Hoşgörüden Yol Ayrımına Ermeniler : Açılış Konuşmaları : M Hulagu, N Utas, N Kandemir, M Aydin, O Turan, Y Halacoglu

 © This content Mirrored From TurkishArmenians  Site turkiye-ermenileri.blogspot.com/
Erciyes Üniversitesi–Nevşehir Üniversitesi

II. Uluslarası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu [EUSAS–II] 22–24 Mayıs 2008

Metin HÜLAGÜ
[Sempozyum Tertip Heyeti Başkanı]
[Nevşehir Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı]

Sayın Vali,
Sayın Büyükelçi,
Sayın Rektörüm,
Değerli Öğretim Üyeleri,
Kıymetli Misafirler,
Değerli Basın Mensupları,

Türkiye’nin, yaklaşık yarım asırdır, karşı karşıya olduğu dış problemlerden birisini şüphesiz ki “Ermeni Meselesi” teşkil etmektedir.

Ancak bu problem sadece Türkiye’yi rahatsız etmekle de sınırlı kalmamış, kapsama alanını günden güne genişletmek ve tesirini her geçen gün artırmak suretiyle, bölgesel barışı olduğu kadar küresel barışı da tehdit eder hale gelmiştir. Örneğin, bugün binlerce Azeri özünden ve öz yurdundan mahrum edilmiş, sefalet hayatı yaşamaya terk edilmiştir.

Şurası muhakkaktır ki, “Ermeni Meselesi”nin ortaya çıkması ve her geçen gün gelişip kuvvet kazanması, Batı’nın izlemiş olduğu politikalarla yakından alakalı değil, bilakis o politikaların ta kendisi olmuştur. Yine kabul etmek gerekir ki, “Ermeni Meselesi”, İngiliz ve Rus emperyaliz markalaştırmaya çalışmışken, diğer taraftan da söz konusu sistematik yaklaşımın ilkini ortaya koymuştur.

“Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri” konulu önceki sempozyuma yüzün üzerinde akademisyen iştirak etmiş, sempozyumda sunulan tebliğler kısa sürede 4 cilt halinde kitaplaştırılmıştır. Akabinde Çırağan Sarayı’nda kitapların tanıtımı yapılmış ve çalışma büyük bir takdir toplamıştır. Söz konusu sempozyum kitabının, daha ziyade Amerika ve Avrupa’da dağıtılmak üzere, İngilizce versiyonu ise 2 cilt halinde baskıya verilmiştir.

Bahis geçen sistematik yaklaşımın ikinci basamağını oluşturan bu sempozyum ise, Erciyes ve Nevşehir Üniversiteleri işbirliği ile gerçekleştirilmektedir.

“Sosyo-kültürel” içerikli önceki sempozyumun aksine, bu yılki sempozyumun muhtevası “siyasal” olarak belirlenmiştir. “XIX. Yüzyılda Ermeni Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Büyük Devletlerin Politikaları” konulu bu sempozyuma, yurt dışından ve Türkiye’deki değişik üniversite ve kurumlardan, yüzün üzerinde akademisyen katılmaktadır. İki gün sürecek olan sempozyumun cumartesi günkü sosyal etkinlik ile son bulması planlanmıştır.

Sempozyum, sunulacak olan tebliğler itibariyle, gerçekten kıymetli ve zengin bir içeriğe sahiptir. Onun bu kıymeti, hiç şüphesiz ki tebliğlerin kitaplaşmasıyla daha da artacak ve kalıcı hale gelecektir. Bu noktada katılımcıların tebliğlerini en kısa sürede Sempozyum Tertip Komitesi’ne teslim etmeleri bizleri memnun edecektir.

Muayyen bir yaklaşımla başlatılıp sürdürülmekte olan bu sempozyumun nihai hedefine ulaşabilmesi ise bundan sonraki senelerde:

1. Ermeni İsyanları ve Yansımaları
2. Birinci Dünya Savaşı ve Tehcir
3. Bugünkü Türk-Ermeni İlişkileri ve Geleceği: Engeller ve Çözüm Yolları

konulu sempozyum çalışmalarının yapılması ile mümkün olabilecektir diye düşünmekteyiz.

Bu tür etkinlikler, hiç şüphe yok ki, Erciyes ve Nevşehir Üniversitelerinin haklı olarak sosyal ve akademik alanlarda atılım içinde olmalarını sağlamanın yanında, Türk-Ermeni devletleri arasındaki anlaşmazlığın giderilmesine de belli oranda fayda sağlayacaktır. Bahis mevzuu sistematik yaklaşımın yahut sempozyumlar dizisinin tamamlanması halinde ise, Türk-Ermeni ilişkilerinin birçok boyutu, özellikle de siyasi yönü, bütün çıplaklığıyla ortaya konmuş olacaktır. Söz konusu çıplaklığı yahut ilişkiler detayını, sempozyum tebliğlerinden oluşacak olan, 20–25 ciltlik külliyatta görmek ve okumak olası olacaktır. Böyle bir çalışma yahut külliyat, alanıyla ilgili olarak ciddi bir boşluğu doldurmasının yanında “Türk-Ermeni İlişkileri Tarihi”ni ortaya koymanın da bir vasıtası olacaktır.

Son olarak, sempozyumun oluşumuna değerli katkılarından dolayı Onur ve Bilim Kurulu üyelerine, yoğun programlarına rağmen davetimizi kabul etme nezaketini göstererek açılış törenine iştirak etmiş bulunan siz değerli zevata ve iştiraklerinden dolayı akademisyen arkadaşlarıma, Sempozyum Düzenleme Kurulu olarak, müteşekkir olduğumuzu belirtmek isterim.

Ayrıca böyle bir sempozyumun gerçekleşmesi için göstermiş oldukları cömertlikten dolayı Dışişleri Bakanlığı’na ilaveten, Erciyes Üniversitesi Rektörlüğü’ne, Kayseri Valiliği’ne, Kayseri Büyükşehir Belediyesi’ne ve Eraslan Holding’e teşekkür ederiz.

Ve nihayet, fikri oluşumundan sahneye konuluşuna kadar, bütün gayret ve feragatleriyle, sempozyumun yükünü, samimiyetle omuzlayan, Sempozyum Düzenleme Kurulu üyeleri Yrd. Doç. Dr. Gülbadi Alan ve Doç. Dr. Şakir Batmaz’a ve ayrıca öğrenci arkadaşlarıma teşekkür ederim.

Saygılarımla.



Cengiz UTAŞ
[Erciyes Üniversitesi Rektörü

Sayın Vali,
değerli bilim insanları,
saygıdeğer katılımcılar, değerli konuklar,
çok kıymetli basın mensupları….

Bilindiği üzere Türk-Ermeni ilişkileri uzun bir geçmişe ve zengin bir ortak mirasa sahiptir. Bugün de Türk–Ermeni devlet ve milletleri birbirlerine sınır halinde bir arada yaşamaktadırlar. Ancak aralarındaki siyasal anlaşmazlıklar bu iki devlet ve milleti diyalogda bulunmaktan ve bölgede birer barış unsuru olmaktan alıkoymaktadır. Oysaki Türk ve Ermeni devlet ve milletleri arasında tesis edilecek diyalog ve oluşturulacak işbirliği, kendi lehlerine olduğu kadar bölge devletleri için de son derecede yararlı olacaktır.

Türk ve Ermeni devletleri arasında söz konusu diyalog ve işbirliğinin tesis edilmesinde siyasî ve akademik şahsiyetlere hiç şüphesiz ki büyük görevler düşmektedir.

Bu sorumluluğun idrakinde olan Erciyes Üniversitesi 20–22 Nisan 2006 tarihleri arasında I. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu (EUSAS-I) adı altında, “Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri Örneği” konulu bir sempozyum düzenlemiştir. “Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri Örneği” konulu söz konusu sempozyumda, yaklaşık on asırlık bir geçmişe sahip olduğu bilinen Türk-Ermeni ilişkilerinin daha ziyade Osmanlı boyutu üzerinde durulmuş, edebî, ticarî, hukukî, idarî, sağlık, eğitim, sanat ve musiki alanlarındaki Türk-Ermeni toplumlarının birliktelik ve etkileşimleri incelenmeye çalışılmıştır.

Sempozyumun amacı, dinî inanç ve etnik kimliklerine bakılmaksızın, bilim insanlarının bir araya gelmelerini sağlayarak aralarında bilgi alışverişi, işbirliği ve dayanışmayı artırmak; çok kültürlü Osmanlı toplumundaki birlikte yaşama sanatına dair bulguları bilim dünyasının hizmetine sunmak; ayrıca Türk-Ermeni toplumları arasındaki iyi ilişkilerin yeniden gelişmesine zemin hazırlayarak kültürlerarası hoşgörünün sekteye uğramadan devam etmesine ve dolayısıyla da dünya barışına katkıda bulunmak olmuştur.

Daha önce gerçekleştirmiş bulunduğumuz sempozyuma yurtdışından gelen akademisyenlere ilaveten Türkiye’nin 45 değişik kurumundan, yüzün üzerinde tebliğli akademisyen iştirak etmiştir. Sempozyuma Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II’nin katılımı ise ayrı bir onur olmuş, etkinliğe hatırı sayılır bir zenginlik kazandırmıştır. Bu katılım ayrıca, küreselleşen dünyamızda, sorunlarını bir araya gelerek kendilerinin çözebilmeleri için Türk ve Ermeni toplumları adına bir ilk adımı, dün olduğu gibi bugün de diyalog ve barış ortamı içerisinde bir arada yaşama arayışının destekleyici bir unsuru olmuştur. Sempozyumda sunulan tebliğler 4 cilt halinde kitaplaştırılmış ve yoğun talep üzerine ikinci baskısı yapılmıştır.

Tebliğlerin İngilizce olarak kitaplaştırılması için de son aşamaya gelinmiştir. İngilizce baskıyı bu sempozyumda sizlere ulaştırmayı hedeflemiştik. Ancak, teknik imkanlar nedeniyle gecikme oldu. Umarım, önümüzdeki ay içinde kitabımızın İngilizce baskısı tamamlayarak sizlere ulaştırılmış oluruz. Bu kitabı, dünyanın dört bir yanına, kütüphanelere ve bu alanda çalışma yapan bilim adamlarımıza ulaştırmayı amaçlıyoruz.

Erciyes Üniversitesi, önceki sempozyumun da sağladığı müspet neticeleri dikkate alarak, Türk-Ermeni üniversite ve akademisyenleri arasında işbirliğini artırmak, Türk ve Ermeni devletleri arasında bir diyalog sürecine zemin oluşturmak ve dolayısıyla bugünkü Türk-Ermeni Devletleri arasındaki anlaşmazlığa bir son vermek ve dolayısıyla da bölgesel barışa katkıda bulunmak amacıyla, Sosyal Araştırmalar Sempozyumun ikincisini bugün burada gerçekleştiriyoruz.

“XIX.(19) Yüzyılda Ermeni Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Büyük Devletlerin Politikaları”nı konu alan bu sempozyumun, Türk-Ermeni ilişkilerinde yeni bir döneme kapı açacağına, inanıyorum., Ayrıca, değerli bilim adamlarımızın bu konudaki görüşlerini açık bir şekilde ortaya koyması yanında karanlıkta kalan tüm konuların aydınlığa çıkarılması yönüyle de, bu sempozyumun büyük önem taşıdığına inanıyorum.

Sempozyumun gerçekleştirilmesinde büyük emek harcayan Üniversitemiz Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ve Nevşehir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Metin Hulagu başta olmak üzere, değerli çalışma arkadaşları Doç. Dr. Şakir Batmaz ve Yard. Doç. Dr. Gülbadi Alan’a ve katkı sağlayan tüm çalışma arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Sempozyumun başarılı geçmesi dileklerimle, hepinize sevgi, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.


Nüzhet KANDEMİR
[Emekli Büyükelçi]

Osmanlıların getirdiği ve Ermeniler dâhil, imparatorluk sınırları içinde yaşayan farklı din ve kültüre sahip toplulukları, belirli bir düzen çerçevesinde yönetebilmeyi sağlayan; aynı zamanda, değişik dinlere sahip ve millet olarak nitelenen bu topluluklara bir dizi ayrıcalıkları da içeren, sistem yapısında bozulmaların görülmesi ile birlikte, bu milletlerdeki bağımsızlık arzu ve eğilimlerinin de yayılmaya başladığı görülmektedir.

İlber Ortaylı hocamızın, Osmanlı Ermenileri adlı eserinde işaret ettiği gibi, Fatih Sultan Mehmet’in, imparatorluk topraklarında yaşayan Ermeni milleti için kurdurduğu İstanbul’daki Ermeni Patrikliği, bu milletin yerel, idarî, hukukî ve kültürel yönden idaresini de üstlenmişti. 17. yüzyıla gelindiğinde Patrikhane’nin yönetiminde amira unvanını taşıyan nüfuzlu Ermeniler söz sahibi olmaya başlamışlardı. XIX. yüzyılda ise Tanzimat ve Islahat reformlarıyla, Ermeni milletinin yönetiminde, amiranın etkinliği azalmış, değişik sosyal katmanlara mensup kişilere de bu alan açılmıştır.

Tanzimat Fermanı, Müslüman ya da onun dışındaki bir dinden olsun, her iki tebaanın eşitliği ilkesini, din esasına dayalı millet kavramı yerine de bir Osmanlılık fikrini getirmiştir. Bütün devlet makamları gayrimüslimlere açılmıştır; onlara, Müslümanlara tanınan tüm hak ve ayrıcalıklardan yararlanma olanağı sağlanmıştır. Onların, uzun vadede kazançlı çıktıkları bir başka ayrıcalık ise askerlikten muaf tutulmaları olmuştur. Böylece, İslamiyet’e mensup olanlara nazaran eğitimlerini kesintisiz sürdürmüşler ve toplumda daha müreffeh bir katman oluşturmuşlardır.

1800’lü yılların ortalarına doğru Ermeni kültür derneklerinin sayısında bir çoğalma olduğu görülmektedir. Bu dernekler ruhban sınıfının denetimi altında sivil görünümlü kişilerce idare edilmekteydi. 1849 yılında Paris’te kurulan Ararat Cemiyeti bunlardan biridir. O tarihlerde bir hayır kurumu görüntüsünde olan cemiyet, daha sonraları imparatorluk içinde örgütlenerek, hayır amacından uzak, siyasî amaçlı faaliyetlere girişmiştir.

Tanzimat Fermanı sonrasında, 1856 Islahat Fermanı gayrimüslimlerin haklarına ilişkin düzenlemeler getirmiştir. Gayrimüslim cemaatler kendi iç işlerini düzene sokmak bahanesi altında tüzükler hazırlamışlardır. 1863 tarihli Ermeni Patrikliği Nizamatı bunlardan biridir. 1876 Osmanlı Devleti Anayasası ve Islahat Fermanı ile imparatorluk bünyesindeki gayrimüslim toplulukların anayasa benzeri bir düzenlemeye geçmelerinin yolu açılmıştır. Gerçekten 3 Kasım 1839 tarihli Tanzimat Fermanı Osmanlı tarihinde yeni bir dönemin açılmasını sağlamıştır. Milliyetçilik, 19 ve 20. yüzyıllarda, küresel ölçekte kendini hissettirmiştir.

Bu milliyetçilik kavramı 19. yüzyılda girdiği her yerde bir hareketlilik ve başkalaşım sürecinin de habercisi olmuştur. Örneğin Fransız milliyetçiliği, Yunanlılara, Macarlara ve Polonyalılara öncülük etmiş bu bağlamda millet, vatan, eşitlik ve insan hakları gibi kavramlar küresel ölçekte etki kazanmıştır.

Fransız İhtilali’nin ortaya koyduğu görüş ve fikirlerden etkilenenler arasında Osmanlı İmparatorluğu da vardır. 1839 Tanzimat Fermanı ve 1856 Islahat Fermanı ise, imparatorluk sınırları içinde yaşayan çeşitli uluslara iktisadî, sosyal, hukukî ve kültürel alanlarda tanıdığı yeni haklarla, milliyetçilik kavramlarının oluşması için uygun bir ortam hazırlamakta yardımcı olan etkenlerin başında gelir. Büyük güçler imparatorluk içindeki cemaat çatışmalarını desteklemişler; ayaklanmalara yardım etmişler ve bu bağlamdaki tüm gelişmelerin yakın izleyicisi olmuşlardır.


Osmanlı İmparatorluğu içindeki 1804 Sırp ayaklanması ve özerkliği; onu izleyen 1821-1829 Yunan ayaklanması ve bağımsızlığı, Ermenilerin de eyleme geçmesi için önemli birer örnek oluşturmuştur. Ermenilerde milliyetçilik akımlarının kendini göstermesindeki etkenlerin başında Balkan uluslarının, kendi milliyetçilik akımları doğrultusunda, gerçekleştirdiği ayaklanmalar gelir. Diğer önemli etkenler ise büyük güçlerin desteği, Ermeni kilisesi ile Ermeni din adamlarının faaliyetleri ve Osmanlı İmparatorluğu hudutları içinde Amerika, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın desteğinde yürütülen misyonerlik faaliyetleri olmuştur. Ayaklanmalar ve sağladıkları dış destek ile Osmanlının içyapısındaki çöküşler imparatorluk içinde yaşayan Ermenilerin bağımsızlık sağlamak amacı ile örgütlenmelerini kolaylaştırmıştır. Büyük güçlerin verdikleri destek ile Ermeniler, 1878 Berlin Kongresi’nde reform ve özerklik talebiyle ortaya çıkmışlardır. Bu kongre Ermeni ulusalcı hareketinin en önemli atlama noktası olmuş ve yaratılan Ermeni sorunu uluslararası bir boyut kazanmıştır. Batı Avrupa veya Çarlık Rusyası’nda eğitilen Osmanlı Ermenileri Ermenilerin yarattıkları olaylarda onlara büyük destek sağlamıştır. Sözlerimin başında, örnek olarak verip adını ettiğim, 1849 yılında Paris’te kurulan Ararat Cemiyeti bu kişilerin ortaya koyduğu bir üründür.

19. yüzyılda Ermeni aydınlarınca kurulan üç ayrı siyasî partinin Ermeni milliyetçilik hareketini giderek kökleştirdiği kuşkusuzdur. Kısaca anmak gerekirse, bunlar: liberal demokrat Ramgabar Partisi; sosyal demokrat Hınçakyan Partisi; sosyalist milliyetçi Taşnak Partisi? veya Ermeni Devrimci Federasyonu idi.

Siyasî partilerin dışında Ermeni kilisesi ile Ermeni din adamlarının toplum yaşantısında ruhanî işlerden ziyade siyasî işlerle uğraştıklarının ve bu din adamlarının Amerika, Fransa, Rusya ve İngiltere gibi ülkeler tarafından desteklendiklerinin altını çizmek gerekir. Adını saydığım bu ülkeler tarafından yürütülen misyonerlik faaliyetlerinin ise, o günlerde olduğu gibi, ondan sonraki günler ve günümüzde de süregittiğini ve misyoner okulları açma taleplerinin ardının kesilmediğini belirtmekte yarar vardır.

Küresel ölçekteki milliyetçilik akımlarının, çok uluslu imparatorluklar bağlamında, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren giderek etkili olduklarını belirtmek gerekir. Belki de bu süreci, Osmanlı İmparatorluğu, diğer çok uluslu imparatorluklara kıyasla daha uzun ve daha sancılı bir şekilde yaşamıştır.

Sonuç itibariyle, günümüzde, Ermenistan’da yaşayan halk ile bu ülke dışındaki diaspora Ermenileri olarak adlandırılan grup birbirlerinden farklı çizgilerde ilerlemekte ve Türk düşmanlığı temeline dayanan milliyetçiliklerini farklı türlerde kurma çabası göstermektedir. Ermenilerin, 19. yüzyıl boyunca, çeteler ve örgütler kurup silahlı eylemler gerçekleştirmek olan politikaları, artık bu tür eylemlerin küresel bazda tepki çektiğini de dikkate alarak, günümüzde, üçüncü ülkeler parlamentoları, siyasî kurum ve kuruluşları ile ileri teknolojinin sunduğu iletişim olanakları; yazılı ve görsel medya; kitap, matbua ve sinema gibi yollarla gerçekleştirmeye çalıştıkları yoğun propaganda faaliyetleri şekline dönüşmüş bulunmaktadır. Biraz önce de vurgulamaya çalıştığım gibi, değişmeyen tek olgu, geçmiş tarihlerde ve bugün kendilerini destekleyen güçlerin varlığı ve bu ülkelerin, gerektiğinde tüm olanaklarını seferber ederek, aynı desteği sağlamak istikametinde gösterdikleri azimdir.


Mahir AYDIN
[Prof. Dr. / Marmara Üniversitesi]

Sayın başkan, çok değerli dinleyiciler bütün dikkatinizi ve sabrınızı toplayarak yaklaşık 1,5 saattir bizi dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum. En son konuşmacı olmanın zorluğuyla sözlerimi Rumlu Celaleddin hazretlerinin bir dizesiyle, dizeleriyle başlamak istiyorum. “Her gün bir yerden göçmek ne iyi, her gün bir yere konmak ne ala, bulanmadan, donmadan akmak ne güzel, dünle birlikte gitti cancağızım düne dair ne kadar söz varsa şimdi yeni şeyler söylemek lazım” yeni şeyler söylemeye çalışmak bana düşüyor. Biraz dikkat ederseniz, lütfederseniz, çok kısa konuşacağım Ermeni soykırımı kelimenin tam anlamıyla ve bir anahtar sözcükle senaryodur. Açıklayacağım: bu senaryo 2 kere ortaya konacaktır. 1.si 1895 yılında, 2.si 1916 yılında sondan başlayayım. İzin verirseniz. Bugün yani son 35 yıldır Türkiye Cumhuriyetinin karşılaştığı ermeni sıkıntısı 3 temel noktadan kaynaklanmakta beslenmektedir.

1.si Amerika’da ki ermeni lobisin yardımıyla ABD ‘den destek almaya çalışan ülkeler, 2.si kendi ayıplarını insanlık havarisi rolüyle örtmeye çalışan ülkeler, 3.sü Türk tarihi gibi çok geniş ve engin bir tarihten ucuz pirim yapmaya çalışan ülkeler toplasan 4 elin parmakları kadar ama gerçekçiliği, geçerliği son derece yoksun, neden 73 de başlayan bu süreç 50 yıldır uykudaydı. Buda batı politikası bizim kültürümüzde, tarihimizde özellikle negatif yüzüyle ortaya çıktığı için emperyalizm kavramı kötüdür, öcüdür ve iticidir ama emperyalizm kavramı batının bir sosyal olgusudur, batının bir devlet politikasıdır. Buda emperyalizmin uzaya binip, uzay gemisine binip, başka gezegene gitmediklerine göre 1918 de karşımıza çıkan ülkelerin bugün ortaya sürdükleri ama gittikçe kan kaybeden, zayıflayan bir biçimde ortaya sürdükleri bir senaryodur daha öncesine gidecek olursak 1895 ölçesine, şimdi 1878 de büyük bir Ermenistan kuruldu. Bugün yaklaşık Türkiye 81 ilinin 23 iline karşılık gelir. Kızılırmağın doğusu, Batı aynı yanlış davranışları yalnız Ermenilere yapmadı. Ermenilerin ayaklarının suya değmesi (1878–1918) kırk yıllarını alırken çok kan döktüler. Çok can verdiler. Aynı şeyi Ayastefenosta Bulgarlara yaptılar. O kadar büyük bir Bulgaristan çizdiler ki o büyük Bulgaristan’ı normale indirmek 1913 Balkan Savaşı sonunda otuz beş yıl aldı. Bulgaristan ve Makedonya’yı kan gölüne döndürdüler. 1878 Ermenistan için bir iyileştirme hareketi pansuman tedavisi dendi. Bunu Ermeniler bağımsızlık olarak algıladı. Türklerde hani biraz jest yaparak hani bu iş düzelirmi diye baktılar ki bu iş böyle olmuyor. James Brice yani Arnold Tonbeyle birlikte 1916’da “Mavi Kitap” ı yayınlayan kişi hemen parentez açıyorum Ermeni sorununda kutsal başucu kitabı olan mavi kitaptan temel fıkrası gibi ama girmiyorum zamanınızı almamak için 25 tanesini buldum bütün renkli kitapların sayısı şu an 76 ama biraz çalışılırsa 100’ü bulacak. Eşittir mavi kitap sıradan bir yıllıktır almanaktır.

İngiliz politikasının propaganda kitabıdır. James Brice diyecek ki “bu iş böyle olmaz birilerimiz asılmalı birileriniz kesilmeli bizde kalkıp uygar Avrupa olarak sizi kurtarmaya gelelim” doğru Avrupa niye gelsin durup dururken Ermenileri kurtarmaya bir acındırma gerekiyor. Bu acındırma gerekçesi dolayısıyla Ermeniler 23 bölgede ayaklanacaklar ve Doğu Anadolu kan gölüne dönecek. Toplam ölenler 6400 Ermeni bu rakam Amerikan misyonerlerinde 23.000, Avrupa basınında 300.000’e çıkacak bakın senaryo şablonu hazır fakat şu soykırım anıtı dikilmeyecek ama soykırım töreni yapılacak 26 Nisan 1896 yer Londra James Hall fakat Almanya’nın dediği gibi İngiltere havlayacak ama ısıramayacak çünkü ufukta Birinci Dünya Savaşı var. Birinci Dünya Savaşına giden yolda Fransa ve Rusya, Ermeni politikasında şiddet yanlısı olmadığı için Ermenilere destek vermeyince korkan İngiltere ayrılamayacak ve birinci kez Ermenileri yüzüstü bırakacak 1895’te. Bitmeyecek olaylar 1915’te Çanakkale’de boyunun ölçüsünü alan İngiltere bakacak ki Amerika’yı bu işin içine sokmadan başaramayacak ve Mavi Kitap’la Amerikan Kamuoyunu çekecektir. Ve bu şekilde ikinci kez acındırma politikasıyla Türkler, Ermenileri katletti imajı Dünya’ya yayılacak. İngiltere ikinci kez amacına ulaşacak ama Lozan’da bakıyoruz Ermeniler yine kullanılıyor. Sözlerimi kısa tutacağımı söylemiştim hemen o kısalığı sonuçlandırma bilgisine geçiyorum. Adını vermek istemediğim büyük dünya çapında 1988 baskılı ansiklopedinin Ermenistan maddesinde şu yazıyor. Bunu Ermenileri küçümsemek için söylemiyorum. Bir ekonomik saptama için söylüyorum. “ormanlarında ayılar yaşar. Bu coğrafya bilgisi zenginliği olarak ya da dağ yamaçlarındaki otlarda yazın hayvanlar beslenir.”

Kısaca Ermenistan aç, Ermenistan ağlamak zorunda, Ermenistan Türkiye düşmanlığı politikası yapmak zorunda, yaparken de Batılılar bunu kullanıyor çünkü Türkiye beyin kuşağında ne Sibirya soğukları ne çöl sıcakları var Türkiye çok zengin bir ülke Çanakkale’de, Truva’da, 5000 yılda gofret gibi dokuz kat uygarlık çıkıyor. Batılı kendine yapay uygarlık oluştururken, Türkler Ermenilerle 1000 yıl öncesinde karşılaşırken bugün dünya’nın büyük merkezlerine kışın kurtlar iniyordu. O Tolerans’ın ‘t’ si yoktu. Türkiye çok zengin bir ülke bırakalım balından, tadından 2006 nisanında bir akrep bulundu. Dünya serum sektöründe Sırbistan, Mısır ve Güney Amerika’yı sallayacak boyutta (krosikaud andoktonus) Şanlıurfa, Diyarbakır ve Mardin yöresinde Dolayısıyla Türkiye büyük ve zengin ülke sadece Ermeniler bir koz olarak siyasal maşa olarak kullanılıyorlar ama Türk Kültüründe güzel bir deyim var “Komşu komşunun külüne muhtaçtır.” Yani komşu olmak avantajdır. Eğer bunu iyi kullanamayan ülkeler varsa ya ikisi birden kendisini aldatıyordur. Ya da biri ötekini aldatıyordur. Biz buradayız bekliyoruz ilginize teşekkür ediyorum saygılar sunuyorum.


Ömer TURAN
[Prof. Dr. / ODTÜ]

Sayın Başkan, Hanımefendiler, beyefendiler

19.yy Avrupa tarihi milliyetçilik çağı olarak anılır.19.yy Avrupa tarihini yazan pek çok batılı tarihçi kitabına milliyetçilik çağı “Age of Natıonalism” gibi adlar vermişlerdir. Batı Avrupa da ortaya çıkan ve Batı Avrupa’nın tarihsel, sosyal, kültürel birikiminin, yapısının ürünü olan milliyetçilik 19.yy’a damgasını vurmuş Daha sonra 19 yy içerisinde yine batı Avrupa’nın, doğu Avrupa ya oradan da orta doğuya geçmiştir. Batı Avrupa’dan farklı bir sosyal toplumsal yapıya sahip olan milliyetçilik Doğu Avrupa da olduğundan çok farklı bir fonksiyon icra etmiştir. Farklı bir mahiyet arz etmiştir. Milliyetçilik üzerine, milliyetçilik teorileri üzerine çok önemli isimlerden birisi olan Hanskon milliyetçiliğin babası denilir. Ve yine çağdaş milliyetçilik mütehassıslarından Peter Şugar dünyadaki milliyetçi hareketleri değerlendirmişler, gruplandırmışlar adlandırmışlardır. Ve bu çalışmalar içerisinde doğu Avrupa milliyetçiliği gibi müstakil bir grup bir milliyetçilik karakteri de olduğunu ortaya koymuşlardır.

Peter Şugar batı Avrupa da ki milliyetçilik hareketleri ana hale dayanır. Doğu Avrupa’da ki milliyetçilik ise mitlere dayanır Geçmişteki bir altın çağı istikbal de gelecek yeniden ihya etmektir milliyetçiliğin esası doğu Avrupa’da her halükarda mevcut durumlarla alakalı değildir mevcut durumdan kopuktur der o şekilde tanımlar yine aynı şahıs; doğu Avrupa’daki milliyetçilik karakterini milliyetçilik hareketlerinin karakterini izah ederken Mesianizm den bahseder. Yani Mesih kurtarıcı gelecek o hedeflenen toplumu olacak götürecektir dolayısıyla bura vurgulanmak istenen doğu Avrupa’da ki milliyetçilik hareketlerinde ve orta doğuya daha sonra geçen milliyetçilik hareketlerinde toplumsal bir taban toplumsal bir talepten ziyade kendilerini kurtarıcı süsü veren rolü veren insanların eylemleri toplumu yönlendirme çalışmalarıdır söz konusu olan dolayısı ile yine bu şahısların hareketleri çok kolay manipüle edilmiştir çok kolay yönlendirilmiştir büyük devletler tarafından. Doğu Avrupa’da ki Osmanlı’dan ayrılan toplumların milletlerin milliyetçilik hareketleri böyle olmuştur. Hatırlarsanız yunan milliyetçiliği yunan istiklali Bulgar milliyetçiliği Bulgar istiklali Romen Sırp bunların hiç birinde o devletlerin kuruluş anlaşmalarında o devletlerin temsilcileri yoktur. Yunanlılar isyan etmiş isyanları bastırılmış fakat bu isyan dolayısı ile ortaya çıkan havadan istifade eden Rusya savaş açmış Osmanlı’yı yenmiş ve savaş anlaşmasının savaşın sonunda yapılan anlaşmayla bir Yunanistan hediye edilmiştir. Kurulmuştur. Aynı şekilde Bulgaristan, Sırp isyanı, Roman isyanı sonunda o isyanlar çok kolaylıkla bastırıldığı halde, o devletler kurulmuştur.

O devletlerin kuruluş sürecinde o diplomatik görüşmelerin hiç birinde o milletlerin temsilcileri yoktur. Ermenilerde aynı şekilde bu doğu Avrupa’da ki milliyetçilik hareketlerinden esinmişler ilham almışlar daha doğrusu Ermeni milliyetçiliğini yürütmek iddaasında olan insanlar ve aynı şekilde bizde işte isyan ederiz kanımız akar insanlarımız kırılır kırılsın Batı müdahale eder ve bizde aynı şekilde bir Ermenistan sahibi oluruz şeklinde düşünmüşlerdir yine geçmişte ki bir altın çağı da tesis etmek üzere 1000 yıla yakın süredir. Türk milleti ile iç içe yaşayan Ermeniler çok büyük ölçüde Türkleşmişlerdir. Şu kadarını söyleyeyim misyonerlik hareketlerinden çok bahsedildi. O konularda çalışan bir insan olarak 1841 yılında Amerikan Protestan misyonerlerinin Ermenilere yönelik olarak yapmış oldukları yayın Faaliyetlerinde 1.340.000 sahife Ermenice, yayın yapmışlardır 3.840.000 sahife ermeni harfleri ile Türkçe yayın yapmışlardır. Bu ne demektir? Bu Osmanlı Ermenilerinin 4 de 3 ünün Türkçe konuştuğunun göstergesidir. 3 de 1 inin ancak Ermenice konuştuğunun göstergesidir. Onlar da Türkçe biliyor tabii. Böyle bir toplumu Bulgarlarda böyleydi. İlk Bulgarca periyodiğe Amerikan misyonerler yine İzmir’de çıkarmışlardı 1840 yılında. Bu kadar Türk kültürüyle iç içe olan bir topluluk o öncüleriyle alınmış ve o isyanlar yapan devletine 1000 yıldır birlikte yaşadığı vatandaşlarına isyan eden, kan döken, can alan bir topluluk haline getirilmiştir ve çok kolaylıkla manipüle edilmişlerdir. Fakat bütün devletler emperyalist göçler bu hareketleri destekler görülürken O Bulgaristan’da olduğu gibi Yunanistan da olduğu gibi Sırbistan da Romanya da olduğu gibi hiçbir zaman onlar için o Ermenilerin çok beklediği müdahale gerçekleşememiştir. Çünkü Batılı devletler, büyük devletler öyle bir müdahale de bulunabilmek için gerçekçi verilere ihtiyaç duymuşlardır. Ve o yaptıkları araştırmalarda Ermenilerin talep ettikleri toprakların hiç birinde Ermenilerin çoğunluk olmadığını görmüşlerdir. En çok yaşadıkları yerlerde işte Van civarıdır. %40’ın üstünde değildir ermeni nüfusu. Konsolosluk raporları bunları gösterir. Dolayısı ile Ermenilerde maalesef istismar edilmiş, kışkırtılmış, kullanılmış ve bu günkü tablo ortaya çıkmıştır.

19.yy sonlarında durum böyleydi. 1.Dünya Savaşı yıllarında böyle olmuştur. Lozan görüşmelerinde böyle olmuştur. 1.Dünya Savaşı esnasında Ermenilere her türlü vaatte bulunan devletlerin Lozan’a gönderdikleri heyetlere verdikleri talimatlar elimizde bugün. Hiç birinde ermeni meselesi yok. Hiç birinde ermeni meselesi o devletlerin öncelikli sorunları arasında değildir. Fakat en çok tartışma güya ermeni meselesiyle ilgili olarak çıkmıştı. Ermeni meselesini orda da kullanmışlardır. En çok Ermenilere sahip çıkan Amerikan misyonerlerinin Lozan görüşmelerinde 4 tane temsilcisi vardır. Bu 4 temsilcinin 3’ü Amerikan heyeti, 1’de Amerikan kiliseleri adına Ermeniler lehine çalışmalar kulis yapmak üzere Lozan’a gelmiştir. Onlarda ki Türkiye’de faaliyetlerini sürdürmek iznini alınca İnönü ile yaptıkları görüşmede onlar dahi tenkit ettikleri batılı devletler gibi Ermenileri yüz üstü bırakıp, çekilip gitmişlerdir. Günümüzdeki durumda bundan farklı değildir. Günümüzde de büyük devletler güya Ermenileri savunur. Ermenilerin haklarına sahip çıkar günümüzde.

Türkiye ile olan ilişkilerine bağlı olarak parlamentolarında kararlar almaktadırlar. Onların derdi Ermeniler değildir. Onların derdi Türkiye ile dir. Bunu gönül isterdi ki ermeni dostlarımızla da burada müzakere edelim, paylaşalım, umarım bunun farkına onlarda varırlar. İki yıl evvel beklide üç yıl evvel tertip komitesi başkanımızın açılış konuşmasında işaret ettiği Hrant Dink’le Berlin’ e gitmiştik. Bu Almanya parlamentosundan çıkacak karar öncesinde ikimiz müştereken işte ermeni toplum adına Almanya’ya ve Almanya’nın şahsına batılı devletleri aman ne olur karışmayın lehimize de olsa karışmayın, aleyhimize olsa da karışmayın biz 1000 yıldır bu topraklarda yaşayan insanlar olarak birlikte konuşma, aramızda anlaşamadığımız hususlar olsa bile anlaşma kültürüne sahibiz ne zaman siz işimize karışsanız kimin lehine karışıyor olsanız bile sonuç itibariyle onun lehine olmamıştır demiştik. Hrant bunu çok açık bir şekilde söylemişti. Onu da götürdüler. Dördüncü beşinci eller kimin eli kimin cebinde belli değil böyle bir komplike durumla karşı karşıyayız. Bu sempozyumun bu çok girift çok iç içe meseleyi ayrıntılı olarak İngiltere boyutuyla, sivil toplum kuvvetleri boyutuyla diğer devletler boyutuyla ele alacak oluşumu memnuniyetle karşılıyorum. Oturumları heyecanla takip edeceğim. Teşekkür ederim. Sayın başkanım.


Yusuf HALAÇOĞLU
[Prof. Dr. / Türk Tarih Kurumu Başkanı]
Sadece iyi niyetlerle bir sorunun, siyasallaştırılmış bir sorunun çözülebileceğini düşünmüyorum. Zira gösterdiğimiz bütün yaklaşımlar, güzel yaklaşımlar, karşımızdan cevap bulmadığı takdirde hiçbir işe yaramamaktadır.

Nitekim az önce ekranlara akseden, Erciyes Üniversitesi’nin yapmış olduğu girişimler, Erivan’a bilim adamlarının gitmesi, aslında ne kadar faydalı oldu? Bunu çok iyi değerlendirmemiz gerekir. Bir problemin iki tarafı vardır, ama Ermeni meselesinin iki tarafı yoktur. Çok daha fazla tarafı vardır. Dolayısıyla konuyu çok iyi değerlendirmemiz, ayaklarımızın yere basması gerekir. Zira çoğu iyi niyet gösterileriyle yapılan çalışmaların aslında bir fayda sağlamadığını da görüyoruz. Biraz önce söylediğim gibi hele konu biraz da siyasallaştırılmışsa, bunun çok daha programlı, detaylı değerlendirilmesi ve politikası olması gerekir.

Nitekim eğer günümüzde hala bir takım parlamentolar, herhangi bir hukuki dayanakları olmamasına ve yargıladıkları insanlara söz hakkı tanımamalarına rağmen, kararlar alabiliyorlarsa ve bunu bir baskı unsuru olarak kullanabiliyorlarsa, o zaman soruna farklı bir yaklaşım sergilemek gerekir. Gerçekte neler olmuştur bunları göz önüne almadan, sonuca ulaşmamız da mümkün olmaz. Bu bakımdan bugünkü toplantının daha iyi bir değerlendirme ile sonuçlanacağını düşünüyorum. Zira biraz önce sayın büyükelçimizin ve başkanın belirttiği gibi, Avrupa’nın o tarihlerdeki Osmanlı Devleti’ne yaklaşımının ve Avrupa’nın siyasi konumunun bu mesele üzerindeki etkileri iyi değerlendirilmelidir.

Osmanlı toprakları üzerinde 1816’lardan başlayan misyonerlik faaliyetlerinin etkileri nelerdir? Bunların çok iyi değerlendirilmesi gerekir; keza aynı misyonerlerin Anadolu’daki teşkilatlanmalarını çok iyi tahlil etmek gerekir. Keza Avrupa’nın o tarihlerdeki sahip olduğu konumu iyi bilmeliyiz ki, bu da, dünyayı tamamen parsellemiş olduklarıdır ve sömürgeler haline getirmiş olduklarıdır. Bunları gözden uzak tuttuğumuz takdirde, zannediyorum sorunun çözümünde ortaya koyacağımız bir takım hususların etkisi olmayacaktır. Haritada gördüğümüz gibi 1914’te Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları, açık renkte görülen yerler, dört denize açılmaktadır (Harita I). Osmanlı Devleti. Karadeniz, Kızıldeniz, Akdeniz ve Basra Körfezi. Aslında bu coğrafya 1.850.000 metre karedir. Ve doğu batı ticari ilişkilerindeki en önemli kavşak noktalarından biridir ve henüz, dünyayı sömürge haline getirmiş batı dünyasının hakimiyeti burada tam olarak tescillenmemiştir. Mamafih Düyun-ı Umumiye ile Osmanlı bütçelerinin %44’ü batılılara aktarılmakta ise de, hala Osmanlı devleti siyasi gücünü belli oranda devam ettirmektedir. Bunun yanısıra, genelde çoğumuzun, belki de araştırıcıların bildiği bir husus vardır ki, 1828’de Rusya ile İran arasındaki imzalanan Türkmençay antlaşmasıyla Ermenistan vilayeti kurulmuş ve buraya nakledilen nüfusla başlayan siyasi gelişmeler, bölge istikrarını tehdit edecek duruma gelmiştir.

Nitekim Anadolu’dan bu yeni kurulan Ermenistan vilayetine irandan olduğu gibi önemli miktarda nüfus nakledilmiştir ki, Sayın Kemal Beydilli tarafından bu 1929 göçleri TTK Belgeler Dergisi’nde yayınlanmıştır.

250.000 Ermeni’nin Anadolu’dan sadece göç ettiğini söyleyecek olursam aslında ilk oluşturulmaya başlanan hedeflerin ne olduğu da ortaya çıkar. Ekranda gördüğünüz gibi 1914’ten önce misyonerlerin Osmanlı topraklarına gelmesiyle birlikte bir okullaşma sürecinin de başladığını görmekteyiz. Yalnız şunu özellikle belirtmek istiyorum ki Osmanlı Devleti’ne gelen misyonerler hiçbir zaman o geldikleri tarihlerde Müslümanların Hıristiyanlaştırılması için gelmemişlerdir. Tam aksine Hıristiyan Ortodoks kilisesinin mensuplarının Protestan ve Katolik kilisesine bağlanması düşüncesiyle faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Buna bağlı olarak, 1863’lerden başlayan okullaşma süreci -ki ilk olarak Robert Kolej kurulmuştur- çerçevesinde, hemen bütün Osmanlı topraklarında yabancı bir eğitim seferberliği başlatılmıştır. Bu çerçevede Fransa’nın 500, 1914’ten önce, okula sahip olduğunu görüyoruz. İngiltere’nin 178, Amerika’nın 426, Almanya’nın 140 ki, toplam 1244 okul açılmıştır. 1914’ten sonra bu 105’e düşmüştür.

Ülke Adı 1914’ten önce Genel Okul sAyısı 1914 ‘ten sOnrA Okul sAyısı

Fransa 500 35
İngiltere 178 12
Amerika 426 14
İtalya - 16
Almanya 140 20
Avusturya - 2
Rusya - 2
İran - 4
tOPlAM 1.244 105

Ve ilginç olan şeylerden bir tanesi 1898’e göre Müslim ve gayr-i Müslimlerle ilgili Orta öğretim okul sayılarına bakacak olursak, idadi okul sayısı 60’dır, öğrenci sayısı 7671’dir. Okul sayısı Rüşdiye 425’dir, öğrenci sayısı 27.130’dur. Buna karşılık gayrimüslimlerin, Osmanlı vatandaşı olan gayrimüslimlerin açtıkları okul sayısı 667’dir, öğrenci sayısı ise 73.255’dir. Ecnebi yani misyoner okullarının 98 okuluna karşılık 10.246 öğrencisi vardır.


İdadi Rüşdiye G.Müslim Ecnebi

Okul Öğrenci Okul Öğr Okul Öğr Okul Öğr
60 7671 425 27.130 667 73.255 98 10.246


Yıllara bağlantılı olarak bakacak olursak misyoner okullarında eğitimci ve öğrenci sayılarının, yıllara göre büyük bir artış gözlenmektedir. Ayrıca dışardan gelen öğretim elemanlarına karşılık içerden katılan insanların sayılarına baktığımızda, zannediyorum ki aslında Osmanlı Devleti’nde meydana gelen olayların niteliğini daha iyi değerlendirebiliriz. Nitekim 1845’te 34 misyonerle başlayan hareket 1904’te 1187’ye çıkmıştır. Ama yerli görevli sayısı 12’den 1057’ye çıkmıştır. Keza okul sayısı 7 iken 465’e çıkmıştır. Yabancı Amerikan lisanslı okulların sayısı öğrenci sayısı 135’ken 22867’ye çıkmıştır. Bir ara 23040 dır 1900’lü yıllarda.

yıl MİsyOner sAyısı yerlİ Görevlİ Okul sAyısı öğrencİ sAyısı

1845 34 12 7 135
1850 38 25 7 112
1855 58 77 38 363
1860 92 156 71 2.742
1870 116 364 205 5.489
1880 146 548 331 13.095
1890 177 791 464 16.990
1895 177 867 449 20.604
1900 153 910 425 23.040
1904 187 1.057 465 22.867

Aslında bunlara baktığımız zaman Osmanlı Devleti’nde yaklaşmakta olan tehlikeyi çok daha iyi değerlendirmek mümkündür. Nitekim 1914 yılına geldiğimizde henüz I. Dünya savaşının başlamadığı ama başlamaya yüz yuttuğu bir dönemde gördüğünüz bu harita, aslında batı dünyasının Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki hedeflerini çok açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu şüphesiz Sevr haritasıdır ve 1914’te gördüğünüz gibi sarı bölgeler Ruslara bırakılan yerlerdir. İzmir yunanlılara bırakılmıştır. Marmaris, Antalya bölgesi İtalya’ya bırakılmıştır.

Urfa, Adana, Halep, Humus bölgesi Suriye’ye bugünkü Irak ve Filistin bölgeleri de İngilizlere bırakılmıştır. Kudüs bağımsız uluslararası bir yönetime terk edilirken Doğubeyazıt’tan başlayan Kayseri’yi de içine alan bir bölge Ermenistan olarak belirlenmiştir (Harita 1). Bunun gelişim süreci nedir, aşağı yukarı biliyoruz. 93 harbinden sonraki süreçte batı dünyasının önce Rusya’nın, ama hemen ardından İngiliz ve Fransızların da müdahil oldukları Berlin antlaşmasıyla Ermenilerle ilgili ıslahat programları devreye sokulmuştur. Aslında bizim burada, ekranda belki görmeyeceğimiz, bir hususu daha dile getirmek istiyorum. 1995’te Rusya arşivlerinden aldığımız 3200 civarında Anadolu ve Anadolu’daki Rus konsoloslarının ve Büyük Elçiliklerin gizli raporlarında, sürecin nasıl işlediğini tesbit etmek mümkün olmaktadır. Mesela Van bölgesinde konsolons vekili olarak görev yapan Temren, o bölgelerle ilgili olarak raporlarını verirken, yakalanan kişiler arasında Rus uyrukluların da bulunduğunu raporuna koymuş. Yani aslında Ermeni komitacılarının içerisinde Rus ajanlarının da yer aldığı görülüyor. Mesela aynı şekilde Bitlis’te, Müslümanlarla Ermeniler arasında bir problem olmadığını söylerken Temren, komitacıların her Pazar kiliselerde ayin sırasında propaganda yaptıkları ve Ermeni vatandaşlarından silah alımı için zorla para tahsil ettikleri, vermeyenlerin ölümle tehdit edildiğini ifade ediyor. Keza yine 1900’lerden başlayan Türkiye’nin doğu kesiminde Vilayat-ı Sitte dediğimiz Van, Erzurum, Sivas, Bitlis, Diyarbakır ve Elazığ şehirlerinde ıslahat programları çerçevesinde -ki buna daha sonra İngiltere ve Fransa’da dahil olmuştur- 1914 şubatında İstanbul’da imzalanan anlaşma gereğince, Trabzon’un da bu şehirlere eklenerek, yedi vilayetin iki ayrı bölgeye ayrılarak, Osmanlı vatandaşı olmayan iki gayrı müslim vali tarafından yönetilmesi karara bağlanmıştır. Şimdi böyle bir ortamın nasıl sağlandığını çok iyi değerlendirmemiz lazımdır. Tabii burada şunu unutmayalım; sadece batı dünyası bunu yapmıştır dersek hataya düşeriz. Orada Osmanlı vatandaşı Ermenilerin rolü nedir? Bunları gözden uzak tutmamamız gerektiğini düşünüyorum. Zira durup dururken bunlar ortaya çıkmamıştır. Bakın 1878’de Berlin Antlaşması’ndan hemen sonra Van’da Kara Haç cemiyeti kurulmuştur. Hemen akabinde 1881’de Rusya yönetiminde Ermenistan’da kurulan dernekler Anadolu’ya silah göndermeye başlamışlardır. Kim talep ediyor ki silah geliyor? Bunları iyi değerlendirmemiz gerekir. Keza 1881’de Erzurum’da anavatan Müdafileri Derneği kurulmuştur.1885’te Van’da ihtilalci Armenekan, 1887’de Cenevre’de Marksist Ermeniler tarafından Hınçak partisi kurulmuştur

Harita 1: 1914’te Osmanlı İmparatorluğu’nun Paşlaşılması ve 1890’da adı ihtilalci Hınçak partisi olarak değiştirilmiştir. 1890’da Tiflis’de Ermeni İhtilal Federasyonu yani bugünkü Ermenistan’da iktidarı paylaşan Taşnaksutyun teşkil edilmiştir. Bütün bu parti ve komiteler Rusya, İran, Avrupa ve Amerika’da şubeler açmıştır. Yani meselenin aslında bugünden farkı yoktur. Dolayısıyla olaya nasıl yaklaşacağımızın ötesinde, yani iyi niyet vs. yanında gerçeklerle yüzleşmek zorundayız.

Bunları görmek zorundayız ve bunlara göre değerlendirirsek sonuca ulaşabiliriz. Keza Ermenekan partisi İstanbul, Trabzon, Muş ve Bitlis’de, Hınçak İstanbul, Bafra, Merzifon, Amasya, Tokat, Yozgat, Arapgir ve Trabzon’da Taşnaksutyun İstanbul, Doğu Anadolu şehirlerinde şubeler açıp teşkilatlanmışlardır. Bunlar legalmidir? İllegal görev mi yapmışlardır? Dolayısıyla terör estirmişlerdir ve önlerine çıkan herşeyi acımasızca yok etmişlerdir. Bunlar bizim arşivlerimizde değil, Rusların veya İngilizlerin, Amerikalıların, Almanların arşivlerinde yer alıyor. Bakın 2 gün öncesinde Hürriyet Gazetesi’nde de manşet olarak çıktı. Bir teklifte bulundum. Boston’daki Taşnak arşivleri açılsın, 20 milyon dolara kadarda biz bunun tasnif parasını verelim dedim. Niçin söyledim bunu? Çünkü Taşnak arşivleri niçin Bostona götürüldü? Herşeyden önce bunu değerlendirelim. Saf olmayalım. Taşnak arşivleri niye açılmıyor veya bugün bütün batı dünyası Osmanlı arşivlerinin açılması için büyük baskılar yaptılar ve sonuçta da belki hayrımıza oldu bütün Osmanlı araşivlerini açtık. Hiçbir korkumuz yok hiçbir şeyden. Açıldı.

Bugün en rahat çalışılan arşivlerinden birisidir Osmanlı arşivleri. Peki kimse niye Taşnak arşivlerinin açılmasına destek vermiyor? Niye açılmasını istemiyor? Peki Ermenistanda 1923 öncesi arşivler hala neden kapalı? Veya Kudüs’teki Patrikhane arşivleri niye açık değil? Öyleyse bilim adamları olarak araştırma yapacak olursak, objektif bir sonuca ulaşmak istiyorsak bütün araşivleri görmek zorundayız. Görünen köy klavuz istemez. İşte Hınçak komitesinin elemanları. Neler yapmışlardı sembolleri. Solda Adapazarı, sağda da Ankara Yozgat Ermeni örgütünün militanları.

Bunların hepsi gerçek fotoğraflar ve Diyarbakır’da ele geçirilen (Resim 3), bakın bu da Urfa’da ele geçirilen silahlar. Bunlarla ilgili onlarca resimler var.

Resim 2: Yozgat Ermeni Örgütü

Keza Romanya’da bulunan Ermeni Fesat Cemiyeti mensuplarının Ermeni İstiklali İhtilal Fırkası ismiyle teşkilatlanıp, faaliyet alanını Dersaadetteki bazı vilayetlere kadar yaydıkları, Rusya’dan Anadolu’ya silah araç gereçleri sokma durumu ile yine Romanya’da bulunan Kürtlerin de aynı hükümet kurmaları gerektiği konusunda ikna çalışmaları yaptıkları, Çüngüş Nahiye müdürünün Rum, telgraf müdürünün de Ermeni olup, seferberlikle ilgili malumat vererek askerlikle yükümlü Ermenilerin firarına sebebiyet verdikleri, Bulanık’da (Muş) bazı Ermenilerle Rahip Sehak’ın manastırda silah depolamalarından dolayı tutuklandıkları, ayrıca Bulanık’da bazı Ermenilerin de bir Müslüman’ı öldürmekten dolayı tutuklandıkları, Bitlis’de ortaya çıkan Ermeni eşkıyasının Halep ve Dörtyol’da askerlere saldırdıkları, Kayseri’de bombalar ortaya çıkması, Rusça, Ermenice ve Fransızca yazılı şifreli muharebat evrakının muhtemel bir ihtilali haber vermekte olduğundan gerekli tedbirlerin alınması konusunda Emniyet-i Umumiye müdüriyetinden Edirne, Ankara, Aydın, Halep vilayetleri ile Bolu, Karesi, Kayseri ve Karahisar-ı Sahib Mutasarrıflıklarına çekilen telgraf. Bakın bunlar 1915 yılı ve öncesinde. Hicri

Resim 3: Diyarbakır’da ele geçirilen silahlar

1333 ama Rumi 1331dir bunlar. Keza İtalya’dan Ermeni gizli örgütleri tarafından alınan silahların Anadolu’ya sokulacağı haberi alındığından bu konuda tedbir alınıyor. Nitekim gemi İskenderun limanına kadar geliyor. Keza Rusçuk’ta toplanan Osmanlı vatandaşı Ermeni gönüllülerin Rusçuk Rusya Konsolosu tarafından Rus ordusuna gönderildiği ve oradan da çeteler halinde örgütlenerek Osmanlı devletine yollandıkları ve Nitekim M. Picot ve Defrance (Fransa’nın Mısır Orta elçisi) tarafından çok gizli tanımıyla gönderilen telgrafta Yunanistan’ın Suriye’deki gönüllü kuvvetlere 15 bin tüfek ve 2 milyon mermi yollayacağı, Fransa’nın Suriye’ye müdahalesi durumunda burada 30-35 bin gönüllünün hazır olduğunu bildiren yazısı; 5 Kasım 1914 bu bilgi nereden intikal etmiştir?

Ermeni Milli Delegasyonu Başkanı olan Boghos Nubar Paşanın yazdığı mektuptan intikal etmiştir. Keza Boghos Nubar Paşa yazdığı mektupta şunu belirtiyor. Adana ve Mersin nüfusunun %40 nüfusu Ermeni’dir. Fransa’nın buraya asker çıkarması halinde de onlara destek verebileceklerini belirtiyor. Keza aynı şeyi İngiliz arşivine baktığımızda Zeytunlu bir Ermeni olan Kafkasya’da Worontzoff Danckoff ile temas kurduğu Türk ordularının haberleşme ve ulaşım hatlarına baskın yapmak üzere 15000 kişilik bir kuvvet topladıkları ki bunu da 1000-2000 kişilik müfrezeler, Harita 2: 1914 Yılında Osmanlı İmparatorluğu ve 1914-1915’te Ermeni isyanları çeteler haline getirdikleri ve Türk ordusunun çeşitli ikmal sahalarına, tren yollarına sabotajlar düzenledikleri bildiriliyor. Keza aynı şekilde Van’da meydana gelen isyan hareketleri haritada gördüğünüz 1915 mayıs ayı öncesinde yani tehcir dediğimiz karardan önce Anadolu’daki Ermenilerin isyan mahallerini gösteriyor (Harita 2). 23 yerde isyan var.

Peki durum nasıl ortaya çıkmıştı? İşte burada Boghos Nubar Paşa’nın mektubu. Ne diyor? İtilaf devletlerinin hedeflerine sarsılmaz bir gaye ile inanmış insanlar olarak sizin yanınızda savaşan tarafız. Fransız ordusunun yarısına yakınını Ermeni Gönüllülerinin oluşturduğunu söylüyor. İngiliz General Alenby de ingiliz ordusunda Ermeni gönüllülerinin olduğunu söylüyor. Rus ordusunda 150000 Ermeni’den ayrı olarak 40000 Ermeni’nin Doğu Anadolu’nun kurtuluşunda önemli roller oynadığını

Belge 2: Boghos Nubar Paşa’nın Fransa Dışişleri Bakanına yolladığı Mektup (Archives des Affaires Etrangères de France, Série Levant, Arménie, Vol. 2, folio 47) Belge 1: Musa Dağı Ermenilerinin Fransızlar tarafından İskenderun Limanından gemilerle götürülmesi (Archives de France, Guerre Mondiale 1914-1918, Turquie/Vol. 890, Lègion d’Orient-I, Septembre 1915-Novembre 1916)

belirtiyor. Keza Fransa için ölen Ermenilerin listeleri. İşte Musa Dağı Ermenileri (Belge 1). Öldü denilen Ermeniler Fransız savaş gemileri ile toplama kamplarına götürülüyor. Kendi arşiv belgeleri. Şimdi bu şekilde devam eden bir süreçte öldü denilen ve birçok devletin, parlamentolarında kabul ettikleri, öldü denilen Ermenilerin ölmedikleri konsolos raporlarında yer alıyor (Belge 2). Hangi bölgelere yerleştirilmişler. Efendim çöle sürülmüşler, burası çöl mü? Fırat nehri ile Murat nehrinin birleştiği yer (Resim 4). Bunu Amerikalılar, Halep konsolosu zikrediyor. Keza gidenler, dönenler hep onların arşivlerinde yer alıyor. Keza mavi kitapta bile 1916 yılında hala yaşamakta olduklarını söyledik-

Resim 4 : 20. Yüzyıl başlarında Deyri Zor’dan bir görünüş

Belge 3: Boghos Nubar Paşa’nın Nakledilen Ermenilerle ilgili Raporu (Archives des Affaires Etrangères de France, Série Levant, Arménie, Vol. 2, folio 47)


leri Ermeni sayısı 1.150.000’dir. peki ölenler kim? Burada yazıyor? 450.000-850.000 Ermeni hayatını kaybetmiş olabilir. Sebepte şuraya dayandırılıyor: eğer Ermenilerin nüfusu 1.650.000 ise 450.000, 2.000.000 ise 850.000 kişi hayatını kaybetmiştir diyor. Bu kadar tutarsızlık olmaz. Günümüzde 1.500.000’e ölü sayısı çıkarılmıştır. Halbuki Boghos Nubar Paşa 1918’de sürgün edilen Ermenilerin toplam sayısının 600.000-700.000 olduğunu raporunda yazıyor (Belge 3). Hayatta olanların sayısın toplam 390.000 olduğunu kendisi tespit ettiğini söylüyor. Keza Cenevre’de, Milletler Cemiyeti arşivindeki ABD ile İngilizlerin yaptığı istatistiki çalışmada, bütün dünyadaki yaşayan Ermeni sayısının 3.004.000 olduğu, bunlardan 817.873’ünün Türkiye’den başka ülkelere göç etmiş Ermeniler olduğu, Türkiye’de 281.000 Ermeni’nin yaşadığı, 95.000 Ermeni kadın ve çocuğun Müslüman olduğunu ve yukarıdaki rakamlara dahil olmadığını belirtiyor ki, buradan 1.200.000 Ermeninin hayatta olduğu sonucu çıkıyor (Belge 4). Onun dışında bir de başka kimlikler altında bulunan Ermeniler varki sayısı 100000 civarında yani 1922 yılında 1.300.000 Ermeni hayatta. O zaman ölenler kim? Günümüzde bununla ilgili pek çok sansasyon yaratılıyor. İşte onlardan Andonian’ın belgeleri uydurma telgraflar. Burada Osmanlı Devleti’nin Ermenileri katlettiği belirtiliyor. Halbuki gerçek telgraf burada. Anteplidir. Onların yazdıkları sahte telgrafta bunlar. Bakın üstünde Osmanlı Devleti’nin küçücük bir çarpı işareti vardır. O Allah kelimesinin karşılığıdır. Her belgede bulunur. Peki bunların belgelerinde neden yoktur? Üçüncüsü bütün Osmanlı telgrafları antetli kağıda yazılmıştır. Nazır Talat Bey’in imzası vardır ki Andonian’ın belgesinde niye dahiliye nazırı Talat Bey

Belge 4: Milletler Cemiyetinin 1922’de halen yaşadığını tesbit ettiği Ermeni nüfusu (US Archives, NARA 867.4016/816. Jan.10, 1923)

yazıyor? İşte bu da aynı Andonian’ın 1923’te Amerika’ya göç ettiğinin belgesi gemi yolcu listelerinde. Öte yandan, göç sırasında Ermeni kafilelerine saldıranlar ve görevini kötüye kullananlar, 1915’te mahkemeye sevkedilmişler ve cezalandırılmışlardır.

Bu da Suriye Divan-ı Harb-i Örfisinin mahkeme kararı (Belge 5). En başta da şunları yazıyor. Çete reisi Dersaadetli Halil bin Mehmet Ali, Ermeni muhacirlerinin emval ve eşyalarını tazyik suretiyle gasp etmekten idama mahkum edilmiş ve tasdik edilerek infaz edilmiştir. Ermenileri öldürmemiş olmasına rağmen idamla cezalandırılmış. Yine çete reisi Sirozlu Çerkez Ahmet bin Recep, Ermeni muhacirlerini katl ile emvalini gasp etmekten idama mahkum edilmiş tasdik edilerek infaz edilmiştir. Dolayısıyla Osmanlı Devleti zaten bunları cezalandırmış. Madalyonun öbür yüzünde de Van’ın bu halini görmeniz gerekiyor (Resim 5). Van, tamamen bir şehir şeklinde yok edilmiştir. Bunu kim

Resim 5: Van şehrinin 1915’te Ermeni ve Ruslar tarafından yıkılması Belge 5: Suriye Divan-ı Harb-i Örfisinin Mahkeme kararından bir sahife (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Hariciye Siyasi, No. 2882/29-25).

yaptı? Andranik’in hatıratını okursanız kimlerin yaptığını çok daha iyi görebilirsiniz. Keza Kars’ın derecik Köyü’ndeki toplu mezarlar ve ben onlara diyorum ki buyurun toplu mezarınız varsa açlım. 5 senedir tek bir cevap bile yok. O zaman bir şeyleri iyi değerlendirmemiz lazım. Yani Batı’yı değerlendirirken de iyi değerlendirelim, Ermenileri değerlendirirken de iyi değerlendirelim, kendimizi değerlendirirken de iyi değerlendirelim. Gerçekler belki zor gelebilir, belki zor karşılayabiliriz ama gerçeklerle de yüzleşmek zorundayız. Biz bunu teklif ediyoruz, birlikte araştırma yapalım diyoruz, Viyana’da gelmiyorlar vazgeçiyorlar, Harput’tan araştırmaya başlayalım diyorlar, evet diyorum yine kendileri vazgeçiyor. Toplu mezar diyorlar Nusaybin’e gidiyoruz M.Ö. 250 yılına ait Roma mezarları çıkıyor. Dolayısıyla meseleyi artık ayaklarımız yere basarak değerlendirelim. Hepinize saygılar sunuyorum.

Hiç yorum yok: