İşte Kaçak Yaşayan o Ermeniler / Kaçak Ermeni işçi” Portreleri

 © This content Mirrored From TurkishArmenians  Site turkiye-ermenileri.blogspot.com/ 20/03/2010
Türkiye dışında soykırım lafı anıldıkça burada tansiyon daha da artıyor. Öyle ki, bu hafta iş, sayıları 100 bini bulduğu söylenen Ermenistanlı göçmenin sınır dışı edilmesine kadar geldi. Arthur, Nane, Şaşik Dede, Şake Hanım... Bir yatakta iki kişinin uyuduğu 38 kişilik bir 'kaçak' evindeyiz. Her birinden ayrı hikâye dökülüyor

FOTOĞRAF: GÜRCAN ÖZTÜRK
ULAŞ TOSUN

Düşünün ki henüz gerçekleri anlamayacak kadar küçük bir kız çocuğusunuz; daha üç yaşında... Anneniz, babanız, büyükanneniz, derme çatma beşiğiniz, buzdolabınız, iki divan, bunların ikisini birbirinden ayırıp 10 metrekarelik odayı bir salon, bir yatak odası yapan sihirli perdeniz, plastik tabaklarınız, duvar halınız, çamaşır dolu kutularınız, kapının arkasına asılı beyaz torbada ekmeğiniz, sayısı artan/azalan fareleriniz, nenenin büyük sırdaşı İsa’nın tahtaya oyulmuş yüzü, Coca-Cola kapağı getirene verilen beyaz kutup ayınız, evin diğer odalarında yaşayan diğer 37 kişinin gürültüsü; hepiniz aynı yerdesiniz. Aslında sadece bir çocuk değilsiniz, bir kaçaksısınz. Düşünün ki sadece kaçak değil, Türkiye’de Ermeni bir kaçaksınız.

Nane, üç yaşında bir çocuk. İstanbul’da yerini açıklamayacağımız, yıkılmaya yüz tutmuş bir evde yaşayan, benzer durumdaki 38 kişinin en küçüğü. Adını Ermeni mitolojisindeki aşk tanrısından almış. Nane, CHP İzmir milletvekili Canan Arıtman ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dile getirdiği, son politik manevranın olası kurbanlarından biri. Artık göz yumulmayacak olan Ermeni kaçakların en küçüklerinden...

Ürkek, çaresiz, yarı aç ve her an Türkiye’den atılma ihtimalleri olan bu insanlara “Siz kimsiniz?”, “Neden buradasınız?”, “Biz size ne verdik?” diye sormaya gittik. Önce Nane’nin babası 23 yaşındaki Arthur’la gelecek ve cesaret üzerine konuştuk.

* Türkiye’ye gelmek fikri nasıl doğdu?

Çok ani oldu. Bir haftada karar verdim, turist vizesi aldım, yedi yıldır buradayım. Ermenistan’da akrabalarımla birlikte Türkiye’den getirdiğimiz giyim eşyalarını satıyorduk. Orada insanların parası yok, karnımızı doyuramıyorduk. Gümrükler kapalı olduğundan, malları Gürcistan üzerinden Ermenistan’a getiriyorduk. Orada rüşvet çok fazla, kazandığımızla bunu karşılayamıyorduk. Bana malları gönderen akrabam burada yaşıyordu, “Gel buraya” dedi. Otoparkta iş bulmuş, eski bir minibüsün içinde yatıp kalkıyordu. Birkaç ay onun yanında kaldım, sonra bir kuyumcu atölyesinde işe girdim, bu odaya taşındım. Şimdilik yolumu oturtamadım. İş bulamıyorum, senede üç-dört ay çalışabilirsem, kalanında o parayla geçiniyoruz.

* Dedelerinizden Türkiyeli olanlar var mıydı?

Büyükbabamlar Muşlu. Orada durumları çok iyiymiş. Sonra yavaş yavaş olaylar başlamış, olacakları görüp 1870’te Ermenistan’a gitmişler.

* Sonuçta o kuşağın büyük bir felaketle buradan ayrıldığı biliniyor. Siz gelirken korkmadınız mı?

Açlıktan ölmekten yeğdir. Bizim acımız büyük, olan olmuş ama bir yana bırakmak lazım. Acımızı kabul etsinler, başka da talebimiz yok. Dilerim artık dostluk olur, ekonomik birlik olur. Bundan herkes kâr eder. En önemlisi Nane bizim gibi düşmanlık görmesin. Sakin bir ülkede yaşasın, aç kalmasın.

* Uzun zamandır Türkiye’de olan komşularınızın durumu sizde umutsuzluk yaratmıyor mu? Yaşları sizden çok daha ileri ama hemen hemen aynı koşullarda yaşıyorsunuz. Zaman gerçekten lehinize mi olacak?

Bu insanın kendisinden kaynaklı olarak değişiyor. Ben bilgisayar, marangozluk, boyacılık, bahçıvanlık öğrendim ama bunlardan yararlanamıyorum. Hadi iş buldum, kaçağım diye az para veriyorlar ya da hiç vermiyorlar. ‘Git kime söylersen söyle’ diyorlar. Burada hiçbir hakkım yok. Ne polise gidebilirim, ne hâkime... Konsolosluk yok, olsa bari hayati tehlikeye düşünce sığınırsın.

* Başka ne gibi muamelelere maruz kalıyorsunuz?

Kızım doğduğunda normalde doğum izni almam gerekir. ‘Bir gün çalışma’ diyebilirlerdi en azından. Kızım Ermenistan’da doğdu, 20 günlükken yanıma geldiler. Sabah 5’te ineceklerdi havaalanına. O saatte otobüs bulamam diye akşamdan gittim, sabaha kadar bekledim. İlk defa gördüm kızımı, eve getirdim, içeri bile girmeden işe gittim. Çünkü izin vermediler.

* Türkiye vatandaşı Ermenilerle ilişkileriniz nasıl?

Pek yok. Onlar için Ermenistan’dan gelen, sürekli onlardan bir şeyler isteyen insanlarız. Çoğu sevmez bizi. Ermeni bir kuyumcunun yanında çalıştım; bir Türk alıyordu 200 milyon maaş, ben alıyordum 40 milyon. Türklerin yanında daha rahat çalıştım, bazısından çok yardım gördüm.

* Kaçaksınız, yaşınız çok küçük, bir de çocuğunuz var... Gelecek için endişeleniyor musunuz? Mesela yakalanırsanız ya da sınır dışı edilirseniz ne olacak?

Hiç düşünmedim, yine de yarın ne olacağımız belli değil. Bir yandan hayattayız, yaşıyoruz. Çok akrabam depremde öldü, başka ülkelere giderken öldüler, dedelerim hep göçmüşler. Belki 10 sene sonra iyi bir işim olur ama o zaman hayat geçmiş olacak. Şimdi paylaşacaklarımı paylaşamam kızımla, karımla.
O yüzden evlendim.

* Belgeleriniz yok, nasıl evlendiniz?

Kâğıt üzerinde evlenemedik. Onun için Ermenistan’a, kayıtlı olduğum şehre gitmem lazım. Evlendik, çocuğumuz da var, varsın kâğıdımız olmasın. Nane’nin doğmasına bir ay kala annesi Ermenistan’a gitti. Orada doğdu, pasaportu var, benim adım yok sadece. Memlekete dönünce o da olacak.

* Ne zaman dönmeyi düşünüyorsunuz?

Uzun zamandır işsizim. Birkaç sene daha dayanabiliriz, olmadı geri gideceğim. Nane okula başlayacak birkaç sene sonra, bir çare bulmam lazım.

‘Bir dağın tepesindeydik, indik en aşağıya’

Şaşik Dede, 70’ine yakın bir kaçak, 10 yıldan fazla olmuş buralara geleli. Öyküsünde neler yok ki: İki litre süt için satılan altın dişler, 15 taşı çekilmiş duvar, azim, özlem... Gittiğimiz evdeki kaçak Ermenilerin en yaşlısı Şaşik Dede’yle eski ve yeni günler üzerine konuştuk. O da aynı kaderi paylaşan diğerleri gibi bir gün memleketine dönmeyi düşünüyor. Bir de dedelerinin yaşadığı Muş’u ve Bitlis’i dünya gözüyle görmeyi...

Ermenistan’da nerede yaşıyordunuz, nasıl bir hayatınız vardı?

Gümrü’de yaşıyordum. Türkiye’ye 30 km. uzaklıkta. Yüksekokul mezunuyum, büyük bir fabrikada işçi olarak çalışıyordum. Annem çalışmıyordu, babamın büyük bir deposu vardı ama asıl mesleği öğretmenlikti. 15 kardeştik, şimdi az kaldık, çoğu öldü. Bir gün anneme sordum “Neden boyun bu kadar kısa?” diye. Dedi ki “Oğlum bir duvardan 15 taş çekersen ne kalır geriye?” Biz çok zengindik aslında; şu anda büyük bir dağın tepesinden aşağı inmiş gibiyim. 1988’deki depremden sonra hiçbir şey kalmadı Ermenistan’da. 24 akrabamı kaybettim depremde. Tırım vardı, onu sattık, elde avuçta ne varsa hepsini sattık. Torunuma süt almak için karım altın dişlerini sattı, iki litre süt alabilmek için hem de... İki çocuğum var, biri Ermenistan’da, biri Rusya’da. 12 yıl böyle direndik, yaşamaya çalıştık. Komünizmi biliyor musun sen, çok iyiydi. En fakir insan bile güzel yaşıyordu o zamanlar.

Komünizm neden iyiydi?

O dönem Ermenistan’da çok iyi koşullarda yaşıyorduk. Her şey ucuzdu. Etin kilosu 2 dolardı. Şimdi 16-17 dolar. Şu anda 100 kişiden iki kişi iyi yaşam koşullarına sahip, komünist dönemde 100 kişiden 88’i iyi yaşıyordu. Sovyetler’den ilk Ermenistan ayrılmak istedi. Başımıza ne geldiyse ondan sonra geldi.

Türkiye’ye gelmeye nasıl karar verdiniz?

Bir tanıdığım vardı buraya gelen, bana “Çalışmak istiyor musun?” diye sordu, “Türkiye’ye gideceğiz” dedi. Vizeye başvurduk, 320 dolar tuttu. Bir aylık turist vizesiyle geldim, dönemedim sonra. Burada tanıdık vardı ama para yoktu. Komşulardan borç aldım, bu odaya girdik. Sonra çalıştım, geri verdim aldığımı. Ben geldiğimde bu evde 10 kişi ancak vardı, şimdi 38 kişi var. Ayakkabı fabrikasında çalıştım. Hiç bilmiyordum ayakkabı işini, oturdum, izledim, sonra başladım yapmaya. İyi insanlardı aslında.

Ne kadar alıyordunuz?

Haftalık 140 lira. Çok çalıştım, az aldım ama bunlar olacak tabii. Sonra bir çiftlikte bahçıvanlık yaptım. Üç ay için girmiştim, çok iyi çalıştım, iki yıl kalmama izin verdiler. 300 TL maaş, bir aylık da fazla para verdiler.

O iki yıl içinde eşiniz de yanınızda mıydı?

Yok, o eve gelmesine izin vermediler. Bir Ermeni kadın vardı burada yaşayan, karım onun yanında çalışıyordu gündüzleri. Evinin işlerini, yemeğini falan yapıyordu. Akşamları da bu eve geliyordu, komşularımın yanında güvende olduğunu düşünüyordum. Bahçıvanlıktan sonra inşaatlarda demir işleri yaptım. Sonra tekrar bir ayakkabı fabrikasında çalıştım. Üç senedir işsizim, yok iş, bulamıyorum.

Şimdi nasıl geçiniyorsunuz?

İki aydır karım günlük temizlik işlerine gidiyor, idare ediyoruz.

Zamanı nasıl geçiriyorsunuz?

Zaman bekleyerek geçiyor. Deniz kenarına gidiyorum bazen, balık tutuyorum. Şimdi balık da kesildi, havalar sıcak olunca çıkıyor balık. Arkadaşlarım var, bazen onlarla tavla oynuyorum.

Hastalık, ölüm gibi durumlarda ne yapıyorsunuz?

Hasta olunca ilaç alıp idare ediyoruz. Hastane için Ermenistan’a gitmek gerekiyor. Ölüm olduğunda doğrudan Ermenistan’a gönderiyoruz.

Çocuklarınızla haberleşiyor musunuz?

Geldikten sonra altı ay, belki bir yıl haber veremedim, ne adres biliyorduk ne postane. Sonra memlekete dönen iyi bir adam geldi, dönüşte bize haberlerini getirdi. Şimdi sık telefonlaşıyoruz.

Burada yaşadıklarınızı anlatabiliyor musunuz?

Çok şeyi söylemiyoruz, ne gerek var onları da üzmeye. Onlar da aynı şekilde... Anlıyorum seslerinden, bir defasında torunum zehirlenmiş, bize iyi dediler. Anladım iyi değil, başladım hazırlıklara, gideceğim. İki gün sonrasına ancak para, otobüs bulabildim. O zaman haber geldi, iyileşmiş.

Buraya geldikten sonra hiç Ermenistan’a gittiniz mi?

Bir kez gidebildim. Çok zor gitmek, çok para gerek.

Başka bir memlekette, ailenizden ayrı yaşamak zor değil mi?

Tabii ki zor. Ama benim babam Bitlisli, annem Karslı, yani başka bir memleket değil aslında, burası bizim de memleketimiz.

Gittiniz mi hiç oralara?

Bitlis’te şehir merkezine birkaç kilometre uzaklıkta bir köyde yaşayan çiftçilermiş. Tapuları yokmuş tabii. Ben gidemedim oralara, pasaportum yok, para lazım. İsterim görmek ama zor.

1915’te neler olduğuna, neden ve nasıl buradan gittiklerine dair aileniz neler anlatıyordu?

Kaçmışlar işte. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar kaçmışlar...

Büyükleriniz Türklerle ilgili neler anlatırdı? Türkiye’ye gelirken korktunuz mu?
Biz Türklerle kardeş gibi yaşadık, ayrım yoktu. Hayır, korkmadım. Orada kalsam açlıktan ölecektim zaten.

Şu an Ermeni Soykırımı yasa tasarısı gündemde. İsveç Parlamentosu da kabul etti. Siz ne düşünüyorsunuz?

Benim politikayla işim olmaz, dünyada barış istiyorum. Nerede iş varsa çalışıp yaşayacaksın. Benim için önemli olan karşımdakinin insan olması. Irk ayrımı yapmam.

Türkiye’de geçirdiğiniz en mutlu zaman neydi?
İş olduğunda çalışıp mutlu oluyorum. Yoksa zor geçiyor, sıkılıyorsun.

Bir yatakta iki kişi

Şake Hanım, 46 yaşında, eşini kaybetmiş bir Ermeni. Kendisi gibi kaçak durumda altı kadınla aynı odada yaşıyor. Kirası kişi başı 25 TL, bir de haftada 10 TL verip mutfak masraflarını karşılıyorlar. Mutfak masrafı dediysek aslında olmayan bir mutfağın masrafı bu. Odanın girişindeki bir küçük tüp... Âdet öyleymiş, hiç çıkarmıyor yüzüğünü. Kocasının yüzüğünü ise iki oğluna ve dört torununa yemek almak için satmak zorunda kalmış. Şake Hanım, beş yıldır burada. Ondan önce Türkiye’ye gelen ablası çağırmış, “Gel, burada iş var, çalışıp çocuklara para gönderirsin” demiş. Beş yıldır dönemiyor, dönerse hep birlikte ama aç olacaklar. Şimdi çocuklarıyla olmasa da ablasıyla birlikte. Aynı yatakta yatıyorlar, odada da üç divan var. Her birinde iki kadın...

Şöyle anlatıyor Şake Hanım hikâyesini: “Geldim, ertesi gün işe başladım. İlk patronum Yahudi’ydi. İki yıl çalıştım, sonra o İsrail’e gitti, şimdi başka bir evde çalışıyorum. O zaman ayda 300 dolar kazanıyordum, şimdi ayda 600 kazanıyorum. Yol parası dışında harcamıyorum, hepsini oğullarıma gönderiyorum. Buraya altı kişi ayda 150 TL ödüyoruz, iki kişi aynı yatakta yatıyoruz ama olsun, ucuz. Bakalım, biraz daha para biriktireyim, çocuklarım kendilerini kurtarsınlar, döneceğim.”


Okur Yorumları
"ne gülüyorsun..." - 28/3/201021:16
ne gülüyorsun, anlattığım senin hikayen!" sözüyle başlamıştı Marks. İngiltere'de kapitalizme karşı başlattığı büyük saldırısının bütün insanlığı, tabbi alman işçileri de, ilgilendirdiğini vurgulamak için...bugünkü resim de, marks amca'nın hala güncel olduğunu haykırıyor. burada kaçak ermeniler, hollanda da türkler ve faslılar, abd'da başkaları, afgan, afrikalı...ne farkeder...aptallar mı ırkçı olur, yoksa ırkçılık/milliyetçilik mi insanı aptallaştırır? bu soru sorularak ödüllü bir makale yarışması yapılmalı...
kartopu

kacak calismak suc mudur? - 27/3/201016:13
Kacak calismak cogu ulkede suc gerektirip yurt disi edilebilir,ama asil SUC gerektiren sey bir azinligi hedef olarak gosteren zihniyettir,kim olursa olsun Turk ,Ermeni, Arap,,Angela Merkel'in veya Sarkozy'nin butun kacak turkleri,veya Cezayirlileri yurt disi edeceklerini aciklamalarina ne tepki gosterirdiniz??bu tur zihniyetlerin Almanya'da sucsuz turklerin evlerini yakan ,Rusya'da Kafkasyalillari sokakta olduren dazlaklarlan hic bir farki yok,,(Genel olarak kacak iscilerin sinir disi edilecegini soylemek baska herhangi bir milleti hedef olarak gostermek baska seyler)
seto15

Kaçak işcilik yoksa suç değil mi? - 26/3/201015:30
Herşeyi bir tarafa bırakın, herhangi bir ülkeye turist vizesiyle gidip işci olarak çalışırsanız bunun cezası sınır dışı etilmektir. Yoksa ben yanlış mı biliyorum?
göksu12



“Kaçak Ermeni işçi” Portreleri
 © This content Mirrored From TurkishArmenians  Site turkiye-ermenileri.blogspot.com/
Çoğunluğu kadın olan Ermenistanlı kaçak işçilerin ortak hayali, bir gün ülkelerine dönebilmek.

28/03/2010 Radikal

Araştırma rakamları: Ayda 1000 TL civarında kazanıyorlar. Sayıları 15 binden fazla değil. Sadece kaçak Ermeni işçilerimiz yok, 600 civarında okula gidemeyen kaçak Ermeni çocuğumuz da var

NAZAN ÖZCAN

“Gelmeden çok korkmuştum, sonra baktım kimsenin kimseye bir şey yaptığı yok. Ama hâlâ televizyonda ‘Ermeni Soykırım Tasarısı’ dendiğinde sorunlar çıkıyor. Sadece Türklerle değil İstanbullu Ermenilerle de...” G. A., kadın, 36 yaşında. “Her şey iyi gibi geliyordu ilk geldiğimde, bir tek mahalledeki manav dışında, o biliyor Ermeni olduğumu, ne zaman gitsem tersliyor, kırıcı şeyler söylüyor. Hrant Dink öldürüldüğünde buraya kadarmış dedim, sabah toplanıp dönecektim, Türk patronum dur dedi, bizim yanımızdasın, sana bir şey yapamazlar.” F.K., kadın, 33 yaşında. “Kolay değil, sizi düşman bilen, sizin düşman dediğiniz insanların ülkesinde çalışmak. Ermenistan’da çok eleştiren var buraya gelenleri.” L.M., kadın, 40 yaşında.

Bu üç konuşmacının kadın olmaları dışında bir ortak noktaları daha var: Hani “hisli” konuştuğu zaman “insancıl”lık konusunda mangalın bütün küllerini üfleyen Başbakanımız Erdoğan’ın “gerekirse sınır dışı ederiz” dediği “kaçak” Ermeni işçi olmaları. Hani, ABD komisyonundan geçen tasarının öcünü almak için “hedef tahtasına” yerleştirilen kaçak işçiler. “Kovarız” dendiğinde memleketin çoğunluğunu “zil takıp oynayacak” hale getiren bu insanlar kim peki? Kim ve daha nice sorunun cevabı, Eurasia Partnership Foundation’ın isteğiyle Alin Ozinian’ın gerçekleştirdiği ve sonuçları daha bir ay önce açıklanan “Türkiye’deki Ermenistanlı Yasadışı İşçiler” raporunda var. Çalışma 2009’un Nisan- Ağustos ayları arasında İstanbul, Ankara, Antalya ve Trabzon’da kotarılmış. 50’si yüzyüze röportajlar, 150’si ise anket olmak üzere 200 kaçak Ermeni ile görüşülmüş. Ozinian’ın çalışmadaki amacı, Ermenistanlı kaçak çalışanların Türkiye’deki genel durumunun, toplumla ilişkilerinin ve yaklaşık sayılarının tespiti ve araştırma sonunda diplomatik ilişkisi olmayan Ermeni ve Türk hükümetlerine ve sivil topluma Ermenistanlı işçilerin sorunlarının çözümü konusunda tavsiyelerde bulunulabilmesi.

En başta söyleyelim de, Başbakanımızın içi rahatlasın. Anket yapılan Ermenistanlı işçilerin yüzde 96’sı bir gün ülkelerine geri dönmek istiyor kesinlikle. 45 yaşındaki A.B. şöyle diyor: “Tabii ki istiyorum, ama ne zaman, söylemek zor. Gönüllü sürgün bizimkisi...”

Alin Ozinian’ın araştırmasına göre, kaçak işçilerin sayısını kesin olarak belirlemek imkansız.

Ozinian bu nedenle siyasilerin söylediklerini baz alıyor. 2000’de Çiller 30 bin, 2005’te Dışişleri Bakanı Abdullah Gül 40 bin, 2006’da AKP milletvekili Yaşar Yakış 40 bin, 2007’de yine Yakış 70 bin ve 2010’da Başbakan Erdoğan 100 bin kaçak Ermeni işçi olduğunu söylemiş. Ozinian tabii ki siyasilerin söyledikleri üzerinden gidiyor ama kendi yargısı şöyle: “Kesinlikle 100 bin olduğunu sanmıyorum, tahminimce 10-13 bin arasındadır en çok.”

Araştırmanın sonuçları “göçmenliğin” ne kadar zor bir zanaat olduğunu ortaya koyuyor. Ermenistanlı kaçak işçiler keyiflerinden gelmiyor Türkiye’ye. SSCB’nin dağılmasının ardından yaşanan ekonomik istikrarsızlık ve işsizlik, 1998 depreminin ülkeye getirdiği olumsuz etki ve Karabağ nedeniyle Azerbaycan ve Türkiye ile kapanan sınırlar ve ekonomik ambargonun yarattığı sancılı ekonomik süreç etkili olmuş. Tabii Türkiye’yi seçmelerinin sebepleri de var: Sınırların kapalı olmasına rağmen Türkiye’ye ulaşım kolaylığı ve ucuzluğu, Türkiye’deki vize rejimi, kıdemli Ermenistanlıların yeni gelenlere konaklama ve iş bulma konusundaki yardımları ve yerleşik Ermeni cemaatinin işçiler için potansiyel işveren olmaları. Ermenistanlı işçilerin yüzde 50’ye yakını deprem bölgesinden ve kırsaldan. Ermenistanlıların büyük çoğunluğu ülkeye Türkiye-Gürcistan sınırından karayoluyla, bir kısmı da havayoluyla gelip 30 günlük vizeyle Türkiye’ye girmiş. Ortak nokta şu: Kendilerinden önce İstanbul’a gelmiş bir dost, komşu, akraba vs’nin yardımıyla İstanbul’a gelmeye karar vermek. Karayoluyla gelenler 100 dolara aldıkları biletleriyle Tiflis-Batum-Trabzon üzerinden İstanbul’a varıyorlar. İstanbul’a vardıklarında bazılarının işleri hazır oluyor ve hemen çalışacakları ailenin yanına gidiyorlar. Gündelikçi olarak çalışacaklarsa Kumkapı’da ev kiralayan arkadaşlarının bir odasını da onlar kiralıyor. İşçilerin büyük çoğunluğu İstanbul’da çalışıyor. Yatılıların çoğunluğu Ermeni cemaatinin yoğun olarak yaşadığı Şişli, Yeşilköy, Bakırköy, Kadıköy gibi semtlerde. Bazıları ise sezonluk olarak Trabzon başta olmak üzere Doğu Karadeniz’de, (çay ve fındık toplamak) yaz döneminde ise Antalya başta olmak üzere güneyde otel hizmetlisi olarak çalışıyor.

En çok kadınlar

“Kaçakların” yüzde 96 gibi yüksek bir oranı kadınlar. Kadınların yüzde 72’si ev işleri ve temizlikte, yüzde 18’i hastabakıcı, yüzde 6’sı ise tezgahtar olarak çalışıyor. Aylık kazançları da ahım şahım değil. Yüzde 39’u aylık olarak 550, yüzde 26’sı 500, yüzde 13’ü 650, yüzde 10’u 600, yüzde 6’sı 800 ve yüzde 3’ü 1000 dolar civarında para alıyor. Tabii bu paralar Ermenistan’daki ailelere gönderiliyor.

Erkeklerin sayısı oldukça az ve genellikle kuyumculuk ya da ayakkabıcılık alanında çalışıyor. Yüzde 96’yı oluşturan kadınların beyanlarına göre neredeyse hepsi üniversite mezunu. Ama bunu kabul etmeyenler de var. 45 yaşındaki K.S. şöyle diyor:
“Kime sorarsanız mutlaka üniversite mezunuyuz, doktoruz, öğretmeniz der. Daha neler. O kadar eğitimli olanlar Amerika’ya, Avrupa’ya gitti, burada öyle eğitimli çalışan bulamazsınız.” Çoğunluk kadınlar olunca, işin içine çocuklar da giriyor. Türkiye’de doğan çocuklar ne Türkiye ne de Ermenistan vatandaşlığına geçebiliyor. Yani “kaçak çocuk” oluyorlar. Oturma izinleri olmadığı için devlet okuluna da, azınlık okullarına da gidemiyorlar. Çocukların tam sayıları kesin olmamakla beraber, tahmin edilen sayı 600-800 civarında.

Bu kadar sıkıntılı hayatları yetmiyormuş gibi, bir de insan ilişkileri sorunlarıyla uğraşıyorlar. Ermenistanlılar genelde yanlarında çalıştıkları Ermeni cemaati üyeleriyle bazen sorun yaşadıklarını söylüyorlar. Farklar, dildeki farklılık, İstanbul Ermenilerinin kendilerine yukarıdan bakışı bazen canlarını acıtırken, kendi içlerinde Türk-Ermeni kıyaslaması kaçınılmaz hale gelebiliyor. “Bizi hor görüyor çoğu, hiçbir şey bilmediğimizi düşünüyorlar. Onların evinde televizyon yokken bizimkinde vardı” diyor 46 yaşındaki A.B. 38 yaşındaki M.S. ise aynı kanıda değil:

“Yine Ermeni’nin evinde çalışmak daha iyi, haberlerde Ermenistan’la ilgili kötü bir şey deniyor, nereye saklanacağımı şaşırıyorum. Ermeniler hor görüyor ama Türkler de bazen ‘biz sizi doyuruyoruz siz hâlâ hainlik yapıyorsunuz’ diyorlar.”

İki ortak nokta

Ozinian raporunda Ermeni işverenlerin “işveren”den çok “hayırsever” bir ruh haline büründüklerini kaydediyor. 50 yaşındaki İstanbullu bir Ermeni şöyle diyor: “O paraya çok daha iyi temizlikçi bulabilecekken ‘hayırdır’ diye onları çağırıyoruz. Riskli bir iş, kaçak çalışanlar sonuçta, polisle bile derde girebiliriz... Ama yardım edelim yazıktır diyoruz.” 44 yaşındaki başka bir Ermeni ise “Bir kere aldım gündeliğe, bir daha asla, hepsi hırsız, aç gözlü... Biz Türkiyeliyiz, onlarla pek anlaşamıyoruz” diye görüş vermiş. Türk işverenlerin tavrı ise genellikle 42 yaşındaki F. K. gibi: “İçim rahat evimi, çocuğumu teslim edebiliyorum. Mutfaklarımız uyuyor, hatta çocukla Rusça konuş öğrensin diyorum. Bir Moldovalı çalıştırmaktan daha iyi, huyumuz alışkanlıklarımız çok benzer.” Tabii işin içine “soykırım” lafı, milliyetçilik filan girmediği sürece. Ozinian “Her Ermenistanlı için 1915 olayı soykırımdır ama Türkiye’de kaldıkları süre içinde bu sorunun iki ülke arasında krize dönüşmesi onları rahatsız ediyor, bakış açıları çok siyasi değil. Ama böyle açıklamalar yapılınca tedirgin hissediyorlar tabii” diyor. Protokolleri ya da Amerikan Kongresi’nde alınan kararları da pek takip etmediklerini söylüyor Ozinian:

“Onların bu gelişmelerden haberleri bile yok, her gün iş ev arası bir hayat yaşıyorlar. Patronları özellikle Türk ya da Ermeni olanlar konuyu dillendirdiklerinde cevap verme gereği hissediyorlar.” Alin Ozinian’ın raporu hazırlarken ortak nokta olarak gördüğü şu: “En dikkatimi çeken aynı işi Ermenistan’da aynı para karşılığı bile yapmak istememeleri, bunu onur meselesi yapmaları. İkinci nokta ise Ermeni cemaatle düşünülen kadar sorunsuz ilişkilerinin olmaması, aralarında ciddi kültürel fark olduğuna inanıyor iki taraf da.”


Hiç yorum yok: