Türkiye’de Ermeni Olma Sanatı

Bu makaleden yola çıkan Arus Yumul, İstanbul Ermenisi duruşunun, özünde siyasete bulaşmayan, siyasi aktör olmayan bir duruş olduğunu belirtti. Arus Yumul, II. Dünya Savaşı’ndan sonra bir kısım Ermeni’nin Türkiye’den göç ettiğinden, bu süreçte çoğunun vefasızlıkla suçlandığından ve Ermenilerin bu önyargıları kırmak için büyük bir çaba içerisinde olduklarından bahsetti. . .

Yumul, Parya ve Parvenu kavramlarına da değindi: Parya ötekiliği nedeniyle dışlanırken dışlanmışlığın nedeninin kendinde olmadığını düşünür, parvenu ise ötekiliğini reddederken sahici olamayan, kendi kimliğinden kaçandır.

Dışlanmanın sonucunu kendisinde arar, kimliğini yadsır, hatta dış evlenme gibi yollarla kimliğinden kurtulma çabası içersine girer. Yumul, 90’lara kadar İstanbul Ermenilerinin çoğunluğunun varlıklarını Parya olarak sürdürdüklerini, topluma birey olarak değil cemaat olarak katıldıklarını belirtti. Yumul, 90’lı yıllarda, etnik olma modasının ortaya çıkışıyla birlikte gayrimüslim vatandaşların da çok-kültürlü söyleme katıldıklarını, kültürlerini tanıtmak için çeşitli girişimlerde bulunduklarını, fakat burada Ermenilerin folklorik bir öteki olarak topluma katılma durumunun söz konusu olduğunu ve arzulanan şeyin de Ermenilerin folklorik öteki olarak kalmaları olduğunu dile getirdi. Yumul’a göre, Ermeniler daha sonra bilinçli parya haline gelmişler, azınlık olmaktan vatandaş olmaya doğru girişimde bulunmuşlardı. Fakat ne Türk dünyasının ne de Ermeni dünyasının zihinsel habitusu bu değişmeyi algılayamamıştı. Ermeni diasporası, Mahçupyan ve Dink’in unutma siyaseti duruşunu muğlak ve tutarsız olarak tanımlamakla kalmamış, bu iki ismi Türk devletinin rehineleri olarak tanımlamıştı.


İstanbul Ermenileri kendilerini geçmiş ya da gelecek arasındaki boşlukta konumlandırmıştı ve Türk toplumu, ilk defa, Mahçupyan ve Dink sayesinde, geçmişe ve bugüne başkalarının gözünden bakmaya başlamıştı. Yumul, bu iki ismin öneminden bahsederken, konuşmasını “Hrant Dink de bu mekânda olduğu için bunun bedelini çok ağır bir şekilde ödemek zorunda kaldı” sözleriyle sonlandırdı. Panelde, ikinci konuşmacı olarak Ferhat Kentel söz aldı. İlk olarak ‘Ermenilik’ kavramının ne şekilde anlaşılabileceğini üç başlık altında toparladı: Vergisini veren, askere giden, asgari düzeyde yurttaş olarak tanımlanan Ermeniler; dil, din, tarih ve bellek bağlamında ortak cemaat duygusu yaşayan Ermeniler; modernleşme, toplumsal gelişim süreçlerinin ortaya çıkardığı bağımsız bireyler olarak Ermeniler.

Ferhat Kentel, Ermeniliğin “nasıl” ötekileştirildiğini tartışmaya açtı. 1900’lerin başından günümüze uzanan süreci ana başlıklarıyla özetlemek veya bu başlıkları derinleştirmek, Ferhat Kentel’in bireyleri görmeye çalışan özgün ve insani bakış açısı için yeterli değildi. Bu yüzden olacak, asıl vurgusu, tüm konuşmasına da sinmiş olan “bellek” üzerine oldu.

Ermeniler yabancı vatandaş olarak kurgulanırken ve gündelik hayatta bu insanların karşılarına çıkarılan ‘paralel engeller’ yaratma stratejisi tüketilirken “Vatandaşın ürettiği nedir?” sorusunu sordu. Çünkü anlamaya ve çözümlemeye çalışan aklın, tutkuları anlamasına imkân yoktu Kentel’e göre. Aklın içine soktuğu diğer boyut, yani bellek, rakamları ortaya sermenin duygu hallerini yansıtamayacağını iyi bilen Kentel’in konuşmasında kendini doğruladı.

Ve sorunun yanıtı çok geçmeden geldi: Tüm bu strateji tüketiminin dayanmış olduğu gündelik hayat hikâyeleri, diğer bir deyişle kültürel hikâyeler... Sokaktaki adamın hikâye deposundaki izler, anılar, öyküler birbirine giriyor, herkes bohçasını karıştırıp ayrı birşey buluyordu; tıpkı Ferhat Kentel’in kendi zihin bohçasından çıkarıp önümüze serdiği hikâyeler gibi. Kendini korumaya çalışırken, gizlenme ihtiyacı etine kemiğine işlemişken, tüm bu toplumsal gerilimin ve güç ilişkisinin içinde var olmaya çalışmak, bunu başarmak bir ‘sanat’” Kentel’e göre. “İnter-kültürel laflarının bizzat somutlandığı, yerleştiği yer burası. Silinmiş, unutulmuş halden çıkıp Hrant’ın konuştuğu yere kadar uzanan bir yelpazede, Ermeni olmak demek, bambaşka bir yurttaşlık yaratmak demek.” Dinleyicilerin bu konuşmalardan kendilerine nasıl bir pay biçtiği bilinmez fakat Ferhat Kentel’in de dediği gibi, olumlu veya olumsuz, her ne çıkacaksa bu karşılaşmalardan çıkacak...

Agos
10.4.2007

Hiç yorum yok: