beklenen sonucu vermemiştir. XI. yüzyılın sonlarına doğru Şark Meselesi’nde Türkler yeni bir dönemi başlatmışlardır. Hıristiyan dünyasında Patrik-Papa ikilisinin Türkleri Anadolu’ya sokmamak için başlatmış oldukları mücadele Malazgirt Zaferi ile kırılmıştır.

Şark Meselesi’nin Ermeni milliyetçiliğinin doğuşunu hazırlayan faktörlerden birisi olduğu düşüncesinden hareketle konuyu ele alacağız. Şark Meselesi, Roma İmparatorluğu ile Papalığın Hun Türklerine karşı Avrupa topraklarında vermiş oldukları mücadele ile başlatılmasına rağmen ilişkilerin sürekliliği ve kazanmış olduğu boyut dikkate alındığı takdirde iki dönem halinde ele aldık. Birinci dönemde (1071-1683) Avrupa savunmada, Türkler ise taarruz halindedir. Bu dönemde Hıristiyan Avrupa Türkleri Anadolu’ya sokmamak için başlatmış oldukları Haçlı seferlerinde başarılı olamamışlardır. Hıristiyan dünyasının bütün çabasına rağmen Türkleri Anadolu sınırlarında durdurmada başarılı olamamış ve Anadolu Türke ikinci bir vatan olmuştur. İkinci dönemde, Hıristiyan dünyası bütün gücüyle Türklerin Rumeli’ye yani Avrupa’ya geçişini önlemek istemişler ve bu uğurda haçlı seferlerine Papa ve Avrupa devletlerinin iştirakiyle yapmışlarsa da başarılı olamamışlardır. Türklerin İstanbul’u fethetmesini önlemek için her yola başvurmuşlarsa da başarılı olamamışlar ve Fatih Sultan Mehmet’in şahsında fatihler Peygamber Efendimizin müjdesine mazhar olmuşlardır.


Şark Meselesi’nin ikinci döneminde yani 1683 yılında Viyana şehri önündeki mağlubiyetten sonra Türkler savunmada Avrupa taarruz halindedir. Bu dönemde; Balkanlar’daki Osmanlı yönetimindeki Hıristiyan unsurlar arasında milliyetçilik duygularını yaymak, isyana teşvik etmek suretiyle önce muhtariyet takiben de bağımsızlıklarını sağlamaktır. Eğer söz konusu yerli unsurlar için muhtariyet veya bağımsızlık mümkün olmaz ise Hıristiyan halk için reformlar yapılması amacıyla Osmanlı yönetimine baskı yapılmasını sağlamaktır. Türkleri Avrupa yani Balkanlar’dan atmak ve İstanbul’u Türklerin elinden geri almaktır. Şark Meselesi’nin nihai hedefi Türkleri geldikleri coğrafyaya göndermek yani Anadolu’dan çıkartmaktır.

Şark Meselesi’nin birinci döneminde Batı dünyası kilisenin mutlak kontrolü altında olduğu için Türklere karşı yapılmış olan seferlerin merkezinde Papalar ve dolayısıyla da papalık vardı. Bu dönemde Avrupa devletleri için henüz millî kimlik, sınırlar ve milletleşme söz konusu değildi. Hemen her sorunun çözümünde kilise ağırlıklı görüşler etkili olmuştur. Bu yüzden Türklere takiben de Müslüman Türklere ve kutsal topraklara yönelik olarak yapılmış olan seferlerin hemen tamamı haçlı karakteri taşımaktadır.

Avrupa’nın antik çağdaki bilim, düşünce ve sanatının XVII. yüzyıl insanının ihtiyacına cevap verecek biçimde yeniden yaşanır konuma getirilmesi ile başlatılmış olan Rönesans ile Katolik kilisesinde yapılmış olan dinî reformlar, Sanayi Devrimi ve Fransız İhtilali’nin getirmiş olduğu milliyetçilik akımı yeni bir Avrupa’nın doğuşunu hazırlamıştır.

Yeni dönemin özelliği, kilisenin çıkarları yerine Avrupa devletlerinin millî çıkarlarının egemen olmasıdır. Artık, Avrupa’daki siyasî teşekküller hemen her konuda millî bir politika izlemişlerdir. Artık Avrupa ülkeleri için birinci öncelik kendi halkını zenginleştirmenin yollarını aramak olmuştur. Ülkelerin millî politikalar izlemesi, bol ve ucuz üretim için hammadde ve Pazar arayışları ülkeleri karşı karşıya getirmiştir. Zira iki dünya savaşında Avrupa ülkelerinin karşı karşıya gelmesi, bloklaşmalar böyle bir düşüncenin, arayışın ve rekabetin sonucudur. Avrupa ülkelerinin millî politikalar etrafında yoğunlaşmaları Şark Meselesi’ni unutturmamış, sadece milletleşme sürecinde millî çıkarlar doğrultusunda politikalar geliştirildiği için Şark Meselesi de yeni bir boyut kazanmıştır.


XIX. yüzyılın son çeyreğinde Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti’ne yönelik politikasına göz atacak olursak, Şark Meselesi’nin de farklı bir boyut kazanmış olduğu görülecektir. Tarihimizde 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi sonunda yapılmış olan Yeşilköy Anlaşması ile Rusya Balkanlar ve Kafkasya’da mutlak üstünlük elde etmişti. Rusya’nın her iki bölgede üstünlük kazanması diğer Avrupa devletlerinin bilhassa da İngiltere’nin çıkarlarını olumsuz yönde etkileyecekti.

Bu düşünceyle Avusturya ve İngiltere’nin çağrısına Fransa ve Almanya’nın da katılmasından sonra Rusya, Osmanlı Devleti ile sonuçlandırmış olduğu meseleyi Berlin’de yeniden görüşmeye razı olmuştur.

Bu görüşmeler devam ettiği sırada İngiltere dostlarından ayrı ve gizli olarak Rusya ve Osmanlı Devleti ile iki gizli anlaşma yapmak suretiyle Balkanlar ve Kafkasya’daki İngiltere’nin çıkarlarını Berlin Kongresi’nden önce garanti altına almıştır.

İngiltere, Osmanlı Devleti ile yapmış olduğu Kıbrıs Anlaşması ve Berlin Kongresi’nin 61. maddesi ile Rusya’yı Anadolu ve Ortadoğu’dan uzak tutmayı başarmıştır. Ayrıca Yeşilköy Anlaşması ile Rusya’nın himayesine verilmiş olan Ermeniler de Rus güdümünden çıkartılıyor ve böylece kendisi için son derece önem arz eden Hindistan ve Uzakdoğu yolunun güvenliğini de sağlanmış oluyordu. Ayrıca, Osmanlı Devleti anlaşmalar uyarınca Ermenilerin yaşamakta olduğu vilayetlerde durumlarını düzeltmek için reformlar yapacak ve bu konuda İngiltere’ye bilgi verecekti. Anadolu’nun jeopolitik konumu İngiliz sömürgeleri için büyük önem arz ettiğinden dolayı İngiltere Anadolu’daki Ermenileri araç olarak kullanmıştır. İlgili anlaşma maddesi uyarınca Osmanlı Devleti’nin yapması gereken reformlara yardımcı olmak için İngiltere birçok Anadolu şehrinde konsolosluklar açmıştır. Konsolosluklar bir yandan Rusya’nın bölgedeki faaliyetleri hakkında raporlar hazırlarken diğer yandan da yapılan reformlar konusunda İngiltere’yi bilgilendiriyordu. Osmanlı topraklarında anti-İngiliz politikasına engel olma yanında bölgedeki asayiş ve güvenliği de Ermeniler açısından günü gününe kayda alıyorlardı. Konsoloslar 24 Nisan 1879’da gönderilmiş olan Colonel Wilson’a bağlı olarak çalışıyorlardı.

Yeşilköy Anlaşması ve Berlin Kongresi ile Ermenilerle ilgili konular uluslar arası diplomatik alana taşınmış oluyordu. Ermeniler, millî emellerine İngiltere olmadan ulaşamayacaklarına inanmışlardı. Diğer yandan Osmanlı padişahı Sultan II. Abdülhamit, Berlin Kongresi uya rınca yapmayı kabul etmiş olduğu reformları çeşitli bahaneler ileri sürmek suretiyle ağırdan alıyordu. Çünkü söz konusu vilayetlerde ve Anadolu genelinde Ermeniler küçük bir azınlık olup, hiçbir vilayette çoğunluğu temsil etmiyordu. Aslında ülke genelinde reformlar yapılması gerekiyordu. Bütün tebaanın ihtiyacına cevap verecek şekilde, kendi örf ve âdetine ekonomik ve coğrafî şartlarına uygun biçimde yapılması gerekiyordu. Antlaşma gereğince, yapılacak reformları Osmanlı padişahı belirleyecek ve Berlin Kongresi’nde imzası bulunan ülkelere tebliğ edilecekti. Buna bağlı olarak bu ülkeler gerekli gördükleri şehirlerde mahkemeler kuracaklardı. Anadolu’da ilgili ülkelerin komuta edeceği bir jandarma kuvveti oluşturulacak, her vilayette çoğunluğu Avrupalı olan o vilayetin gelirlerinden sorumlu tahsildarlar görevlendirtecekti.

Bütün bu müdahaleler, Ermeni varlığının ortaya çıkartılmasında, güçlendirilmesinde ve özellikle de milliyetçilik duygularının geliştirmesi, uygun zaman ve zeminlerde tahrik etmek, hatta isyan etmeleri için gerekenleri yapmaktı.

Avrupa devletleri, kendi millî çıkarlarını ön planda tutmak suretiyle Osmanlı coğrafyasında önce gayrimüslim ve takiben de Müslüman tebaa aracılığıyla hasta adam adını vermiş oldukları bu devletin siyasî varlığına son vermeyi projelendirmişlerdi. Şark Meselesi’nin sonuçlandırılması sırasında Batılı devletler uygulamış oldukları sömürgeci politikanın sonucu olarak Gregoryen mezhebine (Şark Hıristiyan) mensup olan Ermeniler, bu özelliklerinden dolayı Ortodoks patriğin tahrik ve teşviki ile Bizans İmparatorları Ermeni, Süryani kiliselerine aralıklarla baskınlar yapmışlar, onların kiliselerini yakıp yıkmışlardır.) Fransa’nın yönlendirmesinin sonucu Ermeniler arasında Katolik, İtalya Almanya, İngiltere ve ABD’nin yönlendirmesiyle Protestanlık ve Rusya’nın himayesindeki Ermeniler de Ortodoks olmak üzere dört ayrı mezhebe bölünmüşlerdir.

Ermeniler, Gregoryan mezhebine mensup oldukları için Roma ve Bizans’tan papa ve patriklerin tahrikine bağlı olarak ağır zulüm ve soykırımına maruz kalmışlardır. Oysaki yaklaşık 800 yıllık Türk hâkimiyeti boyunca dinî, ekonomik ve kültürel özgürlüğün sonucu olarak din ve mezhep değiştirmeden Türk toplumu içinde, ekonomik ve kültürel bakımdan da tarihlerinin en mutlu sürecini evrensel Türk hâkimiyet sistemi içersinde yaşamışlardır. Batılı emperyalistler paravan olarak kullanmış oldukları Ermenileri kısa zamanda mezhep yönüyle dört parçaya bölmüşler, sonra da isyan ettirmişlerdir.


Sultan II. Abdülhamit, 1893 yılında yoğunluk kazanmış olan Ermeni isyanlarını kendi usulü ile çözmeye çalışmıştır. Sultanın kurmuş olduğu Hamidiye Alayları Ermenilerin yerli Türk halkına daha fazla zarar vermesini bir ölçüde önlemiştir. Osmanlı sultanı İngiltere’nin politikasına karşı Almanya’ya yakın politika izlemiştir. Bu cümleden olmak üzere Almanya’nın, doğudaki siyasî ve ekonomik yatırımları sebebiyle Osmanlı Devleti’ne destek vermesi İngiltere’yi yeni arayışlara yöneltmiştir.

İngiltere, Berlin Kongresi’ne kadar geçen sürede Osmanlı topraklarının her ne pahasına olursa olsun korunmasını kendi çıkarlarına uygun görüyordu. Ancak Rusya ve bilhassa Almanya faktörüne bağlı olarak (Berlin Kongresi’nden sonra 1902’de Fransa ve 1907’de Rusya ile yapmış olduğu anlaşmaları takiben) geleneksel politikasını terk etmiştir. Bundan sonraki dönemde, Osmanlı’nın parçalanması, bu coğrafyada kendisine dost ve himayesi altında küçük devletler kurmayı ilke edinmiştir. Bu arada Ermenilerin Rusya’ya olan güvenlerinin sarsılması da İngiltere için güzel bir fırsat olmuştur.

Bu değişimde, 1905 yılında Rusya’nın Uzakdoğu’da Japonya’ya yenilmesi, Almanya’nın Osmanlı Devleti ile yakınlaşması ve doğuya açılması da etkili olmuştur. İngiltere, Doğu Anadolu’da kendi himayesinde kurulacak bir Ermeni devleti aracılığıyla bölgedeki varlığını sürdürecektir. Nitekim İngiltere’nin bu politikası Birinci Dünya Savaşı sırasında ve daha sonraki dönemlerde de değişmemiştir. Fransa, 1890’lı yıllarda Ermeniler konusunda pek aktif değildir. Zira üstünlük İngiltere’nin eline geçmişti.

Fransa ise Ermeniler üzerindeki etkinliğini Sevr Antlaşması gereğince Anadolu’da işgal etmiş olduğu topraklar da Ermenileri tıpkı bir lejyon askeri gibi kullanmıştır. İngiltere’nin 1878’de Kıbrıs’ı ve 1882’de Mısır’ı işgalinden sonra Osmanlı Devleti’nin İngilizlere olan güveni sarsılmıştır. Dönemin padişahı Sultan II. Abdülhamit’in çok yönlü politikasının da tesiriyle Osmanlı-Almanya ilişkileri yoğunluk kazanmıştır.

Avrupa’da Rönesans ve Reform hareketleri sonrasında da batı dünyasının bir Şark Meselesi olmuştur. Ancak bu dönemde kilise ve Roma İmparatorluğu’nun yerini Avrupa’nın millî devletleri almıştır. Zira sanayileşme, denizaşırı seferler ve en önemlisi Rönesans ve Reform hareketleri daha sonra Fransa’nın öncülüğünde gelişen milliyetçiliği doğurmuş, bunu milletleşme süreci takip etmiştir. Avrupa, Sanayi Devrimi’ne bağlı olarak yeni pazarlar arama, ucuz işçilik ve hammadde temini söz konusu ülkeleri karşı karşıya getirmiştir. Batıdaki milliyetçilik hareketinin Osmanlı coğrafyasında yayma, teşvik ve himaye vb. politikalar Avrupa’nın Türk-İslam âlemine yönelik olarak geliştirmiş olduğu Şark Meselesi’ne yeni bir boyut kazandırmıştır. Türk-İslam dünyasının Avrupa’ya en yakın temsilcisi olan Osmanlı Devleti’ne yönelik dünya çapında bir Şark Meselesi’nden ziyade başta İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya olmak üzere bu ülkeler zaman zaman bir araya gelip diğerlerine veya Türklere karşı bloklar oluşturdukları gibi kendi aralarında da ciddi çatışmalar yaşanmıştır. Çünkü bu süreçte her ülkenin ulusal politikaları Şark Meselesi olarak devam etmiş ve etmektedir.

Şark Meselesi, Batı dünyasının olaylara Avrupa merkezli bakışının ifadesidir. Bu yüzden Şark Meselesi dün vardı, bugün devam ediyor, yarın da olacak ve Müslüman Türk milletinin Anadolu’dan tamamen atılmasına kadar sürecektir. Şark Meselesi XVII. yüzyıla kadar Roma ve Bizans’ın Hıristiyanlık merkezli olarak Karadeniz’in kuzeyinden batıya gelen Türklere, takiben Anadolu yoluyla gelen Türklerin Avrupa’nın merkezine kadar ilerlemesi ve İbn Haldun’un ifadesiyle Hıristiyan aleminin Akdeniz’de tahta parçası yüzdüremediği sürece kadar Batı savunmada Türkler ilerleme sürecini yaşamıştır.1683 yılı duraklamanın takiben de gerilemenin başlangıcı olmuştur. Bu dönemde Şark Meselesi kilisenin öncülüğünden çıkıp, millî devletlerin millî çıkarları doğrultusunda aynı amaca hizmet edecek biçimde gelişme göstermiştir. Nitekim tarihin Türke reva gördüğü katliamlardan birisi de Balkan muhaceretidir. Avrupalı devletlerin emperyalist duygularla sürdürmüş oldukları Şark Meselesi’ne bağlı olarak Osmanlı tebaası olan Rum, Sırp, Bulgar vb. unsurlar canavar kesilip, binlerce yıl birlikte yaşadıkları Türkleri insafsızca katletmişlerdir.

Aynı ülkeler alkan meselesini bu vahşet tablolarının seyircisi olarak çözdükten sonra aynı yöntemi Anadolu’da Ermeni ve daha sonra da Yunanlılara uygulatmışlardır. Bu vahşet, katliam ve soykırımının temelinde yatan ana sebep Şark Meselesi olarak görülmektedir. Şark Meselesi’nin günümüzdeki boyutuna bakacak olursak; Avrupa’nın XVI. yüzyıla kadar kilise merkezli olarak uygulamış olduğu Şark Meselesi yöntemini bugün Atlas Okyanusu’nda Ural Dağları’nı uzanan Avrupa coğrafyasında AB adı altında yeni yapılanma aracılığıyla sürdürmektedirler. Söz konusu dönemde Hıristiyan kilisesi ile rolünü bugün Hıristiyanlık, Grek ve Roma kültüründen aldığını her şekliyle ortaya koymuş olan AB’nin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ekonomik, siyasî, dinî ve kültürel alandaki dayatmaları, Osmanlı Devleti’ne karşı Avrupa devletlerinin reform, Islahat, Tanzimat vb. yenileşme yönündeki dayatmalarının sadece rolü üstlenmiş olan kişi ve kuruluşlarının değişmiş halidir. Ancak yöntem ve hedef büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Bugün, AB üyesi ülkelerin de içersinde yer almış olduğu bazı ülkelerin parlamentosu aracılığıyla siyasî içerikli birbiri ardınca kararlar alınmasını gerçekleştirmişlerdir. Tarihî belgeler ve arşivlerin varlığını hiçe saymak suretiyle alınmış olan bu mesnetsiz kararların itici gücü Şark Meselesi’dir. Tarihî belgi ve bilgileri yok saymakta, arşivleri inkâr etmekte olan çevrelerin ortak yalanı da sözde Ermeni soykırımıdır. Bize göre, günümüzde Şark Meselesi’nin takipçileri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, sadece sözde Ermeni soykırımı yalanı ile değil, buna ilave olarak önce ASALA, takiben PKK vb. siyasal taşeron örgütler aracılığıyla köşeye sıkıştırma hesabını yapmaktadırlar. Bu aşamada başarılı olurlarsa yine konuyu siyasallaştırmak suretiyle; Türkün tarihinde ve yüce dinimizin emirlerinde olmayan ve tarihimizde olmamış olan soykırımı lekesini alnımıza sürme, Anadolu’dan toprak talebi ve takiben tazminat hesaplarını yapmaktadırlar.


BİBLİYOGRAFYA
AHMET CEVDET PAŞA, Tarih-i Cevdet, Cilt I, İstanbul 1994.
AHMET SAİB, Şark Meselesi, Yay. Haz. Saadettin Gömeç, Ankara 2008.
ALAN, Gülbadi, Merzifon Amerikan Koleji ve Anadolu’daki Etkileri, Erciyes Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, Kayseri 2002 (TTK-2008,Baskıda).
BOZKURT, Gülnihal, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasî Gelişmelerin Işığı Altında
Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839–1914), TTK Yayınları, Ankara 1996.
ÇALIK, Ramazan, Alman Kaynaklarına Göre II. Abdülhamit Döneminde Ermeni Olayları, Ankara 2000.
ÇEÇEN, Anıl, Türkiye Cumhuriyeti Ulus Devleti, Ankara 2007.
ERMENİ KOMİTELERİ, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayını, Ankara 2001.
GÜNDÜZ, Şinasi, Misyonerlik, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2005.
GÜRÜN, Kamuran, Ermeni Dosyası, Ankara 1985.
HALAÇOğLU, Ahmet, 1895 Trabzon Olayları ve Ermenilerin Yargılanması, İstanbul 2005.
HOCAOğLU, Mehmet, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, Er-Tu Matbaası Yayınları, İstanbul 1976.
HÜSEYİN NÂZIM PAŞA, Ermeni Olayları Tarihi I, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayını No:15, Ankara 1993.
IŞIKSAL, Turgut, “Ermenilerin Diğer Devletlerle İlişkileri”, Belgelerle Türk Tarih Dergisi,S.3, Mayıs 1985, s.46–49.
KODAMAN, Bayram, Türk Millî Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu, Ortak Yayın,Ankara 1989.
KOLBAŞI, Ahmet, Merzifon, Yozgat ve Kayseri Ermeni Olayları, Kayseri BüyükşehirBelediyesi Yayınları, Kayseri 2005.
MÜNİR SÜREYYA BEY, Ermeni Meselesinin Siyasî Tarihçesi (1877–1914), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 2001.
OSMANLI ARŞİVİ YILDIZ TASNİFİ-ERMENİ SORUNU, C.2, 3, Editör Ertuğrul Zekayi Ökte, İstanbul 1989.
OSMANLI BELGELERİNDE ERMENİLER KATALOğU, Cilt 11, 12, 13, 15, Başbakanlık Osmanlı Arşivi.
OSMANLI BELGELERİNDE ERMENİLERİN SEVK VE İSKÂNI, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 2008.
ÖNDER, Ali Tayyar, Türkiye’nin Etnik Yapısı, İstanbul 2007.
SÜSLÜ, Azmi, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, 100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Ankara 1990.
ŞAŞMAZ, Musa, “Ermeniler Hakkındaki Reformların Uygulanması (1895-1897)”,Yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan 2001, S.38, s.765-773.
TÜRK-ERMENİ İHTİLAFI, Makaleler, Editör Hikmet Özdemir, TTK Yayını, Ankara 2007.
URAS, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul 1976.
Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI YUVALI, Abdulkadir, “Ermeni İsyanlarında Misyoner Okullarının Rolü”, Yakın Tarihimizde Kars ve Doğu Anadolu Sempozyumu 17-21 Haziran 1991, Kars Valiliği ve Atatürk Üniversitesi Yayınları, No. 675, Kars 1991, s.203-214. YÜRÜKEL, M. Safa, Soykırımlar Tarihi I- Batının İnsanlık Suçları, Near East Publishing, 2007.

(c) Erciyes Üniversitesi

Hiç yorum yok: